50Ey Peygamber! Muhakkak Biz sana mehirlerini verdiğin zevcelerini, Allah'ın sana ganimet olarak verdiklerinden sağ elinin malik olduğu cariyeleri ve seninle beraber hicret eden amcanın kızlarını, halalarının kızlarını, dayının kızlarını ve teyzelerinin kızlarını ve bir de nefsini peygambere bağışlayan mü’min kadını -eğer peygamber onu nikâh etmek isterse- diğer mü’minler bir yana, yalnız sana has olmak üzere helâl kıldık. Biz mü’minlere eşleri ve malik oldukları cariyeleri hususunda neleri farz kıldığımızı biliyoruz. Sana darlık olmasın diye (böyle hükmettik). Allah mağfiret edendir, rahmet edendir. Bu âyete dair açıklamalarımızı ondokuz başlık halinde sunacağız: es-Süddî, Ebû Salih'ten, o Ebû Talib'in kızı Um Hânî'den şöyle dediğini rivâyet etmektedir: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) bana talib oldu. Ancak ben ona özür beyan ettim, o da benim özrümü kabul etti. Daha sonra yüce Allah: "Ey Peygamber! Muhakkak Biz sana mehirlerini verdiğin zevcelerini, Allah'ın sana ganimet olarak verdiklerinden sağ elinin malik olduğu cariyeleri ve seninle beraber hicret eden amcanın kızlarını, halalarının kızlarını, dayının kızlarını ve teyzelerinin kızlarını... sana has olmak üzere helâl kıldık" âyetini indirdi. Um Hânî dedi ki: Ben ona helâl olmuyordum, çünkü ben hicret etmedim. Ben Tulakâ'dan Peygamber Efendimiz'in Mekke'nin Fethi akabinde, Mekkelilerin müslüman olmaları üzerine onlara esir muamelesi yapmayıp hür ve serbest olduklarını anlatmak üzere "Gidiniz, siz tulakaa'sınız" yani hür ve serbestsiniz deyip serbest bıraktığı kimselere bu isim verilmiştir. idim. Bunu Ebû Îsa (et-Tirmizî) rivâyet etmiş olup şöyle demiştir: Bu hasen bir hadis olup bunun ancak bu yolla (rivâyet edildiğini) biliyoruz. Tirmizî, I, 355; Hakim, Müstedrek, II, 202, 456, IV, 58. İbnu'l-Arabî dedi ki: Bu oldukça zayıf bir hadistir. Bu hadis delil olarak gösterilebilecek sahih bir yoldan dahi gelmemiştir. 2- Peygamber Efendimize Helâl Olan ve Olmayan Kadınlar: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem), hanımlarını seçim yapmakta serbest bırakıp onlar da kendisini seçince, artık onlardan sonra evlenmek yahut onların birisini bir başkasıyla değiştirmek onların bu yaptıklarına bir mükâfat olmak üzere, ona haram kılındı. Buna delil de yüce Allah'ın: "Bundan sonra... kadınlar sana helâl olmaz" (el-Ahzab, 33/52) âyetidir. Acaba bundan sonra bunlardan herhangi birisini boşaması onun için helâl mı idi? Bir görüşe göre onların kendisini tercih etmelerinin bir mükâfatı olmak üzere bu onun için helâl değildi. Bir başka görüşe göre bu, diğer insanlar için helâl olduğu gibi, onun için de helâl idi. Ancak boşadığı hanımın yerine bir başkası ile evlenemezdi. Daha sonra bu haram kılma da neshedildi ve yüce Allah ona bu hanımlardan sonra dilediği hanım ile evlenmesini de ona mubah kıldı. Buna delil de yüce Allah'ın: "Ey Peygamber! Muhakkak Biz sana... zevcelerini... helâl kıldık" âyetidir. Helâl kılmak ise, daha önceden bir yasaklamanın konulmuş olmasını gerektirmektedir. Kendisi hayatta iken nikâhı altındaki hanımları, ona haram değillerdi. Ona haram kılınan yabancılarla evlenmesi idi. Dolayısıyla bu âyette sözkonusu edilen helâl kılma, yabancılar hakkında olmalıdır. Diğer taraftan âyetin devamında: "Amcanın kızlarını, halalarının kızlarını..." denilmektedir. Bilindiği gibi onun nikâhı altında ne amcasının kızlarından, ne halalarının kızlarından, ne dayısı kızlarından, ne teyzelerinin kızlarından hiç kimse yoktu. Böylelikle yüce Allah'ın başından beri bunlarla evlenmeyi ona helâl kılmış olduğu sabit olmaktadır. Bu âyet-i kerîme her ne kadar tilavetteki sıralanışı itibariyle önce ise, onu nesheden sonraki ayetten (52. âyet) nüzul itibariyle daha sonradır. Tıpkı el-Bakara Sûresi'nde yer alan vefat âyetleri gibidir. (Bk. 2/234. âyet, 2. başlık ile 2/240. âyet, 1. başlık) İlim adamları yüce Allah'ın: "Biz sana... zevcelerini... helâl kıldık" âyetinin te'vili hususunda farklı görüşlere sahiptirler. Bir görüşe göre bundan maksat, mehrini vereceği her hanım ile evlenmesini ona helâl kıldığını ifade etmektir. Bu açıklamayı İbn Zeyd ve ed-Dahhak yapmıştır. Buna göre ayet-i kerîme, mahrem olmaları dışında bütün hanımlarla evlenmeyi ona mubah kılmaktadır. Bir başka görüşe göre maksat, Biz sana hanımlarını helâl kıldık, demektir. Yani senin nikâhın altında bulunanları sana helâl kıldık. Çünkü bu kadınlar seni dünya ve âhirete tercih etmişlerdir. Bu açıklamayı da ilim adamlarının Cumhûru yapmıştır. Zahir (kuvvetli) olan da budur. Çünkü yüce Allah'ın: "Mehirlerini verdiğin" âyeti mazi bir fiildir. Mazi fiilin istikbal (müzari) anlamını taşıması ise, ancak birtakım şartlara bağlıdır. Bu açıklamaya göre bu âyet, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın hakkında işi dar tutmaktadır. Diğer taraftan bu açıklamayı İbn Abbâs'ın söylediği şu söz de desteklemektedir: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) kimi dilerse, onunla evlenebiliyor idi. Bu ise, onun hanımlarına ağır geliyordu. Bu âyet-i kerîme nazil olup belirtilenler dışında ona hanımlar haram kılınınca nikâhı altındaki hanımları buna sevindiler. Derim ki: Belirttiğimiz gerekçe dolayısıyla birinci görüş daha sahihtir. Ayrıca bu görüşün sıhhatine Tirmizî'nin, Atâ'dan şöyle dediğine dair kaydettiği rivâyet de delildir: Âişe (radıyallahü anha) dedi ki: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) yüce Allah kendisine kadınları (istediğiyle evlenmesini) helâl kılmadan ruhunu almadı. (Tirmizî) dedi ki: Bu hasen, sahih bir hadistir. Tirmizî, V, 356. 3- Allah'ın Ganimet Verdiklerinden Peygambere Helâl Kılınan Kadınlar: "Sağ elinin malik olduğu cariyeleri" âyeti ile yüce Allah, peygamberine ve onun ümmetine mutlak olarak cariyeleri helâl kılmıştır. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'a da hanımlarını mutlak olarak helâl kılmıştır. Diğer müslümanlara ise, belli bir sayıda olmak üzere helâl kılmıştır. "Allah'ın sana ganimet olarak verdiklerinden" yani kâfirlerden sana döndürdüklerinden anlamındadır. Ganimete de (âyet-i kerîmede olduğu gibi) fey' ismi verilebilir. Yani yüce Allah'ın düşmana galib gelerek onlara zor uygulayarak alınmış olan kadınlardan, Allah'ın sana ganimet olarak verdiklerinden... Kadınlar da (sana helâl kılınmıştır), demektir. 4- Akrabalarından Kendisine Helâl Kılınmış Olanlar: "Amcanın kızlarını, halalarının kızlarını..." Biz kendilerine mehirlerini vermiş olduğun ve sağ elinin malik olduğu cariyelerinden ayrı olarak, bunları da sana helâl kıldık. Cumhûr'un görüşüne göre böyle açıklanmıştır. Çünkü eğer Biz sana evlenmiş olduğun ve mehrini vermiş olduğun her hanımı helâl kıldık, demek istemiş olsaydı, bundan sonra: "Amcanın kızlarını, halalarının kızlarını" demezdi. Çünkü zaten bu, daha önce zikredilenlerin kapsamı içerisine girmektedir. Derim ki: Ancak bunun böyle olması gerekmez. Bunların bilhassa anılması, onları şereflendirmek içindir. Yüce Allah'ın: "İkisinde de meyve, hurma ve nar vardır" (er-Rahmân, 55/68) âyetinde olduğu gibi. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır. 5- Peygamber ile Hicret Eden Hanımlar: "Seninle beraber hicret eden..." hanımlarla ilgili iki görüş vardır: 1- Amcan Abbas ile Abdu'l-Muttalib'in oğullarından diğerlerinin kızları, Abdu’l-Muttalib'in kızlarının oğullarının kızları ile Abdi Menaf b. Zühre'nin kızlarının oğullarından olan dayı kızları gibi akrabaların arasından ancak İslâm'a girmiş olanları sana helâldir. Çünkü Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Müslüman diğer müslümanların dilinden ve elinden zarar görmediği kimsedir. Muhacir ise, Allah'ın yasakladığını terkeden kimsedir." Buhârî, I, 13; Ebû Dâvûd, III, 4; Nesâî, VIII, 105; Müsned, II, 163, 192, 205, 209, 212... 2- Bu hanımlar arasından ancak Medine'ye hicret edenleri sana helâl olur. Çünkü yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Îman edip de hicret etmeyenlere gelince, hicret edene kadar sizin onlarla hiçbir velayetiniz yoktur." (el-Enfal, 8/72) Çünkü hicret etmeyen kemal bulamaz, kemal bulamayan kimse ise, her bakımdan kemale ermiş, üstün, şerefli ve büyük olan Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'a eş olmaya uygun düşmez. 6- "Beraber Hicret Etme"nin Anlamı: "Seninle beraber" âyetindeki beraberlik, hicrete katılma anlamındadır. Yoksa hicret ederken beraber olmak demek değildir. Hicret eden kadın ona helâl olur. Hicret ettiği esnada onunla ister birlikte bulunsun, ister bulunmasın demektir. Mesela, filan kişi benimle beraber girdi ve benimle beraber çıktı, denilirken, onun yaptığı iş benim işim gibi idi, demektir. İsterse ikinizin işi birarada yapılmamış olsun. Şayet: Birlikte çıktık, denilecek olursa, bu hem fiilde ortak olmayı, hem de birlikte yapmayı gerektirir. 7- Amca ve Dayının Tekil Olarak, Hala ve Teyzelerin ise, Çoğul Olarak Zikredilmesinin Hikmeti: Şanı yüce Allah, bu âyet-i kerîmede amcayı tekil, halaları çoğul zikrettiği gibi "dayının" ve "teyzelerin" diye de (biri tekil, diğeri çoğul olarak) zikredilmiştir. Bundaki hikmet şudur: Amca ile dayı mutlak olarak zikredildiği takdirde tıpkı şair ve râciz (recez vezninde şiir söyleyen) gibi cins ismidir. Ancak hala ile teyze isimleri böyle değildir. Bu lugavî bir örftür. Bundan dolayı aradaki anlaşmazlığı kaldırmak için, son derece açık ifadeler kullanılmıştır. Bu, incelikli bir konudur, bunun üzerinde düşünmek gerekir. Bu açıklamayı İbnu'l-Arabî yapmıştır. 8- "Kendisini Peygambere Bağışlayan Kadın": "Ve bir de nefsini peygambere bağışlayan mü’min kadını" âyeti daha önce geçen "sana helâl kıldık" âyetine atfedilmiştir. Yani Biz sana kendisini mehirsiz olarak bağışlayan kadını da helâl kıldık. Bu hususta görüş ayrılığı vardır. İbn Abbâs'tan gelen rivâyete göre o şöyle demiştir: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın yanında bulunan her kadın ya nikâh akdi ile yahut sağ elinin malik olması ile (cariyelikle) bulunuyordu. "Kendisini bağışlayan" diye yanında hiçbir kadın yoktu. Bazıları da onun yanında kendisini (mehirsiz olarak) bağışlamış tek bir kadın bulunuyordu, der. Derim ki: Buhârî ve Müslim'deki rivâyet bu görüşü güçlendirmekte ve desteklemektedir. Müslim'in rivâyetine göre Âişe (radıyallahü anha) şöyle demiştir: Ben kendilerini Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'a bağışlayan kadınları kıskanır ve şöyle derdim: Bir kadın kendisini bir adama bağışlamaktan utanmaz mı? Nihayet yüce Allah: "Hanımlarından kimi dilersen geri bırakabilir, kimi dilersen yanına alabilirsin" âyetini indirdi, bu sefer şöyle dedim: Allah'a yemin ederim, görüyorum ki Rabbin hep senin arzun ne ise, onun gereğini yerine getirmekte çok çabuk davranıyor. Buhârî, IV, 1797, VC, 1996; Müslim, II, 1085; Nesâî, VI, 54; Müsned, VI, 134, 158, 261. Buhârî'deki rivâyete göre de Âişe (radıyallahü anha) şöyle demiştir: Hakim kızı Havle kendisini Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'a bağışlayan hanımlardan birisi idi. Buhârî, V, 1966; eş-Şeybanî, el-A'had ve'l-Mesanî, VI, 61; Taberanî, el-Kebir, XXIV, 236, İşte bu kendisini Peygamber'e bağışlayan hanımların birden çok olduğunu açıkça göstermektedir. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır. ez-Zemahşerî dedi ki: Denildiğine göre kendilerini bağışlayan hanımlar dört tanedir. Bunlar: el-Haris kızı Meymune, ensardan olan ve Ummu’l-Mesâkîn (yoksulların anası) diye bilinen Huzeyme kızı Zeyneb, Cabir kızı Um Şerik ile Hakim kızı Havle'dir. Derim ki: Bunun bazısında görüş ayrılıkları vardır. Katade dedi ki: Kendisini bağışlayan kadın el-Haris kızı Meymune'dir. en-Nehaî dedi ki: O ensardan bir kadın olan ve Ummu'l-Mesâkin diye bilinen Huzeyme kızı Zeyneb'dir. Ali b. el-Huseyn ile ed-Dahhak ve Mukâtil de şöyle demişlerdir: Bu kadın Esedli Cabir kızı Um Şerik'dir. Urve b. ez-Zübeyr ise: el-Evkas kızı Um Hakim es-Sülemiyye'dir. demiştir. 9-Kendisini Mehirsiz Olarak Bağışlayan Hanımın İsmi: Kendisini bağışlayan hanımın adının ne olduğu hususunda görüş ayrılığı vardır. Ensar'dan olan Um Şerik'in adının Ğaziyye (veya Güzeyle) olduğu söylenmiştir. Güzeyle diyenler de vardır. Hakim kızı Leyla da denilmiştir. el-Haris kızı Meymune olduğu da söylenmiştir. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) talib olduğunda, peygamber adına onu isteyen kişi geldiğinde devesi üzerinde idi. Bunun üzerine Meymune: Deve de, onun üzerindeki de Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'a aittir, dedi. Yine denildiğine göre bu hanım Um Şerik el-Amiriye'dir. Daha önce Ezdli, Ebû'l-Ukr'un nikâhı altında idi. et-Tufeyl b. el-Haris'in nikâhı altında olduğu da söylenmiştir. Ondan Şerik adlı çocuğu dünyaya gelmiştir. Denildiğine göre Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) bu hanım ile evlenmiştir. Ancak bu sabit değildir. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır. Bunu Ebû Ömer b. Abdi’l-Berr zikretmiştir. en-Nehaî ve Urve de şöyle demişlerdir: Bu hanım Ummu'l-Mesâkîn Huzeyme kızı Zeyneb'dir. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır. 10- Kadının Kendisini Hibe Etmesi: Cumhûr; "Bağışlayan kadın" âyetindeki "elifi esreli olarak okumuştur. Bu ise, işin yeniden tekrarlanmasını gerektirir. Yani böyle bir şey meydana gelirse, o peygamber için helâl olur. İbn Abbâs ve Mücahid'den gelen rivâyete göre şöyle demişlerdir: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ıp yanında kendisini bağışlayan bir kadın yoktu. Ancak biz bunun aksine dair delilleri ortaya koymuş bulunuyoruz. Hadis İmâmları sahih hadis kaynaklarında Sehl ve başkalarından şunu rivâyet etmektedirler: Bir kadın Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'a gelip: Ben kendimi sana hibe etmek üzere geldim, dedi. Peygamber sustu, nihayet bir adam kalkıp şöyle dedi: Eğer sen onunla evlenmeyi düşünmüyorsan, onu benimle evlendir. Şayet böyle bir bağışlama câiz olmasaydı, Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) susmazdı. Çünkü o batıl olan bir şeyi işittiği takdirde susmakla geçiştirmezdi. Şu kadar var ki, onun susması bu hususta (radıyallahü anhbbinden gelecek) bir açıklamayı beklemesi ihtimali dolayısıyla olabilir. Âyet-i kerîme de bunu helâl kılmak ve bu hususta muhayyer bırakmak hükmü ile nazil oldu. O da onunla evlenmemeyi seçti ve başkası ile evlendirdi. Susmasının bu hususta düşünmesinden kaynaklanmış olma ihtimali de vardır ve nihayet bir adam kalkıp o kadına talib oldu. Hasan-ı Basrî, Ubeyy b. Ka'b ve en-Nehaî ise, "bağışlayan kadını" lâfzındaki hemzeyi üstün olarak okumuşlardır. Ayrıca el-A'meş âyeti, "bağışlayan mü’min kadını" anlamında diye okumuştur. en-Nehhâs dedi ki: Burada; diye hemzenin esreli okunması anlam bakımından daha kapsamlıdır. Çünkü bu şekilde kendilerini bağışlayan hanımların birden çok olduğu söylenmiştir. Üstün okunduğu takdirde anlamı muayyen bir kadın hakkında olur. Çünkü bu üstün okuyuş "kadın"dan bedeldir yahut da, "...için" diye anlamındadır. 11- Peygambere Kâfir Kadın Helâl Değildi: Yüce Allah'ın: "Mü’min kadını" âyeti kâfir kadının ona helâl olmadığına delildir. İmâmu'l-Harameyn şöyle demiştir: Hür kâfir kadının ona haram olduğu hususunda görüş ayrılığı vardır. İbnu'l-Arabî ise, şöyle demektedir: Bana göre sahih olan görüş, kâfir olan kadın ile evlenmenin ona haram olduğudur. Böylelikle o bizden ayrıcalıklı olmaktadır. Çünkü fazilet ve şeref ve üstünlük ile ilgili hususlarda onun payı daha fazladır. Eksiklik olan cihetlerde ise, o bu eksikliklerden daha uzak ve tertemizdir. Bize kitab ehli hür kadınları nikâhlamak câiz kılınmıştır. Fakat kendisi üstün makamı dolayısıyla sadece mü’min hanımları nikâhlayabilirdi. Hicret fazileti olmadığından dolayı hicret etmeyen hanımlar ona helâl olmadığına göre, küfrün sebep olduğu eksiklikten ötürü kitab ehli kâfir bir kadının nikâhlanmasının ona helâl olmaması öncelikle sözkonusudur. "Nefsini peygambere bağışlayan mü’min kadın" âyeti nikâhın özel sıfatlar çerçevesinde karşılıklı bir ivazlaşma akdi olduğunun delilidir ki, buna dair açıklamalar daha önceden en-Nisâ Sûresi'nde (4/24. âyet, 6. başlık ve devamında) geçmiş bulunmaktadır. ez-Zeccâc dedi ki: "Nefsini peygambere bağışlayan mü’min kadın" âyeti bu yolla ona helâl olmuş kadın, demektir. el-Hasen "bağışlayan" anlamındaki âyeti; şeklinde hemzeyi üstün olarak okumuştur. (........) edatı nasb mahallindedir. ez-Zeccâc dedi ki: Bu da "Bağışlamak için" anlamındadır, başkası ise, bu okuyuşa göre "bağışladı diye" şekli "kadın" dan bedel-i istimaldir. "Eğer peygamber onu nikâh etmek isterse" yani kadın kendisini bağışlayıp Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) da onu kabul ederse, peygambere helâl olur. Peygamber onu kabul etmeyecek olursa, böyle bir şey de gerekli olmaz. Nitekim bir kimseye bir şey bağışlanacak olursa, onun o bağışı kabul etme yükümlülüğü yoktur. Şu kadar var ki Peygamber Efendimiz'in üstün ahlakının bir gereği olarak, o bağış yapanın bağışını kabul ederdi. Üstün ahlaklı kimseler bağışı reddetmenin âdeten çirkin bir şey olduğu ve bağışta bulunan kimseye bir hakaret, kalbine bir eziyet olduğu görüşündedirler. İşte yüce Allah bu hususu Rasûlü hakkında açıklığa kavuşturmuş ve onun üzerinden sıkıntıyı giderip insanların âdet ve sözlerindeki batılı da ortadan kaldırmak maksİsmi ile, bunu okunan bir Kur'ân ifadesiyle dile getirmiş olmaktadır. 14- Peygamber'e Has Olmak Üzere...: "Yalnız sana has olmak üzere" âyeti şu demektir: Kadınların kendilerini hususi olarak hibe etmeleri câiz değildir. Bir kadının herhangi bir erkeğe kendisini hibe etmesi câiz olmaz. Bunun özel olma yönü de şu şekilde olur: Şayet kadın gerdeğe girilmeden önce mehrın tayın edilmesini isteyecek olursa, böyle bir hakkı yoktur. Ancak kendi aramızda, nikâhını başkasına havale eden bir kadının gerdekten önce mehir talebinde bulunma hakkı vardır. Gerdekten sonra ise, mehr-i misil taleb edebilir. 15- Kadının Kendisini Bağışlaması Câiz Değildir: İlim adamları kadının kendisini bağışlamasının câiz olmadığını, bu şekilde bağış (hibe) lâfzı ile nikâhın gerçekleşmeyeceğini icma ile kabul etmişlerdir. Bundan tek istisna, Ebû Hanîfe ile iki arkadaşı (Ebû Yûsuf ve Muhammed)'den gelen ve şöyle dediklerini belirten rivâyettir: Kadın bağışta bulunurken, erkek de mehir tayin edip bu hususta şahid tutacak olursa, böyle bir iş câiz olur. İbn Atiyye dedi ki: Onların bu görüşlerinden sadece ibare ve bağış (hibe) lâfzının kullanılmasının câiz olduğu ortaya çıkmaktadır. Yoksa onların şart koştukları fiiller, nikâhın fiillerinin aynısıdır. Bu mesele yeterli açıklamalarıyla daha önceden el-Kasas Sûresi'nde (28/23-28. âyetler, 9- başlıkta) geçmiş bulunmaktadır. Yüce Allah'a hamdolsun. 16- Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'a Ait Özel Hükümler (Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın Hususiyetleri): Yüce Allah, şeriat hükümleri arasında Rasûlüne başkasının bu hususlarda kendisine ortak olmadığı birtakım özellikler vermiştir. Bunlar farz, haram ve helâl kılma bahisleriyle ilgili olup bu hususlar, ona ümmetten ayrı bir ayrıcalık olarak bağışlanmıştır. Bu mertebe özellikle ona verilmiştir. Bundan dolayı başkasına farz kılınmamış, birtakım şeyler ona farz kılınmış. Başkasına haram kılınmadık bir takım fiiller ona haram kılınmış, ümmeti için helâl kılınmamış birtakım şeyler ona helâl kılınmıştır. Bunların bir kısmı üzerinde ittifak edildiği gibi, bir kısmı hakkında da görüş ayrılığı vardır. Peygamber'e özel olarak farz kılınan hususlar dokuz tanedir. 1- Geceleyin teheccüd kılmak: Denildiğine göre geceleyin namaza kalkmak vefat ettiği vakte kadar ona farz idi. Çünkü yüce Allah: "Ey sarınıp bürünen (peygamber)! Birazı müstesna geceleyin kalk" (el-Müzzemmil, 73/1-2) diye buyurmaktadır. Ancak açıkça belirtilen husus şu ki, önceleri tehecüd onun için vacib idi, daha sonradan yüce Allah'ın: "Gecenin bir kısmında da sana nafile olmak üzere onunla (Kur'ân'la) gece namazı kıl!" (el-İsra, 17/79) âyeti ile nesh olunmuştur. 2- Duha (kuşluk) namazı 3- Edha Edha ile, Kurban Bayramı namazı mı, ya da başka bir şeyi mi kastettiğini anlayamadık. 4- Vitr, bu da teheccüd kısmına dahildir. 5- Misvak kullanmak. 6- Borcunu ödemekte zorluk çekmekte iken ölen bir kimsenin borcunu ödemek. 7- Şer'î hususlar dışında akıl sahibi kimselerle danışmak. 8- Hanımlarını muhayyer bırakmak. 9- Bir amele başladı mı? onun üzerine sebatla devam etmek. Başkaları şunu da eklemektedir: O bir münkerin işlendiğini görecek olursa, mutlaka ona tepki gösterir ve bu tepkisini de açığa vururdu. Çünkü onun bu hususta başkasına karşı tepki göstermemesi, bu işin câiz oluşuna delil olur. Bu açıklamayı da el-Beyan müellifi zikretmiştir. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'a özel olarak haram kılınan şeylere gelince, bunlar da toplam on şeydir: 1- Zekâtın ona ve onun akrabalarına haram olması. 2- Nafile sadaka ona haramdır. Akrabalarına haram olması hususunda ise, nisbeten farklı görüşleri, bulunduğu fer'î bir meseledir. 3- Hain bakış: Bu da içindeki kanaatin aksini açığa vurmak veya gereken hususu yapmayarak başka bir tarafa meyletmektir. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) izin istediği bir sırada bir kâfiri yermekte iken yanına girdikten sonra o kişiye yumuşak söz söylemiştir. 4- Zırhını veya silahını giyinip kuşandığı takdirde yüce Allah, onun ile Savaştığı kimse arasında hüküm verinceye kadar üzerinden çıkarmasını Allah ona haram kılmıştır. 5- Yaslanarak yemek yemek. 6- Kokusu hoş olmayan yemekleri yemek. 7- Hanımlarının birisini boşayıp yerine başkasını alması. İleride gelecektir. 8- Onunla birlikte olmaktan hoşlanmayan kadını nikâhlaması. 9- Kitab ehli hür kadını nikâhlaması. 10- Cariyeyi nikâhlaması. Yüce Allah, peygamberi tenzih ve onu temizlemek için, başkasına haram kılmamış olduğu birtakım şeyleri ona haram kılmıştır. Yüce Allah ona yazı yazmayı, şiir söyleyip bunu öğretmeyi -hüccetini daha bir pekiştirmek, mucizesini daha bir açıkça ortaya koymak için- haram kılmıştır. (Bu hususta ona imkan vermemiştir.) Nitekim yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Sen bundan önce hiçbir kitab okumuş değildin ve sağ elinle de onu yazmamıştın." (el-Ankebût, 29/48) en-Nekkaş'ın naklettiğine göre, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) vefat etmeden önce yazı yazabiliyordu. Ancak meşhur olan birinci görüştür. Ayrıca insanlara verilen dünya metâına göz dikmesi de ona haram kılınmıştır. Yüce Allah, şöyle buyurmaktadır: "Sakın bazılarını faydalandırdığımız şeylere iki gözünü dikip uzatma." (el-Hicr, 15/88) Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'a özel olarak helâl kılınanlara gelince, bunlar da onaltı tanedir: 1- Ganimetlerden safiy (taksimata sokulmayan) özel bir şeyi kendine ayırması. 2- Beşte birin, beşte birini de yahut beşte birin tamamını da dilediği gibi tasarrufta bulunabilmesi. 3- Visal orucu (akşam iftar etmeden orucu birkaç gün sürdürmek) 4- Dört hanımdan fazla nikâhlamak. 5- Hibe (bağışlama) lâfzı ile nikâhının olması. 6- Nikâhladığı hanımı velisiz nikâhlayabilmesi. 7- Mehirsiz nikâhının olması. 8- İhram halinde nikâhlamasının helâl olması. 9- Hanımlar arasında paylaştırma yükümlülüğünün üzerinden sakıt olması -ileride gelecektir-. 10- Bir hanımı görecek (ve kalbinde yer edecek) olursa, kocasının o hanımı boşaması vacib olur, peygamberin de o hanımı nikâhlaması helâl olur. İbnu'l-Arabî dedi ki: İmâmu'l-Harameyn böyle demiştir. Daha önce Zeyd kıssasında ilim adamlarının bu husustaki görüşleri geçmiş bulunmaktadır. 11- O Safiyye'yi hürriyetine kavuşturmuş ve onun hürriyetine kavuşturulmasını mehri olarak tayin etmişti. 12- Mekke'ye ihramsız olarak girmesi: Bizim ihramsız olarak Mekke'ye girişimizde ise, görüş ayrılığı vardır. 13- Mekke'de Savaşabilmesi. 14- Ona mirasçı olunmaz. Bunun ona özel olarak helâl kılınmış şeyler arasında zikrediliş sebebi şudur: Kişi hastalığı sebebiyle ölüme yakınlaşacak olursa, onun mülkünün önemli bir bölümü de elinden çıkar ve geriye sadece üçte bir kalır. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın mülkü ise, miras ile ilgili âyette (en-Nisa, 4/11-14. âyetler, 5. başlıkta) açıklandığı üzere onun mirası mülkü olarak kalmaya devam etmiştir. Aynı şekilde Meryem Sûresi'nde de (19/6. âyetin tefsirinde) buna dair açıklamalar yine geçmiş bulunmaktadır. 15- Vefatından sonra da hanımlarının kocaları hayatta imiş gibi devam etmeleri (başkalarıyla evlenmelerinin haram olması). 16- Bir hanımı boşadığı takdirde yine ondan dolayı hanımının başkası tarıfından nikâhlanması haram kalmaya devam eder. Bu son üç hususun büyük bir bölümü ilgili yerlerde etraflı bir şekilde açıklanmış bulunmaktadır. İleride de yüce Allah'ın izniyle gelecektir. Ayrıca Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'a aç ve susuz kimselerden yiyecek ve içecek şeyleri almak: -bunlara sahib olan kimse (bunları verdiği takdirde) helâk olacağından korksa dahi- mubah kılınmıştır. Çünkü yüce Allah: "Peygamber mü’minler için kendi öz canlarından önce gelir" (el-Ahzab, 33/6) diye buyurmaktadır. Herbir müslüman peygamberi, gerektiğinde kendi öz canıyla korumakla yükümlüdür. Peygamberin kendisi adına bazı yerleri ayırıp tahsis etmesi (yasak bölge kılması, hima) da mubah kılınmıştır. Ganimetlerin kendisine (ve ümmetine) helâl kılınması ile de Allah ona ikramda bulunmuştur. Yeryüzü de ona ve ümmetine hem bir mescid, hem de temizlenme aracı kılınmıştır. Halbuki önceki peygamberler arasında mescidlerin dışında namaz kılmaları sahih olmayanlar dahi vardır. Düşmanının kalbine salınan korku ile ona yardım verilmiştir. Düşmanı bir aylık mesafeden ondan korkardı. Bütün insanlara peygamber olarak gönderilmiştir. Kendisinden önceki peygamberler ise, insanların bir bölümüne peygamber olarak gönderilirdi. Ona kendisinden önceki peygamberlerin mucizelerinin benzerleri verildiği gibi, daha fazlası da verilmiştir. Mûsa (aleyhisselâm)'ın mucizesi asa ve kayadan suyun fışkırması idi. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) için ise, ay yarılmış ve parmaklarının arasından su fışkırmıştır. Îsa (aleyhisselâm)'ın mucizesi ölüleri diriltmek, anadan doğma körü ve abraşı iyileştirmek idi. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın elinde ise, çakıl taşlan tesbih etmiş, kendisine yaslanarak hutbe okuduğu kütük (minberde hutbe okumak üzere ondan ayrılması dolayısıyla) onun için âdeta ağlamıştı. Bunlar ise, daha ileri derecede mucizelerdir. Yüce Allah, diğer peygamberlere üstünlük olarak ona ayrıca Kur'ân-ı Kerîm'i mucize olarak vermiştir ve Kur'ân'daki mucizesi kıyâmete kadar baki kalmıştır. İşte bundan dolayı onun nübüvveti kıyâmet gününe kadar nesh olmamak üzere ebedi bir peygamberliktir. 17- Peygamberin Nikâhlamak İstemesi...: "Peygamber onu nikâh etmek isterse" âyeti onu nikâhlarsa anlamındadır. Çünkü; ile "Nikâhladı (anlamında)"; diye kullanılır. Tıpkı; ile 'in, "beğendi, hayret etti" anlamında, ile 'in de "acele etti" anlamında kullanılması gibi. Bununla birlikte; 'in nikâh talebinde veya cima talebinde bulunmak anlamında kullanılması da mümkündür. "Has olmak üzere" lâfzı hal olarak nasbedilmiştir. Bunu ez-Zeccâc söylemiştir. Bunun zikredilmemiş bir fiile muttasıl bir zamirden hal olduğu da söylenmiştir ki, bu zamire zikredilmemiş olan fiil delâlet etmektedir. Bunun da takdiri (anlamı) şöyledir: Biz sana hanımlarını helâl kıldık. Aynı şekilde mü’min olan bir kadını da sana has olmak üzere, senin için hibe (bağışlama) lâfzı ile mehirsiz ve velisiz olarak helâl kıldık. 18- Mü’minler Bu Hükmün Dışındadır: "Diğer mü’minler bir yana" kaydının faydası şudur: Kâfirler her ne kadar bize (Mâlikîlere) göre şeriatın fer'î hükümleri ile muhatab iseler de, onların bu hükümlerle bir ilişkileri yoktur. Çünkü hükümlerin onlar hakkında uygulanması ancak İslâm'ın takdirinde olan bir şeydir. "Biz mü’minlere eşleri ve malik oldukları cariyeleri hususunda neleri farz kıldığımızı" mü’minlere neleri vacib kıldığımızı "biliyoruz." Bu da onların ancak dört kadınla ve mehir, beyyine (şahit) ve veli ile evlenebilecekleri hükmüdür. Bu anlamdaki açıklamaları Ubeyy b. Ka'b, Katade ve başkaları yapmıştır. 19- Peygamber'e Darlık Olmasın Diye: "Sana darlık olmasın diye (böyle hükmettik.)" Yani içinde bulunduğun herhangi bir işte, senin ayrıca genişlik istemene ihtiyaç bırakmadık. Yani Biz bunca açıklamayı ve bu kadar geniş bilgileri: "Sana darlık olmasın diye" yaptık. Buna göre "Olmasın diye" lâfzı "Biz sana... zevcelerini... helâl kıldık" âyetine taalluk etmektedir. Yani herhangi bir hususta Rabbinin nezdinde senin bir günah kazandığın ortaya çıkmadıkça herhangi bir sıkıntın" olmasın ve bundan dolayı kalbin daralmasın diye... Daha sonra yüce Allah, mağfiret ve rahmetiyle bütün mü’minleri teselli ederek: "Allah mağfiret edendir, rahmet edendir" diye buyurmaktadır. |
﴾ 50 ﴿