11

O olmadık İftirada bulunanlar sizden bir topluluktur. Siz bunu kendiniz için kötü bir şey sanmayın, bilakis o sizin için hayırlıdır. Onlardan herbirisînin kazandığı günah kendisinindir. Aralarından sözün en büyüğünü söyleyene ise çok büyük bir azâb vardır.

Bu âyete dair açıklamalarımızı yirmisekiz başlık Ancak, görüleceği gibi başlık sayısı yirmisekiz değil, yirmiyedidir. halinde sunacağız:

1- Âyetlerin Nuzül Sebebi:

Yüce Allah'ın:

"O olmadık iftirada bulunanlar sizden bir topluluktur." âyetindeki;

"Bir topluluktur" âyeti; "Muhakkak ki..." edatının haberidir. Hai olarak nasbedilmesi de caizdir. O takdirde haber "onlardan herbirisînîn kazandığı günah kendisinindir" âyeti olur.

Bu âyetlerin nüzul sebebine gelince; hadis İmâmlarının rivâyet ettiği Âişe (radıyallahü anhnhâ)nın başından geçen olayla ilgili uzunca İfk hadisinde zikredilenlerdir. Bu da sahih ve meşhur bir haberdir. Bu haberin şöhreti onu ayrıca zikretmeye ihtiyaç bırakmayacaktır. Biraz sonra muhtasar olarak gelecektir. Ayrıca Buhârî bu hadisi muallak olarak da rivâyet etmiştir, onun rivâyeti daha eksiksizdir. O şöyle demektedir:

Üsâme, Hişam b. Urve'den, o babasından, o Âişe'den rivâyetle dedi ki:.. Merhum müfessirimizin verdiği bu sened ile Buhârî'nin verdiği senedlerin mukayesesi için bk.: Buhârî, Şehâdât 2, 15, Tefsir 12. sürt- 3, 24. sûre 6, 7, Meğâzî, 32, 34, Eyinân 13, 18, İ'tisâm 28, Tevhîd 35, 52.

Yine Buhârî bu hadisi Muhammed b. Kesir'den, o kardeşi Süleyman'dan, Mesrûk'un rivâyetinden, Mesrûk, Âişe'nin annesi Um Rûrnân'dan rivâyete göre Um Rûmân dedi ki: Âişe'ye iftira edilince (ve o da bu haberi aldığında) bayılıp yere düştü... Buhârî, Tefsir 24. sûre 7.

Yine Mûsa b. İsmail'den, o Ebû Vail yoluyla gelen hadiste şöyle dediği nakledilmektedir: Bana Mesrûk b. el-Ecda' anlattı dedi ki: Bana Âişe'nin annesi olan Um Ruman anlattı dedi ki: Ben ve Âişe oturduğumuz bir sırada ensardan bir kadın yanımıza gelip dedi ki: Allah filana şunu yaptı, Allah filâna şunu yaptı. Um Ruman; Bu dediğin de ne demek oluyor? diye sordu. Kadın dedi ki: Ben bu söze dalıp konuşanlardan birisiydim. Yine: Bu da ne demek? diye sorunca, kadın: Şöyle şöyle dedi. Âişe: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) da duydu mu? diye sorunca, kadın: Evet, dedi, Peki ya Ebubekir? diye sordu, kadın yine: evet, dedi ve olduğu yerde baygın düştü. Kendisine geldiğinde ateşi yükselmiş ve titriyordu. Üzerine elbiselerini bıraktım ve onu örttüm. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) geldi: "Buna böyle ne oluyor?" diye sordu. Ben: Ey Allah'ın Rasûlü! Onu titreten bir hummaya yakalandı (ateşi yükseldi.) Şöyle buyurdu: "Bu konuda dilde dolaşan bir söz dolayısıyladır belki." (Um Rûmân): Evet, dedi. Bunun üzerine Âişe oturdu ve dedi ki: Allah'a yemin ederim, yemin edecek olursam benim doğru söylediğime inanmazsınız. Eğer bir şeyler söyleyecek olursam, benim hiçbir kusurumun olmadığını kabul etmezsiniz. Benim misalim ile sizin misaliniz Ya'kub ile onun oğullarına benzer. Bu söylediklerinize karşı Allah'tan yardım taleb ederim. (Um Rûmân) dedi ki: Peygamber bir şey söylemeksizin çıkıp gitti. Yüce Allah da onun suçsuz olduğuna dair âyetlerini indirdi. (Âişe) dedi ki: Bundan dolayı Allah'a hamdederim. Bundan ötürü ne kimseye, ne de (Resûlüllahı kastederek) sana hamd etmem söz konusudur. İfk Hadisi'nin az önce Buhârî'de gösterilen yerler dışında zikredildiği başka yerlerin bazıları: Müslim, Tevbe 56; Tirmizî, Tefsir 24. sûre 4; Müsned, VI, 59-60, 194-196.

Ebû Abdullah el-Humeydî dedi ki: Karşılaştığımız Bağdatlı hadis hafızlarından birisi şöyle derdi: Bu hadisin mürsel oluşu açıkça ortadadır. O buna şunu delil gösterir; Um Rûmân, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) hayattayken vefat etmiştir. Mesrûk'un, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)ı görmediğinde ise hiçbir görüş ayrılığı yoktur.

Buhârî'nin kaydettiği Ubeydullah b. Abdullah b. Ebi Muleyke yoluyla gelen hadise göre de Âişe (radıyallahü anhnhâ) -yüce Allah'ın 15. âyet-i kerîmede ki:

"O zaman siz o sözü birbirinizin dilinden alıp, duruyordunuz." anlamındaki âyeti-: "Dillerinizle yalan yere onu uyduruveriyordunuz" diye okur Buraya kadar: Buhârî, Tefsir 24. sûre 8 ve "el-velk" yalan söylemek demektir, dermiş. İbn Ebi Müleyke dedi ki: O, bu hususu başkalarından daha iyi bilirdi. Çünkü bu âyetler onun hakkında nazil olmuştur. Buhârî, Meğâzî 34.

Buhârî dedi ki: Ma'mer b. Râşid, ez-Zührî'den naklen dedi ki: İfk olayı el-Müreysî, gazvesinde meydana gelmiştir. Buhârî, Meğâzî 32. Ancak, "Ma'mer b. Râşid" yerine: "en-Nu'mân b. Râşid" İbn İshak da der ki: Bu hicretin altıncı yılında olmuştur. Mûsa b. Ukbe ise dördüncü yılında demektedir. Buhârî, Meğâzî 32 Yine Buhârî, Ma'mer'den, o ez-Zührî'den şöyle dediğini kaydeder: el-Velid b. Abdi'l-Melik bana dedi ki: Ali'nin iftiraya katılanlar arasında olduğuna dair sana bir rivâyet geldi mi? Ben: Hayır, dedim fakat senin kavminden iki kişi olan Ebû Seleme b. Abdu'r-Rahmân ile Ebubekir b. Abdu'r-Rahmân b. el-Haris b. Hişam'ın bana haber verdiklerine'göre Âişe kendilerine şöyle demiştir: Ali kendisi ile alakalı bu hususta konuşmamış kimselerden idi. Buhâri, Meğâzî 34 Bunu ayrıca Ebubekr el-İsmailî de "el-Muharrac ale's-Sakih" adlı eserinde Ma'mer'in, ez-Zührî'den aktardığı bir başka rivâyetle kaydetmiştir. Orada da şöyle denilmektedir: (ez-Zührî) dedi ki: Ben el-Velid b. Abdi'l-Melik'in yanında idim. Bana dedi ki: "Aralarından sözün en büyüğünü söyleyen kişi" Ali b. Ebî Tâlib'dir. Ben, hayır dedim. Bana Said b. el-Müseyyeb, Urve, Alkame, Ubeydullah b. Abdullah b. Utbe anlattı. Hepsi dedi ki: Âişe'yi şöyle derken dinledim: "Aralarından sözün en büyüğünü söyleyen kişi" Abdullah b. Ubeyy b. Selûl'dür. Bk. ibn Hâcer, Fethu'l-Bârl, VII, 502 Yine Buhârî'nin, ez-Zikrî'den, o Urve'den o Âişe yoluyla rivâyet ettiğine göre, "aralarından sözün en büyüğünü söyleyen kişi" Abdullah b. Ubeyy idi. Buhârî, Tefsir 24. sûre 5.

2- Âyetlerdeki Bazı Lâfızlar:

Yüce Allah'ın:

"Olmadık iftira" (anlamını verdiğimiz): İfk: yalan, demektir. "el-Usbe (bir topluluk)" ise üç adam demektir. Bu açıklamayı İbn Abbâs yapmıştır. Yine ondan nakledilen bir açıklamaya göre üçten dokuza kadar kişiyi ifade eder. İbn Uyeyne kırk adam diye açıklamıştır. Mücahid, ondan onbeşe kadar demiştir. Bu kelimenin sözlükte ve Arap dilinde asıl anlamı biri diğerini destekleyip güçlendiren topluluk demektir.

"Hayır"ın gerçek mahiyeti faydası, zararından daha fazla olan demektir. "Şer" ise zararı, faydasından çok olana denilir. Hiçbir şer ihtiva etmeyen hayır cennet, hiçbir hayır ihtiva etmeyen şer ise cehennemdir,

Allah'ın dostlarına inen belâ hayırdır, çünkü onun verdiği dünyadaki acı dolayısıyla zararı azdır. Hayrı ise âhiretteki pek büyük sevap ve mükâfatıdır.

Yüce Allah Âişe (radıyallahü anhnhâ)nın, onun yakınlarının ve Safvan'ın dikkatini çekmektedir. Çünkü

"siz bunu kendiniz İçin kötü bir şey sanmayın, bilakis o sizin İçin hayırlırdır" âyetinde hitab onlaradır. Hayırlı olmasına sebeb ise, fayda ve hayırlılık tarafının, şer tarafına ağır basmasıdır.

3- İfkin (Hazret-i Âişe'ye İftiranın) Sebebi:

Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) el-Mureysî' gazvesinin kendisi olan Mustalıkoğulları gazvesinde Âişe'yi de beraberinde almıştı. Geri dönüp Medine'ye yaklaştığında gece vakti yola koyulmak ilanı verildi- O da yola koyulma ilanı esnasında kalkıp ordugahın bulunduğu yerden bir parça uzaklaştı. İhtiyacını görüp de geri döndüğünde, içine girip yerleşmek üzere hevdece doğru yürüdü. Elini göğsüne değdirdiğinde Zafar boncuğundan yapılmış bir gerdanlığının kopmuş olduğunu anladı. Geri dönüp onu aradı. O gerdanlığı aramasından dolayı kafileden geri kaldı. Nihayet gerdanlığı bulup geri döndüğünde kimseyi bulamadı. Âişe (radıyallahü anhnhâ) yaşı genç ve zayıf idi. Görevli olan adamlar hevdecini kaldırdığında, onun hevdecin içinde olmadığını farketmediler bile. Kendisi geri döndüğünde kimseyi bulamayınca, hevdecin içinde olmadığı anlaşılıp geriye gelip alırlar ümidi ile olduğu yerde yattı ve uykuya daldı. Uykudan Safvan b. el-Muattal'ın: "İnnâ lillâh ve innâ ileyhi râciûn" demesi üzerine uyandı. Çünkü Safvan ordudaki artçıları korumak maksİsmi ile ordunun arkasından gitmek üzere geri kalmıştı.

Denildiğine göre Âişe (radıyallahü anhnhâ), onun istircâda bulunması üzerine uyandı. Safvan devesinin sırtından indi ve Âişe (radıyallahü anhnhâ) deveye bininceye kadar oradan uzaklaştı. Devenin yularından tutup deveyi çekti ve nihayet öğle vakitlerinde orduya ulaştılar. Bu sefer iftiracılar bu sözlerini düzüp ortaya atlılar. Bu hususta etrafında toplanılan, bunu gizliden gizliye soruşturup kulaktan kulağa yayan ve körükleyen kişi münafık Abdullah b. Ubeyy b. Selûl idi. Safvan'ın, Âişe (radıyallahü anhnhâ)nın devesinin yularından tutup çektiğini görünce: "Allah'a yemin olsun ki ne kadın bu adamın şerrinden kurtulabilmiştir, ne de bu adam kadının şerrinden" diyen o olmuştur. Yine: "Sizin peygamberinizin hanımı bir adamla birlikte geceyi geçirmiştir" diyen odur. Bu sözleri dillerine dolayanlar arasında Hassan b. Sabit, Mistah b. Üsâse ve Hanife bint Cahş da vardı.

Bu hususta rivâyet edilen hadisin kısaca muhtevası budur. Bu hadis tamamiyle ve güzel bir şekilde rivâyeti Buhârî ve Müslim'de yer alır. Müslim'deki rivâyet ise daha eksiksizdir. İfk hadisinin kaynakları birinci başlıkta gösterilmişti.

Hassân'ın iftiraya dalıp ileri geri konuştuğunu işiten Safvan, ona gelerek başına kılıçla bir darbe indirip şöyle dedi:

"Benden kılıcın keskin ucunu karşıla; çünkü ben,

Hicvedildiği zaman şairliği olmayan bir delikanlıyım."

Bunun üzerine bir grub kişi Hassan'ı alıp onu yakalarından sürükleyerek Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)ın huzuruna getirdiler. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem), Hassan'ın yarası karşılığında kısas uygulama yoluna gitmedi ve ondan hakkını bağışlamasını istedi. İşte bu da Hassan'ın ileride geleceği üzere sözün en büyüğünü söyleyenlerden birisi olduğunu da göstermektedir, Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.

Burada sözünü ettiğimiz Safvân, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)ın gazvelerinde kahramanlığı dolayısıyla artçıların başında bulunurdu. Ashabı Kiram'ın en hayırlılarından idi. Onun kadınlara karşı meyli olmayan (kısır) birisi olduğu da söylenmiştir. Bunu da İbn İshak, Âişe (radıyallahü anhnhâ) yoluyla zikretmektedir. İki oğlunun olduğu da söylenmiştir. Buna da hanımı ile başından geçen olayla ilgili rivâyet edilen hadis ve Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)ın iki oğlu hakkında söylediği: "Bu ikisi bir karganın, bir kargaya benzeyişinden daha çok ona (babalarına) benzemektedirler" sözü ile Buhâri, Libâs 22 yine Hadîs-i şerîfteki: "Allah'a yemin ederim, asla hiçbir yabancı kadının Örtüsünü kaldırmış değilim" Buhâri, Meğâzî 34; Müslim, Tevte 57. sözleri -ki zina etmediğini kastediyor- de buna delil teşkil etmektedir.

Safvan (radıyallahü anh), Ömer (radıyallahü anh) döneminde hicri 19 yılında, Ermenistan gazvesinde şehit olmuştur. Muaviye döneminde 58 yılında, Bizans topraklarında şehit düştüğü de söylenmiştir.

4- Herkesin Kazandığı Günah Kendisinindir:

"Onlardan herbirisinin kazandığı günah kendisinindir" âyeti ile İfk olayına karışıp ileri geri konuşanları kastetmektedir. Bunların kim olduklarının ismi bize ulaşmamıştır. Yalnızca Hassan, Mistah, Hamne ve Abdullah'ın İsimleri bilinmektedir, diğerlerinin ismini bilemiyoruz. Bunu da Urve b. ez-Zübeyr söylemiştir. Abdu'l-Melik b. Mervan bu hususta ona soru sormuş, o da: Şu kadar var ki, onlar yüce Allah'ın buyurduğu gibi bir topluluk idiler, demiştir.

Hafsa (radıyallahü anhnhâ)nın Mushaf'ında "topluluk" anlamındaki kelimeden sonra "dört kişilik bir topluluk" anlamına gelecek şekilde; şeklindedir.

5- O Büyük Sözü Dillerine Dolayanlar:

"Aralarından sözün en büyüğünü söyleyene İse" âyetindeki "en büyüğü" anlamındaki kelimeyi Humeyd el-A'rec ve Ya'kub "kef" harfini -esreli okumak yerine- ötreli olarak; diye okumuşlardır. el-Ferrâ': Bu, güzel bir kıraat şeklidir, çünkü Araplar: "Filan kişi şunun, şunun en büyüğünü üstlendi, söyledi" derler, demektedir,

Âişe (radıyallahü anhnhâ)dan bu kişinin Hassan olduğunu söylediği ve yine gözleri kör olduğunda: "Muhtemeldir ki yüce Allah'ın kendisini tehdit etmiş olduğu büyük azâb gözlerinin görmeyişidir" dediği rivâyet edilmiştir. Onun bu sözleri söylediğini ondan Mesrûk rivâyet etmektedir. Buhârî, Meğâzî 34, Tefsir 24. sûre 10; Müslim, Fedâilu's-sahâbe 155'te: Mesrûk'un sorusu üzerine Âişe (radıyallahü anhnhâ)nın' "Kötülükten daha şiddetli hangi azap vardır!" dediği belirtilmektedir. Yine ondan rivâyet edildiğine göre bu kişi Abdullah b. Ubeyy b. Selûrdur, Suyûtî, ed-Durru'l-Mensur, VI, 152. doğru olanı da bu olmalıdır. Bunu da İbn Abbâs söylemiştir.

Ebû Ömer b. Abdi'l-Berr'in naklettiğine göre Âişe (radıyallahü anhnhâ), Hassan'ın iftirada bulunmaktan uzak olduğunu söylemiş ve: O hiçbir şey demedi, demiştir. Hassan da şu beyitlerinde bu hususta bir şey söylemiş olduğunu kabul etmemektedir:

"İffetlidir, vakarlıdır o bir şüphe ile onun hayasızlık ettiği söylenemez,

Ve o hiçbir şeyden haberi olmayan kadınların etlerinden yana acıkmış olarak sabahlar (kimseden kötülükle söz etmez).

Din ve mevki itibariyle insanların en hayırlısının hanımıdır o,

O hidayet peygamberinin, üstün değerlerin ve faziletlerin sahibinin hanımıdır.

Lüeyy b. Ğâlib kabilesinin (en şereflisi olup) örtüler arkasındaki hanım efendidir,

O yüksek ve şerefli hedefler için çalışır, şanı asla zeval bulmaz.

Üstün bir terbiyeye sahiptir, Allah ona güzel bir ahlak bağışlamıştır,

Her türlü kötülükten ve batıldan tertemiz etmiştir onu.

Şayet sana benim söyledim diye ulaştırılan sözler varsa,

Şunu bil ki, kamçımı ellerim yukarı doğru kaldırmış değildir.

Nasıl olabilir ki; hayatta olduğum sürece sevgim ve desteğim,

Bütün mahfillerin süsü olan Allah Rasûlünün hanedanınadır,

Onun insanlar üzerinde üstün ve faailetli rütbeleri vardır.

Yüksek köşklere sahip olanların, yüksek konakları bu rütbelere ulaşamazlar."

Rivâyete göre Hassan, Âişe (radıyallahü anhnhâ)a: "O iffetlidir, vekar sahibidir" diye başlayan şiirini okuyunca, ona: Sen aslında böyle değilsin demiştir. Buhârî, Meğazî 34, Tefsir 24. süre 10, 11; Müslim, Fedâilu's-sahâhe 155 Bu sözleriyle sen hiçbir şeyden haberi olmayan kadınlar hakkında ileri geri konuşmuştun, demek istemiştir.

Burada ise bir çelişki vardır, ancak bu iki rivâyeti şöylece bağdaştırmak mümkündür: Hassan bu hususta açık seçik ifadelerle konuşmamış, bu konuda üstü kapalı sözler söylemiş ve bazı işaretlerde bulunmuştur, o bakımdan onun böyle bir şeyi söylediği de kendisine nisbet edilmiştir. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.

Hassan'ın İfk olayında, iftirayı diline dolayıp dolamadığı ve ona had uygulanıp uygulanmadığı hususunda görüş ayrılığı vardır. Bunun hangisinin doğru olduğunu en iyi bilen yüce Allah'tır. Bundan sonraki baslığın konusu da budur.

6- İfk Hadisesi Dolayısı ile Kendilerine Had Uygulanan Şahıslar:

Muhammed b. İshak ve başkalarının rivâyetine göre Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), İfk dolayısı ile iki erkek ve bir kadına had cezası uygulamıştır. Bunlar Mistah, Hassan ve Hamne'dirler. Bunu et-Tirmizîde zikretmektedir. Tirmizî Tefsir 74. süre 5

el-Kuşeyrî de İbn Abbâs'tan şöyle dediğini nakletmektedir: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem), İbn Ubeyy'e seksen sopa vurdu, âhirette de onun için ateş azâbı vardır. Yine el-Kuşeyrî der ki: Haberlerde sabit olduğuna göre Peygamber İbn Ubeyy'e, Hassan'a ve Hamne'ye had cezası vurmuş, Mistah'in da açık ifadelerle iftirada bulunduğu sabit olmamıştır. Bununla birlikte o açık ifadeter kullanmaksızın bir takım sözleri dinler ve bunları yaygı ulaştırırdı.

el-Maverdî ve başkaları derler ki: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)in İfke karışanlara had uygulayıp uygulamadığı hususunda iki farklı görüş vardır. Birincisine göre o tfke karışanlardan hiçbir kimseye had uygulamamıştır, çünkü hadler ancak ya ikrar ya da beyyine ile uygulanır. Yüce Allah ise bu hususta kendisine haber vermek suretiyle hadleri uygulamasını isteyerek, kendisine olan kulluğunun gereğini yerine getirmesini istememiştir. Tıpkı ona münafıkların kâfir olduklarını haber vermekle birlikte, onları öldürmek suretiyle kendisine ibadette bulunmasını istemediği gibi.

Derim ki: Bu hem yanlıştır, hem de Kur'ân nassına muhaliftir. Çünkü yüce Allah:

"Muhsan hanımlara iftira edenler, sonradan" söylediklerinin doğruluğuna dair "dört şahit getiremeyenlere seksener (değnek) vurun" diye buyurmaktadır.

İkinci görüşe göre de Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) İfke karışan kimseler olan Abdullah b. Ubeyy, Mistah b. Üsase, Hassan b. Sabit ve Hamne bint Cahş'a had cezası uygulamıştır. İşte müslümanlardan bir şair bu hususta şöyle demektedir:

"Yemin olsun bu iftira sahiplerinden olan Hassan tatmıştır,

Hamne ile birlikte; -çünkü onlar yalan bir söz söylediler- ve bir de Mistah.

İbn Selûl da uygulanan had ile rezilliğin tadını almıştır.

Çünkü o açık seçik bir şekilde yalan iftiralara dalmıştı.

Peygamberlerinin hanımlarına gayba taş atıp durdular.

O kerim olan Arş sahibinin gazabı ise (onlaradır) ve onlar çok büyük bir günah işlediler.

Bu hususta Allah Rasûlüne eziyet ettiler, o bakımdan

Ebediyyen üzerlerinde kalacak rezilliklere büründürüldüler ve rezil edildiler.

Onların üzerlerine (iyilikleri) tırpanlayıcı günahlar öyle bir yağdırıldı ki,

Tıpkı yüksek bulutlardan üzerlerine yağan yağmur taneleri gibi."

Derim ki: Haberlerde meşhur ve ilim adamlarınca bilinen şu ki: Kendilerine had uygulanan şahıslar Hassan, Mistah ve Hamne'dirler. Abdullah b. Ubeyy'e had uygulandığı işitilmiş değildir.

Ebû Dâvûd'da, Âişe (radıyallahü anhnhâ)dan şöyle dediği rivâyet edilmiştir: Benim günahsızlığıma dair âyet nazil olunca Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) kalktı ve bu hususu söz konusu edip (inen) Kur'ân-ı Kerîm (âyetlerin)i okudu. Minberden indikten sonra da o iki erkek ile kadına hadlerinin uygulanmasını emretti. Ebû Dâvûd, Hudûd 34 Bunların isimlerini de Hassan b. Sabit, Mistah b. Üsase ve Hamne bint Cahş diye vermektedir. Ebû Dâvûd, Hudûd 34

et-Tahavî'nin Kitab’ında da: "Seksener, seksener (değnek vurdu)" denilmektedir.

İlim adamlarımız derler ki: Abdullah b. Ubeyy b. Selûl'a had uygulanmayışının sebebi yüce Allah'ın âhirette ona pek büyük bir azâb hazırlamış olmasıdır. Şayet dünyada ona had uygulanmış olsaydı, bu onun âhiretteki azabının eksiltilmesi ve hafifletilmesi anlamına gelirdi. Diğer taraftan yüce Allah Âişe (radıyallahü anhnhâ)nın günahsız olduğuna, buna karşılık ona iftirada bulunan herkesin de yalancı olduğuna tanıklık etmiş olmaktadır. Böylelikle hadden beklenen fayda da gerçekleşmiş olmaktadır. Zira bundan maksat, iftira edenin açığa çıkması ve iftiraya maruz kalanın günahsız olduğunun ispatlanmasıdır. Nitekim yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

"Şahitleri(ni) getiremediklerine göre onlar Allah katında yalancıların tâ kendileridir." İsmi geçen müslümanlara had uygulanmasının sebebi ise onlardan sadır olmuş iftiranın günahının keffârete uğramasıdır. Ta ki bu iftira dolayısıyla âhirette onların üzerinde herhangi bir sorumluluk kalmasın. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) da hadler hakkında: "Onlar uygulandığı kimseler için bir keffarettir" Buhârî, Îman 11, Menâkihu'l-Ensâr 43, Tefsir 60. sûre 3, Hudûd ü, 14, Ahkâm 49, Tevhîd 31, Müslim, Hudhud 41; Tirmizî, Hudûd 12; Nesâî, lîey'at 9; Müsned, V, 3K 320. diye buyurmuştur. -Ubâde b. es-Sâmit yoluyla gelen hadiste olduğu gibi.-

Şöyle de denilebilir: İbn Ubeyy'e had uygulanmayı; kavminin kalbim İslâm'a ısındırmak ve oğluna duyulan saygı sebebiyledir. Bir de bu hususta beklenen fitnenin alevini söndürmek maksadıyladır. Zira Sa'd b. Ubâde ve onun kavminden -Müslim'in, Sahih'inde olduğu gibi- fitnenin uçları görünmeye başlanmıştı. Müslim, Tevbe 56. hadiste zikrettiği üzere Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), ıninhec üzerinde: "Ey ııuis-. [umanlar, eziyeti hane halkım hususunda dahi beni rahatsız edecek noktaya gelmiş bulunun bir kişiye, benim adıma ağzının payını kim verecek..." deyince, Sa'd b. Muâz: Bu işi ben yaparım, demişti. Âişe (radıyallahü anhnhâ) dedi ki: Salih bir zat olan Hazreclileriniıı reisi, taassuba kapılarak Sa'd b. Muâz'a: Yalan söyledin... diye cevap vermişti... Merhum müfessirimiz buna işaret etmektedir. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.

11 ﴿