19Sözünden dolayı gülercesine tebessüm edip dedi ki: "Rabbim! Bana ve ana-babama ihsan ettiğin nimetine şükür etmeyi ilham et. Razı olacağın salih amel işlemeye de muvaffak kıl. Rahmetinle beni salih kullarının arasına kat." "Sözünden dolayı gülercesine tebessüm etti." Bu tebessümü hayretle olmuştu. Daha sonra karınca hızlıca hemcinslerinin yanına gidip, dedi ki: Yanınızda yüce Allah'ın şu peygamberine takdim edeceğiniz bir hediye var mı? Onlar: Bizim ona vereceğimiz hediyenin kıymeti ne olur ki? Allah'a yemin ederiz ki yanımızda bir tek köknar yemişinden başka bir şey yok. Karınca: Güzel, onu bana getirin, dedi. O yemişi ona götürdüler, ağzıyla o yemişi taşıyıp onu çekmeye koyuldu. Yüce Allah rüzgara emir vererek onu taşıdı. Kilimin üzerinde insanların, cinlerin, ilim adamlarının, peygamberlerin arasından -onları yara yara- geçti ve nihayet önünde düştü. Sonra ağzındaki bu köknar yemişini onun avucuna bıraktı ve şunları söylemeye koyuldu: "Bizim yüce Allah'a kendi malını hediye verdiğimizi görmez misin? Her ne kadar O'nun ona ihtiyacı yoksa da O bunu kabul eder. Eğer üstün ve değerli olana kadrine göre hediye verilecek olsaydı, Bir gün gelir deniz de, sahili de buna güç yetiremezdi. Bununla birlikte biz sevdiğimiz kimseye hediye takdim ederiz. O da bununla bizden hoşnut olur ve bu işi yapanın davranışını güzel karşılar Elbetteki bu onun soylu davranışlarındandır. Yoksa bizim mülkümüzde ona lâyık hiçbir şey yoktur," Süleyman (aleyhisselâm) ona dedi ki: Allah sizi mübarek kılsın. İşte karıncalar bu dua sayesinde yüce Allah'ın yaratıkları arasında O'na en çok şükreden ve sayıca en kalabalık olanlarıdır. İbn Abbâs dedi ki: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) dört canlının öldürülmesini yasaklamıştır: Hüdhüd, göçeyen kuşu, karınca ve arı. Bu hadisi Ebû Dâvûd rivâyet etmiş olup İbn Mâce, II, 1074'te hem İbn Abbâs'ın, hem işaret edilen Ebû Hüreyre'nin rivâyeti yer almaktadır. Ebû Muhammed Abdu’l-Hak sahih olduğunu belirtmiştir. Ayrıca Ebû Hüreyre yoluyla da bu hadis rivâyet edilmiştir. Daha önce de el-A'raf Sûresi'nde (7/133. âyet, 5. başlıkta) geçmiş bulunmaktadır. Karınca Süleyman (aleyhisselâm)'ı övmüş ve gücünün yettiği en güzel şekilde; onlar sizi çiğneyecek olurlarsa, farkında olmadan çiğneyeceklerini, bu işi kasten yapmayacaklarını belirtmiş ve ifade etmişti. Böylelikle onların zulmeden kimseler olmadıklarını dile getirmişti. Bundan dolayı öldürülmesini nehyetmiştir. Hüdhüd'ün de öldürülmesini nehyetmiştir, çünkü hüdhüd Süleyman (aleyhisselâm)'a suyun bulunduğu yerleri gösteriyor ve Belkıs'a onun gönderdiği elçi idi. İkrime dedi ki: Yüce Allah'ın Süleyman'ın hüdhüd kuşuna vereceği zararı önlemesi anne babasına İyilik yapan birisi olmasından ötürüdür. Göçeğen kuşuna gelince, ona çok oruç tutan (sallallahü aleyhi ve sellemvâm) denilir. Bu Ebû Hüreyre'den de rivâyet edilmiştir. O dedi ki: İlk oruç tutan kişi göçeğen kuşudur. İbrahim (aleyhisselâm) Şam'dan, Harem bölgesine Beytullah'ı bina etmek üzere çıkıp gittiğinde beraberinde Sekine ile göçeğen kuşu vardı. Göçeğen kuşu ona gideceği yerin kılavuzluğunu yapıyordu. Sekine ise bina edeceği ev miktarında idi. O evi yapacağı yere ulaşınca, bu sefer Sekine (gölge bırakan bulut) evin yerine düştü ve seslenerek dedi ki: Ey İbrahim gölgem miktarınca evi inşa et. Yine el-A'raf Sûresi'nde (az önce belirtilen yerde) kurbağanın öldürülüşünün yasaklanma sebebi zikredilmişti. en-Nahl Sûresi'nde ise (16/68. âyet, 1. başlıkta) arının öldürülmesinin yasaklanışının sebebi de açıklanmış bulunmaktadır. Eh doğrusunu bilen Allah'a hamdolsun, 2- Farkedemeyenler’in Kimlikleri: el-Hasen yüce Allah'ın: "Sizi çiğnemesin" âyetini şeklinde okumuştur. Yine ondan gelen bir rivâyete göre dîye okumuştur. Ondan ve Ebû Recâ'dan nakledildiğine göre diye okumuşlardır. ise "kırmak, geçirmek" demektir. "Onu paramparça etti" anlamındadır, "Paramparça oldu, kırıldı, döküldü" demektir. da kırıp, dökmek, paramparça etmek anlamındadır. "Onlar farkında olmadan 'in Süleyman ve askerlerinin hali olması mümkündür. Bu durumda halde amel eden "sizi çiğnemesin" âyetidir. Yahutta karıncanın halini ifade eden bir lâfız olabilir, o takdirde âmil "dedi ki" âyetidir. Karınca askerlerin farkında olmadıkları bir halde iken bu sözleri söyledi, demek olur. Bu da: " İnsanlar gafil iken ben ayağa kalktım" demeye benzer. Yahut yine "karınca"dan hal olabilir. Âmil de "dedi ki" olup: Karıncalar Süleyman'ın o karıncanın söylediği sözleri anladığının farkında değilken... dedi ki... demek olur. Ancak böyle bir mana uzak bir ihtimaldir, ileride gelecektir. 3- Hayvanları Cezalandırmanın Hükmü: Müslim'in kaydettiği rivâyete göre Ebû Hüreyre: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'dan şöyle buyurduğunu nakletmektedir: "Bir karınca peygamberlerden birisini ısırdı. Peygamber oradaki karınca yuvalarının yakılmasını emretti. Yüce Allah ona: Seni ısıran bir karınca sebebiyle mi teşbih eden bir topluluğu helâk ettin." diye vahyetti. Bir başka rivâyetinde: "Niye (sen de) tek bir karıncayı cezalandırmadın?..." şeklindedir. Müslim, IV, 1759; Buhari, III, 1099; Ebû Dâvûd, IV, 367; İbn Mâce, II, 1075; Müsned, II, 402. İlim adamlarımız dedi ki: Denildiğine göre bu peygamberin Mûsa (aleyhisselâm) olduğu söylenmektedir. O şöyle sormuştu: Sen de bir kasaba halkını masiyetleri sebebiyle -aralarında itaatkar kimseler olduğu halde- helâk ediyorsun? Sanki Yüce Allah ona bunun hikmetini göstermeyi dilediği için ona aşırı bir sıcak yaptı. Nihayet dinlenmek üzere bir ağacın gölgesine çekildi. Yakınında da karınca yuvaları vardı. Ağacın gölgesinde uyuya kaldı. Tam uykunun tadına varmışken bir karınca onu ısırıp rahatsız etti. Bu karıncaları ayaklarıyla ezdi ve öldürdü. Yuvalarının yakınında bulunan o ağacı da yaktı. Yüce Allah da bu hususta ona ibret yönünü gösterdi: Çünkü o da kendisini bir karınca ısırdığı halde, o karıncaya verilmesi gereken cezayı diğerlerine de vermişti. Bununla şuna dikkatini çekmek istemişti: Allah'ın verdiği (dünyevi) azap, geneli kapsar. Bu cezalar itaatkarlar için bir rahmet, bir bereket olur. İsyankarlar için de bir kötülük ve intikam olur. Buna göre Hadîs-i şerîfte karıncaları öldürmenin mekruh ya da yasak olduğuna delalet edecek bir taraf olmaz. Çünkü sana eziyet veren herbir şeyi kendinden uzaklaştırmak senin için mubahtır. Yüce Allah'ın yarattıkları arasında ise mü’minlerden daha üstün ve değerli bir kimse de yoktur. Âdemoğlunun dahi gerektiğinde belirtilen ölçüler çerçevesinde kendisini savunmak kastı ile saldıranı öldürmek ya da dövmekle bertaraf etmesi mubah kılınmıştır. Âdemoğlu için müsahhar kılınmış ve insanların emrine verilmiş olan haşerat ve canlıların durumu ya nasıl olacak? Bu gibi canlılar insana eziyet vericek olurlarsa, onları öldürmek mubah olur. Buna göre, hadis, karıncaların öldürülmesi yasak ya da mekruh bir iş olduğuna delil teşkil etmez. Çünkü kişiye eziyet veren varlığı, kişinin kendisinden uzaklaştırması helaldir. Allah'ın yaratıkları arasında mü’min kadar hürmete değer ve eziyete uğratılması yasak bir yaratık yoktur. Böyle eziyet veren bir varlığı, -boyutuna göre- öldürmek ya da vurmak suretiyle defetmek, mubahtır. Hele insanlara müsahhar kılınmış ve emrine verilmiş hayvanlar ve haşerat hakkında daha ne söylenebilir? Bunlar kişiye eziyet verecek olurlarsa, öldürülmeleri mubah olur. İbrahim (en-Nehaî)'den: Seni rahatsız eden karıncayı öldür, dediği rivâyet edilmiştir. Hadîs-i şerîfteki: "Niye tek bir karıncayı cezalandırmadın?" ifadesi eziyet verene eziyet edilebileceğine ve öldürülebileceğine delildir. Öldürmek, bir fayda sağlamak ya da bir zararı önlemek için olduğu sürece ilim adamlarınca sakıncalı görülmemiştir. O'na, "Herhangi bir karınca" öldürebileceği söylenmiş ve bizzat onu ısıran karınca diğerleri arasından tahsis edilmemiştir. Çünkü bundan kasıt kısas değildi, zira kısası kast etmiş olsaydı, ona: Niye seni ısıran karıncayı öldürmekle yetinmedin, denilecekti. Ancak böyle denilmeyip ona; (Eziyet veren) bir karıncanın yerine, neden bir karıncayı cezalandırmakla yetinmedin, denildi. Bu ifade ile cinayeti işleyeni de, suçsuzu da genel olarak kapsadı. Böylece onun Rabbine sorduğu "aralarında itaatkar ve isyankar insanlar bulunduğu halde bir kasaba halkına ne diye azâb ettiği?" sorusunun cevabına dikkatini çekmek istemişti. Şöyle de açıklanmıştır; Sözü edilen peygamberin şeriatinde hayvanları yakmak suretiyle cezalandırmak câiz idi. Bundan dolayı yüce Allah bizzat yaktığı için değil de pek çok karıncayı yaktığı için ona sitemde bulunmuştur. Nitekim Hazret-i Peygamber'in: "Niye bir tek karıncaya değil de..." diye sorulduğunu belirttiğini görüyoruz. Yani sen niçin sadece bir karınca yakmakla yetinmedin? Bu ise bizim şeriatimize uygun değildir. Çünkü Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ateşle yakmak suretiyle azaplandırmayı yasaklamış ve: "Allah'tan başka hiçbir kimse ateş ile azaplandırmaz." Ebû Dâvûd, IH, 54, 55, IV, 367; İbnul-Cârûd, el-Munteka, I, 365; Dârimi, II, 293; Beyhakî, es-Sunenu'l-Kübrâ. IX, 71, 72; Müsned, II, 307, 338, 453. diye buyurmuştur. Aynı şekilde o peygamberin şeriatinde de karıncaları öldürmek mubah idi. O bakımdan yüce Allah bizzat karıncalan öldürdü diye ona sitem etmemiştir. Bizim şeriatimizde ise İbn Abbâs ve Ebû Hüreyre yoluyla gelen hadislerde bu hususun nehyedildiği bilinmektedir 18. ve 19. ayetlerin tefsiri 1.. başlık'ın sonlarında hadis geçmişti. Oradaki nota ve el-Araf, 7/133- ayet ve 5. başlığa bakınız İmâm Mâlik, karıncanın zarar vermesi ve bu zararın ancak öldürmek ile önlenebilmesi hali dışında, karıncaların öldürülmesini mekruh kabul etmiştir. Şöyle de denilmiştir: Sözü geçen peygambere yüce Allah, bir tanenin eziyet etmesine rağmen büyük bir topluluğu helâk etmek suretiyle nefsi için intikam alması dolayısıyla sitem etmiştir. Oysa uygun olanı onun sabredip affetmesi idi. Fakat peygamber bu türün Âdemoğullarına eziyet verdiğini tesbit etmiştir. Âdemoğlunun saygınlığı ise nâük olmayan diğer canlıların saygınlığından çok daha büyüktür, Şayet sadece bu mantıkla hareket edip tabiî olarak intikam alıp içini soğutma arzusu buna katılmamış olsaydı, bundan dolayı da ona sitem edilmezdi. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır. Fakat hadisin ifadelerinin delâlet ettiği şekilde; intikamını susturma arzusu buna eklenince, bu davranışı dolayısıyla ona sitem olundu. 4- Canlı Varlıkların Teşbihi Nasıldır: Hadîs-i şerîfte geçen: "Seni ısıran bir karınca sebebiyle mi teşbih eden ümmetlerden bir ümmeti helâk ettin.?" sözü onların teşbihinin sözlü ve nutk ile yapılmış olmasını gerektirmektedir. Nitekim yüce Allah da karıncaların kendi aralarında konuştuklarını, Süleyman (aleyhisselâm)'ın da -bir mucize olmak üzere- bunu anladığını ve karıncanın sözleri dolayısıyla tebessüm ettiğini haber vermektedir. İşte bu çok açık bir şekilde karıncaların bir konuşmalarının olduğunu, fakat herkesin de bu konuşmayı duyamadığını göstermektedir. Yüce Allah'ın olağanüstü olarak işitmesini istediği herhangi bir peygamber ya da bir veli dışında kimse onların konuşmalarını duyamaz. Biz kendimiz böyle bir konuşma sesini duymuyoruz diye bunu inkâr etmeyiz. Çünkü idrâk edememek, idrâk olunan bir şeyin bizatihi olmamasını gerektirmez. Diğer taraftan insan bazen içinden bir takım söz ve konuşmaları geçirdiği halde, ancak diliyle söyledikleri işitilir. Şanı yüce Allah, Peygamberimiz Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) için de olağanüstü bir hadise olmak üzere kendi kendilerine konuşan bir topluluğun içinden konuştukları sözleri ona işittirmiş, o da onlara içinden geçirdiklerini haber vermiştir. Nitekim bir çok İmâmımız Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'a mucizelere dair yazılmış kitaplarda bu kabilden bir çok rivâyet nakletmelerdir. Aynı şekilde yüce Allah'ın keramet ihsan ettiği velilerin bir çoğu da bir çok vesile ile benzeri şeyler göstermişlerdir. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in: "Benim ümmetim arasında özel ilhama mazhar kimseler vardır. Şüphesiz ki Ömer de bunlardandır" İbn Kuteybe, Te'vilu Muhtelifi'l-Hadis, s. 162 hadisinde kastettiği de budur. Cansız varlıkların tesibihi ile ilgili açıklamalar ise daha önceden el-İsra Sûresi'nde (17/44. âyetin tefsirinde) geçmiş bulunmaktadır. Ayrıca bunun delâlet-i hal yolu ile bir teşbih olmayıp, dille ve sözle yapılan bir teşbih olduğu da orada açıklanmıştır. Yüce Allah'a hamdolsun. Yüce Allah'ın: "Sözünden dolayı gülercesîne tebessüm edip, dedi ki..." âyetinde "gülercesine" anlamındaki; kelimesini İbn es-Sümeyka' elifsiz olarak diye okumuştur. Bu kelime "tebessüm"ün delalet ettiği hazfedilmiş bir fiilin masdarı olarak nasbedilmiştır, Sanki; bir şekilde güldü, demiş gibidir. Sîbeveyh'in görüşü budur. Sîbeveyh'in dışındaki ilim adamlarına göre ise; bu bizzat "tebessüm edip" fiili ile nasbedilmiştir, çünkü bu da "güldü" anlamındadır. Bunu elifle okuyanların kıraatine göre ise "tebessüm edip'deki zamirden hal olmak üzere nasbedilmiştir. Anlamı ise gülmek kadar tebessüm etti, şeklindedir. Çünkü gülmek tebessümü kapsar, tebessüm ise gülmekten aşağıdır ve gülmenin başlangıcıdır. "Gülümsedi, gülümser, gülümsemek" denilir. İsm-i faili şeklinde gelir. Fiil; "Gülümsedi, gülümser, gülümsemek" şeklinde de kullanılır. ise ağız (gülümseme yeri) demektir. Bu da; Oturma yeri" meclis lâfzının den gelmesine benzer. Çokça gülümseyen adam" demektir. Kısacası gülümsemek (tebessüm) gülmenin başlangıcıdır. "Gülmek" ise başlangıcı ve sonu ifade eder. Şu kadar var ki gülmek gülümsemeden daha ileri olmayı gerektirir. Eğer kişi gülümsemeden ileriye gidip de kendisini zaptetmeyecek olursa, bu sefer; "Kahkaha ile güldü" denilir. Tebessüm, peygamberlerin çoğunlukla gülmelerini teşkil eder. Sahih hadiste yer alan rivâyete göre Cabir b. Semura'ya şöyle sorulmuş: Sen Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ile birlikte aynı mecliste oturur kalkar miydin? o; Evet pek çok diye cevap verdi. Sabah namazını kıldığı yerinden güneş doğuncaya kadar kalkmazdı. Güneş doğduktan sonra yerinden kalkardı. Bu arada (ashab) birbirleriyle konuşup, cahiliye dönemindeki hallerinden sözederler gülerlerdi, o da tebessüm ederdi Müslim, I, 463, 1810; Müsned, V, 91 Yine Sahih'teki rivâyete göre Sa'd şöyle demiş: Müşriklerden müslümanlara pek çok zarar vermiş bir kişi vardı. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), Sa'd'a: "Anam babam sana feda olsun! Ok at" diye buyurdu. Sa'd dedi ki: Temreni bulunmayan bir ok çektim. O oku böğrüne isabet ettirdim. Yere düştü, avreti açıldı. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) da, ben onun azı dişlerini görünceye kadar güldü. Müslim, IV, 1876. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) çoğunlukla tebessüm ederdi. Bazı hallerde de tebessümden daha ileri ve küçük dilin görüldüğü aşırı derecedeki gülmekten daha aşağı derecede gülerdi. Aşın derecede bir İşi beğendiğinde nadiren büyük azı dişleri görülünceye kadar da güldüğü olurdu. İlim adamları bu türden çokça gülmeyi mekruh görmüşlerdir. Nitekim Lukman oğluna şöyle demiştir: Oğulcağızım! Çokça gülmekten sakın, çünkü o kalbi söndürür. Bu ifade Ebû Zerr ve başkaları yoluyla merfu bir hadis olarak da nakledilmiştir. el-Heysem i, Mecmau'z-Zevâid, IV, 216 Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) da, Sa'd (radıyallahü anh) sözü edilen adama ok atıp, isabet ettirince azı dişleri görününceye kadar güldü. Buna sebeb ise adamın avretinin açılması değil, isabet alması dolayısıyla sevinmesi idi. Çünkü Peygamber böyle bir şeye gülmekten münezzehtir. 6- Hayvanların Akılları ve Kavrayışları: İlim adamlarına göre bütün hayvanların kavrayışları ve akılları vardır. Bunda görüş ayrılığı yoktur. Şâfiî de: Güvercin kuşların en akıllılarıdır, demiştir. İbn Atiyye dedi ki; Karınca da uyanık, güçlü, koku alma duyusu son derece kuvvetli, bir takım şeyleri saklayan, yuvalar yapan, yeşermesin diye taneyi iki parçaya, kişnişi dördü bölen bir hayvandır. Çünkü kişniş iki parçaya bölündü mü yeşerir. Bir yıl boyunca topladıklarının yarısını yer, geri kalanını ise yedek olarak bırakır. İbnu'l-Arabî der ki: bize göre bu özel ilimlerdendir. Karınca ise yüce Allah'ın onun yaratılışında verdiği özellikleriyle bunları kavrayabilmiştir. Üstad Ebû'l-Muzaffer Şah Nûr el-İsferayinî der ki: Hayvanların, alemin ve yaratılmışların hadis olduklarını (sonradan yaratılmış olduklarını) ve yüce Allah'ın vahdaniyetini idrak etmeleri de uzak bir ihtimal değildir. Şu kadar var ki; biz onların dillerini anlayamadığımız gibi, onlar da bizim dilimizi anlamazlar. Bizim bu hayvanların peşinden koşmamız, onların da bizden kaçmalarına gelince; bu da cinslerin ayrılıklarının bir gereğidir. "Rabbim bana ve ana babama ihsan ettiğin nimetine şükür etmeyi İlham et!" Buyrukdaki; (........) mastar manası verir. (........) da "bana bunu ilham et" demektir. Aslıda; den gelmektedir. O: Seni gazaplandıran işlerden beni uzak tut, demiş gibidir. Muhammed b. İshak dedi ki: Kitap ehlinin iddiasına göre Süleyman'ın annesi yüce Allah'ın Dâvûd (aleyhisselâm)'ı kendisiyle imtihan ettiği Orya denilen (kumandanının) hanımı idi. Yahutta kocası vefat ettikten sonra Dâvûd (aleyhisselâm) onunla evlenmiş ve ona Süleyman (aleyhisselâm)'ı doğurmuştu. Buna dair daha geniş açıklamalar yüce Allah'ın izniyle Sa'd Sûresi'nde (38/21-25. âyetler, 18. başlıkta) gelecektir. "Rahmetinle beni salih kullarının arasına kat!" İbn Zeyd'den rivâyete göre beni onlarla birlikte kıl, demektir. Manası: Beni de salih kullarının arasına kat, demek olduğu da söylenmiştir. (Mealdeki gibi). |
﴾ 19 ﴿