8Onun yanına gelince ona: "O ateşin yanında ve onun çevresinde olanlar da mübarek kılındı. Âlemlerin Rabbi Allah münezzehtir" diye seslenildi. "Onun yanına gelince" âyeti, Mûsa aslında nûr olan ve ateş zannettiği o şeyin yanına vardığında, demektir. Bu açıklamayı Vehb b. Münebbih yapmıştır. Mûsa ateşi gördüğünde ona yakın bir yerde durdu. Ateşin son derece yeşil ve "el-ullayk: sarmaşık" ismi verilen bitkinin bir dalından çıkmakta olduğunu gördü. Gördüğü bu ateş gittikçe büyüyor ve alevi artıyordu. Diğer taraftan ağaç gittikçe daha çok yeşilleniyor ve güzeli eşiyordu. Mûsa buna hayret etti ve ondan bir alev almak maksadıyla elindeki bir çubuğu ona uzattı. Ağaç ona doğru eğildi, bundan korkup geriye doğru çekildi. Bu şekilde ağaç ona eğilip o da ondan alev almak isteyip durdu. Nihayet bu ağacın durumu bilinemeyecek şekilde emir altında olduğu şeklindeki halini açıkça anladı. Bunu da: "O ateşin yanında ve onun çevresinde olanlar da mübarek kılındı... diye" ona seslenildiğinde anladı. Bu hususa dair açıklamalar daha önceden Tâ-Hâ Sûresi'nde (20/11-12. âyetlerin tefsirinde) geçmiş bulunmaktadır. "Seslenildi" yani yüce Allah ona seslendi. Nitekim: "Biz ona Tûr'un sağ tarafından seslendik" (Meryem, 19/52) diye buyurmaktadır. "Mübarek kılındı..." âyetindeki; Diye" nasb mahallinde ve; anlamındadır. Bunun meçhul bir fiilin naib-i faili olarak ref mahallinde olması da mümkündür. Ebû Hâtim'in naklettiğine göre Ubeyy, İbn Abbâs ve Mücahid'in kıraati; "Ateş ve onun etrafındakiler mübarek kılındı" şeklindedir. en-Nehhâs dedi ki: Böyle bir rivâyet sahih bir isnad ile elimizde bulunmamaktadır. Bulunsa dahi bu bir tefsir olarak kabul edilir. Bu durumda "bereket" ateşe ve onun etrafında bulunan melekler ile Mûsa'ya raci olur. el-Kisaî, Arapların: "Allah seni mübarek kılsın" söyleyişini naklettiği gibi yine aynı anlamda olmak üzere; söyleyişini de nakletmiştir. es-Sa'lebî dedi ki: Araplar: "Allah seni mübarek kılsın" anlamında dört türlü söylerler. Şair de dedi ki: "Yeni doğmuş bebekken de mübarek kılındın yetişkinken de mübarek kılındın, Ve sen saçların ağarmışken de yaşlanmışken de mübarek kılındın." Taberî dedi ki: Yüce Allah: "Ateşin yanında... olanlar da mübarek kılındı" diye buyurup da "Ateşin içinde bulunanlar mübarek kılındı" diye buyurmaması, "Allah seni mübarek kılsın" şeklindeki kullanıma uygun gelmiştir. Nitekim aynı anlamda olmak üzere: "Allah onu mübarek kılsın" denilir. Bu ateşin etrafında bulunanlar mübarek kılındı, demektir. Bu da Mûsa'dır ya da ateşin yakınında bulunanlar mübarek kılındı, demektir. Çünkü o, ateşin ortasında idi. es-Süddî dedi ki: Ateşte melekler vardı. Dolayısıyla mübarek kılınma Mûsa ve meleklere aittir. Yani ey Mûsa, sen ve onun etrafında bulunan melekler mübarek kılındınız. Bu da yüce Allah'ın Mûsa (aleyhisselâm)'a selâmı ve lutfudur. Tıpkı meleklerin İbrahim (aleyhisselâm)'ın huzuruna girdiklerinde ona selam verdikleri gibi. Yüce Allah (melekler vasıtasıyla) şöyle buyurmuştu: "Allah'ın rahmet ve bereketleri sizin üzerinize olsun, ey hane halkı" (Hud, 11/73) Üçüncü bir görüş de İbn Abbâs, el-Hasen ve Saîd b. Cübeyr tarafından ifade edilmiştir: Ateşin yanında bulunan, her türlü kusurdan mukaddes ve münezzehtir. Bununla şanı yüce Allah, kendi mübarek zatını kastetmiştir. İbn Abbâs ve Muhammed b. Ka'b dediler ki: Ateş yüce Allah'ın nuru idi. Yüce Allah o nurun yakınından Mûsa (aleyhisselâm)'a seslenmiştir. Bunun da te'vili şöyledir: Mûsa (aleyhisselâm) pek büyük bir nûr gördü, onu ateş zannetti. Çünkü yüce Allah Mûsa (aleyhisselâm)'a belgeleri (âyetleri) ve kelamı ile ateş cihetinden görünmüştü, yoksa belli bir yerde mekan tuttuğu anlamında değildi bu. Çünkü: "O gökte de İlâh olandır, yerde de ilâh olandır." (ez-Zuhruf, 43/84) Yoksa yüce Allah gökte ve yerde mekân tutuyor anlamında değildir. Bunun anlamı şudur: Herbir fiilde O'nun tecellisi görülür ve böylelikle failin varlığı bilinir. Buna binaen de şöyle denilmiştir; Ateşin yanında bulunanın saltanat ve kudreti ne mübarektir! Bir diğer açıklama da şöyle yapılmıştır; Yani ateşte bulunan ve bunu alâmet kılan Allah'ın emri ne mübarektir! Derim ki: İbn Abbâs'ın görüşünün sahih olduğunun delillerinden birisi de Müslim'in, Sahih'inde ve -lâfız kendisine ait olmak üzere- İbn Mâce'nin de Sünen'inde kaydettikleri şu rivâyettir: Ebû Mûsa dedi ki: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Muhakkak Allah uyumaz. Onun uyuması da gerekmez (ya da şanına yakışmaz). O adalet (terazisin)i alçaltır ve yükseltir, onun hicabı nurdur. Eğer onu açacak olursa, yüzünün parıltıları, gözünün değdiği herbir şeyi mutlaka yakardı." Daha sonra Ebû Ubeyde: "O ateşin yanında ve onun çevresinde olanlar da mübarek kılındı. Âlemlerin Rabbi Allah münezzehdir" âyetini okudu. Bunu el-Beyhakî de rivâyet etmiştir. Müslim, I, iği; İbn Mâce, I, 71; Müsned, IV, 400 Müslim'in, Ebû Mûsa yoluyla kaydettiği lâfız da şöyledir: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) hutbe irad etmek maksadıyla önümüzde ayağa kalktı, beş hususu söz konusu etti ve şöyle buyurdu: "Şüphesiz ki aziz ve celil olan Allah uyumaz. Zaten uyumak ona yaraşmaz da. O adalet terazisin(i) alçaltır ve yükseltir. Gecenin ameli O'na gündüzden önce yükseltilir, gündüzün ameli de geceden önce O'na yükseltilir, O'nun hicabt nurdur. -Ebû Bekrin rivâyetinde ise nârdır. Eğer onu açacak olursa, O'nun yüzünün parıltıları gözünün mahlukatından değdiği herbir şeyi elbette yakardı." Müslim, 161: İbn Mâce, I, 70; Müsned, IV, 405 Ebû Ubeyd dedi ki: Denilir ki: "Subuhât: Parıltılar" O'nun zatının celalidir. "Subhanallar"da buradan hareketle söylenmiş bir teşbihtir. Bu ise yüce Allah'ı ta'zim ve tenzihi ifade eder. Yüce Allah'ın: "Eğer onu açacak olursa" âyeti da şu demektir: Eğer insanların gözleri üzerinden perdeyi kaldıracak olursa ve kendisini görmeleri için onlara sebat vermezse yanarlar ve buna tahammül edemezler. İbn Cüreyc dedi ki: Ateş hicablardan bir hicabtır. Bu hicablar: Hicabu'l-Izze, Hicabu’l-Mülk, Hicabu's-Sultan, Hicabu'n-Nar, Hicabu'n-Nûr, Hicabu'l-Ğamâm ve Hicabu’l-Mâ olmak üzere yedî tanedir. Hakikatte asıl mahcub olan (yani önünde perde bulunan) mahluktur. Yüce Allah'ı ise hiçbir şey hacb etmez (perdelemez). İşte oradaki ateş aslında nûr idi, ancak yüce Allah ondan nar (ateş) lâfzı ile sözetmiştir. Çünkü Mûsa onu ateş zannetmişci. Diğer taraftan Araplar da bu lâfızların birini diğerinin yerine kullanabilmektedirler. Saîd b. Cübeyr de şöyle demiştir: Onun gördüğü bizatihi ateşti. Yüce Allah, sesini ona ateşin bulunduğu taraftan işittirdi ve ona ateşin bulunduğu cihetten rububiyetini izhar etti. Bu da Tevrat'ta yazılı olduğu rivâyet olunan şu ifadeleri andırmaktadır: "Allah, Sina'dan geldi ve Sair (dağın)dan parıldadı. Fârân dağlarından da yükseldi." Yüce Allah'ın Sina'dan gelmesi orada Mûsa'yı peygamber göndermesidir. Sair tepelerinden parıldaması, Mesih Îsa'yı orada peygamber göndermesidir. Fârân dağlarından yükselmesi ise Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'ı peygamber olarak göndermesidir, Fârân da Mekke'dir. İleride el-Kasas Sûresi'nde (28/30. âyetin tefsirinde) şanı yüce Allah'ın Mûsa (aleyhisselâm)'a kelâmını ağaçtan işittirmesi ile ilgili daha geniş açıklamalar gelecektir, inşaallah. "Âlemlerin Rabbi münezzehtir." Âlemlerin Rabbi olan Allah'ı tenzih ve takdis ediyorum. Buna dair açıklamalar daha önceden bir kaç yerde geçmiş bulunmaktadır. Âyetin anlamı da şudur: Onun etrafında bulunanlar "âlemlerin Rabbi münezzehtir" derler, şeklindedir ki; bu ifadeler hazfedilmistir. Bir diğer açıklama da şöyledir: Mûsa (aleyhisselâm) yüce Rabbin nidasını işittikten sonra yüce Allah'ın yardımını dilemek ve O'nu tenzih etmek üzere bu sözleri söylemiştir. Bu açıklamayı es-Süddî yapmıştır. Bu âyetlerin yüce Allah'ın sözlerinden olduğu da söylenmiştir. Anlamı da şudur: Âlemlerin Rabbi olan Allah'ı teşbih edenler mübarek kılınmıştır. Bunu da İbn Şecere nakletmiştir. |
﴾ 8 ﴿