4Allah hiçbir adamın içinde iki kalb yaratmamıştır. "Zihâr" yaptığınız zevcelerinizi analarınız kılmamıştır. Evlat edindiğiniz kimseleri de öz oğullarınız kılmamıştır. Bunlar ağızlarınızla söylediğiniz sözlerinizden ibarettir. Allah hak olanı söyler, doğru yola ileten de O'dur. Bu âyete dair açıklamalarımızı (4. ayete dair) beş (beşinci ayete dair de altı) başlık (olmak üzere toplam onbir başlık) halinde sunacağız: Merhum müfessirimiz, beşinci âyetin tefsirinde de, dftrdüncü âyete dair açıklamalarda bulunduğundan dolayı dftrt ile beşinci âyetlerini -Arapça bulunan baskıdan farklı olarak- alt alta yazmayı uygun bulduk. Âyetler ile ilgili tefsirleri de, arka arkaya kaydedeceğiz. Mücahid dedi ki: Bu âyet-i kerîme dehası dolayısıyla "iki kalbli" diye anılan Kureyş'ten bir adam hakkında nazil olmuştur. Bu kişi de: Benim içimde iki kalbim vardır. Bunların herbirisi ile Muhammed'in aklından daha üstün bir seviyede aklederim, diyordu. (Mücahid) dedi ki: Bu adam Fihr'den idi. el-Vâhidî, el-Kuşeyrî ve başkaları da şöyle demişlerdir: Bu âyet-i kerîme Fihrli Cemil b. Ma'mer hakkında inmiştir. Duyduğunu ezberleyen bir adamdı. Kureyşliler: Bu adam bunca şeyi ancak iki kalb sahibi olduğu için ezberleyebilir, diyorlardı. Bu adam da şöyle dermiş: Benim iki kalbim var. Bu iki kalb sayesinde Muhammed'in aklından daha üstün bir akıl sahibiyim. Bedir günü müşrikler beraberlerinde Cemil b. Ma'mer de bulunduğu halde yenilgiye uğrayınca, Ebû Süfyan onu kervan arasında ayakkabılarından birisini ayağına giyinmiş, öbürünü ise eline asmış (almış) olduğu halde görünce, Ebû Süfyan kendisine: İnsanların hali nedir? diye sormuş, o da: Bozguna uğradılar diye cevab vermişti. Bu sefer Ebû Süfyan ona: Peki ne diye senin ayakkabılarından bir teki elinde, diğeri ayağında? diye sorunca, adam: Ben her ikisinin de ayağımda olduğunu zannediyordum, diye cevab verdi. İşte o vakit eğer iki kalbi bulunmuş olsaydı, o ayakkabılarından bir tekini elinde unutmazdı, diyerek gerçeği anlamış oldular. es-Süheylî de dedi ki: Cemil b. Ma'mer el-Cumahî'nin nesebi geriye doğru şöyledir: Cemil'in babası Ma'mer, onun babası Hubeyb, onun babası Vehb, onun babası Huzafe, onun babası da Cumah'tır. Cumah'ın asıl ismi da Teym'dir. Bu kişi "iki kalb sahibi" diye anılırdı. Âyet-i kerîme onun hakkında nazil oldu. Şairin şu beyiti de onun hakkındadır: "Benim Medine'de kalışım nasıl olur ki, Cemil b. Ma'mer oradan maksadını elde etmiş iken." Derim ki: Adının bu şekilde Cemil b. Ma'mer olduğunu söylemişlerdir, ez-Zemahşerî ise ismini Cemil b. Esed el-Fihrî diye vermektedir. İbn Abbâs da şöyle demektedir: Âyetin nüzul sebebi şudur: Bazı münafıklar: Muhammed'in iki kalbi vardır. Çünkü o herhangi bir husus ile meşgul iken bir başka işle uğraşıyor, sonra tekrar önceki işine geri dönüyor, demişlerdi. Onlar Peygamber hakkında bunu söylemişlerdi, yüce Allah da onları bu âyeti ile yalanladı. Âyetin Abdullah b. Hatal hakkında indiği de söylenmiştir. ez-Zührî ve İbn Hibban dediler ki: Bu âyet, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın Zeyd b. Harise'yi evlatlık edinmesi hakkında bir temsil olmak üzere nazil olmuştur. Yani bir adamın iki kalbi olmayacağı gibi, aynı şekilde tek bir evlat iki ayrı babanın oğlu olamaz. en-Nehhâs ise şöyle demiştir: Bu, dil bakımından sahih olmayan zayıf bir görüştür. Aynı zamanda bu ez-Zührî'den gelen munkatı' rivâyetlerdendir. Bunu ondan Ma'mer rivâyet etmiştir. Bu âyetin, zihar yapan kişiye verilmiş bir örnek olduğu da söylenmiştir. Yani bir adamın iki kalbi olamayacağı gibi, aynı şekilde iki annesi de olmaz, zihar yapan kimsenin hanımı o kimsenin annesi olamaz. Bir diğer açıklama da şöyledir: Münafıklardan bir kimse: Benim bana şunu emreden bir kalbim, şunu da emreden başka bir kalbim var, derdi. Buna göre münafık iki kalp sahibi olmaktadır. Maksat, münafıklığı reddetmektir. Bir başka açıklamaya göre: Aynı kalbte hem Allah'ı inkâr ve küfür, hem de îman birarada bulunamaz. Tıpkı bir adamın göğsünde iki kalbin birarada olamayacağı gibi. Buna göre âyet, aynı kalpte birbirinden farklı iki inanç birarada bulunamaz, demektir. Genel olarak âyet-i kerîmeden açıkça anlaşılan şudur: O dönemde Arapların inanmış olduğu birtakım şeyler reddedilmekte ve bu hususta işlerin hakikati onlara bildirilmektedir. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır. Kalb, koniye benzer, küçük bir et parçasıdır. Yüce Allah bunu Âdemoğlunun bünyesinde yaratmış ve onu ilmin mahalli kılmıştır. Kul, bu kalbinde kitaplara sığmayacak bilgileri kaydeder. Yüce Allah hatt-ı ilahi ile bu bilgileri kalpte yazar, Rabbani hıfz ile onu tesbit eder. Öyle ki, onu etraflıca bellemiş olur ve ondan bir şey unutmaz. Kalb iki etki ve düşünceye maruzdur. Bunlardan birisi melektendir, birisi de şeytandandır. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın buyurduğu gibi. Bu hadisi Tirmizî rivâyet etmiş olup (bu hususa dair açıklamalar) daha önceden el-Bakara Sûresi'nde (2/7. âyet, 3- başlık ve devamında) geçmiş bulunmaktadır. Kalb hatıra gelen çeşitli düşüncelerin, vesveselerin, küfür ve imanın mahalli olduğu gibi; (günah) üzere ısrarın da, dönüşün de yeridir. Tedirginliğin, rahat ve sükûnun cereyan ettiği yer de orasıdır. Âyet-i kerîmede anlam şöyledir: Küfür ve îman , hidayet ve dalâlet, Allah'a dönüş ve günaha ısrar aynı kalpte birarada bulunamaz. Bu ifade ile herhangi bir kimsenin bu hususta vehim olarak kabul ettiği hakikat ya da mecaz anlamı ile ilgili herbir anlayışı reddetmektedir. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır. Yüce Allah bu âyet-i kerîme ile iki kalbli hiçbir kimsenin bulunmadığını haber vermektedir. Bu ifadelerle böylelikle daha önce sözleri edilen münafıklar tenkid edilmektedir. Herkesin sadece bir kalbi vardır ve bu kalpte ya îman ya da küfür bulunur. Münafıklık ise ortada bir yerdedir. Yüce Allah, bunu reddetmekte ve aslın tek kalb olduğunu beyan etmektedir. İşte kişi bu kabilden hususlara bu âyetti kerîmeyi delil gösterebilir. Herhangi bir şey unutur yahut yanıldığı takdirde özür beyan etmek üzere: Allah hiçbir adamın içinde iki kalb yaratmamıştır, diyebilir. "Zihâr yaptığınız zevcelerinizi de analarınız kılmamıştır" âyeti ile kişinin hanımına: Sen benim için anamın sırtı gibisin demesini kastetmektedir. Bu da yüce Allah'ın izni ile ileride açıklaması geleceği üzere el-Mücadele Sûresi'nde (58/3-4. âyetlerin tefsirinde) sözkonusu edilecektir. 5- Evlâtlıklar Öz Oğul Değildir: "Evlât edindiğiniz kimseleri de öz oğullarınız kılmamıştır" âyeti tefsir âlimlerinin icmaı ile Zeyd b. Harise hakkında inmiştir. İmâmların rivâyet ettiğine göre İbn Ömer şöyle demiştir: Bizler Harise oğlu Zeyd'i hep "Muhammed'in oğlu Zeyd" diye çağırırdık; tâ ki: "Onları babalarına nisbet edip çağırın. Bu, Allah nezdinde daha âdildir" âyeti nazil oluncaya kadar. Enes b. Malik ve başkalarından rivâyet edildiğine göre Zeyd, Şam taraflarından esir alınıp getirilmişti. Onu Tihame'den bir grup atlı esir almış, Hakîm b. Hizam b. Huveylid onu satın almış, halası Hadice'ye hibe etmiş, Hadice de onu Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'a hibe etmişti. Peygamber de Zeyd'i hürriyetine kavuşturup evlatlık edinmişti. Bir süre yanında kaldıktan sonra amcası ve babası onun fidyesini verip kurtarmak arzusu ile geldiler. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) kendilerine -ki bu peygamber olarak gönderilmesinden önce olmuştur-: "Onu istediğini seçmekte serbest bırakın dedi. Eğer sizi tercih edecek olursa, sizden hiçbir fidye almaksızın sizin olsun." Ancak Zeyd Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın yanında köle kalmayı hürriyetine ve kavminin yanına gitmeye tercih etti. Bunun üzerine Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle dedi: "Ey Kureyşliler, şahit olunuz ki bu benim oğlumdur. O bana mirasçı olur ve ben ona mirasçı olurum." Peygamber Kureyşlilerin meclislerini tek tek dolaşır ve onları bu hususa şahit tutardı. Amcası ve babası bu işe razı olarak geri döndüler. Zeyd, esir alındığı sırada babası Şam'da dolaşır durur ve şu beyitleri okurdu: "Ağladım, Zeyd için neler yaptığını bilmeyip Hayatta mı acaba, umulur mu gelmesi? Yoksa ecel gelip onu buldu mu? Bilemiyorum, Allah'a yemin olsun ve işte ben soruyorum: Benden sonra acaba kır mı seni yuttu, yoksa dağ mı seni aldı? Bilebilseydim keşke, bir gün gelip, dönecek misin acaba? Evet, dünyada bana dönüşün yeter, başka şey istemem. Hatırlatıyor güneş doğusuyla bana onu, Batıda kaybolduğu vakit de onun hatırası görünür bana. Rüzgârlar esti mi onun hatırası canlanır, Ah, ne kadar da uzadı ona duyduğum üzüntü ve onun için duyduğum endişe! Bütün gayretimle hızlıca süreceğim devemi, yerin dört bir yanında. Ben dolaşmaktan asla usanmayacağım develer usansa da. Hayatım boyunca bu böyle gidecek yahut ölüm gelip bulacak beni. Her kişi fânidir elbet, emel onu aldatsa da." Ona Mekke'de olduğu haberi verilince, onun bulunduğu yere geldi ve orada öldü. Yine rivâyet edildiğine göre babası yanına gelince; Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) açıkladığımız şekilde onu muhayyer bırakmış, babası geri dönüp gitmişti. Zeyd'in fazileti ve şerefine dair yeterli açıklamalar yüce Allah'ın: "Nihayet Zeyd'in o kadın ile bir bağı kalmayınca..." (el-Ahzab, 33/37) âyetini açıklarken -inşaallah- gelecektir. Zeyd, Mute'de hicretin sekizinci yılında Şam topraklarında şehid düşmüştür. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) sözü geçen gazada onu kumandan olarak tayin etmiş ve şöyle buyurmuştu: "Zeyd öldürülürse Ca'fer, Ca'fer öldürülürse Abdullah b. Revaha kumandan olsun." Her üçü de bu gazada şehit düştüler. Allah hepsinden razı olsun. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'a Zeyd ile Ca'fer'in şehid düştüğü haberi verilince ağlayıp: "İki kardeşim, benim iki tesellicim ve benim kendileriyle konuşup sohbet ettiğim iki kişi" diye buyurdu. |
﴾ 4 ﴿