20

Bir de kuşları araştırdı ve dedi ki: "Neden hüdhüdü göremiyorum, Yoksa o kayıplara karışanlardan mı oldu?

Bu âyete dair açıklamalarımızı onsekiz başlık halinde sunacağız:

1- Hazret-i Süleyman'ın Hüdhüd Kuşunu Araştırmasının Sebebi:

"Bir de kuşları araştırdı" âyeti ile yüce Allah daha önce sözü edilen şekilde karınca ile ilgili olayın geçtiği yolculuk esnasında, başından geçen bir başka olayı söz konusu etmektedir.

"(........): Araştırmak, gözünün önünden kaybolan bir şeyi arayıp, bulmak istemek" demektir. Tayr (kuş) ise çoğul bir isimdir, bunun da tekili dır. Burada kuşlardan kasıt, kuşların cinsi ve kuşların topluluğudur. Kuşlar yolculuğu esnasında onunla birlikte bulunur, kanatlarıyla ona gölge yaparlardı.

Süleyman (aleyhisselâm)’ın kuşları araştırmasının ne demek olduğu hususunda farklı görüşler vardır. Bir kesime göre bu yönelim işlerine gösterilen itinanın ve yönetim işlerinin herbirisine gereken ihtİmâmı göstermenin bir gereğidir. Âyetin zahirinden de anlaşılan budur.

Bir başka kesimin görüşü de şöyledir: Onun kuşları araştırmasının sebebi, hüdhüd kuşunun kaybolması üzerine güneşin onun bıraktığı boşluktan girmesi idi. İşte bu, kuşları araştırmasının sebebi olmuştu. Böylelikle güneşin nereden girdiğini tesbit etmiş olacaktı.

Abdullah b. Selam da dedi ki: Hüdhüd'ü aramasına sebeb suyun yerin ne kadar derinliğinde olduğunu bilme ihtiyacını hissetmesi idi. Çünkü Süleyman (aleyhisselâm) su bulunmayan bir yerde konaklamıştı. Hüdhüd ise yerin içini de, dışını da görürdü. Süleyman'a da suyun nerede bulunduğunu haber verirdi. Daha sonra da cinler kısa bir zaman zarfında bu suyu çıkartırlardı. Tıpkı koyunun derisinin yüzüldüğü gibi, yeryüzü toprağını o suyun üzerinden öylece soyarlardı. Bu açıklamayı İbn Selam'dan gelen rivâyete göre İbn Abbâs yapmıştır.

Ebû Miclez dedi ki; İbn Abbâs, Abdullah b. Selam'a: Sana üç soru sormak istiyorum dedi. Abdullah: Sen Kur'ân okuyan birisi olduğun halde bana mı soru soracaksın? deyince, İbn Abbâs: Evet, diye üç defa tekrarladı ve şöyle sordu: Süleyman diğer bütün kuşlar arasından niye hüdhüdü araştırdı? İbn Selam dedi ki: Suya ihtiyacı oldu ve suyun ne kadar derinlikte olduğunu -ya da mesafede diye söyledi- bilemiyordu. Hüdhüd ise diğer kuşlar arasından bunu bilebîliyordu, onu araştırmasının sebebi budur.

en-Nekkaş'ın kitabında da şöyle denilmektedir; Hüdhüd mühendis idi.

Rivâyete göre Nafî' b. el-Ezrak, İbn Abbâs'ın hüdhüd ile ilgili açıklamalarda bulunduğunu duymuş, ona: Dur ey (delil yoksa) duran kişi! Hüdhüd kendisine kurulan tuzağa düşen ve bu tuzağı göremeyen bir kuş iken, yerin içini nasıl görebilir? İbn Abbâs ona; Kader geldi mi göz kör olur, diye cevap verdi.

Mücahid dedi ki: İbn Abbâs'a kuşlar arasından hüdhüdü nasıl araştırdı? diye soruldu, şu cevabı verdi: Bir yerde konakladı, suyun ne kadar derinlikte olduğunu bilmiyordu, Hüdhüd ise bunu bitebiliyordu, ona sormak istedi.

Mücahid dedi ki: Küçük çocuk hüdhüd kuşuna ağ serer ve onu avlar. Nasıl bunları bulabilir? İbn Abbâs dedi ki: Kader geldi mi göz kor olur.

İbnu'l-Arabî dedi ki: Kur'ân'ı iyice bilen bir kimseden başka böyle bir cevap veremez.

Derim ki: Bu cevabı daha önceden de belirttiğimiz gibi hüdhüdün kendisi Süleyman'a vermişti. Şöyle bir şiir söylenmiştir:

"Yüce Allah bir kişi hakkında bir işi murad ederse,

Hem o kişi akıl, görüş ve basiret sahibi olsa dahi,

Ve bir de çarelerin üstüne gelen olup da bütün bu çareleri,

Kaderin hoşlanmayan sebeblerinden gelecek olanları defetmek için ortaya koyarsa,

Yüce Allah onun kulaklarını, aklını kapatır.

Ve aklını kafasından kılın çekilmesi gibi sıyırır, çeker,

Nihayet hükmünü onun hakkında icra eyledi mi

İbret alsın diye aklını ona geri verir,"

el-Kelbî dedi ki: Yolculuğu esnasında yanına sadece bir hüdhüd kuşu almıştı. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.

2- Yöneticinin Yönettiklerinin İşleri İle İlgilenmesi:

Bu âyet-i kerimede İmâmın (İslâm devlet başkanının ve yöneticilerinin) yönetimleri altında bulunanların durumlarını iyice araştırmalarına, onları gereği gibi korumalarına delil vardır. Küçüklüğüne rağmen hüdhüdün durumu Süleyman (aleyhisselâm)'a gizli kalmamıştı. Ya büyük işler hakkında ne düşünülür? Yüce Allah Ömer (radıyallahü anh)'a rahmetini İhsan eylesin. O da aynı yolu izlerdi. Şöyle demişti: Fırat kenarında bir kurt bir keçiyi kapacak olsa, şüphesiz Ömer ondan sorumlu tutulacaktır. Yönetimi altındaki ülkelerin harab olduğu, yönettiklerinin zayi olduğu, çobanların kaybolduğu bir yönetici hakkında ne düşünürsünüz?

Sahih'teki rivâyete göre Abdullah b. Abbas'tan şöyle kaydedilmektedir: Ömer b. el-Hattâb, Şam'a gitmek üzere yola koyuldu. Serğ denilen yerde ordu kumandanları onu karşılamaya geldi: Ebû Ubeyde ve arkadaşlan, ona Şam bölgesinde veba bulunduğu haberini verdiler... İlim adamlarımız dediler ki: Ömer(radıyallahü anh)'ın Şam'a gitmek üzere yola çıkması (Halifenin tebasını kontrol ettiğine işaret vardır). -Halife b. Hayyat'ın belirttiğine göre- Beytu'l-Makdis'in hicri 17. yılda fethedilmesinden sonra olmuştu. O yönettiklerinin hallerini ve kumandanlarının durumlarını bizzat kendisi araştırırdı. Kur'ân, sünnet, yöneticinin yönettiği kimselerin durumlarını araştırmasına ve bunu bizzat doğrudan kendisinin yapmasına, uzun dahi olsa bu maksatla yolculuk yapmasına açıkça delalet etmekte ve bunu ifade etmektedir. Şu beyiti söyleyen İbnu’l-Mübarek'in Allah'ın rahmetine nâil olmasını dileriz:

"Zaten dîni kim bozdu ki hükümdarlardan,

Ve kötü ilim adamları ile kötü abidlerden başka?"

3- "Hüdhüdü Neden Göremiyorum?"

Yüce Allah'ın Neden hüdhüdü göremiyorum" âyeti "Hüdhüde ne oldu ki ben onu göremiyorum?" anlamındadır. Bu da manası sebebi bilinmeyen kalb (ifadelerin yer değiştirmesi) kabilindendir. Yine bir kimsenin diğerine; "Bana ne oluyor ki seni kederli görüyorum?" yani; "Neyin var (kederlisin)" demeye benzer.

Hüdhüd bilinen bir kuştur. Onun sesine de hedhede denilir.

İbn Atiyye der ki: Bu ifadeden maksat hüdhüdün ortada olmadığını, kaybolduğunu anlatmaktır. Fakat Süleyman (aleyhisselâm) hüdhüdün kayboluşunun gereği olan onu görmeyişini esas alarak, bu gereklilik konusunda kendisine bilgi verilmesi için soru sorma cihetine gitmiştir. Bu da bir çeşit icaz (veciz) konuşmaktır. Onun "Neden... um?" şeklindeki sorusu; edatının soru cümlesinin başında ayrıca gelmesi gereken) elif (soru hemzesi)nin yerini tutmuştur.

Şöyle de denilmiştir: Süleyman (aleyhisselâm): "Neden hüdhüdü göremiyorum" derken, kendisinin halini gözönünde bulundurmuştur. Zira o kendisine pek büyük bir mülkün verildiğini, mahlukatın emrine müsahhar kılındığını biliyordu. İşte şükür etme gereği onun itaatkâr olmasını, adaleti de sürekli kılmasını gerektirmişti, Hüdhüd nimetini bulamayınca şükür bakımından bir kusur işlemiş olabileceği hatırına geldi ve bu kusuru dolayısıyla bu nimetten mahrum olduğu kanaatine kapıldı. O bakımdan kendi halini araştırmaya koyuldu ve bundan dolayı "neden göremiyorum" dedi.

İbnu'l-Arabî der ki: Mutasallallahü aleyhi ve sellemvıf şeyhlerinin mallarını kaybettikleri vakit yaptıkları budur, onlar da kendi amellerini araştırırlar. Bu ise adab ile alakalı hususlarda böyle olduğuna göre peki ya bugün biz farzlarda bile kusurlu hareket ederken, ne yapmalıyız?

İbn Kesîr, İbn Muhaysın, Âsım, el-Kisaî, Hişam ve Eyyub "neden... um" anlamındaki soruyu; şeklinde 'ya" harfini üstün okumuşlardır. Aynı şekilde Yâsîn Sûresi'nde:

"Ben, beni yaratana ne diye ibadet etmeyecek mişim?" (Yâsîn, 36/22) âyetinde de böyle okumuşlardır. Ancak Hamza ile Yakub bunu sakin okumuşlardır. Geriye kalan Medine kıraat âlimleri ile Ebû Amr ise Yâsîn Sûresi'ndekini üstün ile bunu ise sakin (yani harfi med olarak) okumuşlardır.

Ebû Amr dedi ki: Çünkü bu Neml Sûresi'nde bulunan, istifhamdır. Diğeri ise intifa (nefyetmek)dir. Ebû Hatim ile Ebû Ubeyd sakin okuyuşu tercih ederek, "(........): Dedi ki: Neden... um?" diye okumuştur. Ebû Cafer en-Nehhâs: Bazıları mübteda olan ile kendisinden önceki ifadelere atfedilen arasında fark gözetmek istemişlerdir. Ancak bunun hiçbir kıymeti yoktur. Buradaki "ya" nefs-i miitekellim "ya"sidir. Araplar arasından bunu üstün ile okuyanlar olduğu gibi, sakin okuyanlar da vardır. O bakımdan kıraat âlimleri her iki şekilde de okumuşlardır. Mütekellim "ya"sı ile ilgili fasih söyleyiş ise onun meftuh olarak okunmasıdır, çünkü o hem bir isimdir, hem de tek bir harftir. Dolayısıyla tercih edilen sakin okunmayışıdır. Böylelikle isme haksızlık edilmemiş olur.

"Yoksa o kayıplara karışanlardan mı oldu?" âyetindeki;

"Yoksa"; "(Hayır)" anlamındadır.

20 ﴿