6Peygamber mü’minler için kendi öz canlarından önce gelir. Onun zevceleri de analarıdır. Akrabalar Allah'ın Kitabı gereğince de diğer mü’minlerden ve muhacirlerden birbirlerine daha yakındırlar. Dostlarınıza bir iyilik yapmanız müstesna. Bu, kitapta yazılmıştır. Bu âyete dair açıklamalarımızı da dokuz başlık halinde sunacağız: 1- Mü’minlere Göre Peygamberin Konumu: "Peygamber mü’minler için kendi öz canlarından önce gelir" âyeti ile yüce Allah, İslâm'ın ilk dönemlerinde benimsenen birtakım hükümleri ortadan kaldırmıştır. Bunlardan birisi şudur: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) borcu olan bir kimsenin cenaze namazını kılmazdı. Yüce Allah, fetihleri müyesser kıldıktan sonra şöyle buyurdu: "Ben mü’minlere kendi öz canlarından daha yakınım. Her kim, borçlu olarak vefat ederse, onu ödemek bana düşer ve kim geriye bir mal bırakırsa, o da mirasçılarınındır." Bu hadisi Buhârî ve Müslim rivâyet etmişlerdir. Buhârî, II, 805, V, 2054, VI, 2476; Müslim, III, 1237; Tirmizî, III, 382; Ebû Dâvûd, III, 247; Nesâî, IV, 66; İbn Mâce, II, 807; Müsned, II, 453 Yine Buhârî ile Müslim'de yer alan rivâyette: "Sizden kim bir borç yahut bakıma muhtaç çoluk çocuk bırakırsa, ben onun mevlâsıyım" Buhârî, IV, 1795, 2480; Müslim, II, 592, III, 1237; Müsned, II, 464, 527, III, 310, 338, 371. dediği de kaydedilmektedir. İbnu'l-Arabî dedi ki: Şu anda durum günahlar sebebiyle ters yüz olmuştur. Ölenler geriye bir mal bıraktılar mı onun yakın akrabaları bu hususta sıkıştırılır, aleyhlerine daraltılır. Şayet bakıma muhtaç çoluk çocuk bırakacak olurlarsa, bu sefer onlara göz kulak olmazlar. İşte Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın açıklaması ve uyarması ile âyet-i kerîmede sözü geçen velayet (daha yakın oluş)ın açıklaması bu şekildedir ve esasen onun açıklaması varken başkasına da iltifat edilemez. İbn Atiyye dedi ki: Arif ilim adamlarından kimisi de şöyle demiştir: O kendilerine nefislerinden daha yakındır, nefislerinden önceliklidir. Çünkü nefisleri kendilerini helake çağırırken, o kendilerini kurtuluşa davet etmektedir. Yine İbn Atiyye şöyle demektedir: Bunu da Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın şu hadisi desteklemektedir: "Ben sizleri kemerlerinizi (bellerinizden) yakalayarak ateşten korumaya çalışırken sizler ise ateş böceklerinin atılması gibi oraya atılmaya çalışıyorsunuz." Hemen arkasında hadisin tamamı zikredilecektir. Kaynakları için bir sonraki nota bakınız. Derim ki: Bu açıklama âyetin anlamı ve tefsirine dair güzel bir açıklamadır. Sözü edilen Hadîs-i şerîfi de Müslim, Sahih'inde Ebû Hüreyre'den diye rivâyet etmiştir. Ebû Hüreyre dedi ki: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu ki: "Benim ve ümmetimin durumu, ateş yakmış bir adamın durumuna benzer. Böcekler ve ateş böcekleri o ateşe düşmeye koyulurlar. Ben ise sizi (ateşe düşmeyesiniz diye) kemerlerinizden (bellerinizden) yakalıyorum; siz ise zorla oraya kendinizi atmaya çalışıyorsunuz." Buhârî, V, 2379; Müslim, IV, 1789, 1790; Tirmizî, V, 154, III, 312. Hazret-i Cabir'den de bunun benzeri bir rivâyet gelmiştir. Orada: "Sizler ise elimden kurtulmaya çalışıyorsunuz" Müslim, IV, 1790; Müsned, III, 361, 392. buyurulmaktadır. İlim adamları derler ki: Bir kimse yere düşmesinden korktuğu kişiyi burada belirtilen yerden yakalar. Bu ifade, Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın kurtuluşumuz için ne kadar gayret gösterdiğine, önümüzdeki helâk edici tehlikelerden kurtulmamızı ne kadar çok istediğine dair bir misaldir. Gerçekten o kendi öz nefislerimizden bize daha yakındır. Biz bunun değerini bilemediğimiz, arzularımızın bize baskın gelmesi, lanetli düşmanın bize karşı zafer kazanmış olması dolayısıyla ateş böceklerinden daha hakir, kelebeklerden daha zelil olduk. Lâ havle velâ kuvvete illâ billahi'laliyyi'l azîm. Şöyle de açıklanmıştır: Kendi öz nefislerinden önce gelmesi şu demektir: Bir hususa dair emir verip nefis ondan başkasına çağıracak olursa, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın emrine uymak önceliklidir. Öz canlarından önce olması, mü’minler hakkında hüküm verip hükmünün kendileri hakkında geçerli olması bakımından onun önceliği vardır. Onun hükmüne muhalif olarak kendilerinin lehine verdikleri hükümler hususunda, demektir. (radıyallahü anhsûlün hükmü ile bir çatışma olursa, Rasûlün hükmü önceliklidir). 2- Ölen Fakirlerin Borçlarının İslâm Devleti Eliyle Ödenmesi: Bazı ilim adamları şöyle demişlerdir: İmâmın (İslâm devlet başkanının) Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'a uyarak fakirlerin borçlarını Beytu'l-Mal'den ödemesi gerekir. Çünkü Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Onu ödemek bana aittir" diye buyurmakla bu işin vacib olduğunu açıkça ifade etmiş bulunmaktadır. Hadîs-i şerîfte geçen Bakıma muhtaç çoluk çocuk" tabiri: "Kayboldu" fiilinin mastarıdır. Daha sonra bu kaybolmaya müsait, ihtiyaçlarını karşılayacak kimseleri bulunmayan çocuklar, hanımlar ve kayyumu bulunmayan mal hakkında bir isim olarak kullanılmaya başlanmıştır. Yere; denilmesi ise, onun da kaybolmaya maruz oluşundan dolayıdır. Çoğulu "dat" harfi esreli olarak; ...diye gelir. 3- Peygamberin Hanımları Mü’minlerin Anneleridir: "Onun zevceleri de analarıdır" âyeti ile yüce Allah, Peygamberinin hanımlarını mü’minlerin anneleri kılmakla şereflendirmiştir. Yani onları tazim etmek, onlara iyilikte bulunmak, onlara saygı göstermek, erkekler tarafından nikâhlanmalarının haram olması bakımından annelere benzerler. Ayrıca yüce Allah, annelerden farklı olarak, onlar hakkında hicab hükmünü indirmiştir. Şöyle de açıklanmıştır: Peygamberin hanımlarının mü’minlere karşı şefkati, tıpkı annelerin şefkati gibi olduğundan dolayı onlar da annelerin konumuna getirilmişlerdir. Diğer taraftan bu annelik bizzat evladın annesinde olduğu gibi, mirasçılığı da gerektirmemektedir. Ayrıca onların kızlarıyla evlenmek caizdir, mü’minlerin annelerinin kızları sair insanların kızkardeşleri olarak değerlendirilmemişlerdir. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın hanımlarının sayısı ile ilgili açıklamalar yüce Allah'ın izni ile muhayyerlik âyeti (diye bilinen el-Ahzab, 33/28-29. âyetlerin tefsirinde) gelecektir. İnsanlar (âlimler), peygamberin hanımları erkek ve kadın bütün mü’minlerin anneleri midirler? Yoksa özel olarak erkeklerin anneleri midirler, hususunda iki görüşe sahiptirler. en-Nehaî'nin, Mesrûk'tan, onun Âişe (radıyallahü anha)'dan rivâyetine göre bir kadın ona: Anacığım demiş, ona: Ben senin annen değilim, ben ancak sizin erkeklerinizin anasıyım, diye cevab vermiştir. İbnu'l-Arabî dedi ki: Sahih olan da budur. Derim ki: Burada anneliğin kadınları dışarda tutarak erkeklere münhasıran tahsis edilmesinin bir faydası yoktur. Benim anladığıma göre kuvvetli olan görüş onların hem erkeklerin, hem kadınların anneleri olduklarıdır. Böylece erkekler ve kadınlar üzerindeki hakları ta'zim edilmiş olur. Buna da âyetin baş tarafındaki: "Peygamber, mü’minler için kendi öz canlarından önce gelir" âyeti delil teşkil etmektedir. Çünkü bu ifade zorunlu olarak hem erkekleri, hem kadınları kapsamına alır. Ayrıca Ebû Hüreyre ile Cabir (radıyallahü anhüma) yoluyla gelen hadis de buna delildir. Buna göre yüce Allah'ın: "Onun zevceleri de analarıdır" âyeti erkek kadın herkese ait olur. Diğer taraftan Ubeyy b. Ka'b'ın Mushaf'ında: "Onun zevceleri analarıdır, o da kendilerine bir babadır" şeklindedir. İbn Abbâs da şöyle okumuştur: "Öz canlarından (daha yakındır) ve o, onlar için bir babadır, onun zevceleri de analarıdır." Bütün bunlar Mesrûk'un rivâyet ettiği görüşün tercih bakımından sahih kabul edilmesi halinde, o görüşü zayıflatmakta, şayet sahih olmuyorsa tahsis noktasında onu delil göstermenin sözkonusu olamayacağını göstermektedir. Böylelikle geriye hatıra ilk gelen ve analığın umumî olduğunu oıtâya koyan asıl ilke sağlam görüş olarak kalmaktadır. 4- Akrabalık Bağı ile Dinî Bağlılıkların Hükümleri: "Akrabalar Allah'ın Kitabı gereğince de diğer mü’minlerden ve muhacirlerden birbirlerine daha yakındırlar" âyeti ile ilgili olarak şöyle denilmiştir: Burada yüce Allah "mü’minler" ile Ensar'ı, "muhacirler" ile de Kureyşli mü’minleri kastetmiştir. Bu hususta iki görüş vardır. Birincisine göre bu âyet, hicret dolayısıyla sözkonusu olan miras almayı neshetmektedir. Said'in naklettiğine göre Katade şöyle demiştir: el-Enfal Sûresi'nde: "Îman edip de hicret etmeyenlere gelince, hicret edene kadar sizin onlarla hiçbir velayetiniz yoktur" (el-Enfal, 8/72) âyeti nazil olmuştur. Bundan dolayı müslümanlar hicret sebebiyle birbirlerine mirasçı olmaya başladılar. Hicret etmemiş bedevi bir müslüman hicret etmedikçe muhacir müslüman yakın akrabasından miras alamıyordu. Daha sonra bu hüküm, bu sûrede yer alan: "Akrabalar Allah'ın Kitabı gereğince de... birbirlerine daha yakındırlar." âyeti ile nesh oldu. İkinci görüşe göre bu âyet, antlaşma, ahitleşme ve dinde kardeşlik sebebiyle mirasçı olmayı neshetmiştir. Hişam b. Urve babasından, o ez-Zubeyr'den: "Akrabalar, Allah'ın Kitabı gereğince de... birbirlerine daha yakındırlar" âyeti hakkında şunları söylediğini nakletmektedir: Bu şunu anlatmaktadır: Biz Kureyşliler, Medine'ye hiçbir malımız olmadığı halde geldik. Ensar'ın çok iyi kardeşler olduğunu gördük, onlarla kardeş olduk. Biz onlara mirasçı olduk, onlar da bize mirasçı oldular. Ebubekir, Harice b. Zeyd ile kardeş oldu. Ben de Ka'b b. Malik ile kardeş oldum. (Bir sefer) yanına geldiğimde silah darbelerinin onu çok ağırlaştırmış olduğunu gördüm. Allah'a yemin ederim o öldüğünde dünyada ona benden başka kimse mirasçı olmadı. Nihayet yüce Allah bu âyet-i kerîmeyi indirince, Şer'i mirasçılığımıza geri döndük. Urve'den sabit olduğuna göre Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) ez-Zübeyir ile Ka'b b. Mâlik’i kardeş yapmıştı. Ka'b, Uhud günü ağır bir yara almıştı. ez-Zübeyir bineğinin yularından tutmuş, onu (bineği üzerinde) getirmişti. Şayet Ka'b o gün vefat etmiş olsaydı, geriye pekçok dünyalık bırakmış olur ve ez-Zübeyr ona mirasçı olurdu. Yüce Allah: "Akrabalar, Allah'ın Kitabı gereğince de diğer mü’minlerden... birbirlerine daha yakındırlar" âyetini indirdi. Böylece yüce Allah, akrabalığın antlaşma yoluyla kurulan kardeşlik bağından daha öncelikli olduğunu açıklamış oldu. Bunun sonucunda da antlaşma yoluyla mirasçılık terkedildi, akrabalık sebebiyle birbirlerine mirasçı olmaya başladılar. el-Enfal Sûresi'nde (8/72-75. âyetler, 7. başlıkta) Zevi'l-erham'ın miras alması ile ilgili açıklamalar geçmiş bulunmaktadır. Yüce Allah'ın: "Allah'ın Kitabı gereğince" âyeti ile Kur'ân-ı Kerîm'in kastedilme ihtimali olduğu gibi, yüce Allah'ın yarattıklarının hallerini tesbit edip hükme bağladığı Levh-i Mahfuz'u kastetme ihtimali de vardır. "Mü’minlerden" âyeti; "Önce gelir" âyetine taalluk etmektedir. "Akrabalar" âyetine taalluk etmez ve bu, icmâ" ile kabul edilmiştir. Çünkü böyle olsaydı, bunun bazı müslümanlara tahsis edilmesi gerekirdi. Oysa âyetin umumî olduğunda görüş ayrılığı yoktur. İşte böylelikle âyetin müşkil tarafı çözülmüş olmaktadır. Bu açıklamayı İbnul-Arabî yapmıştır. en-Nehhâs dedi ki: "Akrabalar Allah'ın Kitabı gereğince de diğer mü’minlerden ve muhacirlerden birbirlerine daha yakındır" âyetinde yer alan "mü’minlerden" anlamındaki âyet; "Sahibleri" (mealde: "akrabalar" lâfzındaki çoğula tekabül eder)ne taalluk etmesi mümkündür. O takdirde ifadenin takdiri şöyle olur: Mü’min ve muhacirlerden akrabalık sahipleri, akrabalar... demek olur. Manası: Bu "...mü’minlerden daha yakındırlar" şeklinde olması da mümkündür. el-Mehdevî dedi ki: Âyetin anlamının şöyle olduğu da söylenmiştir: Akrabalar yüce Allah'ın Kitabı gereğince birbirlerine daha yakındırlar. Ancak peygamberin hanımlarının; mü’minlerin anneleri, diye çağırtmalarının câiz oluşu bundan müstesnadır. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır. 5- Mü’minlerin Anneleri ile İlgili Bazı Hükümler: Mü’minlerin annelerinin mahremiyyet ve onlara bakmanın mubahlığı hususunda anneler gibi olup olmadıkları hakkında iki görüş vardır. Birincisine göre onlar mahremdirler, onlara bakmak haram değildir. İkinci görüşe göre onlara bakmak haram kılınmıştır, çünkü onların nikâhlanmalarının haram kılınması ancak Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın onlardaki hakkını korumak içindir. Onun hakkının korunmasının bir parçası da onlara bakmanın da haram kılınmasıdır. Diğer taraftan Âişe (radıyallahü anha) bir adamın huzuruna girmesine müsaade etmek istediği takdirde, kızkardeşi Esma'ya, -kızkardeşinin süt oğlu olması için- onu emzirmesini emrederdi. Böylelikle bu kişi bakmanın mubah olduğu mahrem bir kimse olurdu. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın hayatta iken boşamış olduğu hanımlara gelince, onlar hakkında böyle bir hafamlığın sabit olup olmadığı noktasında üç görüş vardır: 1- Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın saygınlığı ağır basarak onlar hakkında da böyle bir haramlık sabittir. 2- Bunlar için böyle bir haramlık sabit değildir, onlar da diğer kadınlar gibidirler. Çünkü Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) nikâhı altında bulunanlar hakkında şöyle buyurmuştur: "Dünyada bana eş olan kadınlar, âhirette de benim eşim olacaktır." el-Mâverdî, etı-Nuket, IV, 374. 3- Boşadığı hanımlar arasında Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'in kendileriyle gerdeğe girdiği kadınlar hakkında haramlık sabit olur ve onun nikâhlanması -peygamber onu boşamış olsa dahi- peygamberin saygınlığını ve onun o kadınla yalnız başına kalma hukukunun korunması maksadıyla nikâhlanması haram olur. Kendisi ile gerdeğe girmediği kadınlar hakkında ise, böyle bir haramlık sabit olmaz. Ömer b. el-Hattâb (radıyallahü anh), Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın ayrıldığı ve daha sonra evlenen bir kadını recmetmek istemişti. Kadın ona: Böyle bir şeyi neden yapmak istiyorsun? Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) beni örtü arkasına almadığı gibi, bana mü’minlerin annesi ismi da verilmemiştir, diye itiraz edince, Ömer (radıyallahü anh) ona ceza vermekten vazgeçmişti. 6- Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'a "Baba"Denilebilir mi?: Yüce Allah'ın: "Muhammed, sizin adamlarınızdan kimsenin babası değildir" (el-Ahzab, 33/40) âyeti dolayısıyla Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) "baba" demek câiz değildir. Şu kadar var ki; o mü’minler için baba gibidir, denilebilir. Nitekim kendisi de şöyle buyurmuştur: "Benim size karşı durumum, bir baba konumundadır. Size... öğretiyorum." Ebû Dâvûd, I, 33. Bu hadisi Ebû Dâvûd rivâyet etmiştir. Sahih olan ise; o mü’minlerin babasıdır, demenin câiz olduğudur. Bu da hürmet itibariyle böyledir, demektir. Yüce Allah'ın: "Muhammed, sizin adamlarınızdan birisinin babası değildir" (el-Ahzâb, 33/40) âyeti ise, neseb babalığı hakkındadır. Buna dair açıklamalar gelecektir. İbn Abbâs: "canlarından... ve o onların babasıdır. Zevceleri de..." diye okumuştur. Ömer (radıyallahü anh) bu kıraati işitince bunu kabullenmemiş ve: Ey genç! Sen bu fazlalığı kazı, demiştir. Fakat İbn Abbâs ona: Bu Ubeyy'in Mushafı'nda böyledir deyince, Ubeyy'in yanına gidip ona sormuş, Ubeyy de kendisine: Kur'ân beni meşgul edendi, seni ise çarşı-pazarlarda alışveriş meşgul ediyordu, diye cevab vermiş ve Ömer'e ağır sözler de söylemişti Suyûtî. ed-Durru'l-Mensûr, VI, 596 Diğer taraftan Lut (aleyhisselâm) hakkında da: "İşte bunlar kızlarım" (el-Hicr, 15/71) diye söylemiş ve bununla mü’min kızları kastetmiştir. Onlarla evlenebilirsiniz, demektir. Buna dair açıklamalar daha önceden geçmişti. 7- Peygamberin Kızları Mü’minlerin Kardeşleridir, Denilemez: Peygamberin kızları, mü’minlerin de kızkardeşleridir, denilemez. Onların dayıları mü’minlerin dayıları, teyzeleri mü’minlerin teyzeleridir, de denilemez. Şâfiî (radıyallahü anh) şöyle demiştir: ez-Zubeyr, Ebubekir es-Sıddîk'in kızı Esma ile evlenmiştir ve Esma, Âişe'nin kızkardeşidir. O mü’minlerin teyzesidir, denilmemiştir. Bazıları bu ifadeleri mutlak olarak kullanmış ve: Muaviye mü’minlerin dayısıdır, demişlerdir. Maksat hürmeti itibariyle böyle olduğudur, yoksa neseb itibariyle de durumu böyledir, denilmek istenmemiştir. 8- İsteğe Bağlı Yapılan İyilikler: "Dostlarınıza bir iyilik yapmanız müstesna" âyeti ile hayatta iken yapılan ihsanlar ile ölüm esnasında vasiyyeti kastetmektedir, yani bunlar caizdir. Bu açıklamayı Katade, el-Hasen ve Atâ yapmıştır. Muhammed b. el-Hanefiyye dedi ki: Âyet-i kerîme yahudi ve hristiyana vasiyet yapmanın câiz oluşu hususunda inmiştir. Yani böyle bir iş kâfir dahi olsa dost ve akrabaya yapılabilir. Buna göre müşrik olan bir şahıs, din hususunda değil de neseb bakımından veli olabilir, bu sefer ona bir vasiyette bulunabilir. İlim adamları kâfirin vâsi kılınıp kılınmayacağı hususunda farklı görüşlere sahibtirler. Kimisi bunu câiz kabul ederken, kimisi kabul etmemektedir. Bazıları da bu hususta hüküm vermeyi sultana (İslâm devletinin yetkili kıldığı otoriteye) havale etmiştir ki, bunlardan birisi de Malik -yüce Allah'ın rahmeti üzerine olsun- dir. Mücahid, İbn Zeyd ve er-Rummanî'nin kanaatine göre; mü’min olan dostlarınıza... anlamındadır. Ayetin lâfzı da bu görüşü desteklemektedir. Bununla birlikte "veli: dost" tabirinin umumi olarak kabul edilmesi de güzel bir şeydir. Neseb yoluyla velayet ise kâfiri kapsam dışına bırakmamaktadır. Kapsam dışında olan ise müslüman veli (dost)a karşı duyulan sevgi gibi ona da sevgiyle yaklaşmaktır. "Bu Kitapta yazılmıştır" âyetinde geçen "Kitab"ın daha önce sözü edilen "Allah'ın Kitabı" ile ilgili iki açıklama da ihtimal dahilindedir. "Yazılmış" âyeti; "Kitabı" satırlar halinde tesbit ettim" ifadesinden alınmadır. Katade dedi ki: Aziz ve celil olan Allah'ın nezdinde kâfir bir kimsenin müslüman bir kimseye mirasçı olmayacağı yazılmıştır. Katade de şöyle demektedir: Bazı kıraatlerde: "Bu, Allah'ın nezdinde yazılmıştır" şeklindedir. el-Kurazî dedi ki: Bu hüküm Tevrat'ta mevcuttur. |
﴾ 6 ﴿