16Süleyman, Davud'a mirasçı oldu. Dedi ki: "Ey insanlar! Bize kuşların dili öğretildi, herşeyden bize verildi. Muhakkak ki bu apaçık üstünlüğün tâ kendisidir." "Süleyman, Davud'a mirasçı oldu. Dedi ki: Ey insanlar, bize kuşların dili öğretildi, herşeyden bize verildi..." el-Kelbî dedi ki: Dâvûd (aleyhisselâm)'ın ondokuz çocuğu vardı. Aralarından onun peygamberliğine ve mülküne Süleyman mirasçı oldu, Eğer bu mirasçılık bir mal mirasçılığı olsaydı, onun bütün evlatlarının bu hususta eşit olmaları gerekirdi. İbnu'l-Arabî de böyle demiştir. (İbnu'l-Arabî devamla) dedi ki: Eğer bu, mala bir mirasçılık olsaydı, bu malın sayılarına göre paylaştırılması gerekirdi. Yüce Allah Dâvûd (aleyhisselâm)'ın sahip olduğu hikmet ve nübüvveti (diğer kardeşleri arasından) özellikle Süleyman (aleyhisselâm)'a verdi. Ayrıca lütuf ve kereminden de kendisinden sonra hiçbir kimseye verilmemiş büyük bir mülk de verdi. İbn Atiyye dedi ki: Dâvûd İsrailoğullarından idi. O bir hükümdar idi. Süleyman da onun hükümdarlığına ve peygamberlik mevkiine mirasçı oldu. Yani babasının vefatından sonra bunlar ona verildi. Dolayısıyla bunlara mecazi olarak "miras" dendi. Bu da Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in: "İlim adamları, peygamberlerin mirasçılarıdır." Buhârî, I, 37 -bab başlığında-; İbn Hibbân, es-Sahih, I, 289, 290; Tirmizî, V, 48; Dârimî, I, 110; Ebû Dâvûd, 111, 317; İbn Mâce, I, 81; Müsned, V, 196. âyetine benzer. Ayrıca Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Muhakkak biz peygamberler topluluğuna mirasçı olunmaz." Müslim, III, 1378-1381; Buhârî, III, 1126, 1127, 1360, IV, 1479, 1481; Tirmizî, II, 15ü; Ebû Dâvûd, III, 139, 142, 144, 145; Nesâî, VII, 132, 136; Muvatta’, II, 993; Müsned, I, 4, 6, 9, 10..., II, 463, VI, 145, 242. âyeti ile de şunu kastetmiş olabilir: Böyle bir durum peygamberlerin işi ve yaşayışının bir gereğidir. Her ne kadar aralarında bu husustaki en meşhur görüşe göre Zekeriya gibi malı mirasçı alınmış kimse bulunsa da bu böyledir. Bu da -müslümanların çoğunlukla davranışlarını gözönünde bulundurup-; biz müslümanlar topluluğunu ibadet yeteri kadar meşgul etmektedir, demeye benzer. İşte Sîbeveyh'in naklettiği şu; Biz Araplar topluluğu insanlar arasında misafirlere en çok ikramda bulunanlarız, ifadeleri de bu kabildendir. Derim ki: Bu husus daha önceden Meryem Sûresi'nde (19/6. âyet, 1. başlık ve devamında) geçmiş bulunmaktadır. Ancak sahih olan birinci görüştür. Çünkü Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Biz peygamberler topluluğuna mirasçı olunmaz" diye buyurmuştur ve bu âyet umumidir. Herhangi bir delil ile olmadığı sürece kimse bunun kapsamı dışında tutulamaz. Mukâtil dedi ki: Süleyman (aleyhisselâm)'ın mülkü (hükümdarlığı) Davud'dan daha büyük ve hüküm vermesi, hakimliği ondan daha ileri derecede idi. Dâvûd da, Süleyman (aleyhisselâm)'dan ibadete daha düşkün birisi idi. Başkası da şöyle demiştir: Hiçbir peygamberin mülkü ve hükümdarlığı onun mülkü ve hükümdarlığının ulaştığı seviyeye ulaşmamıştır. Çünkü yüce Allah insanları, cinleri, kuşları, yabani hayvanları onun emrine verdiği gibi, âlemlerden hiçbir kimseye vermediği şeyleri ona vermiştir. Süleyman hükümdarlık ve peygamberlik bakımından babasına mirasçı olmuştur. Ondan sonra onun şeriatı ile hükmetmiştir. Mûsa'dan sonra peygamber olarak gelen herkes, ister ayrıca risalet verilmiş olsun, ister verilmemiş olsun Mûsa (aleyhisselâm)’ın şeriati ile hükmetmiştir ve bu yüce Allah'ın Mesih Îsa'yı peygamber gönderip onun şeriatını neshettiği vakte kadar böylece sürmüştür. Süleyman (aleyhisselâm) ile hicret arasında yaklaşık 1800 yıllık bir süre vardır. Yahudiler ise 1302 yıl vardır, derler. Gerek bu rivâyetlere gerekse bundan sonra gelecek olan kuşların neler söylediklerine dair Süleyman (aleyhisselâm)'ın açıklamalarını ihtiva eden rivâyetlere -Peygamber Efendimize kadar ulaşan sahih bir senetleri bulunmadığından- itibar etmek söz konusu değildir. Yine denildiğine göre, Süleyman (aleyhisselâm)'ın vefatı ile Peygamberimizin doğumu arasında yaklaşık 1700 yıl vardır. Yahudiler ise bundan üçyüz yıl eksik bir tarih verirler. Süleyman, elli küsur yıl yaşamıştır. Yüce Allah’ın: "Dedi ki: Ey İnsanlar" âyeti şu demektir: Süleyman, İsrailoğullarına yüce Allah'ın nimetlerine şükürünü ifade etmek üzere "bize kuşların dili öğretildi" dedi. Yani yüce Allah, Dâvûd (aleyhisselâm)'dan miras olarak aldığımız ilim, peygamberlik ve yeryüzünde halifeliğine mirasçı oluşumuzdan ayrı olarak, bizlere kuşların çıkardığı seslerden içlerindeki manaları kavrama lütfunu da ihsan etmiştir. Mukâtil bu âyet-i kerîme hakkında şöyle demektedir: Bir gün Süleyman (aleyhisselâm) oturur iken yanında belli bir şeyin etrafında dönen bir kuş geçti. Yanında bulunanlara: Bu kuşun ne dediklerini biliyor musunuz? Bu kuş bana şunları söyledi: Ey saltanat sahibi hükümdar ve ey Israifoğullarının peygamberi selam sana! Yüce Allah sana ikramda bulunmuştur. Seni düşmanlarına karşı muzaffer kılmıştır. Ben şimdi yavrularımın yanına gideceğim, ikinci bir defa sana geleceğim. O biraz sonra bize ikinci defa gelecek derken kuş döndü, Süleyman (aleyhisselâm) dedi ki: Bu kuş şöyle diyor: Ey saltanat sahibi hükümdar selam sana. Eğer izin verirsen ben yavrularım için bir şeyler kazanayım taki yetişsinler, sonra senin yanına geleyim o vakit bana istediğini yap. Süleyman onlara kuşun söylediklerini bildirdi, ondan sonra da ona izin verdi, kuş da gitti. Ferkad es-Sebehî dedi ki: Süleyman bir ağacın üzerinde kafasını oynatan, kuyruğunu hareket ettiren bir bülbülün yanından geçiyordu. Arkadaşlarına bu: Bülbülün ne dediğini biliyor musunuz? diye sordu. Onlar: Hayır ey Allah'ın peygamberi dediler. Süleyman dedi ki: Bu bülbül şöyle diyor: Ben bir meyvenin yarısını yedim. Artık bundan sonra dünya umurumda değil. Yine bir ağacın üstünde bir hüdhüd kuşu gördü, küçük bir çocuk da ona bir tuzak kurmuştu. Süleyman: Ey hüdhüd dikkat et dedi, kuş: Ey Allah'ın peygamberi bu akılsız bir çocuktur, ben de onunla dalga geçiyorum, dedi. Daha sonra Süleyman geri döndüğünde kuşun çocuğun tuzağına yakalanmış olduğunu ve çocuğun elinde bulunduğunu gördü. Ey hüdhüd bu da ne? dedi. Hüdhüd: Ey Allah'ın peygamberi ben o tuzağı göremedim ve nihayet ona düştüm dedi. Süleyman: Yazık sana, sen yerin altındaki suyu görüyorsun da sana kurulan tuzağı görmüyor musun? Hüdhüd dedi ki; Ey Allah'ın peygamberi tedbirin takdire karşı faydası yoktur. Ka'b dedi ki: Süleyman b. Davud'un yanında bir yaban güvercini (ya da erkek kumru) öttü. Süleyman: Bunun ne dediğini biliyor musunuz? diye sordu. Onlar: Hayır dediler, dedi ki; Bu kuş diyor ki: Ölmek için doğunuz, sonunda yıkılsın diye bina yapınız. Bir üveyik kuşu Öttü, bunun ne dediğini biliyor musunuz? diye sordu. Onlar: Hayır dediler. Dedi ki: Bu kuş şöyle diyor: Keşke bu mahlukat yaratılmamış olsaydı, madem yaratıldılar keşke ne için yaratıldıklarını bilmiş olsalardı. Yine onun önünde bir tavus kuşu öttü. Bunun ne dediğini biliyor musunuz? diye sordu. Onlar: Hayır dediler. Dedi ki: Bu ne şekilde davranırsan sana öyle muamele yapılır demektedir. Yanında bir hüdhüd kuşu öttü, bunun ne dediğini biliyor musunuz? diye sordu. Onlar: Hayır dediler. Dedi ki: Bu: Merhamet etmeyene, merhamet olunmaz dedi. Yine yanında bir göçeğen kuşu öttü. Bunun ne dediğini biliyor musunuz? diye sordu. Onlar: Hayır dediler. Dedi ki: Ey günahkârlar Allah'tan mağfiret dileyin. İşte bundan dolayı Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) o kuşun öldürülmesini yasaklamıştır. Denildiğine göre göçeğen kuşu Evin (Kabe'nin) mekânını Âdem'e gösteren kuştur. İlk oruç tutan kuş odur. Bundan dolayı bu kuşa "es-sallallahü aleyhi ve sellemvâm" denilmiştir. Bu da Ebû Hüreyre'den rivâyet edilmiştir. Huzurunda bir bağırtlak kuşu öttü. Bunun ne dediğini biliyor musunuz? diye sordu. Onlar: Hayır dediler. Dedi ki: Bu diyor ki: Her yaşayan ölür, her yeni eskir. Yanında dişi bir kırlangıç öttü. Bunun ne dediğini biliyor musunuz? diye sordu. Onlar: Hayır dediler. Dedi ki: Bu kuş diyor ki: Önden hayır gönderiniz, onu bulacaksınızdır. Bundan dolayı Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) kırlangıç kuşunun öldürülmesini yasaklamıştır. Denildiğine göre; Âdem cennetten çıktı, yüce Allah'a yalnızlıktan şikayet etti. Yüce Allah ona kırlangıç kuşu ile teselli verdi ve bu kuşun evlerde barınmasını takdir buyurdu. O bakımdan bu kuşlar teselli vermek için Âdem oğullarından ayrılmazlar. Bu kuş yüce Allah'ın kitabından dört âyet-i kerimeyi de bilir: "Şayet Biz bu Kur'ân'ı bir dağa indirseydik..." âyetinden sûrenin sonuna kadar bilir ve yüce Allah'ın: "O Azizdir, Hakimdir." (el-Haşr, 59/21-24) âyetini da okurken sesini uzatır. Süleyman (aleyhisselâm)'ın huzurunda bir güvercin öttü. Ne dediğini biliyor musunuz? diye sordu. Onlar: Hayır dediler. Dedi ki: Bu güvercin diyor ki: Semavât ve arzında mevcut olan varlıkların sayısınca subhane rabbiye'l-a'lâ. Yine Süleyman (aleyhisselâm)'ın yanında bir kumru Öttü. Bunun ne dediğini biliyor musunuz? diye sordu. Onlar: Hayır dediler. Dedi ki: Bu kuş: Subhane rabbiye’l-aziym el-Müheymin (pek büyük ve herşeye mutlak egemen olan Rabbimin şanı ne yücedir) demektedir. Ka'b dedi ki: Yine Süleyman onlara anlatmaya devam etti. Dedi ki: Karga şöyle diyor: Allah'ım gümrük ve vergi memurlarına lanet eyle! Çaylak da şöyle diyor: "O'nun zatı müstesna herşey helâk olacaktır." Keklik: Susan esenliğe kavuşur der. Papağan: Bütün çabası dünya için olanın vay haline! Kurbağa: Subhane Rabbiye'l-Kuddus. Kartal: Subhane Rabbiy ve bi hamdihi. Yengeç; Her mekanda her dil ile ismi anılanın şanı ne yücedir, diyor dedi. Mekhût dedi ki: Süleyman'ın yanında turaç kuşu öttü. Bu ne diyor biliyor musunuz? diye sordu. Onlar: hayır dediler. Dedi ki: Bu kuş: "Rahmân (olan Allah) Arşa istiva etti" diyor. el-Hasen dedi ki: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Horoz öttüğü vakit ey gafiller Allah'ı anın der." el-Munâvî, Feydu'l-Kadîr, I, 380 el-Hasen b. Ali b. Ebî Tâlib dedi ki: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Kerkez öttüğünde der ki: Ey Âdemoğlu istediğin kadar yaşa, sonunda öleceksin. Tavşancıl kuşu da öttü mü der ki: İnsanlardan uzak kalmak rahattır. Kamber kuşu öttü mü şöyle der; Allah'ım, Muhammed soyundan gelenlere buğzedenlere lanet et. Kırlangıç kuşu öttü mü: "Elhamdu lillahi Rabbi’l-alemiyn"i sonuna kadar okur ve "vele'd-dalliyn" diyerek Kur'ân okuyan kimsenin yaptığı gibi sesini uzatır.' Katâde ve en-Nehaî dedi ki: Bu husus sadece kuşlara mahsustur. Çünkü Süleyman (aleyhisselâm); "Bize kuşların dili öğretildi" demiştir. Karınca da uçan bir varlıktır, çünkü bazılarının kanatları bulunabilir. en-Nehaî dedi ki: İşte bu karınca da iki kanatlı bir karınca idi. Bir kesim de şöyle demiştir: Süleyman (aleyhisselâm)'a bütün hayvanların dili öğretilmişti. Özellikle kuşların söz konusu edilmesi, Süleyman (aleyhisselâm)'ın güneşe karşı gölgelenmek, bir takım işler için onları göndermek hususunda onları duyduğu ihtiyaç dolayısıyla zikredilmişlerdir. Kuşların bu şekilde çokça müdahaleleri olduğundan ötürü bilhassa anılmışlardır, Diğer taraftan; diğe; hayvanların bu gibi özellikleri nadirdir ve kuşlarda görüldüğü gibi çokça tekrarlanmaz. Ebû Ca'fer en-Nehhâs dedi ki: Mantık (dil) bazen söz söylemeksizin de anlaşılabilen şeyler hakkında kullanılır. Bununla birlikte neyi murad ettiğini en iyi bilen yüce Allah'tır. İbnu'l-Arabî dedi ki: Süleyman (aleyhisselâm) için o sadece kuşların dilini biliyordu diyen kimselerin bu bilgileri büyük bir eksikliktir. Çünkü insanlar ittifakla şunu kabul etmişlerdir: O, konuşmayan varlıkların sözlerini anlardı. Hatta bitkilerde dahi onun için konuşma kabiliyeti :halk edilirdi. Herbir bitki ona; Ben filan bitkiyim, filan ağacım, şu şu işe yararım ve şöyle şöyle zararlarım vardır, derlerdi. Durum böyle olduğuna göre ya hayvanlar hakkında ne denilir! |
﴾ 16 ﴿