82"O duvara gelince; şehirdeki iki yetim erkek çocuğundu. Altında da onlara ait bir define vardı. Babaları salih bir kimseydi. Bu sebeble, Rabbin ikisinin de rüştlerine ermelerini ve -Rabbinden bir rahmet olmak üzere- definelerini çıkarmalarını diledi. Ben bunları kendiliğimden yapmadım. İşte senin tahammül gösteremediğin şeylerin İç yüzü budur." "O duvara gelince şehirdeki İki yetim erkek çocuğundu." Bu iki çocuk yaşça küçük idiler. Bunu onları "yetim" olmakla nitelendirmiş olması karinesinden anlamaktayız. Bu çocukların İsimleri Asram ve Surâym idi. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) da: "Baliğ olduktan sonra yetimlik söz konusu değildir" diye buyurmuştur. Kuvvetli (zahir) olan görüş budur. Eğer yetim idilerse, onlara şefkat duymak anlamıyla baliğ olduktan sonra da yetimlik vasfını taşımaya devam etmeleri ihtimali de vardır. İnsanlar hakkında yetimliğin babayı kaybetmek ile, onların dışındaki canlılarda ise annenin kaybedilmesiyle söz konusu olacağına dair açıklamalar daha önceden (el-Bakara, 2/83- âyet 2. başlıkta) geçmiş bulunmaktadır, "Şehirde (Medine)" âyeti da kasabaya (el-karyeye) medine denilebileceğine delil vardır. "Ben diğer kasabaları (el-kura) yiyen bir kasaba(ya hicret etmek) ile emrolundum." Buhâri Fedailu'l-Medine 2; Müslim, Hacc 488; Muvatta’, Medine 5; Müsned, II, 537. hadisinde de karye (kasaba) medîne (şehir) anlamında kullanılmıştır. Hicret hadisinde de: "Sen kimlere aitsin (kimlerdensin)" diye soruya muhatap olan adam, Mekke'yi kastederek: "Ben, medine ahalisindenim" demiştir. "Altında da onlara ait bir define vardı." İnsanlar bu define hususunda farklı görüşlere sahiptirler. İkrime ve Katade derler ki: Bu pek çok miktarda bir mal idi. Define (kenz) adından anlaşılan budur. Çünkü kenz sözlükte bir araya toplanıp getirilmiş mal demektir. Buna dair açıklamalar da daha önceden (et-Tevbe, 9/34. âyet 2. başlıkta) geçmiş bulunmaktadır. İbn Abbâs der ki: Bu yerin altına gömülmüş bir sahifedeki bir bilgi idi. Yine ondan şöyle dediği nakledilmiştir: Bu üzerinde: Bismillahirrahmanirrahîm. Kadere îman eden kimsenin nasıl üzüldüğüne hayret ederim. Rızka îman eden kimsenin nasıl çalışıp didindiğine şaşarım. Ölüme inanan bir kimsenin nasıl sevindiğine şaşarım. Hesaba inanan bir kimsenin nasıl gaflete düştüğüne şaşarım. Dünyaya ve dünyanın, dünyada yaşayanların hallerinin değişip durmasına inanan kimsenin, yine dünyaya rahat ve huzur içerisinde meyledişine şaşarım. Allah'tan başka hiçbir ilâh yoktur, Muhammed Allah'ın Rasûludür, yazılı, altından bir levha idi. Buna yakın bir rivâyet İkrime'den ve Ğufra'nın azatlı kölesi Ömer'den de rivâyet edilmiştir. Ayrıca Osman b. Affan bunu Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)dan rivâyet etmiştir. "Babaları salih bir kimse idi" lâfzının zahirinden ve ilk olarak hatıra gelen manadan anlaşıldığına göre bu onların Öz, en yakın babalarıdır. Yedinci babaları olduğu da söylenmiştir. Bu Ca'fer b. Muhammed'in görüşüdür. Onuncu göbekten babaları olduğu da söylenmiştir. Bu atalarının salihliğinden söz edilmiyor olmakla birlikte, onun salihliği sebebiyle bu çocukları korunmuş idi. Bunun ismi Kâşih'di. Bu açıklama Mukâtil 'e aittir. Annelerinin ismi da Dinyâ idi. Bunu da en-Nekkaş zikretmiştir. Bu âyette yüce Allah'ın salih olan bir kimseyi bizzat koruduğu gibi, ondan neseb itibariyle uzaklarda bulunan çocuklarını, torunlarını dahi koruyacağına delil vardır. Yüce Allah'ın, salih bir kimse dolayısıyla soyundan yedi kişiyi muhafaza edeceğine dair rivâyet nakledilmiştir: Yüce Allah'ın: "Benim velim o kitabı indiren Allah'tır ve o salihleri veli edinir." (el-A'raf, 7/196) âyeti da buna delildir. Yüce Allah'ın: "Ben bunları kendiliğimden yapmadım" âyeti Hızır'ın bir nebi olmasını gerektirmektedir. Bu konudaki görüş ayrılığı önceden geçmiştir. "İşte senin tahammül gösteremediğin şeylerin iç yüzü" yani açıklaması "budur." "Tahammül gösteremediğin" âyetini bir kesini; şeklinde "sin"den sonra "te" ile okumuşlardır. Cumhûr ise "te"siz olarak; iye okumuştur. Ebû Hatim der ki: Mushaf ların hattında olduğu gibi biz de böyle okuruz. Burada açıklığa kavuşturulması gereken beş husus vardır: 1- Mûsa'nın Beraberindeki Delikanlıdan Söz Edilmeme Sebebi: Bu âyetlerin başında da sonunda da Mûsa'nın beraberindeki genç adamdan hiç söz edildiğini duymadık diye soran birisine şöyle cevap verilir: Bu hususta görüş ayrılığı vardır. İkrime, İbn Abbâs'a: Genç kişi Mûsa ile birlikte olduğu halde niçin ondan söz edildiğini görmüyoruz? diye sorunca, İbn Abbâs şöyle demiş: O genç kişi o sudan içti ve ebedileştirildi. O ilim adamı da onu aldı ve onu bir gemiye kapattıktan sonra onu denize saldı. Bu gemi kıyâmet gününe kadar deniz dalgaları üzerinde onu yüzdürecektir. Çünkü onun o sudan içmemesi gerekirdi, ama içti. el-Kuşeyri der ki: Eğer bu sabit ise burada sözü edilen genç şahıs Yûşa b. Nûn değildir. Çünkü Yûşa b. Nûn, Mûsa (aleyhisselâm)dan sonra uzun bir süre yaşadı ve onun halifesi oldu. Daha kuvvetli görülen odur ki Mûsa, Hızır ile karşılaşınca beraberindeki genç delikanlıyı geri gönderdi. Hocamız İmâm Ebû'l-Abbas der ki: Kendisine tabi olunanı (Mûsa'yı) söz konusu etmekle yetinilip tabi olanı zikretmeye gerek görmemiş olma ihtimali de vardır. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır. 2- İncelikli İfadeler Kullanmak: Hızır'ın, çocukların hazinelerini çıkartmayı yüce Allah'a izafe ederken gemiyi delme işini "onu kusurlu yapmak İstedim" diyerek kusurlu yapmayı kendisine izafe etmiş olması nasıl izah edilir? diye sorana şöyle cevap verilir: Duvarın düzeltilmesinde iradenin yüce Allah'a isnad edilmesi, uzun bir zaman sonra ve gayblardan olan bir hususa dair oluşundan dolayıdır. Her ne kadar Hızır da bunu irade etmiş idiyse de böyle bir iradede bulunmayı ona öğreten Allah'tır. Şöyle de açıklanmıştır: Bu tamamıyla hayır bir iş olduğundan dolayı yüce Allah'a izafe etmiştir. Geminin kusurlu kılınmasını da edebe riâyet ederek kendi nefsine izafe etti. Çünkü bu bir kusur lâfzı ile ifade edilmektedir. Bu hususta iradeyi yalnızca kendisine isnad etmek suretiyle edebini göstermiştir. Nitekim İbrahim (aleyhisselâm) da: "Hastalandığım zaman bana şifa veren O'dur" (eş-Şuarâ, 26/80) sözlerinde daha önce geçen fiilde ve sonrasında fiili yüce Allah'a isnad edip, hastalanma fiilîni kendisine isnad ederken, aynı şekilde edebe riâyet etmiştir. Çünkü hastalanmak bir eksiklik ve bir musibet anlamını taşır. O halde yüce Allah'a ancak güzel görülen lâfızlar izafe olunur, çirkin görülen lâfızlar izafe edilmez. Bu da yüce Allah'ın: "Hayır ancak senin elindedir" (Âl-i İmrân, 3/26) âyetine benzemektedir. Sadece hayır zikredilmiş olup, şerr O'na nisbet edilmemiştir. Her ne kadar hayır da, şerr de, zarar da, fayda da O'nun elinde olsa dahi. Çünkü, O herşeye kadir olandır ve O herşeyden haberdar olandır. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)ın aziz ve celil olan Rabbinin kıyâmet gününde şöyle buyuracağına dair bize yaptığı nakli ileri sürerek itiraza kalkışmak, yerinde değildir: Kıyâmet gününde yüce Allah şöyle buyuracaktır; "Ey Âdemoğlu, Ben hastalandığım halde sen Beni ziyaret etmedin. Ben senden, Bana yemek yedirmeni istediğim halde sen Bana yemek yedirmedin. Senden, Bana su içirmeni istediğim halde sen Bana su içirmedin..," Müslim, Birr 43 Çünkü bu, hitapta bir tenezzüldür ve sitemde oldukça lutufkârane bir ifadedir. Bunun da manası, celal ve ikram sahibi olan Allah'ın lutuflarını, O'nun bu amellere vereceği mükâfatın ne kadar çok olduğunu anlatmaktır. Bu kabilden açıklamalar daha önceden de geçmiş bulunmaktadır. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır. Kendi zatı hakkında dilediği İfadeyi kullanmak Allah'ın hakkıdır. Bizler ise ancak O'nun bize izin vermiş olduğu güzel vasıfları ve şerefli fiilleri O'nun hakkında kullanabiliriz. Her türlü eksiklikten, afetten çok yüce ve münezzehtir, alabildiğine yüksektir. Çocuk hakkında da; "Diledik" ifadesini kullandığını görüyoruz. Burada öldürmeyi kendi nefsine, onun yerine daha hayırlı birisim vermeyi de yüce Allah'a izafe etmiş gibidir. " Rüşt, reşittik" ise hem hilkatin hem de aklın kemâl derecesini anlatır. Buna dair açıklamalar daha önceden el-En'âm Sûresi'nde (6/151-153. âyetler 12. başlıkta) geçmiş bulunmaktadır. Yüce Allah'a hamd olsun. 3- Hızır (aleyhisselâm)ın Tasarruflarını Şerf Hükümlerden Sıyrılmaya Delil Gösterenler: Hocamız İmâm Ebû’l-Abbas der ki: Bâtıniye’nin zındıklarından bir kesim bir rakım şer'î hükümlerin (haklarında) uygulanmasını gerekli kılan bir yol izlemeye kalkışmışlar ve şöyle demişlerdir: Bu genel şer'î hükümler ile, peygamberler ve avam hakkında hüküm verilir. Veliler ile havasa gelince, onların bu gibi nasslara ihtiyaçları yoktur. Onlardan istenen, kalplerinde doğan şeylerden ibarettir. Kalplerinde etkin olarak geçen düşünceler ile onlar hakkında hüküm verilir. Yine bunlar derler ki: Buna sebep ise kalplerinin bulandırıcı konulardan arınmış, ağyardan uzak düşmüş olmasıdır. Bu sebepten ötürü onlara ilahi ilimler ve Rabbani hakikatler tecelli eder. Kâinatın sırlarına vakıf olurlar, cüz'iyyâtın ahkâmını bilirler. Böylelikle şeriatın külliyâtına dair hükümlere ihtiyaçları kalmaz. Nitekim Hızır da böyle davranmıştır. O kendisine tecelli eden ilimler vasıtası ile Mûsa'nın nezdinde bulunup Kitaptan anlaşılan hükümlere ihtiyaç duymamıştır. Onların yaptıkları nakiller arasında şu da vardır: Müftüler sana fetva verecek olsa dahi sen fetvayı kalbine sor. Hocamız -Allah ondan razı olsun- dedi ki: Böyle bir söz söylemek zındıklıktır ve küfürdür. Bu sözleri söyleyen öldürülür ve tevbe etmesi dahi istenmez. Çünkü bu sözler kat'î olarak bilinen şer'i hükümleri inkâr etmektir. Yüce Allah'ın sünneti, hükümlerinin ancak kendisiyle kulları arasında elçilik vazifesini yapan rasûlleri aracılığıyla bilinmesi şeklindedir ve hikmeti bunu gerektirmiştir. Rablerinin mesajlarını ve kelâmını alıp tebliğ edenler onlardır. Onun şeriat ve hükümlerini onlar açıklarlar. Yüce Allah bu görev için onları seçmiş ve bu önemli vazifeyi onlara vermekle, onları ayrıcalıklı kılmıştır. Nitekim yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Allah, meleklerden ve insanlardan rasûller seçer. Muhakkak Allah herşeyi işitendir, herşeyi görendir" (el-Hacc, 22/75) "Allah peygamberliğini kime vereceğini çok iyi bilendir." (el-En'âm, 6/24); "İnsanlar tek bir ümmetti. Allah da peygamberleri müjdeleyici ve korkutucular olmak üzere gönderdi..." (el-Bakara, 2/213) ve buna benzer daha başka âyet-i kerimeler. Özetle söyleyecek olursak, Yüce Allah'ın emir ve nehiylerini ihtiva eden, hükümlerini bilmenin tek yolunun ancak peygamberler olduğu ve ancak onlar vasıtasıyla bunların öğrenileceği konusunda kat'î bir bilgi ve kesin bir yakîn vardır. Bu konuda ümmetin selefi de, halefi de icmâ’ halindedir. Her kim: Peygamberlerin dışında ve peygamberlere ihtiyaç bırakmayacak şekilde Allah'ın kendisi vasıtasıyla emir ve yasaklarının bilinebileceği başka bir yol bulunduğunu söyleyecek olursa bu kimse kâfirdir, öldürülür, tevbe etmesi de istenmez. Bu konuda onunla tartışıp, ona soru sorup cevap vermeye de gerek yoktur. Diğer taraftan böyle bir iddia Peygamberimiz Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)dan sonra bir takım peygamberlerin varlığını da kabul etmek demektir. Oysa yüce Allah onu peygamberlerinin ve rasûllerinin sonuncusu kılmıştır. Ondan başka ne bir nebî ne de bir rasûl gelecektir. Bunu şöyle açıklayabiliriz: Ben hükümleri kalbimden alırım, kalbimde geçen ne ise yüce Allah'ın hükmü odur ve gereğince amel ederim. Bu varken ayrıca Kitab ve sünnete ihtiyacım yoktur, diyen bir kimse özel olarak kendisinin nebî olduğunu iddia etmiş demektir. Böyle bir iddia, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)ın: "Ruhu'l-Kudüs (Cebrâîl) Benim kalbime şunu üfledi (telkin etti)" hadisinde Devamı: "... kimse rızkını tamamlamadan asla ölmeyecektir. Binâenaleyh Allah'tan korkun ve (rızkınızı) güzel bir şekilde arayın." (el-Aclanî, Keşfu'l-Hafa, I, 231, hn, 707de belirtildiğine göre hadisi İbn Ebi'd-Dünya, Ebû Nuaym, Taberâni, el-Bezzâr ve Hâkim rivâyet etmiş, Hakim sahih olduğuna söylemiştir). söylediklerini andırmaktadır. 4- Hızır Ölü Müdür? Diri Midir?: İnsanların Cumhûru, Hızır (aleyhisselâm)ın ölmüş olduğu kanaatindedir. Bir kesim de şöyle demektedir: O hayat pınarından içtiğinden dolayı hayattadır, yeryüzündedir ve Beytullah'ı haccetmektedir. İbn Atiyye der ki: en-Nekkaş bu hususta uzun uzadıya açıklamalarda bulunmuş, kitabında Ali b. Ebi Tâlib'ten ve başkalarından hiçbirisi de ayakları üstünde duramayacak şekilde pek çok şeyler zikredip nakletmiştir. Eğer, Hızır (aleyhisselâm) hayatta olup da haccetse idi, İslâm milleti arasında görülmesi gerekirdi. Eşyanın tafsilatını bütün incelikleriyle bilen yüce Allah'tır. O'ndan başka Rab yoktur. Elan, Hızır (aleyhisselâm)ın ölmüş, olmasını gerektiren hususlardan birisi de Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)ın şu Hadîs-i şerîfidir: "Şu gecenizi görüyor musunuz? (yüzyıl sonra) Bugün yeryüzünde bulunanlardan hiçbir kimse kalmayacaktır." Hadis biraz sonra tam olarak ve nisbeten farklı rivâyetleriyle zikredilecek ve kaynakları orada gösterileceklerdir. Derim ki: Buhâri de bu görüştedir. Kadı Ebû Bekr İbnu'l-Arabî de bunu tercih etmiştir. Ancak sahih olan ikinci görüştür; yani ileride belirteceğimiz üzere o hayattadır. Hadisi Müslim, Sahih'inde, Abdullah b. Ömer'den gelen rivâyet yoluyla kaydetmektedir. Abdullah b. Ömer dedi ki: "Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) hayatının sonlarına doğru bir gece bize yatsı namazını kıldırdı. Sonra ayağa kalkıp dedi ki: Şu gecenizi görüyor musunuz? Bundan itibaren yüz seneye kadar yeryüzünde bulunanlardan hiçbir kimse kalmayacaktır." İbn Ömer dedi ki: İnsanlar Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)ın söylediği o sözler hakkında kendi aralarında yüz sene ile ilgili söyledikleri sözlerde yanıldılar. (Onların yüz sene sonra kıyâmetin kopacağına dair söyledikleri sözlerine işaret ediyor.) Oysa, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şunları söylemişti: "Bugün yeryüzünde bulunanlardan kimse kalmayacaktır. " O bu sözleriyle bu neslin (bu süre zarfında) ölmüş olacağını kastetmiştir. Müslim, FedâilıTs-Sahâbe 217; Buhârî, Mevâkitu's-Salât 40; Ebû Dâvûd, Melâhim 18; Tirmizî. Fiten 64 Bunu aynı şekilde Câbir b. Abdullah yoluyla da rivâyet etmektedir. (Cabir) dedi ki: Ben, Resûlüllah'ı vefat etmeden bir ay önce şöyle buyururken dinledim: "Siz kıyâmetin ne zaman kopacağı hakkında bana soru soruyorsunuz. Onun bilgisi ancak Allah'ın nezdindedir. Ben, Allah adına yemin ederim ki yeryüzünde doğmuş bulunan hiçbir nefis üzerinden (bu andan itibaren) yüzyıl geçmeyecektir." Müslim, Fedâilus-Sahâbe 218; Tirmizî, Fiten 64 Bir diğer rivâyette Sâlim'in şöyle dediği kaydedilmektedir: Biz kendi aramızda: "O gün yaratılmış bulunan" (nefislerden) diye konuştuk." Müslim, Fedâilu's-Sahâbe 220 Bir başka rivâyette de şöyle denilmektedir: "Bugün doğmuş bulunan hiçbir nefsin üzerinden yüzyıl geçtikten sonra hayatta kalacak yoktur." Müslim, Fedâilu's-Sahâbe 218 Sikâye (Hac mevsiminde hacılara su dağıtmak) ile görevli Abdu'r-Rahmân bunu tefsir ederek ömürlerin eksilmesidir, demiştir. Aynı yer Ebû Said el-Hûdrî'den de buna yakın bir hadis rivâyet edilmiştir Müslim, Fedâilu's-Sahâhe 219- Ayrıca bk. Buhârî, İlm 41, Mevâkîtu's-Salât 20; Müsned, 1,93, 140,11, 88, 121, 131 İlim adamlarımız derler ki; Bu hadisin muhtevası özetle şudur: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) vefatından bir ay önce Âdemoğullarından o esnada hayatta bulunan herhangi bir kimsenin ömrünün (o andan itibaren) yüzyılı aşmayacağını bildirmiştir. Çünkü, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem); "Doğmuş bulunan her bir nefis" diye buyurmuştur. Bu lâfız ise melekleri ve cinleri kapsamaz. Zira onlar hakkında bu ifadenin kullanılması doğru değildir. Akıl sahibi olmayan canlılar da bunun kapsamına girmez. Çünkü Hazret-i Peygamber: "Yeryüzünde bulunan canlılardan bir kimse" diye buyurmuştur. Burada da ifade aslı itibariyle akıl sahibi varlıklar hakkında kullanılan bir ifadedir. O kasıt Âdemoğullarından başkası olamaz. İbn Ömer de bu manayı açıklamış ve şöyle demiştir: O bu sözleriyle (bu zaman zarfında) bu neslin ölmüş olacağını kastetmiştir. Hazret-i Peygamber'in: "Doğmuş bulunan hiçbir nefis" ifadesinin umûmî oluşu dolayısıyla Hızır hayattadır, diyenlerin görüşlerinin batıl olduğuna, bu hadisi delil gösterenlerin lehine delil olacak bir tarafı yoktur. Çünkü onun her ne kadar istiğrakı (bütünü kapsayıcılığı) pekiştirici ise de onun hakkında özel bir nass değildir. Aksine bu umûm İfadenin tahsis edilmesi mümkündür. Nitekim bu hadis Îsa (aleyhisselâm)ı da kapsamına almamaktadır. Îsa (aleyhisselâm) ötmediği gibi öldürülmedi de; o Kur'ân'ın nassı ve manası gereğince hayattadır. Aynı şekilde bu hadis -hayatta olmakla birlikte- Deccal'i de kapsamına almaz. Deccal'in hayatta oluşuna delil ise el-Cessâse hadisi diye bilinen hadistir Müsned, VI, 373, 413, 417, 418. Aynı şekilde bu hadis Hızır (aleyhisselâm)ı da kapsamaz ve Hızır İnsanlar tarafından da görülmez. Onlarla beraber oturup kalkanlardan da değildir ki; birbirleriyle konuştukları vakit Hızır mıdır? diye kimsenin hatırından geçmesin. İşte bu gibi umûmî ifadeler özel halleri kapsamaz. Ashab-ı Kehf'in de hayatta oldukları, Îsa (aleyhisselâm) ile birlikte haccedecekleri -önceden geçtiği gibi- de söylenmiştir, Aynı şekilde daha önce belirttiğimiz gibi İbn Abbâs'ın görüşüne göre Mûsa'nın genç adamı da bu haldedir. Ebû İshâk es-Sa'lebî "el-Arâis" adlı kitabında şunları söylemektedir. Sahih olan Hızır'ın uzun ömür verilmiş ve gözlerin görmesine karşı perdelenmiş bir peygamber olduğudur. Muhammed b. el-Mütevekkil, Damra b. Rabia'dan, o Abdullah b. Şevzeb'den şöyle dediğini nakletmektedir: Hızır (aleyhisselâm) Farisoğullarındandır. İlyas da İsrailoğullarındandır. Bunlar her sene hac mevsiminde bir araya gelirler. Amr b. Dinar'dan da şöyle dediği nakledilmektedir: Hızır da, İlyas da, Kur'ân yeryüzünde kaldığı sürece hayatta kalacaklardır. Kur'ân kaldırıldı mı onlar da ölecekler. Hocamız İmâm Ebû Muhammed Abdu'l-Mû'ti b. Mahmud b. Abdi'l-Mû'ti el-Lahrnî, Kuşeyrî'ye ait "er-Risale" şerhinde salih pek çok erkek ve pek çok kadından bir takım hikâyeler nakletmektedir ki, bunlara göre bu kimseler Hızır (aleyhisselâm)ı görmüş ve onunla karşılaşmışlardır. Bunların toplamı, en-Nekkâş, es-Sa'lebî ve diğerlerinin de zikrettikleri ile birlikte onun hayatta olduğuna dair zannı oldukça kuvvetlendirmektedir. Müslim'in, Sahih'inde yer alan hadiste şöyle buyurulmuştur: "Deccal, Medine yakınlarındaki verimsiz yerlerden birisine gelecektir. O gün insanların en hayırlıları olan bir adam -yahut- insanların en hayırlılarından bir adam onun karşısına çıkacaktır..." Hadisin sonlarında şu kaydedilmektedir; Ebû İshâk dedi ki; Denildiğine göre bu adam Hızır (aleyhisselâm)dır Müslim, Filen 112 İbn Ebi'd-Dünya "en-Nevâdir" adlı eserinde Ali b. Ebi Tâlib (radıyallahü anh)'a ulaşan mevkuf bir senet ile naklettiğine göre Ali (radıyallahü anh) Hızır ile karşılaşmış ve (Hızır) ona şu duayı öğretmiş ve bu duayı her namazın akabinde tekrarlayan kimseye pek büyük bir sevap, mağfiret ve rahmet olacağını da zikretmektedir. Dua şöyledir: Cl) tik. Müslim, Fiten 119 vd; Ebû Dâvûd, Melâhim 15; Tirmizî, Fiten 66; İbn Mâce, Fiten "Ey bir şeyi işitmek, başka bir şeyi işitmekten alıkoymayan! Ey isteklerin kendisini şaşırtmadığı! Ey ısrar edenlerin ısrarlarından ötürü kendisine usanç gelmeyen! Bana affının serinliğini, mağfiretinin tatlılığını tattır." Yine Ömer b. el-Hattâb (radıyallahü anh)dan, Ali b. Ebi Tâlib (radıyallahü anh)ın Hızır'dan duyduğu belirtilen bu duaya yakın bir duayı işittiğini de zikretmektedir. İlyâs'ın, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ile bir araya gelişini de zikretmiştir. İlyâs (aleyhisselâm)ın, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)ın dönemine kadar kalışı mümkün olduğuna göre Hızır'ın hayatta kalışı da mümkündür. Senede bir defa Beyt'in yanında bir araya geldiklerini ve ayrıldıktan vakit şu sözleri söylediklerini de nakletmektedir: "Maşaallah, maşaallah! Kötülüğü Allah'tan başkası kimse önleyemez. Maşaallah, maşaallah! Ne kadar nimet varsa hepsi Allah'tandır. Maşaallah, maşaallah! Allah'a tevekkül ettim, güvenip, dayandım, Allah bize yeter, O ne güzel vekildir!" İlyâs'a dair bilgiler de yüce Allah'ın izniyle es-Sâffat Sûresi'nde (37/123. âyet-i kerîme'nin tefsirinde) gelecektir. Ebû Ömer b. Abdî’l-Berr, "et-Temhid" adlı eserinde Ali (radıyallahü anh)dan şöyle dediğini zikretmektedir: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) vefat edip de üzeri bir örtü ile örtülünce evin bir tarafından söyleyeni görülmeyen bir ses işitildi. Onlar bu sesi işitiyorlar fakat bu sesin sahibini görmüyorlardı. Şöyle diyordu: Allah'ın selamı, rahmet ve bereketleri üzerinize olsun. Ey bu hâne halkı, selam size. Her bir nefs ölümü tadacaktır. Şüphesiz Allah ölen herkesin halefidir. Yokolup giden herkesin yerine geçecek olan başkasını verir. Her bir musibete karşı teselli kaynağıdır. O bakımdan Allah'a güvenin, O'ndan ümit edin. Çünkü şüphesiz ki asıl musibetzede ilahi mükâfattan mahrum olandır. Onların kanaatlerine göre bu sözleri Hızır (aleyhisselâm) söylemişti. Kastettiği ise Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)ın ashabıdır. Hazret-i Peygamber'in hadisindeki "yeryüzünde" ifadesindeki "elif-lâm" cins için değil ahd İçindir. Bu da Arap topraklarıdır. Buna delil ise onların bu topraklarda tasarruf etmeleri ve çoğunlukla orada bulunmalarıdır. Bu ifadeyle Ye'cuc ve Me'cuc'un yaşadığı topraklar, Hint ve Sind taraflarında bulunan kulakların duymadığı, hakkında hiçbir şey bilinmeyen uzak adalar girmez. Deccal'e dair (itiraz İle İlgili olarak) bir cevap vermek gerekmez. Süheylî der ki: Hızır'ın ismi hususunda insanlar birbirinden oldukça farklı kanaatlere sahiptir. İbn Münebbih'ten şöyle dediği nakledilmektedir: O, Ebleyâ b. Melkân b. Fâliğ b. Şâlih b. Erfahşed b. Sâm b. Nûh'dur. Bir diğer görüşe göre o, İbn Âmîl b. Sümahikîn b. Erya b. Alkâmâ b. îysû b. İshâk'dır, Babası bir hükümdar imiş, annesi de Farslı olup ismi da Elma İmiş. O, mağarada kasabadaki adamlardan birisinin koyunları arasından kendisini her gün emziren bir koyun ile birlikte bulunmuş. Onu bulan bu adam alıp beslemiş. Gençlik yaşına gelip de -babası olan- hükümdar bir kâtip edinmek istemiş. İbrahim ile Şit üzerine indirilen sahifeleri yazmak üzere bu konuda bilgi ve maharet sahiplerini toplamış. Onun huzuruna gelen kâtiplerden birisi de oğlu Hızır imiş. Kendisi de oğlunu tanımıyormuş. Yazısının ve bilgisinin güzel olduğunu görmüş ve onun bu üstün özelliklerini ve durumunu araştırınca oğlu olduğunu öğrenmiş. Onu yanına alıp insanların işlerini görmek ve yönetmek üzere görevlendirmiş. Ancak daha sonra Hızır anlatılması uzun sürecek bir takım sebebler dolayısıyla hükümdarın yanından kaçmış. Nihayet Hayat Pınarı'nı bulmuş ve ondan içmiş. O, Deccal çıkıncaya kadar hayatta kalacaktır. Deccal'in öldüreceği, bölüp parçalayacağı sonra da yüce Allah'ın hayat vereceği adam işte odur. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)ın dönemine yetişmediği de söylenmiştir. (Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır). Ancak bu görüş sahih değildir. Buhârî ve aralarında hocamız Ebû Bekr İbnu'l-Arabî -Allah'ın rahmeti üzerineolsunninde bulunduğu hadis ehlinden bir kesim şöyle demişlerdir: O, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)ın belirttiği: "Yüzyılın nihâyetinde bugün yeryüzünde bulunanlardan hiçbir kimse kalmayacaktır." Yüzyılın bitmesinden önce vefat etmiştir. Çünkü o bu sözleriyle, bu sözü söylediği zaman hayatta olanlardan kimse hayatta kalmayacaktır, demek istemiştir. Derim ki: Biz bu hadisi ve bu hadis ile ilgili açıklamaları zikrettik ve Hızır'ın şu ana kadar hayatta olduğunu açıkladık. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır. 5- Hızır'ın, Mûsa (aleyhisselâm)a Vasiyeti: Denildiğine göre Hızır, Mûsa (aleyhisselâm)dan ayrılmak isteyince Mûsa ona: Bana tavsiyede bulun, demiş. O da şunları söylemiş: Çokça tebessüm et, ama çok gülme. Israrı bırak. Gereksiz hiçbir işi yapma. Hata edenleri yaptıkları hatalar dolayısıyla ayıplama. Ey İmrân'ın oğlu hatan dolayısıyla da ağla! |
﴾ 82 ﴿