3

Yemin olsun onlardan önce geçenleri Biz İmtihan etmişizdir. Allah elbette doğru olanları da bilir, yalancı olanları da bilir,

"Yemin olsun onlardan önce geçenleri Biz İmtihan etmişizdir." Ateşe atılan İbrahim el-Halil gibi. Allah'ın dini uğrunda testerelerle biçilip de imanlarından geri dönmeyen o mü’min topluluk gibi geçmişleri sınamış bulunuyoruz.

Buhârî'de şu rivâyet yer almaktadır: el-Habbâb b. el-Erer'ten; (ashab) dediler ki: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) Kabe'nin gölgesinde bürdesine yaslanmış iken şikâyette bulunduk ve ona: Bizim İçin yardım dilemez misin? Bizim için dua etmez misin? dedik. Şöyle buyurdu: "Sizden öncekilerden bir adam alınır, onun için yerde bir çukur kazılır ve o çukura atılırdı. Sonra testere getirilir, başının üzerine konulur ve iki parçaya bölünürdü. Eti ve kemiği demir taraklarla birbirinden ayrılırdı ve bu dahi o kimseyi dininden geri döndürmezdi. Allah'a yemin ederim O, bu işi tamamlayacaktır. Öyle ki, bineği üzerinde kişi kalbinde Allah korkusu ile kurdun koyunlarına saldıracağı korkusundan başka hiçbir korku bulunmaksızın San'a'dan, Hadramût'a kadar yolculuk yapacaktır, fakat siz acele ediyorsunuz. " Buhârî, VI, 2546; Ebû Dâvûd, III, 47; Müsned, V, III, VI, 395.

İbn Mâce'de yer alan rivâyete göre de Ebû Said el-Hudrî şöyle demiştir: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın huzuruna girdim, ateşi oldukça yükselmişti. Elimi üzerine koydum, üzerindeki örtünün üstünden ateşinin sıcaklığını elimde hissettim. Ey Allah'ın Rasûlü dedim, ne kadar da ateşin var! O: "İşte bu şekilde bela bize kat kat verilir, ecir de bize kat kat verilir." Ey Allah'ın Rasûlü dedim, insanlar arasında belası en ağır olanlar kimlerdir? "Peygamberlerdir" diye buyurdu. Sonra kimlerdir? diye sordum. "Sonra salihlerdir" diye buyurdu. "Onlardan herhangi bir kimse fakirlik ile öyle bir sınanıyordu ki devenin üstüne çul olarak bırakılan ters çevrilmiş abadan başka giyecek bir şey bulamıyordu. Onlardan herhangi birisi, sizin herhangi birinizin rahat ve bolluğa sevindiği gibi; o da belaya sevinirdi." İbn Mâce, II, 1334.

Sa'd b. Ebi Vakkas da şöyle demiştir: Ey Allah'ın Rasûlü, insanlar arasında belaları en ağır kimlerdir? dedim. Şöyle buyurdu: "Peygamberlerdir, sonra en iyileri, sonra onlardan sonra gelenler. Kişi dinine göre belalara maruz kalır. Eğer dininde sapasağlam bir kimse ise belası artar. Şayet dinine bağlılığı nisbeten zayıf ise dinine göre belalara maruz kalır. Bela kula gelip isabet etmeye devam eder durur ve nihayet kişiyi yeryüzünde üzerinde hiçbir günah olmaksızın yürüyecek hale getirir. " Tirmizî, IV, 601; İbn Mâce, II, 1334; Müsned, 1, 185.

Abdurrahman b. Zeyd'in rivâyetine göre Îsa (aleyhisselâm)'in bir veziri (yardımcısı) vardı. Bir gün bineğine binip gitti. Yırtıcı bir hayvan onu alıp yedi, Îsa: Rabbim dedi, o senin dinin uğrunda benim vezirim (yardımcım), İsrailoğullarına karşı desteğim, onlar arasında benim halifem idi. Sen ona yırtıcı bir hayvanı musallat kıldın da onu yedi. Şöyle buyurdu: "Evet, onun benim nezdimde çok yüksek bir mertebesi vardı. Ameli ile ona ulaşmayacağını gördüm, bundan dolayı onu böyle bir belaya maruz kaldım ki; o mevkiye onu ulaştırayım."

Vehb dedi ki: Havarilerden bir adamın kitabında şunu okudum: Şayet sen belâ yolundan yürütülüyor isen bundan dolayı gözün aydın olsun. Çünkü sen böylelikle peygamberlerin ve salihlerin yolunda yürütülmüş oluyorsun. Eğer bolluk ve rahatlık yolundan götürülmekte isen kendin için ağla. Çünkü sen onların yolundan başka bir yolda yürütülmüş oluyorsun.

"Allah, elbette, doğru olanları da bilir." Yani Allah, Îmanlarında doğru ve samimi olanları ortaya çıkartacaktır. Buna dair açıklamalar daha önceden el-Bakara Sûresi'nde (2/177. âyet, 8. başlıkta) ve başka yerlerde geçmiş bulunmaktadır.

ez-Zeccâc dedi ki: Yüce Allah doğruların doğruluğunu, fiilen ortaya çıkarmak suretiyle bilsin diye, anlamındadır. Çünkü Çenab-ı Allah onları yaratmadan önce de kimin doğru, kimin yalancı olduğunu biliyordu. Burada maksat kula amelinin karşılığının verilmesini sağlayacak şekilde ilmine uygun olarak vakıanın meydana gelmesidir. Yoksa Cenab-ı Allah doğru olanın doğruluğunu, vukua geleceğini ve bunun böylece gerçekleşeceğini zaten biliyordu.

en-Nehhâs dedi ki: Bu hususta iki görüş vardır. Birincisine göre "doğru olanlar" âyeti "sıdk: doğruluk"den türemiş olabilir. "Yalancı olanlar" âyeti da doğruluğun zıttı olan "el-kezib: yalan"den türemiş olabilir. Bu durumda anlam şöyle olur: Yemin olsun yüce Allah doğru olup bizler mü’minleriz deyip aynı şekilde inanan kimseler ile yalancı olup da başka türlü inanca sahip olan kimseleri birbirinden açıkça ayırt edecektir. İkinci görüşe göre "doğru olanlar" lâfzı salabetli olmak demek olan; den "yalancı olanlar" da bozguna uğradı anlamına gelen; den türemiş olabilir. O takdirde; Elbette yüce Allah Savaşta sebat gösterenleri de, bozguna uğrayıp geri kaçanları da bilir, demek olur. Şairin şu beyitinde olduğu gibi:

"(Yemen taraflarında arslanlarıyla meşhur bir yer olan) Aaser denilen yerde yiğitleri avlayan bir aralandır o,

Arslan(lar) akranlarına karşı yalancı olduğunda (yani onları bırakıp geri çekildiğinde) o doğruluk gösterir (yerinde sebat eder.)"

Böylece:

"Elbette... bilir" âyeti mecazi olarak elbette açığa çıkartır anlamında kullanılmış olmaktadır,

"Elbette... bilir" anlamındaki âyeti cemaat "ya" ve "lâm" harflerini üstün olarak; diye okumuşlardır. Ali b. Ebî Tâlib ise "ya" harfini ötreli, "lâm" harfini de esreli okumuştur (bildirecektir, anlamına gelir). Bu da en-Nehhâs'ın yaptığı açıklamaların anlamına açıklık getirmektedir. Bunun da üç türlü manaya gelme ihtimali vardır: 1- Âhirette bu doğrulara ve yalancılara hem mükâfat ve ceza itibariyle konumlarını, hem de dünyadaki amellerini bildirecektir. Yani onların hallerine kendilerini vakıf kılacaktır. 2- Birinci mef'ûl şu takdirde hazfedilmiş olabilir: Yüce Allah insanlara ve aleme bu doğru söyleyenleri de, yalancıları da bildirecektir, ilan edecektir. Yani onları açıklayacak, teşhir edecektir. Doğru olanları hayırda, yalancı olanları da serde; ve bu hem dünyada, hem âhirette olacaktır. 3- Bu okuyuş "alamef'den gelebilir. Yani herbir kesime kendisi tanınacağı olacağı bir alamet koyacaktır. Buna göre âyet-i kerîme (mana itibariyle) Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın: "Kim içinde bir şey gizlerse, Allah da ona o şeyin elbisesini giydirir" el-Heysemî, Mecmau'z-Zevaid, X, 225; ravilerinden Hamid Âdem'in "yalancı" olduğu kaydıyla. hadisine benzemiş olur.

3 ﴿