3Ki, o mükâfat içinde ebediyen kalacaklardır. "Hamd, kuluna Kitabı indiren ve onda hiç bir eğrilik komayan Allah'adır ki, o dosdoğru bir Kitaptır" âyeti (ile ilgili olarak), İbn İshak'ın naklettiğine göre Kureyşliler, en-Nadr b. el-Hâris ve Ukbe b. Ebi Muayt'ı, yahudi ilim adamlarına gönderdiler ve onlara şu talimatı verdiler: Muhammed hakkında bunlara soru sorun ve onlara, Muhammed'in niteliklerini anlatın. Neler söylediklerini bildirin. Çünkü onlar, kendilerine ilk kitap verilmiş kimselerdir. Ve onların yanında bizim sahip olmadığımız türden Peygamberlerin getirdiği bilgiden malumat vardır. Bunun üzerine en-Nadr ile Ukbe yola çıktılar ve Medine'ye gittiler. Medine'ye varıp yahudi ilim adamlarına, Râsulullah (sallallahü aleyhi ve sellem) hakkında soru sordular. Onlara durumunu anlattılar, söylediği sözlerin bir bölümünü haber verdiler ve şöyle dediler: Siz, Tevrat ehlisiniz. Biz size, bizim bu arkadaşımızın durumunu bildirmeniz için geldik. Yahudi İlim adamları onlara şöyle dedi: Bizim size söyleyeceğimiz üç hususu ona sorunuz. Eğer bunlara dair size haber verecek olursa o, Allah tarafından gönderilmiş bir peygamberdir. Şayet bunu yapmayacak olursa o, Allah'a yalan uyduran bir kimsedir. O takdirde uygun gördüğünüzü ona yaparsınız. Siz ona, eski zamanda ayrılıp gitmiş genç bir takım delikanlıların durumlarının ne olduğunu sorunuz. Çünkü, gerçekten onların hayret edilecek bir halleri olmuştu. Yine ona, dünyanın doğularına ve batılarına ulaşmış, oldukça dolaşmış bir kimseye dair soru sorunuz. Onun haberi ne olmuştur? Yine ona Ruh hakkında sorunuz, o nedir? Eğer size bunları haber verecek olursa, ona uyunuz, o bir peygamberdir. Eğer yapmayacak olursa, biliniz ki o, yalan uyduran bir kimsedir. Onun hakkında uygun göreceğiniz uygulamayı yapınız. en-Nadr b. el-Haris ile Ukbe b. Ebi Muayt, Medine'den dönüp Mekke'ye geldiler ve Kureyşlilere şöyle dediler: Ey Kureyşliler topluluğu! Biz sizlere, sizin ile Muhammed arasında ayırd edici hükmü vermenizi sağlayacak bir çözüm getirdik. Yahudi ilim adamları bizlere, ona sormamızı istedikleri bazı hususlar söylediler. Ve eğer bunlar hakkında size haber verirse o bir peygamberdir. Vermeyecek olursa, yalan uyduran bir kimsedir ve onun hakkında uygun gördüğünüzü yapınız, dediler. Bunun üzerine Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'a gelip şöyle dediler: Ey Muhammed, sen bizlere, ilk zamanlarda ayrılıp gitmiş genç delikanlıların durumunu haber ver. Çünkü onların başından hayret edilecek şeyler geçmişti. İkinci olarak sen bize, yeryüzünün doğularına ve batılarına gitmiş, oldukça dolaşmış bir adam hakkında haber ver, ayrıca bizlere Ruh'un ne olduğunu da bildir. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) onlara: "Yarın size bu istediğiniz hususları haber vereceğim" deyip, "inşaallah" demedi. Onlar da yanından ayrılıp gittiler. İddia edildiğine göre Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) onbeş gün geçtiği halde yüce Allah bu konuda ona bir vahiy indirmedi ve Cebrâîl de yanına gelmedi. Nihayet Mekkeliler, yalan haberler yayarak: Muhammed bize yarın haber vereceğini vadettiği halde, işte bu onbeşinci günün sabahı. Kendisine sorduğumuz herhangi bir şeyi haber vermedi, dediler. Nihayet vahyin gecikmesi Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ı üzdü, kederlendirdi. Mekkelilerin konuştukları ona ağır geldi. Daha sonra Cibril (aleyhisselâm), Allah (c.c) nezdinden ona Kehf ashabının sözkonusu edildiği sûreyi getirdi. Bu sûrede, Hazret-i Peygamber'e, onlar için üzülmesinden dolayı serzenişte bulunulduğu gibi, ona sordukları genç delikanlıların durumu ile dünyayı dolaşıp gezmiş adamın haberini ve Ruh'un mahiyetine dair sorduklarının cevabını getirdi. İbn İshak dedi ki: Bana nakledildiğine göre Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem), Hazret-i Cibril'e: "Ey Cibril! Senin hakkında olumsuz kanaat beslememize sebep teşkil edecek kadar bizden uzak kaldın" dedi, Cibril ona: "Biz, ancak Rabbinin emri ile ineriz. Bizim Önümüzdeki, arkamızdaki ve bu ikisinin arasındaki her şey yalnız O'nundur. Rabbin unutkan değildir" (Meryem, 19/64) dîye cevap verdi. Şanı yüce Allah sûreye, kendi yüce zatına hamd ile ve Râsulünün nübüvvetini sözkonusu ederek başladı. Çünkü onlar, Hazret-i Peygamber'in nübüvvetini inkâr etmişlerdi. Yüce Allah, bu sûreye: "Hamd, kuluna Kitabı indiren... Allah'adır ki" diye buyurdu. Yani, Muhammed'e Kitabı indiren Allah’dır. Sen, Benim tarafımdan gönderilmiş bir Râsulsün. Yani bu, onların senin nübüvvetine dair sordukları hususu tahkik ile ifade etmektedir, "Ve onda hiç bir eğrilik komayan" yani Kitabı, hiç bir tutarsızlığı bulunmayan, son derece mutedil ve uygun şekliyle indiren Allah'adır. "Kİ o, dosdoğru bir Kitaptır. Kendi katından" yani, seni Râsul olarak gönderen Rabbinin nezdinden "şiddetli bir azâbı" dünyada acil cezasını, âhirette de can yakıcı azabını "bildirmek, salih ameller işleyen mü’minlere de güzel bir mükâfat olduğunu müjdelemek için" indirmiştir. "Ki, o mükâfat içinde ebediyen kalacaklardır." Yani, kendilerinden başkalarının seni yalanladığı, senin getirdiğin hususlarda seni tasdik eden ve emretmiş olduğun amelleri işleyen kimseler, içinde ebediyen Ölmeyecekleri ebedilik yurdunda olacaklardır. "Ve: Allah çocuk edindi, diyenleri uyarmak için" (el-Kehf, 18/4.) indirmiştir. Yani Allah, Kureyşlileri: Bizler Allah'ın kızları olan meleklere ibadet ediyoruz, dediklerinden dolayı uyarmak içindir. Halbuki "onlarında" kendilerinden ayrılmalarını ve dinlerini ayıplamalarını büyük bir şey olarak değerlendiren "babalarının da buna dair hiç bir bilgisi yoktur. Ağızlarından çıkan bu söz ne büyük!" (el-Kehf, 18/5) Bununla, onların: Melekler Allah'ın kızlarıdır, sözlerini kastetmektedir. "Onlar, ancak yalan söylerler. Bu söze îman etmezler diye arkalarından üzülerek kendini helâk edeceksin nerdeyse." (el-Kehf, 18/6) Çünkü Hazret-i Peygamber, onların îman edeceklerini umuyor idi. Umudu gerçekleşmeyince onlara üzüldü. Bununla, ona böyle yapma, denildi. İbn Hişam dedi ki: Kendini helâk edeceksin" âyeti, Ebû Ubeyde'nin bana naklettiğine göre, nefsini helake sürükleyeceksin, anlamındadır. Şair Zu'r-Rimme de şöyle demiştir: "Ey kederin kendisini helâk ettiği kişi! Takdirin elinden uzaklaştırdığı bir şey sebebiyle..." Bu kelimenin çoğulu; şekillerinde gelir. Bu beyit, Zu'r-Rimme'ye ait bir kasidede yer almaktadır. Araplar da; Bütün gayretimi ortaya koyarak ona nasihat verdim ve onun için kendimi helâk ettim" derler. "Hangisi daha güzel amelde bulunacak diye onları imtihan etmek için yeryüzünde bulunanları Biz ona bir süs yaptık." (el-Kehf, 18/7) İbn İshak dedi ki: Yani, onların hangisinin emrime daha çok tabi olacağını, Benim itaatim gereğince amel edeceğini ortaya çıkarmak için böyle yaptık. "Bununla beraber Biz, onun" yani yerin üstünde "olan şeyleri elbet kupkuru bir toprak yaparız." (el-Kehf, 18/8) Çünkü yeryüzünün üzerindeki her şey fanidir ve zeval bulacaktır. Dönüş de Bana olacaktır ve Ben herkese amelinin karşılığını vereceğim. O bakımdan, senin bu dünyada görüp duyduklarından dolayı kederlenme, bunlar seni tasalandırmasın. İbn Hişam dedi ki: Toprak" kelimesi, yerin yüzü demektir. Çoğulu da; şeklinde gelir. Zu'r-Rimme, küçük bir ceylan yavrusunu anlatırken şöyle demektedir: "Sanki o, başın kemiklerinde (etki yapan.) bir şarap sarhoşluğunun Kuşluk vaktinde toprağın üzerine attığı bir yavru gibidir." Bu beyit, ona ait bir kasidede yer almaktadır. Saîd (toprak), aynı zamanda yol anlamına da gelir. Nitekim hadiste şöyle denilmektedir: “ Suudât'da oturmaktan sakınınız.” Müsned, 111,61 Yollarda oturmaktan sakınınız, demek istemektedir. “Kupkuru" İfadesi hiç bir şey getirmeyen yer demek olup çoğulu: şeklinde gelir. Yağmur yağmayan yıl" demektir. Çoğulu da: Yağmur yağmayan yıllar" anlamındadır. Ayrıca böyle bir yılda kıtlık, kuraklık ve darlık da bulunur. Zu'r-Rimme, bir deveden söz ederken şöyle demektedir: "Vurup itmek ile kıtlık ve sıkıntılar, karınlarında bulunanları tüketip bitirdi Geriye sadece oldukça kalın kaburga kemikleri kaldı." İbn İshak dedi ki: Daha sonra Hazret-i Peygamber'e sordukları bir husus olan genç delikanlıların kıssası ile ilgili vahyi aldı. Orada şöyle buyurulmaktadır: "Sen, Kehf ve Rakîm ashabını âyetlerimiz arasında hayret edileceklerden mi sandın?" (el-Kehf, 18/9) Yani, Benim kullarım arasında koymuş bulunduğum âyetlerim (delil ve belgelerim) arasında bunlardan daha çok hayret edilecek şeyler de vardır. İbn Hişam dedi ki: Rakîm, onların durumlarına dair haberin yazılı olduğu, yazılı belge demek olup çoğulu "rukum" gelir. el-Accâc dedi ki: "Ve yazılı bulunan mushafın karar kıldığı yer hakkı için." Bu mısra da onun recez veznindeki bir kasidesinde yer almaktadır. İbn İshak dedi ki: Daha sonra şöyle buyurmaktadır: "Hani o yiğit delikanlılar bir mağaraya sığınmışlar ve şöyle demişlerdi: Rabbimiz! Bize, tarafından bir rahmet, işimizde bize doğruyu bulma başarısını ver! Bunun üzerine Biz de, nice yıllar mağarada kulaklarına vurduk. Sonra da iki zümreden hangisinin bekledikleri süreyi daha iyi hesap ettiğini ayırt edelim diye onları uyandırdık." (el-Kehf, 18/10-12) Daha sonra şöyle buyurulmaktadır: "Biz, sana onların kıssalarını gerçek şekli ile" doğru olarak bildirmek suretiyle "anlatalım: Gerçekten bunlar, Rabblerine îman eden genç yiğitlerdi. Biz de onların hidâyetlerini artırmıştık. Dikilip de: Bizim Rabbimiz, göklerin ve yerin Rabbidir. Biz, O'ndan başkasını ilâh diye çağırmayız. O takdirde gerçekten son derece batıl bir söz söylemiş oluruz, dediklerinde Biz, kalplerine sabır ve metanet vermiştik." (el-Kehf, 18/13-14) Yani onlar, sizin bana bilginiz olmadık şeyleri ortak koştuğunuz gibi ortak koşmadılar. İbn Hişam dedi ki: "Şetat: Batıl söz" hakkı aşıp geçmek, aşırıya kaçmak demektir. A'şa b. Kays b. Sa'lebe de şöyle demektedir: "Siz, (bize zulmetmekten) vazgeçecek misiniz? Esasen haksızlık yapan ve aşırı giden kimseleri ancak Yağın da, fitillerin de (tedavi etmek amacıyla) içine doldurulurken kaybolup gittiği derin bir yara gibi hiç bir şey (haksızlığından) alıkoymaz." Bu beyit de-ona ait bir kasidede yer almaktadır. İbn İshak dedi ki: "Şunlar, şu bizim kavmimiz, Ondan başka ilahlar edindiler Bari onlara dair açık bir delil getirselerdi." (el-Kehf, 18/15) İbn İshak dedi ki: Yani kesin, susturucu bir delil getirselerdi ya... demektir. "Artık, Allah'a karşı yalan uydurandan daha. zalim kim olabilir. Madem ki onlardan ve Allah'dan başka tapmakta olduklarından ayrıldınız, o halde mağaraya sığının. Rabbiniz size rahmetinden genişlik versin, işinizde size faydalı olanı hazırlasın. Güneş, doğduğu zaman, mağalarının sağ tarafına yöneldiğini, battığında da onların sol yanlarından kayıp gittiğini görürdün. Kendileri ise oranın geniş bir yerinde idiler." (el-Kehf, 18/15-17) İbn Hişam dedi ki: Meyletti, kayıp gitti" demek olup; den gelmektedir. Nitekim Ebû'z-Zahf el-Küleybî de bir beldeyi vasf'ederken şöyle demektedir: "Kurak otlağın gittiğimiz yoldan sapa kalması, Üç gün susuz bırakılan ve dördüncüsünde suya salınan develeri çokça yorar." Bu iki mısra da onun recez veznindeki bir kasidesinde yer almaktadır. "Sol yanlarından kayıp gittiğini" onlara değmeyip, sol tarafında onları bıraktığını "görürdün" demektir. Şair Zu'r-Rimme şöyle demektedir: "Muşrif denilen yerin dağı andıran kum tepelerini sol taraflarında bırakıp geçen, Sağ taraflarında da el-Fevâris diye bilinen kum tepelerinin bulunduğu hevdeçlerinde bulunan kadınlara (bakakaldım)." Bu beyit de Zu'r-Rimme'ye ait bir kasidede yer almaktadır. "(sakili); Genişçe yer" demek olup, çoğulu da; şeklindedir. Şair de şöyle demektedir: "Sen, kavmine rüsvaylık ve aşağılık (elbisesini) giydirdin Öyle ki, onların saygı duyulması gereken şeyleri mubah kabul edildi ve yurtlarının düzlüklerine dahi girilmiş oldu." "Bu, Allah'ın âyetlerindendir." (el-Kehf, 18/17) Yani, kitap ehlinden onların durumlarını bilen kimselere karşı bir delildir. Kitap ehlinden bunlara, sana onlar hakkında soru sormayı emreden kimselere karşı onlara dair haberi gerçek surette verdiği için, senin peygamberliğinin doğruluğu hakkında açık bir belgedir. "Allah kime hidâyet verirse, o doğru yola erdirilmiştir. Kimi de saptırırsa artık onun için doğru yola erdirecek bir veli bulamazsın. Onlar uyuyor oldukları halde sen onları uyanık sanırdın. Biz onları sağ yanlarına, sol yanlarına çeviriyorduk. Onların köpeği ise, giriş yerinde iki kolunu uzatmıştır." (el-Kehf, 18/17-18) İbn Hisara dedi ki: Giriş yeri," kapı demektir. Adi, Abd b. Vehb olan el-Absî de şöyle demektedir: "Bana karşı kapısı asla kapanmayan ve benim oradaki iyiliğim Münker olarak kabul edilmeyen geniş, düzlük bir arazideki..." Bu beyit, ona ait birkaç beyitten oluşan şiir de yer almaktadır. Bu kelime aynı zamanda "avlu" anlamına da gelir, Çoğulu; şeklindedir. "Yanlarına çıkıp onları görseydin, mutlaka onlardan geri dönüp kaçardın... Onların işine galip gelen kimseler ise..."(el-Kehf, 18/18-21) âyetinde kastedilen kimseler, aralarından yönetici ve hükümdarlık sahibi kimseler demektir. "Mutlaka biz, yanlarında bir mescid edineceğiz dediler. Sayıları üçtür, dördüncüleri köpekleridir diyecekler" (el-Kehf, 18/22.) âyetinde kastedilen, bunlara dair soru sorutmasını Kureyşlilere emreden yahudilerin ilim adamlarıdır. "Beştir, altıncıları da köpekleridir, diyecekler. Bu gaybı taşlamaktır. Yedidir, sekizincileri köpekleridir, diyecekler. De ki:Rabbim onların sayısını en iyi bilendir. Onları pek az kimseden başkası bilemez. O halde bunlar hakkında zahir olan şeyden başkasıyle mücadele etme." Yani, onlarla bu konuda (bilgin olmadığı halde) tartışma. "Bunlara dair onlardan kimseye bir şey sorma."Çünkü onların bu gençlere dair bir bilgileri yoktur. "Hiç bir şey hakkında sakın: Ben bunu mutlaka yarın yapacağım, deme! Meğer ki Allah dilemiş ola. Unuttuğun zaman Rabbini an ve: Umulurki Rabbim beni bundan, doğruya daha yakın olana erdirir, de." (el-Kehf, 18/22-24) Yani, onların sana sordukları herhangi bir şey hakkında, bu mesele hakkında dediğin gibi, ben yarın size haber vereceğim demeyerek, "inşaallah" diye istisna yap. Unuttuğun takdirde de Rabbini an ve Rabbimin, sizin bana hakkında soru sorduğunuz şeyin doğru olanına beni ileteceğini umarım, de. Çünkü sen, Benim bu hususta sana ne yapacağımı bilemezsin. "Onlar mağaralarında üçyüzyıl kaldılar, dokuz daha kattılar." Yani, onlar böyle söyleyecekler. Sen "de ki: Allah, ne kadar kaldıklarını en iyi bilendir. Göklerin ve yerin gaybı yalnız O'nundur. O, ne güzel görendir, ne güzel işitendir. Bunların, O'ndan başka hiçbir velileri yoktur. O, kimseyi hükmüne ortak yapmaz" (el-Kehf, 18/25-26) Yani. onların sana sordukları şeylerden hiçbir şey ona gizli kalmaz. İbn Hişam, Slret, I. 240-244. Derim ki: Siret'de (İbn Hişam'ın Siret'inde) Kehf ashabının haberine dair yer alan bilgiler bunlardır, biz de bunları orada yer aldığı şekliyle zikrettik. Zülkarneyn’in haberine dair açıklamalar ileride gelecektir. Bu açıklamaları naklettikten sonra, tekrar sûrenin baştarafına dönerek diyoruz ki: "Hamd... Allah'adır" ifadesinin anlamına dair açıklamalar, daha önceden geçmiş bulunmaktadır. el-Ahfeş, el-Kisaî, el-Ferrâ', Ebû Ubeyd ve tevil bilginlerinin büyük çoğunluğunun iddiasına göre bu sûrenin başında bir takdim-tehîr vardır ve âyet: "Kuluna Kitabı indiren ve onda hiç bir eğrilik komayan ve onu dosdoğru olarak indiren Allah'a hamd olsun" demektir. Bu âyetteki; Dosdoğru" kelimesi, hal olarak nasb edilmiştir. Katade ise şöyle demektedir: ifade, Kur'ân-ı Kerîm'deki siyakı üzeredir, takdim ile tehir sözkonusu değildir. Âyetin anlamı da şöyledir: Biz, o kitapta bir eğrilik koraadık. Aksine onu dosdoğru bir kitap kıldık. ed-Dahhak'ın açıklaması da güzeldir ve ona göre âyet: O dosdoğru bir kitaptır, demek olup, bu da: Hikmeti dosdoğru olup hatası, tutarsızlığı ve çelişkisi bulunmayan kitap anlamındadır. "Dosdoğru" âyetinin, önceki kitapları tasdik eden kitap, anlamında olduğu söylendiği gibi, ebedî olarak taşıdığı hüccetlerle dosdoğrudur, diye de açıklanmıştır. Eğrilik" kelimesi mef'ûlün bihtir. "Ayn" harfi esreli olarak kullanılırsa dinde, görüşte, İşte ve yolda eğrilik anlamındadır. Üstün okunursa, (avec) ise kereste, duvar ve benzeri cisimlerdeki eğriliği anlatır, buna dair açıklamalar daha önceden (Al-i İmrân, 3/99) geçmiş bulunmaktadır. Kur'ân-ı Kerîm'de hiçbir eğrilik, yani hiçbir kusur yoktur. Onda çelişki ve aykırılık bulunmaz. Nitekim yüce Allah bir başka yerde şöyle buyurmaktadır: "Eğer o, Allah'dan başkasından gelseydi, elbette içinde birbirini tutmayan birçok şeyler bulurlardı." (en-Nisa, 4/82) O, Kur'ân-ı Kerîm'i mahluk kılmadı, diye de açıklanmıştır. Nitekim İbn Abbâs'ın, yüce Allah'ın: "Hiç bir eğriliği olmayan, Arapça bir Kur'ân olarak (indirilmiştir)" (ez-Zümer, 39/28) âyetini, o mahluk değildir diye açıkladığı rivâyet edilmiştir. Mukâtil , "eğrilik" kelimesini tutarsızlık ve aykırılık, diye açıklamıştır. Şair de şöyle demektedir: "Ben arkadaşıma saygım dolayısıyla sevgimi sürekli kılarım Sevgide eğri olan kimseden de hayır gelmez." "Kendi katından" yani, kendi nezdinden, tarafından "şiddetli bir azâbı bildirmek..." bu azâbı bildirecek kişi de Muhammed veya Kur'ân-ı Kerîm'dir. İfadede hazf edilmiş kelimeler vardır. Yani, kâfirlere Allah'ın cezasını bildirmek içia... takdirindedir. Bu şiddetli azâb ise dünyada da olabilir, âhirette de olabilir. "Kendi katından" âyetini Ebû Bekr, Âsım'dan rivâyetle "dal" harfi sakin ile birlikte işmam ile ve "nûn" harfini de esreli, "he" harfini ise sonunda vasl edilmiş bir "ya" ile okumuştur. Diğerleri "dal" harfini ötreli, "nûn" harfini sakin, "he" harfini de ötreli okumuşlardır. el-Cevherî der ki: Katı, tarafı" kelimesi şeklinde olmak üzere üç türlü kullanılır. Şair de şöyle demiştir: "Çenelerinden ta boynuna kadar..." Yüce Allah'ın: "Salih ameller İşleyen mü’minlere de güzel bir mükâfat olduğunu" ki, o da cennettir "müjdelemek için (indirmiştir). Ki, o mükâfat içinde ebediyen" sonu gelmemek üzere "kalacaklardır" ve devamlı olup sonları gelmeyecektir. "...lere... olduğunu" ifadesi, anlamındadır. Ancak, buradaki "müjdelemek" anlamındaki kelime, eğer beyân (temyiz) kabul edilecek olursa; de, "be" harfi takdirine gerek kalmaz. "Güzel bir mükâfat"; cennete götürecek büyük sevap ve mükâfat demektir. |
﴾ 3 ﴿