5Ancak bundan sonra tevbe edenler ve ıslâh olanlar müstesna. Şüphesiz Allah günahları bağışlayandır, rahmet edendir. 21- Tevbe Edenlerin Durumu: "Ancak... tevbe edenler müstesna" âyeti istisna olarak nasb mahallindedir. Bedel olarak cer mahallinde olması da mümkündür, yani iftira ettikten sonra tevbe edip hallerini düzelten kimseler dışında onların şahitliklerini ebediyyen kabul etmeyiniz. "Şüphesiz Allah günahları bağışlayandır, rahmet edendir." Ayet-i kerîme iftirada bulunan hakkında üç hüküm ihtiva etmektedir: Sopa vurulması, şahitliğinin ebediyyen reddedilmesi ve fasıklığı. Âyetteki İstisnanın, ona vurulacak sopa cezasında herhangi bir etkisinin olmadığı icma ile kabul edilmiştir. Bundan tek istisna ileride geleceği üzere Şa'bî'den gelen rivâyettir. İstisnanın, fâsıklığı hususunda etkili olacağı da icma ile kabul edilmiştir. Ancak ilim adamları bu istisnanın, bu kimselerin şahitliğinin reddi hususundaki etkisi ile ilgili farklı görüşlere sahiptirler. Kadı Şureyh, İbrahim en-Nehaî, Hasan-ı Basrî, Süfyan es-Sevrî ve Ebû Hanîfe der ki: İstisnanın şahitliğinin reddedilmesinde herhangi bir etkisi yoktur. Onun fâsıklığı ancak Allah nezdinde ortadan kalkar. İftirada bulunan kimsenin şahitliği, tevbe etse, kendi kendisini yalanlasa dahi hiçbir şekilde, hiçbir durumda asla kabul edilmez. Cumhûrun kanaatine göre ise istisnanın şahitliğin reddi hususunda etkisi olur. İftira eden kimse tevbe ettiği takdirde, şahitliği de kabul edilir. Çünkü onun şahitliğinin reddedilmesi ancak fasıklıktan dolayı idi. Tevbe ile bu ortadan kalktığına göre, kendisine iftira haddinin uygulanmasından önce olsun, sonra olsun şahitliği kabul edilir. Genel olarak fukahânın kabul ettiği görüş budur. Ancak böyle bir kimsenin tevbesinin ne şekilde olacağı hakkında farklı görüşler vardır. Ömer b. el-Hattâb (radıyallahü anh), eş Şa'hî ve diğerlerine göre; kendisine had uygulandığı nususta yalancı olduğunu belirtmedikçe tevbe etmiş olmaz. Ömer (radıyallahü anh)ın uygulaması da bu şekildedir, çünkü o Muğire aleyhine şahitlik edenlere şöyle demişti: Kim yalancı olduğunu söylerse bundan sonra ben onun şahitliğini kabul ederim, kim de böyle yapmayacak olursa ben de şahitliğini geçerli kılmam. eş-Şibl b. Ma'bed ve Nafî b. el-Hâris b. Kelede kendilerini yalanladılar ve tevbe ettiler. Ebû Bekre ise böyle bir işe yanaşmadı, o bakımdan onun şahitliğini kabul etmezdi. en-Nehhâs bu görüşü Medinelilerden de nakletmektedir. Aralarında Malik -yüce Allah'ın rahmeti üzerine olsun- ve başkalarının da bulunduğu bir kesim de şöyle demiştir: Böyle bir kimsenin tevbesi halini ıslah edip, düzeltmesidir. İsterse yalanlamak suretiyle söylediği sözden geri dönmesin. İftirası dolayısıyla pişmanlık duyup mağfiret dilemesi ve benzeri bir işe tekrar dönmeyi terketmesi ona yeter. İbn Cerir'in de görüşü budur. en-Nehaî'den şöyle dediği rivâyet edilmektedir: İstisna her üç hükümden de yapılmıştır, Böyle bir kimse tevbe eder, tevbesi açığa çıkarsa ona had uygulanmaz, şahitliği kabul edilir ve fasıklıkla nitelendirilmesi de ortadan kalkar. Çünkü artık o, kendilerinden razı olunan (şahitliği kabul edilen) kimselerden olmuş olur. Yüce Allah da: "Muhakkak Ben tevbe eden... kimselere çok çok mağfiret ediciyim." (Tâ-Hâ, 20/82) diye buyurmuştur. 22- İftirada Bulunanın Şahitliği Ne Zaman Düşer?: İlim adamlarımız -yüce Allah'ın rahmeti üzerlerine olsun- zina iftirasında bulunan kimsenin şahitliğinin ne zaman düşeceğini (geçersiz olup kabul edilmeyeceği) hususunda farklı görüşlere sahiptir. İbnu'l-Macişun: Bizzat iftira etmesiyle birlikte (düşer) derken, İbnu'l-Kasım, Eşheb ve Suhnun ise: Ona had cezası uygulanmadıkça şahitliği düşmez, demişlerdir. Eğer af ya da buna benzer haddi uygulamaya engel herhangi bir sebeb bulunursa şahitliği reddedilmez. Şeyh Ebû'l-Hasen el-Lahmî der ki: Böyle bir kimsenin eceli gelinceye kadar şahitliği İptal edilir. Ancak iftira halinde kişinin kendisini yalanlamak suretiyle tevbenin söz konusu olacağı, görüşü tercih edilmektedir. Aksi takdirde eğer iftirada bulunup kendisine had uygulandıktan sonra yine de adaleti üzere kalacağı söyleniyorsa, adaletin geri dönmesi nasıl söz konusu olsun? 23- Böyle Bir Günahtan Tevbe Eden Kimsenin Tevbeden Sonra Şahitliği Hangi Alanlarda Caizdir? Tevbe ettikten sonra şahitliğinin geçerli olacağını kabut edenler, hangi hususlarda şahitliğinin kabul edileceği hususunda farklı görüşlere sahiptirler. Malik -yüce Allah'ın rahmeti üzerine olsun- dedi ki: Kayıtsız ve şartsız olarak her hususta şahitliği caizdir. Herhangi bir günah sebebiyle had cezası uygulanmış olan herkesin durumu da budur. Bu görüşü Nâfî ve İbn Abdi'l-Hakem, Malik'ten rivâyet etmişlerdir. Aynı zamanda bu İbn Kinâne'nin de görüşüdür. el-Vakaar (lakabli Zekeriya b. Yahya)'nın Malikten naklettiğine göre; özel olarak haddin kendisine uygulandığı hususta şahitliği kabul edilmez, ancak diğer hususlarda şahitliği kabul edilir. Mutarrif ve İbnu'l-Macişun'un da görüşü budur. el-Utbî, Esbağ ve Suhnun'dan da benzerini rivâyet etmektedir. Suhnun dedi ki: Herhangi bir hususta kendisine had uygulanmış bir kimsenin şahitliği, kendisine haddin uygulandığı benzer bir durumda geçerli değildir. Muttarrif ve İbnu'l-Macişun da şöyle demişlerdir: Zina İftirası dolayısıyla ya da zina sebebiyle kendisine had uygulanmış olan bir kimsenin zina, kazf ve liân ile ilgili hiçbir hususta şahitliği kabul edilmez, isterse adaletli bir kimse olsun. Onlar bu görüşlerini Malik'ten rivâyet ederler. Zina mahsulü çocuğun şahitliğinin zina ile ilgili hususlarda câiz olmayacağını da ittifakla kabul etmişlerdir. 24- Atıf İle Birbirine Bağlanmış Cümlelerden Sonra Yapılan İstisnanın Fıkıh Usulü Açısından Hükmü: Birbirine atıf ile bağlanmış cümlelerden sonra, istisna yapıldığı takdirde Malik, Şâfiî ve mezhebine mensub ilim adamlarına göre bu istisna, bütün cümlelere ait olur. Ebû Hanîfe ve onun mezhebine mensub ileri gelen ilim adamlarına göre istisna zikredilmiş en yakına râci olur. Burada da fâsıklıktır, bundan dolayı şahitliği kabul edilmez. Çünkü istisna özel olarak fasıklığa raci'dir, şahitliği kabulüne değil. Bu usûl kaidesinde görüş ayrılığının İki sebebi vardır. Birinci sebep: Cümleler bünyelerindeki atıf dolayısıyla tek bir cümle hükmünde midir, yoksa herbir cümlenin bağımsız olarak ayrı bir hükmü vardır ve atıf harfi ifadeyi güzelleştirici ve hükmü ortak kılıcı mıdır, şeklindeki görüş ayrılığıdır. Cümlelerin atfı hususunda doğru olan görüş budur. (Hükümlerde ortak kılıcıdır) Çünkü nahivde de bilindiği üzere farklı cümlelerin birinin diğerine atfedilmesi caizdir. İkinci sebep; istisnanın önceki cümlelere ait olması bakımından şarta benzetilmesidir. Bunu kabul eden fukahâ istisnanın önce geçen bütün cümlelere ait olduğunu kabul ederler. Bir diğer görüş ise; bu benzerliğin olmadığı doğrultusundadır. Zira böyle bir şey dilde kıyas kabilindendir, bu ise fıkıh usûlünde bilindiği üzere fasittir. Aslolan bütün bunların ihtimal dahilinde olduğu ve bir tercihin yapılamayacağıdır. O halde bu konuda el-Kadi'nin dediği şekilde genel bir kanaat belirtmemek gerekir. Bu hususta yüce Allah'ın Kitabında her iki şeklinde varid olması meseleyi daha da zorlaştırmaktadır. Mesela, muharebe (yol kesme) âyetinde (el-Mâide, 5/33) zamirin önce zikredilenlerin hepsine ait olduğu ittifakla kabul edilmiştir. Hata yoluyla mü’minin öldürülmesi ile ilgili âyette (en-Nisa, 4/92) istisnanın da son cümleye ait olduğu İttifakla kabul edilmiştir. (Konumuzu teşkil eden) kazf âyetinde ise her iki ihtimal de söz konusudur. O halde burada meselenin tetkik edilerek bir sonuca ulaşmak gereği kaçınılmaz biricik yol olarak, ortaya çıkmaktadır. İlim adamlarımız der ki: İşte bu, usûle dair genel bir yaklaşım tarzıdır. Cüzî alanda, fikhî bakış açısında Malik ve Şâfiî -Allah'ın rahmeti üzerlerine olsun-nin görüşleri ağırlık kazanmaktadır. Şöyle ki: Burada istisna fasıklığa ve şahitliğin kabul edilmesi yasağına bir arada râci'dir. Bu hususta kabul edilmesi gereken bir haberin, aralarında fark olduğunu belirtmesi hali müstesna. Ümmet tevbenin küfrü dahi sileceğini icma ile kabul etmiştir. Küfürden daha aşağı mertebede olanları silmesi ise öncelikle söz konusudur. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır, Ebû Ubeyd der ki: İstisna bir önceki cümleye râci'dir. Bir kimseyi zina etmekle suçlayan bir kişi bizzat zinayı işleyenden daha büyük bir günah işlemiş olamaz. Zina eden tevbe ettiği takdirde şahitliği kabul edilir, çünkü; "günahtan tevbe eden, günahı olmayan bir kimse gibidir." İbn Mâce, Zühd 30 Yüce Allah kulundan tevbeyi kabul ettiğine göre, kulların tevbe edenin tevbe ettiğini kabul etmeleri öncelikle söz konusudur. Üstelik böyle bir istisna Kur'ân-ı Kerîm'de bir kaç yerde mevcuttur. Bunlardan birisi yüce Allah'ın: "Allah'a ve Rasûlüne karşı Savaşanların... yalnız... tevbe edenler müstesnadırlar" (el-Mâide, 5/33-34) âyetidir. Şüphesiz ki bu istisna daha önce anılanların hepsine aittir. ez-Zeccâc der ki: Zina iftirasında bulunan kimsenin günahı kâfirden daha büyük değildir. O halde tevbe edip halini düzelttiği takdirde şahitliğinin kabul edilmesi de onun hakkıdır. (ez-Zeccâc devamla) der ki: Yüce Allah'ın: "Ebediyyen" âyeti ise, iftira etmeye devam ettiği sürece anlamındadır. Nitekim: Kâfirin şahitliğini ebediyyen kabul etme! denildiği takdirde, bu kâfir kaldığı sürece kabul etme, anlamındadır, en-Nehaî der ki: Bu meselede muhalif kanaat sahipleri lehine şöyle bir delil vardır: Allah onun tevbesini kabul ederken, siz onun şahitliğini kabul etmemektesiniz. Diğer taraftan, istisna bir takım usûl âlimlerinin kanaatine göre eğer son cümleye râci' ise yüce Allah'ın: "Onlar fasıkların tâ kendileridir" âyeti bir ta'lildir. Yoksa bizatihi muştakil bir cümle değildir, fasıklıkları sebebiyle şahitliklerini kabul etmeyiniz, demektir. Fâsıklık ortadan kalkacak olursa, şahitlikleri ne diye kabul edilmesin? Diğer taraftan iftirada bulunan kimsenin tevbesi, kendi kendisini yalanlamasıdır. Nitekim Ömer (radıyallahü anh), Muğire'ye iftirada bulunan kimselere benzeri bir sözü ashabın huzurunda söylemiş ve onlardan kimse buna itiraz etmemiştir. Halbuki mesele Basra'dan, Hicaz'a kadar ve oradan diğer bölgelere kadar oldukça yaygınlık kazanmıştı. Eğer âyetin te'vili Kûfelilerin dediği gibi olsaydı, Ashab-ı Kiram'ın böyle bir şeyi bilmemeleri düşünülemez ve Ömer'e: İftirada bulunan bir kimsenin tevbesinin kabul edilmesi, ebediyyen câiz değildir, derlerdi. Yüce Allah'ın Kitabının yanlış te'vil edilmesi sonucunda verilen bir hükme karşı susmaları mümkün olmazdı. Böylelikle onların (muhalif kanaatte olanların) görüşleri çürütülmüş olmaktadır. Yardım Allah'tandır. 25- Şehadetin Kabul Edilmemesi, İftira Cezasının Uygulanması Şartına Bağlıdır: el-Kuşeyrî dedi ki: Şayet iftiraya maruz kalan kişi, İftirada bulunana haddin uygulanmasını istemeden ya da yetkili devlet otoritesine konu arzedilmeden Önce ölür, yahut affederse, o takdirde iftirada bulunan şahsın şahitliğinin kabul edileceğinde görüş ayrıltğı yoktur. Çünkü karşı kanaati savunanlara göre bu meselede şahitliğin kabul edilmesinin yasaklanışı, cezanın uygulanmasına atfedilmiştir. Çünkü yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "O kimselere seksener değnek vurun ve şahitliklerini ebediyyen kabul etmeyin." İşte bu hususta Şâfiî de şöyle demektedir: Böyle bir kimsenin had uygulanmadan önceki hali, had uygulandıktan sonraki halinden daha kötüdür, çünkü hadler keffârettir. Daha iyi halinde şahitliği reddedilirken, olumsuz ve daha aşağı halde nasıl kabul edilebilir? Derim ki: O böyle demiştir, ancak bu hususta bir aykırılık yoktur. Çünkü daha önce İbnu’l-Macişun'dan bizzat iftirada bulunmakla şahitliğinin reddedileceğine dair görüş kaydedilmiş bulunmaktadır. Bu, el-Leys, el-Evzaî ve Şâfiî'nin de görüşüdür. Had uygulanmayacak olsa dahi şahitliği reddedilir, çünkü İftirada bulunmakla fâsık olur. Zira bu büyük günahlardandır. İftiraya maruz kalan kimsenin zina ettiğini ikrar etmedikçe, ya da aleyhine delil,ortaya konulmadıkça, onun böyle bir günahtan uzak olduğu sahih bir şekilde ortaya konulamaz. 26- Allah Günahları Bağışlayandır: "Ve ıslah olanlar müstesna" âyeti ile tevbe ettiklerini açığa vuranları kastetmektedir. Amellerini ıslah edenler diye de açıklanmıştır. "Şüphesiz Allah günahları bağışlayandır, rahmet edendir." Çünkü onlar da tevbe etmişler ve yüce Allah tevbekrini kabul etmiştir. |
﴾ 5 ﴿