10

Hani onlar size hem üstünüzden, hem alt tarafınızdan gelmişlerdi. O vakit gözler yerinden kaymış, yürekler de gırtlaklara varmıştı. Allah hakkında da türlü zanlarda bulunuyordunuz.

"Hani onlar size hem üstünüzden, hem alt tarafınızdan gelmişlerdi"

âyetindeki:

"Hani" lâfzı "hatırla" anlamında nasb konumundadır. Aynı şekilde:

"Hani onlardan bir kesim de şöyle demişti" (el-Ahzab, 33/13) âyetinde de böyledir.

"Üstünüzden" âyeti, vadinin üst tarafından, demektir. Bu da doğu tarafında, vadinin üst tarafı olup oradan Nasroğulları ile birlikte Avf b. Malik ile Necidlilerle beraber Uyeyne b. Hısn, Esedoğulları başında Tulayha b. Huveylid el-Esedî gelmişti.

"Hem alt tarafınızdan" yani batı cihetinde vadinin iç tarafından demektir. O taraftan Mekkelilerin başında Ebû Süfyan b. Harb ile Kureyşlilerin başında Yezid b. Cahş olduğu halde gelmişlerdi. Ebû'l-A'ver es-Sülemî de yahudi Huyey b. Ahtab ile birlikte gelmişti. Huyey de Kureyzaoğulları yahudileri başında idi. Beraberlerinde hendeğin ön tarafından Âmir b. et-Tufeyl de gelmişti.

"O vakit gözler yerinden kaymış" yani göz bebekleri normalin dışında verinden fırlamıştı. Meyletmiş (kaymış) ve aşırı korkudan dolayı dehşete düştüğünden ötürü düşmanından başka hiçbir kimseyi görmeyecek hale gelmiş

"yürekler de gırtlaklara varmıştı." Yani yürekler gırtlaklara ulaşıncaya kadar göğüslerdeki yerlerinden ayrılmıştı.

Gırtlaklar"ın tekili; dır.

Eğer gırtlakların darlığı olmasaydı, yürekler oradan çıkıp dışarı fırlayacaktı. Bu açıklamayı Katade yapmıştır. Şöyle de açıklanmıştır: Bu Arapların;

"Neredeyse" takdiri ile kullandıkları üsluba uygun olarak mübalağa anlamındadır. Nitekim şair şöyle demiştir:

"Eğer biz Mudarlılara ait bir öfke ile öfkelenecek olursak,

Güneşin örtüsünü parçalarız yahut ta kan damlar."

Yani kan damlamasına az kalır.

Denildiğine göre; korku esnasında ciğer şişer ve kalb -meselâ- hemen hemen gırtlağa ulaşacak noktaya varıncaya kadar yerinden yukarı doğru çıkar. Bundan dolayı korkak kimse için: Ciğeri şişti, denilir.

Bir başka açıklamaya göre; hayat devam etmekle birlikte kalbler yerlerinden ayrılmasalar bile, kalblerin gırtlaklara vardığı ifadesi kullanılarak, aşırı korku bir misal ile anlatılır. Bu anlamdaki bir açıklamayı İkrime yapmıştır.

Hammâd b. Zeyd, Eyyub'dan, o İkrime'den, korkusu en ileri dereceye ulaşmıştır, diye açıkladığını nakletmiştir.

Daha kuvvetli görünen bu ifade ile kalbin tedirginliği ve çarpıntısı anlatılmak istenmiştir. Yani aşırı derecedeki çarpıntısı dolayısıyla âdeta gırtlağa varmış gibidir. ile gırtlak demek olup boğazın baş tarafıdır.

"Allah hakkında da türlü zanlarda bulunuyordunuz." el-Hasen dedi ki: Münafıklar müslümanların toptan imha edileceklerini zannediyolar, müslümanlar da ilâhî yardıma mazhar olacaklarına inanıyorlardı.

Bu âyetin (yalnızca) münafıklara bir hitab olduğu da söylenmiştir. Yani sizler Muhammed ve ashabı helâk oldular demiştiniz.

Kıraat âlimleri yüce Allah'ın:

"Türlü zanlar" ile sûrenin sonlarında gelecek olan:

"Rasûle" (el-Ahzab, 33/66) ile;

"Yoldan" (el-Ahzab, 33/67) âyetlerinin okunuşu hususunda ihtilaf etmişlerdir.

Nafî' ile İbn Amir ister vakıf, ister vasıl halinde bu kelimelerin "elif'lerini isbat ile okumuşlardır. Bu kıraat Ebû Amr ile el-Kisaî'den de rivâyet edilmiştir. Bu okuyuş Mushaf'ın yani Osman (radıyallahü anh)'ın yazdırdığı hattı ile her taraftaki bütün ıshafların hattına binaen böyle okunmuştur. Ebû Ubeyd de bunu tercih etmiş, ancak şöyle demiştir: Kur'ân okuyan kimsenin bunları okuduktan sonra kıraate devam etmeyip bunlar üzerinde vakıf yapması gerekir. Derler ki: Çünkü Araplar böyle bir okuyuşu şiirlerinin ve mısralarının kafiyelerinde izlerler. Şair şöyle demiştir:

"Geri dönen gebe develeri biz getirdik,

Sonra gelenler öncekileri yola koyuyordu."

Ebû Amr, el-Cahderî, Yakub ve Hamza ise hem vasıl, hem vakıf halinde bu "elifleri hazfederek okumuşlar ve şöyle demişlerdir: Bu 'elifler yüce Allah'ın:

"Aranıza... muhakkak koşarlardı" (et-Tevbe, 9/47) âyetinde olduğu gibi, fazladan yazılmıştır. Burada da ve başka yerlerde de bu şekilde yazdıkları vardır. Şiire gelince, orası zaruretin sözkonusu olduğu bir yerdir. Kur'ân-ı Kerîm böyle değildir, o en fasih üslûb ile gelmiştir, onda zaruret diye bir şey de yoktur.

İbnu'l-Enbarî dedi ki: "Elif'siz olarak; " Zanlar, yol, rasûl" kelimelerini okuyanlar bu üçünde mushafın hattına muhalefet etmez. Her üçünün de mushaftaki hatları "elif" ile olmakla birlikte bu böyledir. Çünkü: "İtaat ettik" lâfzındaki "elif" ile; "Rasûl, zanlar ve yol" kelimelerinin baş taraflarında yer alan "elif", sonda gelen (zaid ve) "mütetarrife" diye bilinen "elifin yerini tutar. Tıpkı "Ebû Câd (Ebced)"deki "elifin "hevvâz (hevvez)"in "elifine ihtiyaç bırakmaması gibidir.

Bu hususta (lehe olmak üzere) bir delil daha vardır. "Elif" hem fetha, hem de niyette onu düşürmek maksadı olmakla birlikte, harekeden önce gelip destek olmak üzere ilave edilen (harf) durumundadır. Böyle bir uygulama yapıldığı takdirde fetha ile birlikte gelen "elif", tıpkı tek bir şey gibidir. Vakıf yapılması halinde düşmesi gerekir. Hatta "elifin şekil olarak bulunması, lafızda bir yer tutmasını gerektirmez. Bu "elif" tıpkı;

"İki sihirbaz" (el-Kasas, 28/48)

"Göklerin ve yerin yaratıcısı" (Fatır, 35/1) :1e " Mûsa'ya vaad etmiştik" (el-A'raf, 7/142) âyetinde ve runlara benzer lâfız itibariyle bulunduğu halde, hatta yazılmayan kelimeleriekı "eliflere benzer. Bu gibi "elifler lâfzan var olmakla birlikte hattan ıs edilirler (yazılmazlar).

Bu hususta üçüncü bir delil daha vardır. O da şudur: Burada "elifler: "Adam ile karşılaştım" diyenlerin söyleyişine göre yazılmış, fa aynı ifadeyi "elifsiz olarak diye okuyanların şivesine göre okunmuştur.

Bize Ahmed b. Yahya, dilbilginlerinden bir topluluktan naklen şunu haber verdi: Bu bilginler Araplardan -"vav"lı olarak-: "Adam kalktı" ve "ya"lı olarak: "Adama uğradım" dediklerini ve vasıl ve vakıf halinde de böyle kullandıklarını rivâyet etmektedirler. Aynı şekilde her iki halde de: "Adamla karşılaştım" kullanımını da rivâyet ederler. Şair de şöyle demektedir:

"Ey babası hakkında soru soran, Umeyra,

Ordu arasında, binekleri sırtında olanlara soru soran."

Görüldüğü gibi burada bu kullanıma göre bu beyitin son kelimesini "elif'li olarak kullanmıştır. Bir başka şair de şöyle demektedir:

"Süreyya yıldızının arkasında Cevza çıktı mı?

Ben Fatıma ailesi hakkında çeşitli zanlarda bulunurum."

İşte Nâfî' ve başkaları, kıraatlerinde bu söyleyişi benimserler. İbn Kesîr, İbn Muhaysın ve el-Kisaî ise bu "elif'i vakıf halinde isbat ederler, vasıl halinde hazfederler.

İbnu'l-Enbârî dedi ki: Vasıl halinde "elif'i okumayıp, vakıf halinde okuyanın kıraatine gelince, bu şekilde okuyanlar şöylece delil gösterebilirler: Son harfin fetha olan harekesinin kalmasını istediklerinden dolayı, sekt (susmak) halinde "elife ihtiyaç duyarlar. Çünkü "elif" fethayı destekler ve pekiştirir.

10 ﴿