51Hanımlarından kimi dilersen geri bırakabilir, kimi dilersen yanına alabilirsin. Geri bıraktıklarından kimi yanına almak istersen (yine de) sana vebal yoktur. Bu gözlerinin aydınlığına, üzülmemelerine ve kendilerine verdiğinle hepsinin razı olmalarına daha uygundur. Allah, kalblerinizde olanı bilir, Allah, herşeyi bilendir. Cezalandırmakta acele etmeyendir. Bu âyete dair açıklamalarımızı onbir başlık halinde sunacağız: 1- "Geri Bırakabilirsin" Lâfzının Kıraati: "Kimi dilersen geri bırakabilirsin" anlamındaki âyette yer alan "Geri bırakabilirsin" lâfzı (sonunda) hemzeli ve hemzesiz olarak okunmuştur. Bunların her ikisi de iki ayrı söyleyiştir. Mesela; "İşi geri bıraktım, erteledim" denilebildiği gibi, aynı manada: "Onu erteledim" de denilir. "Yanına alabilirsin" âyetinde; şeklinde elif medli olursa, "yanına aldı, barındırdı" demektir. "Elif" medsiz olarak; diye okunursa, "ona katıldı" anlamına gelir. İlim adamları bu âyetin te'vili hususunda farklı görüşlere sahiptir. Bu konuda yapılmış en doğru açıklama hanımlarına gün ayırıp paylaştırma hususunda Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'a tanınmış bir genişlik olduğudur. Hanımları arasında günleri paylaştırmak, onun için vacib değildi. Bu görüş daha önce geçmiş açıklamalara da uygun düşmektedir. Sahih'de Âişe (radıyallahü anha)'dan manası sabit olmuş olan açıklama şekli de budur. Âişe (radıyallahü anha) şöyle demişti: Ben kendilerini Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'a bağışlamış olan hanımları kıskanır ve: Hiçbir kadın kendisini bir erkeğe bağışlar mı? derdim. Yüce Allah: "Hanımlarından kimi dilersen geri bırakabilir, kimi dilersen yanına alabilirsin. Geri bıraktıklarından kimi yanına almak istersen sana vebal yoktur..." âyetini indirince dedim ki: Allah'a yemin ederim, görüyorum ki, Rabbin hep senin arzun ne ise, hemencecik onu yerine getiriyor. Bu hadis daha önce aynı sürenin 50. ayeti 8. başlığının sonlarında da geçmiş bulunmaktadır. Hadisin kaynakları için oraya bakılabilir. İbnu'l-Arabî dedi ki: İşte Sahih'te sabit olan bu hususun açıklamaya esas olarak alınması gerekir. Anlatılmak istenen de şudur: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) hanımları hususunda muhayyerdi. Eğer paylaştırmak isterse paylaştırır, paylaştırmayı terketmek isterse terkederdi. Bu hususta tercihin Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'a bırakılması Peygamber'in özelliklerindendi. Bununla birlikte o, onların gönüllerini hoş tutmak ve olmadık sonuçlar doğurabilecek olan kıskançlık saikiyle söylenmiş olan sözlerden onları korumak maksİsmi ile bu husus, kendisine farz kılınmaksızın kendiliğinden bu paylaştırmaya riayet ederdi. Bir açıklama da şöyledir: Paylaştırmak önceleri Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) hakkında vacib idi. Daha sonra bu âyet-i kerîme ile onun üzerindeki bu vücub hükmü neshedildi. Ebû Rezîn dedi ki: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) hanımlarından bazılarını boşamak istemişti. Kendisine: Sen bize istediğin gibi gün ayır, dediler. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın yanına aldıkları arasında Âişe, Hafsa, Ummu Seleme ve Zeyneb de vardı. Gerek kendisinden, gerekse malından bunlar arasındaki paylaştırması birbirlerine eşitti. Geri bıraktıkları arasından da Şevde, Cuveyriye, Um Habibe, Meymune ve Safiye vardı. Bunlara da istediği şekilde pay ayırırdı. Bir başka görüşe göre maksat, kendilerini bağışlayan hanımlardır. Hişam b. Urve babasından, o Âişe'den yüce Allah'ın: "Hanımlarından kimi dilersen geri bırakabilirsin" âyeti hakkında şöyle dediğini nakletmektedir: Bu kendilerini peygambere bağışlamış olan hanımlar hakkındadır. en-Nehaî dedi ki: Bunlar kendilerini bağışlamış olan hanımlardır. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) onlardan bazılarıyla evlenmiş, bazılarıyla da evlenmemiştir. ez-Zührî de şöyle demiştir: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın hanımlarından herhangi birisini geri bıraktığını bilmiyoruz. Aksine hepsini yanına almıştı. İbn Abbâs ve başkaları da şöyle demektedir: Âyetin anlamı nikâhı altında bulunan hanımlardan dilediğini boşayabileceği, dilediğini de nikâhı altında tutmaya devam edebileceği şeklindedir. Başka açıklamalar da yapılmıştır. Anlamı her ne olursa olsun, âyet-i kerîme Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'a alanı ve mübahlığı geniş tutmaktadır. Bizim tercih ettiğimiz görüş daha sahihtir. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır. 3- Bu Âyet Bir Sonraki Âyeti Nesh Edici midir?: Hibetullah, "en-Nâsih ve'l-Mensûh" adlı eserinde yüce Allah'ın: "Hanımlarından kimi dilersen geri bırakabilirsin" âyetinin (bir sonraki âyet olan): "Bundan sonra... başka zevceler... sana helâl olmaz" (el-Ahzab, 33/52) âyetini neshedicidir. Ayrıca şöyle demektedir: Yüce Allah'ın Kitabında nâsih'in mensûhtan önce geldiği başka bir yer yoktur. Ancak onun bu sözü birkaç bakımdan zayıf kabul edilir. Çünkü el-Bakara Sûresi'nde kocası vefat etmiş kadının dört ay on gün iddet bekleyeceği belirtilmektedir ki, bu da bir yıllık bekleme süresini neshetmektedir. Oysa (neshedici) nesholunandan önce zikredilmiş bulunmaktadır. (Bk. el-Bakara, 2 234. âyet, 2. başlık ile el-Bakara, 2/240. âyet, 1. başlık) 4- Geri Bıraktıklarından İstediğini De Yanına Alabilirsin: "Geri bıraktıklarından kimi yanına almak istersen..." âyetinde geçen; "İstersen" anlamındadır. Çünkü "İstemek" demektir. "Geri bıraktıklarından"; izale ettiklerinden, demektir. Uzlet, izale etmek anlamındadır. Yani eğer sen paylaştırmak hususunda geri bıraktığın hanımlardan herhangi birisini yanına almayı isteyecek olursan, bu hususta da senin için bir mahzur yoktur. (Yanına aldığını) geride bırakmanın hükmü de bu şekildedir. Burada iki şıktan birisi, diğerine de delil teşkil etmektedir. "(Yine de) sana vebal yoktur" âyetindeki "cünâh" meyletmek demektir. Mesela "Gemi karaya doğru meyletti" denilir. Yani kınamak ve azarlamak suretiyle senin aleyhine bir eğilim yoktur, demektir. 6- Resûlüllah'ın Bu Ayrıcalığı Karşısında Mü’minlerin Annelerine Yakışan Tavır: "Bu gözlerinin aydınlığına... daha uygundur." âyeti hakkında Katade ve başkaları şöyle demektedir: Bizim onlarla birlikte oluşun hususunda seni muhayyer kıldığımız bu şekil, bizim tarafımızdan tesbit edildiğinden ötürü onların razı oluşlarına en uygun olan şekildir. Çünkü onlar bu işin Allah tarafından böylece tesbit edildiğini bilecek olurlarsa, bununla gözleri aydın olur ve buna razı olup hoşnutlukla kabul ederler. Zira bir kimse eğer herhangi bir şeyde hakkının bulunmadığını bilecek olursa, az dahi olsa o şeyden kendisine verilene razı olur. Hakkının olduğunu bildiği takdirde ise, ona verilen şeye de kanmaz. Bu şeye karşı tutkusu artar ve onu daha büyük bir arzu ile ister. İşte yüce Allah'ın Rasûlünün lehine belirlemiş olduğu hanımlarının halleri ile ilgili tutumu ona havale etmesi de onunla birlikte olmaktan razı oluşlarına daha bir yakındır ve Peygamber Efendimiz'in onlar için içinden geldiğini vermesi, gözlerinin aydınlığına -kalbleri daha fazlasına bağlanmaksızın, daha fazlasına göz dikmeksizin- daha uygundur. "Gözlerinin aydınlığına" anlamındaki âyet: "Onların gözlerini aydınlatman" şeklinde "te" harfi ötreli ve "gözler" anlamındaki kelimenin nasbi ile de okunmuştur. Aynı şekilde meçhul bir fiil olarak; "Gözlerinin aydın kılınması" diye de okunmuştur. Bununla birlikte Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) hanımları arasında eşitliği gözetir, -önceden belirttiğimiz üzere- gönüllerini hoş tutmak için işi sıkı tutar ve şöyle derdi: "Allahım, bu benim imkânlarım içerisinde olan hususlarda güç yetirebildiğimdir. Benim malik olamadığım ve Senin malik olduğun hususlarda ise, beni kınama." Tirmizî, III, 446; Ebû Dâvûd, II, 242; Nesâî, VII, 63; İbn Mâce, I. 633; Müsned, VI, 144. O bununla kalbini kastediyordu. Çünkü davranışlarından herhangi birisinde bunu açığa çıkarmaksızın Âişe (radıyallahü anha)'yı kalbinde tercih ediyordu. Vefatı ile sonuçlanan hastalığında da taşınarak hanımlarının odaları arasında dolaştırılırdı ve bu Âişe (radıyallahü anha)'ın odasında kalmak için onlardan izin istemesine kadar böylece devam etti. Âişe (radıyallahü anha) dedi ki: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın hastalığı Meymune'nin evinde başladı. O diğer hanımlarından evinde -Âişe'nin evinde- kendisine bakılması için izin istedi, onlar da ona bu hususta izin verdiler. Buhârî, I, 83. 236. II, 914. III. 1129, IV, 1614, V, 2001. 2160; Müslim, 1, 312; Müsned, VI. 34. 117. Bu hadisi Sahih(-i Buhârî) rivâyet etmiştir. Yine Sahih'te yer aldığına göre Âişe (radıyallahü anha) şöyle demiştir: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) (Âişe'nin evine sırası ne zaman gelecek diye) araştırır ve şöyle derdi: Bugün ben neredeyim? Yarın ben neredeyim?" Bu sözleriyle Âişe (radıyallahü anha)'ın odasına gideceği günün kendisi için geç olacağına işaret ediyordu. (Âişe) dedi ki: Evimde olduğu günün sırası gelince, yüce Allah onun ruhunu (başı) tam göğsüm üzerinde iken kabzetti. Salât ve selâm ona. Buhârî, I. 468. III, 1129, IV. 1616, 1617; Müslim, IV, 1893. 7- Hanımlar Arasında Adaletin Gereği: Erkeğin hanımları arasında adaleti sağlayarak herbirisinin yanında bir gün, bir gece kalması gerekir. İlim adamlarının genel olarak görüşü budur. Bazılarının kanaatine göre ise, bu hükmün vücubu güadüzü kapsamayarak, sadece geceleyindir. Hanımın hasta ya da ay hali olması, hakkını ortadan kaldırmaz. Yanında kalması gereken gün ve gecede yanında bulunmakla yükümlüdür. Kendisi hasta olduğu vakit sağlıklıyken aralarında adalet yapmakla yükümlü olduğu şekilde adalet yapmak zorundadır. Ancak hareket etmekten aciz kalma hali müstesna, o takdirde hastalık nerede kendisini hareket etmekten alıkoymuşsa orada kalır. Sağlığına kavuştuktan sonra yeniden günlerini paylaştırmaya başlar. (Nikâhlı) cariyeler, hür kadınlar, Kitab ehli kadınlar ve müslüman kadınlar bu bakımdan birbirlerine eşittirler. Abdu'l-Melik dedi ki: Hür kadının iki gece hakkı vardır, nikâhlı cariyenin hakkı ise, bir gecedir. (Nikâhsız) cariyeleri (odalıkları) ile hür kadınlar arasında ise, paylaştırma sözkonusu değildir. Bu gibi nikâhsız cariyelerin (odalıkları) gün ve gece paylaşımında herhangi bir hakları yoktur. 8- Birden Fazla Hanımı Aynı Evde Bulundurmak: Hanımlarının rızası olmadıkça onlar aynı evde birarada bulundurulmaz. Birisine ait olan bir gün ve gecede ihtiyacı olmaksızın diğerinin yanına giremez. Bir ihtiyaç ve zaruret dolayısıyla girip girmeyeceği hususunda görüş ayrılığı vardır. Çoğunluk câiz olacağı görüşündedir, Malik ve başkaları gibi. İbn Habib'in kitabında ise, bunun câiz olmadığı belirtilmektedir. İbn Bukeyr, Malik'ten, o Yahya b. Said'den rivâyet ettiğine göre Muaz b. Cebel'in iki hanımı vardı. Birisinin gününde diğerinin evinden su dahi içmezdi. İbn Bukeyr dedi ki: Yine Malik'in bize Yahya b. Said'den anlattığına göre; Muaz b. Cebel'in iki hanımı vardı. Bunların ikisi de taundan öldüler. Hangisi kabrine daha önce sarkıtılacak diye aralarında kura çekti. 9- Hanımlar Arasında Adaletin Sınırı: Malik dedi ki: Eğer orta halli iseler nafaka (masrat ve ihtiyaçlarının karşılanması) ile giyim hususunda hanımları arasında adalet sağlar. Konumları farklı olanlar hakkında ise, böyle bir adalete riayet etmek gerekli değildir. Malik meyil sözkonusu olmaksızın giyim hususunda birini diğerinden üstün tutmayı câiz kabul etmiştir. Sevgi ve nefrete gelince, bunlar kişinin kendi iradesi dışındadır. Bunlarda adalet düşünülemez. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın hanımları arasındaki paylaştırma ile ilgili olarak söylediği şu hadisinde de kasıt budur: "Allahım, bu benim imkanım çerçevesinde olan hususlarda yaptığımdır. Benim malik olamadığım, Senin malik olduğun hususlarda ise, Sen beni kınama." Az önce altıncı başlıkta da geçen bu hadisin kaynakları orada gösterilmiştir. Bu hadisi Nesâî ve Ebû Dâvûd, Âişe (radıyallahü anha)'dan rivâyet etmiştir. Ebû Dâvûd'da ise, "yani kalbini kastediyor" ifadesi de vardır. Yüce Allah: "Ne kadar isteseniz bile kadınlar arasında adalet yapamazsınız" (en-Nisâ, 4/129) âyeti ile hem: "Allah kalblerinizde olanı bilir" âyeti ile buna işaret edilmektedir. Bunun burada özellikle zikredilerek tahsis edilmesinin anlamı budur. Böylece yüce Allah, bizlerden herhangi birimizin nikâhımız altında bulunan kadınlardan birisine diğerinden daha fazla meyletmek şeklinde kalblerimizde bulunan duyguları çok iyi bildiğine dair bizim dikkatimizi çekmektedir. Esasen O, herşeyi bilendir. "Yerde de, gökte de hiçbir şey O'na gizli kalmaz" (Âl-i İmrân, 3/5); "O, gizli olanı da, O'ndan gizli olanı da bilir." (Tâ-Hâ, 20/7) Fakat bu hususta yüce Allah bize müsamaha göstermiştir. Zira kulun kalbini böyle bir meyilden alıkoymasına imkânı yoktur. İşte yüce Allah'ın: "(Bir önceki âyet-i kerîmede geçen): "Allah mağfiret edendir, rahmet edendir" âyeti da buna dairdir. Yüce Allah'ın: "Bu gözlerinin aydınlığına... daha uygundur" âyeti hakkında yapılmış açıklamalara gelince, bunlar da bir sonraki başlığın konusudur. Yani bu, eğer onlardan birisini diğeri ile birlikte bulundurmayıp (adalet gözetmeyip) tercih yoluna, birisine daha çok meyletme cihetine gittiği takdirde, onların üzülmemelerine daha uygundur. Ebû Dâvûd'un rivâyetine göre Ebû Hüreyre Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'dan şöyle buyurduğunu zikretmektedir: "Her kimin iki hanımı bulunur da onlardan birisine meyledecek olursa, kıyâmet gününde yan tarafı da eğilmiş olarak gelecektir. " Ebû Dâvûd, II, 242; Dârimi, II, 193; Nesâî, VII, 63 "Ve kendilerine verdiğinle hepsinin razı olmalarına..." âyetinde (fiilin sonundaki) zamir te'kid edilmektedir. Yani onların hepsinin razı olmalarına... demektir. Ebû Hatim ile ez-Zeccâc: "Ve kendilerine verdiğinle hepsinin razı olmalarına" âyetindeki te'kid ise: "(....): Kendilerine verdiğin" lâfzındaki zamirin te'kidi olmasını câiz kabul etmektedirler. el-Ferrâ' ise, bunun câiz olduğunu kabul etmez. Çünkü anlam ona dair değildir. Zira anlamı, onların herbirisinin razı olması şeklindedir, yoksa anlam onların hepsine verdiklerine... değildir. en-Nehhâs dedi ki: el-Ferrâ''nın bu açıklaması güzeldir. 11- Sevgi Dahil Olmak Üzere Kalblerde Olan Herşeyi Allah Bilir: "Allah kalplerinizde olanı bilir" âyeti umumî bir haberdir. Bununla birlikte Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın kalbindeki bir kişiye karşı beslediği sevginin diğerinden fazla oluşuna işaret etmektedir. Bu anlamın kapsamı içerisinde mü’minler de vardır. Buhârîdeki rivâyete göre Amr b. el-As'ı, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Zatu's-selasin ordusunun başına kumandan olarak göndermişti. (Amr) dedi ki: Peygamberin yanına vardım ve insanlar arasında en sevdiğin kimdir? diye sordum, o: "Âişe'dir" dedi. Erkeklerden kimdir? diye sordum, o: "Babasıdır" dedi. Sonra kimdir? diye sordum, bu sefer: "Ömer b. el-Hattâb'tır..." dedi ve bazı kimselerin ismini saydı. Buhârî, III, 1339; Müslim, IV, 1856; Tirmizî, V, 706; Müsned, IV, 203 Kalbe dair yeterli açıklamalar Bakara Sûresi'nin baştarafları (2/7. âyet, 4. başlık) ile bu sûrenin baştaraflarında (33/4. âyet, 2. başlıkta) geçmiş bulunmaktadır. Rivâyet edildiğine göre Lokman-ı Hakim marangozluk yapan bir köle idi. Efendisi kendisine: Bir koyun kes ve bana onun en hoş olan iki parçasını getir demiş. O da dil ve kalbi götürmüş. Sonra tekrar ona bir başka koyun kesmesini emretmiş ve yine ona: Bu koyundaki en pis iki et parçasını at, bu sefer dili ve kalbini atmış. Efendisi ona: Ben sana bunun en hoş olan iki parçasını bana getirmeni emrettim, dilini ve kalbini bana getirdin. En kötü olan iki parçasını emrettim, yine dilini ve kalbini attın. Şu cevabı vermiş: Bu ikisi iyi oldu mu bunlardan daha iyisi yoktur, kötü de oldular mı bunlardan daha kötüleri yoktur. |
﴾ 51 ﴿