9Sen, Kehf ve Rakîm ashabını hayret edilecek âyetlerimizden mi sandın? Sîbeveyh'in görüşüne göre, “Yoksa... mi, ma, mu” edatı, başına istifham (soru) hemzesi gelmeksizin kullanılacak olursa, hem; "Yoksa, hayır" hem de istifham hemzesi anlamındadır. Ve munkatı' diye bilinen de budur. Buradaki bu edatın "kendini helâk edeceksin nerdeyse" deki İstifham anlamına atıf olduğu, yahut inkârı istifham hemzesi anlamında olduğu söylenmiştir. Taberi der ki: Bu, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın, Kehf ashabının hayret edilecek bir durumda olduğunu zannetmesi üzerine takriri bir istifham olup onun bu durumunun inkârı (yani durumun aslında böyle olmadığı) anlamındadır. Yani, sana bu hususta soru soranların bu konuyu sana karşı büyük gösterdikleri gibi, senin gözünde de bu iş büyümesin. Çünkü Allah'ın sair âyetleri onların bu kıssalarından daha büyük ve daha yaygındır. İbn Abbâs, Mücahid, Katade ve İbn İshak'ın görüşü budur. Burada hitap Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'adır. Şöyle ki: Müşrikler ona, bir türlü bulunamayan genç delikanlılar, Zülkarneyn ve Ruh'a dair soru sormuşlardı. -Önceden geçtiği üzere- vahyin gelmesi de gecikmişti. Vahiy gelince yüce Allah Peygamberine şöyle dedi: Ey Muhammed! Sen, Kehf ve Rakım ashabının hayret edilecek âyetlerimizden olduğunu mu sandın? Yani, onlar âyetlerimizden hayret edilecek şeyler değildir. Bilakis, âyetlerimiz arasında onların haberlerinden daha çok hayrete düşürecek olanlar da vardır. el-Kelbî dedi ki: Göklerin ve yerin yaratılışı onların haberlerinden daha çok hayret edilecek bir şeydir. ed-Dahhak dedi ki: Benim, seni haberdar ettiğim gaybe dair hususlar, bunlardan daha çok hayret edilecek şeylerdir, el-Cüneyd de şöyle demektedir: Senin, İsra olayın daha çok hayret edilecek bir husustur. el-Maverdîde şöyle demektedir: İfadenin anlamı nefiydir. Yani, Bizim bu konuda sana haber verişimiz sözkonusu olmasaydı, sen öyle bir şey zannetmeyecektin. Ebû Sehl de şöyle demektedir: Bu istifham, takrir anlamındadır. Yani, sen böyle bir şey mi zannettin? Gerçek şu ki; onlar hayret edilecek bir durumdaydılar. Kehf (mağara), dağın içindeki geniş bir oyuk demektir. Geniş olmayana ise, ğâr (mağara) denilir. en-Nakkaş, Enes b. Malik'den şöyle dediğini nakletmektedir: Kehf demek, dağ demektir. Ancak bu, dilde meşhur olan bir anlam değildir. "Rakım" hakkında ilim adamlarının farklı görüşleri vardır. İbn Abbâs der ki: Kur'ân'da ne varsa hepsini biliyorum, dört şey müstesna: Bunlar; Gislîn (el-Hâkka, 69/36), Hannân, (Meryem, 19/13), Evvâh (et-Tevbe, 9/114) ve Rakîm kelimeleridir. Bir seferinde de ona Rakîm'e dair soru sorulmuş, o da şu cevabı vermişti: KaTb, Rakim'in çıkıp ayrıldıkları bir kasaba olduğunu iddia etmişti. Mücahid de, Rakım bir vadidir, demiştir. es-Süddî ise: Rakîm, mağaranın üzerindeki kaya parçasıdır, demiştir. İbn Zeyd de şöyle demiştir: Rakîm, Allah'ın, durumunu bize karşı örttüğü ve ona dair olayı bize açıklamadığı bir kitaptır (yazıdır). Bir başka kesim de şöyle demektedir: Rakîm, bakırdan bir tablet üzerindeki bir yazıdır. İbn Abbâs da şöyle demiştir: Kâfirler, ellerinden kaçan genç delikanlıların olayını yazdıkları ve bunu kendileri İçin bir tarih başlangıcı olarak kabul ettikleri, üzerinde, aralarından ayrıldıkları zamanı ve kaç kişi olduklarını, kimlerle birlikte bulunduklarını kaydettikleri kurşundan bir tabeladır. el-Ferrâ'' da böyle demiştir: Rakîm, kurşundan bir tablet olup orada isimlerini, neseblerini, dinlerini ve kimden kaçtıklarını yazmışlardı. İbn Atiyye der ki: Bu rivâyetlerden anlaşıldığına göre bu toplum, olayları tarihleriyle tesbit eden bir toplumdu. Bu ise, o ülkenin önemli bir meziyetidir ve faydalı bir iştir. Bütün bu görüşler ise, "er-Rakîm" kelimesinin anlamından çıkartılmıştır. "Yazılmış bir kitaptır" (el-Mutaffifin, 83/9) âyeti da buradan gelmektedir, (oldukça zehirli bir yılan türü olan) "el-Erkam" ad) da çizgileri dolayısıyla buradan geldiği gibi suyun akıp saptığı yer anlamındaki "Rakmetü’l-Vadi" de buradan gelmektedir. İbn Abbâs'dan gelen rivâyetler arasında çelişki sözkonusu değildir. Çünkü birinci görüşü o, Ka'b'dan işitmişti. İkinci görüşü İse, sonradan Rakim'in anlamım öğrenmesi üzerine ifade etmiş olma ihtimali vardır. Saîd b. Cübeyrde ondan şöyle dediğini rivâyet etmektedir: İbn Abbâs, Kehf ashabını söz konusu ederek şöyle dedi: Bu genç delikanlıların önada olmadıkları anlaşılınca, yakınları onları araştırıp bulmak istediler. Onları bulamadılar. Durum, hükümdara arz edilince şöyle dedi; İleride bunların oldukça önemli bir durumları olduğu ortaya çıkacaktır. Sonra, kurşun bir tablet hazırlattı ve üzerine İsimlerini yazıp onu hazinesine koydurdu, işte "Rakîm" denilen şey bu tabi enir. Şöyle de denilmiştir: Hükümdarın sarayında iki mü’min şahıs vardı. Bunlar, bu gençlerin durumunu, isimlerini ve neseblerini kurşun bir tablete yazdırdıktan sonra bakırdan bir sandukanın içine yerleştirdiler ve bu sandukayı da inşaatın içerisine yerleştirdiler. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır. Yine İbn Abbâs'dan nakledildiğine göre Rakîm, yanlarında bulunan ve içinde Îsa (aleyhisselâm)’ın dininden şeriat olarak benimseyip kabul ettikten hükümlerin yazılı olduğu bir kitaptır. en-Nakkaş ise, Katade'den şöyle dediğini nakletmektedir: Rakîm'den kasıt, onların kullandıkları gümüş paradır. Enes b. Malik ve en-Nehaî de şöyle demektedir: Rakîm, onların köpekleridir, ikrime ise, Rakim divit demektir, demiştir. Rakîm'in, Hazret-i Hızır'ın doğrulttuğu duvarın altında bulunan gümüş levhalar olduğu da söylenmiştir. Bir diğer görüşe göre Rakîm ashabı, üzerlerine mağaranın kapandıktan sonra, onlardan her birisinin kendi salih amellerini sözkonusu ederek kurtulan kimselerdir Buhârî, kare 12; Müslim, Zikv 100; Ebû Dâvûd, Buyû’ 28; Müsned, II. İlâ. IV. 274-275 Derim ki: Bu hususta Buhârî ve Müslim'in rivâyet ettiği bir haber vardır Bir önceki nota bakınız. Ayrıca; Müsned, IV, 274te "Rakîmden kastedilenlerin bu üç kişi olduğu nçıkhmnsı, bizzat Hazret-i Peygambere nrfedilmektedir. Buhârî de bu kanaati benimsemiştir. Bir başka kesim de şöyle demektedir: Yüce Allah, Kehf ashabına dair haber vermekle birlikte, Rakîm ashabı hakkında hiç bir haber vermemiştir. ed-Dahhak da şöyle demektedir: Rakîm, Rum diyarında bulunan ve içinde Kehf ashabını andıran bir şekilde uyuyor gibi bulunan yirmi bir kişinin bulunduğu bir mağaradır. Buna göre Rakîm ashabı, Kehf ashabının başından geçenler gibi başlarından bir olay geçen başka bir takım delikanlılardır. Doğrusunu en iyi bilen Allah'dır. Rakîm'in, içinde Kehf in bulunduğu ve Filistin yakınlarında bir vadi olduğu da söylenmiştir. Bu kelime, su yatağı demek olan "Rakmetü'l-Vadi"den alınmadır. Mesela, sen rakme'den ayrılma, dıife (kıyıyı) yi bırak, denilir. Bu açıklamayı da el-Gaznevî nakletmektedir. İbn Atiyye dedi ki: Pek çok kimseden işittiğime göre Şam'da (Suriye topraklarında) İçinde birtakım ölüler bulunan bir mağara varmış. O mağaraya yakın yerlerde bulunanlar, bunların Kehf ashabı olduğunu iddia ederler. Bunların da üzerlerinde Rakım diye adlandırılan bir mescid ve bina ve bir de (yakınlarında) kemikleri çürümüş bir köpek de bulunmaktadır. Endülüs'te Gırnata taraflarında Levşe adlı bir kasabanın yakınlarında içinde bir takım ölülerin bulunduğu, beraberlerinde de çürümüş bir köpek bulunan bir mağara vardır. Onların çoğunluğunun etleri kemiklerinden soyulmuş olmakla birlikte; bazılarının da etleri durmaktadır. Pek çok asırlar ve nesiller geçmiş bulunmakla birlikte onların hakkında herhangi bir bilgi izine rastlayamadık Bazı kimseler bunların Kehf ashabı olduğunu iddia etmektedir. Ben de, 504 yılında onların bulundukları yere girdim ve bu halde olduklarını gördüm. Üzerlerinde bir mescid bulunuyordu. Onlara yakın bir yerde de Rakîm diye adlandırılan Rum yapısı bir bina da vardı. Bu, âdeta bazı duvarları geriye kalmış harabe bir saraya benziyordu. Bu harap olmuş ve mezkur yerden uzak düzlük bir yerde idi. Gımata’nın yüksek taraflarında kıble cihetinde ise, Dakyus şehri diye anılan eski bir Roma kenti bulunmaktadır. Biz bu kentin kalıntıları arasında mezar ve benzeri oldukça garip eserlere rastgeldik. Derim ki: İbn Atiyye'nin Endülüs'te gördüğünü söylediği Ashab-ı Kehf'den başkalarıdır. Çünkü yüce Allah, Ashab-ı Kehf hakkında: "Yanlarına çıkıp onları görseydin, mutlaka onlardan geri dönüp kaçardın ve hiç şüphesiz onların korkusuyla dolardın" (18. âyet) diye buyurmaktadır, İbn Abbâs da Muaviye'ye, onları görmek istemesi üzerine şöyle demişti: Yüce Allah, senden daha hayırlı olan bir kimseye bu hususta müsaade etmemiştir. Bu âyete dair açıklamalar kıssanın sonunda gelecektir. Mücahid de yüce Allah'ın: "Hayret edilecek âyetlerimizden mi sandın?" âyeti hakkında şöyle demektedir: Onlar gerçekten hayret edilecek bir durumda idiler, ibn Cüreyc de ondan, böyle dediğini rivâyet etmektedir. O, kanaatine bu ifadenin Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ıh onların hayret edilecek bir durumda olduklarını kabul etmesinin İnkâr edilmediği görüşündedir. Yine İbn Ebi Necîh, şöyle dediğini rivâyet etmektedir: Bunlar bizim âyetlerimiz arasında en-hayret edilecek olanları değildir, demektir. |
﴾ 9 ﴿