53Ey îman edenler! Peygamber'in evlerine sizin için yemeğe izin verilmeden girmeyin. Yemek vaktini de beklemeye kalkışmayın. Fakat davet olunduğunuzda girin. Yemek yediniz mi dağılın. Söze dalmak için de beklemeyin. Çünkü bu Peygamber'i rahatsız etmekte ama o, sizden utanmaktadır. Allah ise, haktan utanmaz. Hanımlarından ihtiyaç(ınız) olan bir şey istediğinizde onlardan perde arkasından isteyin. Bu sizin kalbiniz için de, onların kalbleri için de daha temizdir. Sizin Allah'ın Rasûlüne eziyet vermeniz de ondan sonra zevcelerini nikâhlamanız da ebediyyen olacak bir şey değildir. Çünkü bu, Allah'ın yanında çok büyük bir iştir. Bu âyete dair açıklamalarımızı onaltı başlık halinde sunacağız: 1- Peygamber'in Evlerine İzinsiz Girmek ve Ayetin İşaret Ettiği Nüzul Sebepleri: "Peygamber'in evlerine... izin verilmeden girmeyin" âyetindeki ...me..." lâfzı, "Size ancak izin verilmesi halinde..." anlamında olmak üzere nasb mahallindedir. Bu durumda istisna da müstesna minh ile aynı cinsten değildir. "Yemek vaktini de beklemeye kalkışmayın" âyetindeki "beklemeye" anlamındaki lâfız, hal olarak nasbedilmiştir. "Bu durumda girmeyin" demektir, 'ın "yemek"in sıfatı olarak cer ile gelmesi câiz değildir. Çünkü sıfat olsaydı, mutlaka faillerin zikredilmesi gerekirdi ve bu durumda: Siz onun vaktini beklemeyin denilmesi gerekirdi. Bunun nahivde benzeri: "Bu adam bir adam ile birliktedir ve ondan ayrılmıyor" demeye benzer. Arzu edildiği takdirde; "Bu adam kendisinden ayrılmadığı bir adam ile birliktedir" denilir. Bu âyet-i kerîme iki kıssa ihtiva etmektedir. Bunlardan birincisi yemeğe oturmak adabı ile ilgilidir, ikincisi ise, hicab emri ile ilgilidir. Hammâd b. Zeyd dedi ki: Bu âyet-i kerîme davranışları dolayısıyla (Peygamber Efendimiz'e) ağırlık veren kimseler hakkında inmiştir. Birinci kıssanın sebebi, müfessirlerin çoğunluğunun kanaatine göre şudur: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) önce Zeyd'in hanımı olan Cahş kızı Zeyneb ile evlendiğinde bir ziyafet vermiş ve insanları bu ziyafete çağırmıştı. Yemeklerini yedikten sonra onlardan bir kesim Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın evinde oturup konuşmaya daldılar. Hanımı ise, yüzünü duvara doğru çevirmiş bekliyordu. Onların bu tutumları Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'a ağır geldi. Enes dedi ki: Peygamber'e sohbete dalmış olanların çıkıp gittiklerini ben mi ona, yoksa o mu bana haber verdi, bilemiyorum. (Enes devamla) dedi ki: Peygamber gitti ve evine girdi. Ben de onunla birlikte girmek istedim. Benimle kendisi arasına perdeyi çekti ve hicab hükmü nazil oldu. O topluluğa kendilerine verilen öğütler ile öğüt verdi. Aziz ve celil olan Allah da: "Ey îman edenler! Peygamber'in evlerine... girmeyin... Çünkü bu Allah'ın yanında çok büyük bir iştir." âyeti nazil oldu. Bu hadisi Sahih(-i Buhârî) rivâyet etmiştir. es-Sa'lebî'nin "Kitafında belirtildiğine göre Katade ve Mukâtil şöyle demişlerdir: Âyetin nüzulüne sebep olan bu olay, Ummu Seleme'nin evinde cereyan etmiştir. Ancak Sahih(-i Buhârî)'in de rivâyet ettiği gibi doğru olan birincisidir. İbn Abbâs dedi ki: Âyet-i kerîme, mü’minlerden bir kesim hakkında inmiştir. Bunlar Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın yemek yiyeceği vakitleri gözetliyor ve yemek pişmeden önce huzuruna giriyorlar, yemek pişene kadar oturuyorlar, sonra da yemek yedikleri halde de çıkıp gitmiyorlardı. İsmail b. Ebi Hakim dedi ki: Bu yüce Allah'ın davranışları ağır kaçan kimseleri, kendisi ile te'dib ettiği bir edebtir. es-Sa'lebî'nin "Kitab"ında nakledildiğine göre İbn Ebi Âişe şöyle demiştir: Davranışları ağır kaçanlar hakkında, şeriatın onlara (yaptıklarına) tahammül etmemiş olduğu sana yeter. Hicab ile ilgili kıssaya gelince, Enes b. Malik ve bir topluluk dedi ki: Bunun sebebi az önce sözkonusu edilen olayda Zeyneb'in evindeki oturmadır. Âişe (radıyallahü anha) ile bir topluluk da şöyle demiştir: Bunun sebebini Ömer şöyle nakletmektedir: Ey Allah'ın Rasûlü, dedim. Senin hanımlarının huzuruna iyi olanlar da, kötü olanlar da giriyor. Keşke onlara hicab arkasına (perde arkasına) geçmelerini emretsen. Bunun üzerine bu âyet-i kerîme nazil oldu Buhârî, I, 157, IV, 1629; Müsned, I, 23, 24, 456 Sahih(-i Buhârî)'nin naklettiğine göre İbn Ömer şöyle demiştir: Ömer dedi ki: Üç hususta Rabbime muvafakat ettim: Makam-ı İbrahim, Hicab ve Bedir esirleri hususunda. Buhârî, i, 157, IV, 1629; Müslim, IV, 1865, Müsned, I, 23, 24, 36, 456. Hicab hakkında söylenenlerin en sahih olanı budur. Bu iki görüşün dışındaki görüş ve rivâyetler pek sağlam değildir. Bunların hiçbirisi ayakları üstünde duramaz. Bunların en zayıfları ise, İbn Mes'ûd'dan gelen şu rivâyettir: Ömer, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın hanımlarına hicabı (perdenin arkasına geçmelerini) emretti. Cahş kızı Zeyneb dedi ki: Ey Hattab'ın oğlu, vahiy bizim evlerimizde nazil oluyorken sen bizim için kıskançlık mı duyuyorsun? Bunun üzerine yüce Allah: "Hanımlarından ihtiyaç(ınız) olan bir şey istediğinizde onlardan perde arkasından isteyin" âyeti nazil oldu. Ancak bu rivâyet batıldır, çünkü hicab âyeti Peygamber Efendimizin -az önce açıkladığımız gibi- Zeyneb ile gerdeğe girdiği günü nazil olmuştur. Bunu da Buhârî, Müslim, Tirmizî ve başkaları rivâyet etmiştir. Şöyle de denilmiştir: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) bazı ashabı ile birlikte yemek yerken onlardan birisinin eli Âişe (radıyallahü anha)'ın eline değdi. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bundan hoşlanmadı. Bunun üzerine hicab âyeti nazil oldu. İbn Atiyye dedi ki: Düğün ya da benzer bir sebeple bir yemek ziyafeti verdiklerinde Araplarda görülen uygulama, dileyen kimsenin davete erken gidip yemeğin hazırlanıp pişmesini bekleyebilmesi şeklinde idi. Yemek yedikten sonra da aynı şekilde otururlardı. Yüce Allah mü’minlere Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın evinde benzeri uygulamaları yasakladı. Diğer mü’minler de bu yasağın kapsamı içerisindedir. İnsanlar da yüce Allah'ın bu hususta kendilerine uymalarını istediği edebe riayet ettiler. Böylelikle yemeğin pişmesini beklemek maksadıyla yemek pişmeden girmek şöyle dursun yemek sırasında bile izin almadan girmelerini yasakladı. "Peygamber'in evleri" âyeti evin erkeğe ait olduğunun delilidir. Evin erkeğe ait olduğuna dair de hüküm verilir. Çünkü yüce Allah, evi ona izafe «iniş bulunmaktadır. Şayet yüce Allah: "Evlerinizde okunan Allah'ın âyetlerini ve hikmeti hatırlayın. Muhakkak Allah herşeyin inceliklerini bilir, herşeyden haberdardır" (el-Ahzab, 33/34) diye buyurmaktadır, denilecek olursa, şöyle deriz: Evlerin Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'a izafe edilmesi mülkiyet izafetidir. Hanımlara izafe edilmesi ise, mahal izafetidir. Buna delil de şudur: Bu evlere girmek hususunda izin verme yetkisini Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’a vermiş bulunmaktadır. İzin ise, malik olan kimsenin bir hakkıdır. 3- Peygamberin Vefatından Sonra Hanımlarının Kaldıkları Evlerin Mülkiyeti Kimindir?: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın vefatından sonra evlerinde hanımlarının kalmaları se-Debiyle bu evlerin mülkiyetinin onların olup olmadığı hususunda ilim adamunnın iki ayrı görüşleri vardır. 1- Bir kesim bu evler onların mülkü idi demektedir. Buna delil ise, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın vefatından sonra kendilerinin vefat ettiği vakte kadar evlerde kalmış olmalarıdır. Çünkü Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) hayatta iken bu evlerde kalanı onlara bağışlamış idi. 2- Onların evlerde kalmaları tıpkı bir erkeğin hanımını evinde iskân ettirmesi gibi idi. Bu bir hibe değildi. Onların süknâları Peygamber'in ölümünden sonra da devam etti. Sahih olan da budur. Ebû Ömer İbn Abdi’l-Berr, İbnü’l-Arabî ve başkalarının da benimsedikleri görüş budur. Çünkü bu Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın onların lehlerine olmak üzere istisna etmiş olduğu, onların geçenlerinin bir parçasını teşkil ediyordu. Tıpkı şu âyetin da onların lehime olmak üzere nafakalarını istisna etmiş olduğu gibi: "Benim mirasçılarım, ne bir dinar, ne de bir dirhem paylaşabilirler. Hanımlarımın nafakası ile be için iş yapanların geçiminden sonra geriye bıraktığım bir sadakadır." Ebû Dâvûd, III, 144; Müsned, II, 242; el-Humeydî, Müsned, II, 480. İşte ilim ehli de böyle demişlerdir: Buna Peygamber Efendimiz'in hanımlarının kaldıkları meskenlere, bıraktıkları mirasçıların ayrıca mirasçı olmayışı da delil teşkil etmektedir: Bu görüşün sahipleri şöyle derler: Eğer bu haneler onların mülkü olmuş olsaydı, hiç şüphesiz o hanımların mirasçıları, bu hanelere mirasçı olurlardı. Mirasçılarının böyle bir şeye kalkışmamış olması da bu hanelerin Peygamber Efendimiz'in hanımlarının mülkiyetinde olmadığına bir delildir. Onlar için ancak hayatta kaldıkları sürece bir süknâ hakları vardı. Vefat etmeleri ile birlikte bu haneler, faydası bütün müslümanları kapsayan Peygamber Mescidine ilave edilmiştir. Tıpkı Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın terikesinden onlara ayrılmış olan nafakaların, vefat etmelerinden sonra bu haklarının, malın aslına ilave edilmesi ve faydası bütün müslümanları kapsayan, müslümanların menfaatlerine o malın aslına katılarak harcanması gibi. Başarıya ulaştıran Allah'tır. "Yemek vaktini de beklemeye kalkışmayın." Yani onun pişmesi zamanını beklemeyin. "Onun vakti, pişmesi" lâfzındaki "elif" maksurdur. Bu birkaç türlü söylenir. Biri hemze esreli olarak; şeklindedir. eş-Şeybanî dedi ki: "Oğulları Kisra'yı parça parça ettiklerinde, Kılıçlarıyla tıpkı etlerin parçalanışı gibi. Günler onun başına öyle bir gün getirdiler ki o tam vaktinde erişti, Ve herbir gebenin (gebeliğinin) tamam olduğu bir süresi vardır." İbn Ebi Able' "yemek"in sıfatı olmak üzere; "Vaktini de beklemeye kalkışmayın" diye okumuştur. ez-Zemahşerî dedi ki: Ancak bu uygun bir okuyuş değildir. Zira bu, uygun olmayan bir şekilde kullanılmış olur. Çünkü zamirin ait olduğu lâfzın açıkça zikredilmesi gerekir ve bu durumda "Siz onun vaktini beklemeksizin" denilmesi gerekirdi. Tıpkı; "Hind, Zeyd'e vuranın kendisidir" demek gibidir. "Vakti geldi" şeklinde üstün ile söyleneceği gibi; üstün ve med ile de gelebilir. Şair el-Hutay'a şöyle demektedir: "Ben akşam yemeğini geciktirdim Süheyl yıldızının, Yahut Şi'ra yıldızının (doğuş) vaktine kadar fakat bu vakti beklemek bana uzun geldi." "Onun vakti" lâfzında fiil "O şeyin vakti geldi, tamamlandı" lâfzından mastardır. 4- Çağrıyı Kabul Etmek, işi Bittikten Sonra Gitmek: "Fakat davet olunduğunuzda girin, yemek yediniz mi dağılın" âyeti ile yüce Allah, yasağı te'kid etmekte ve giriş vaktinin edebe uygun olarak izin halinde sözkonusu olacağını özellikle belirtmektedir. Ayrıca o şerefli peygamberin huzurunda hoşa gitmeyecek şekilde lafa dalmaktan da uzak durulmasını istemektedir. İbnu'l-Arabî dedi ki: İfadenin takdiri şöyledir: Fakat çağrılıp da girmeni-z- izin verildiği takdirde siz de giriverin, yoksa bizatihi çağırmanın kendisi içeri girmek için yeterli bir izin olamaz. Buradaki şart edatının cevabını teşeden cümlenin başına "fe" harfinin gelmesi, bunda mücazat (şartın cevabı anlamını) taşımasından dolayıdır. 5- Yemek Yedikten Sonra Dağılın: "Yemek yediniz mi dağılın" âyeti, yüce Allah'ın yemeğin yenilmesinin sonra hepsinin dağılıp etrafa yayılmasına dair vermiş olduğu bir emirdir. Bununla yemek maksadı hasıl olduktan sonra evden çıkmanın gereğini hatırlatmak istemiştir. Bunun delili ise, izinsiz girmenin haram olduğudur. Oraya girmek yemek için câiz olmuştur. Yemek işi bitti mi oraya girmeyi mübah kılan sebep de ortadan kalkmış ve böylelikle harardık hükmü aslına dönmüş olur. 6- Misafir Kendisini Misafir Edenin Mülkünden Yer: Bu âyet-i kerîmede misafir kimsenin kendisini misafir edenin mülkünden yediğine, kendi öz mülkünden yemediğine delil vardır. Çünkü yüce Allah: "Yemek yediniz mi dağılın" diye buyurmaktadır. Bu âyetle misafire yemekten fazlasını vermemiş, onun dışında kalan şeyleri de ona izafe etmemiş, geriye mülkiyet aslı üzere kalmış bulunmaktadır. "Söze dalmak için de beklemeyin" âyeti "beklemeye kalkışmayın" Âyetine atfedilmiştir. Buradaki olumsuzluk anlamını veren: "Sizin için" lâfzındaki "siz" anlamındaki zamirden hal olarak nasbedilmiştir. Buna göre; beklemeye kalkışmaksızın ve söze dalmaksızın, demek olur. Anlatılmak istenen de şudur: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın ashabı Zeyneb'in düğün yemeğinde yaptığı gibi oturup konuşmak için beklemeyin. "Çünkü bu peygamberi rahatsız etmekte ama o, sizden utanmaktadır. Allah ise, haktan utanmaz." Yani onu açıklamaktan, onu açığa vurmaktan imtina etmez. Böyle bir tutum insanlarda haya sebebiyle ortaya çıktığından dolayı şanı yüce Allah, insanlar arasında böyle bir tavır takınmayı gerektiren sebebin, Allah hakkında sözkonusu olmadığını ifade etmektedir. Sahih'de, Ummu Seleme'den şöyle dediği kaydedilmektedir: Um Süleym, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'a gelerek dedi ki: Ey Allah'ın Rasûlü, şüphesiz ki Allah haktan utanmaz. Kadın rüyasında ihtilam olduğu takdirde gusletmesi gerekir mi? Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Suyu gördüğü takdirde (evet)" diye buyurdu. Buhârî, I, 60, 108, III, 1211, V, 2260, 2268; Müslim, I, 251; Nesâî, I, 114; Muvatta’, I, 51; Müsned, VI, 302. 8- Perde Arkasından Konuşma Emri: "Hanımlarından ihtiyac(ınız) olan bir şey istediğinizde onlardan perde arkasından isteyin" âyeti ile ilgili olarak Ebû Dâvûd et-Tayalisî'nin rivâyetine göre Enes b. Malik'ten şöyle dediği nakledilmiştir: Ömer (radıyallahü anh) dedi ki: Dört hususta Rabbime muvafakat ettim... Bu şekilde başlayan hadiste şunlar da yer almaktadır: Ey Allah'ın Rasûlü, dedim. Sen hanımların (ile başkaları) arasına perde gersen, çünkü onların yanına iyi olanları da girer, kötüler de girer. Bunun üzerine yüce Allah: "Hanımlarından ihtiyaç olan birşey istediğinizde onlardan perde arkasından isteyin." âyetini indirdi. ayetin 1. başlığında bu hususa dair iki rivâyet kaydedilmiş bulunmaktadır. Kaynakları için oraya bakınız. Burada sözkonusu edilen meta' (ihtiyaç duyulan şey)in mahiyeti hakkında görüş ayrılığı vardır. Bunun kendisi ile yararlanılan ve insanların birbirlerine iğreti olarak verdikleri şeyler oldukları söylenmiştir. Bunun fetva demek olduğu söylendiği gibi, Kur'ân-ı Kerîm sahifeleri olduğu da söylenmiştir. Doğrusu ise, bunun istenmesi mümkün olan kapkacak ve diğer dini ve dünyevi ihtiyaçların tümü hakkında umumi olduğudur. 9- Diğer Mü’min Hanımlar da Mü’minlerin Anneleri Hakkındaki Bu Hükmün Kapsamına Girmektedir: Bu âyet-i kerîmede karşı karşıya kalınan bir ihtiyaç yahut onlardan fetvası sorulacak bir mesele dolayısıyla perde arkasından onlara soru sormaya dair yüce Allah'ın izin vermiş olduğuna delil vardır. Mana itibariyle ve kadının bedeni ve sesi ile tamamen avret olduğunu ortaya koyan şeriatın ihtiva ettiği esaslar dolayısıyla, bütün hanımlar da bu hükmün kapsamı içerisindedir. Onun hakkında şahitlikte bulunmak yahut vücudundaki bir hastalık ya da arız olan bir husus hakkında ona soru sormak ve bunun muayyen olarak ancak ondan öğrenilmesinin mümkün olması gibi, bir ihtiyaç duyulması hali dışında, bu perdenin açılması câiz değildir. 10- Ama Olan Kimsenin Şahitliği: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın hanımlarından perde arkasından ihtiyaçları sormanın câiz oluşunu ve âmâ olan kimsenin hanımına sözünden onu tanıması suretiyle yaklaşabileceğini, âmâ kimsenin şahitliğinin câiz olacağına bazı ilim adamları delil göstermişlerdir. Âmânın şahitliğinin câiz olduğunu çoğu ilim adamı kabul etmektedir. Ancak Ebû Hanîfe, Şâfiî ve başkaları ise, şahitliğini câiz kabul etmezler. Ebû Hanîfe âmânın neseblerdeki şahitliği caizdir demiş, Şâfiî de ancak gözleri kör olmadan önce gördüğü şeyler hususundaki şahitliği caizdir, demiştir. 11- Kalblerden Kötü Düşünceleri Uzak Ilıtmak İçin Tedbirli Olmak Gereği: "Bu sizin kalbiniz için de, onların kalbleri için de daha temizdir" âyeti ile yüce Allah, hanımlar hakkında erkeklerin kalbine, erkekler hakkında da kadınların kalbine arız olan, hatırdan geçen düşünceleri kastetmektedir. Yani böyle bir durum şüpheyi daha bir giderici, ithamı daha bir uzaklaştırıcı ve korunmayı daha bir gerçekleştiricidir. İşte bu husus hiçbir kimsenin kendisine helâl olmayan bir kadın ile yalnız başına kalmak noktasında kendisine güvenmemesi gerektiğinin delilidir. Böyle bir şeyden uzak durmak, o kişinin hali açısından daha iyidir, nefsini daha sağlam koruyucudur ve bu hususta kişinin iffetini daha çok muhafaza edicidir. 12- Mü’minler Allah'ın Rasûlüne Eziyette Bulunamazlar; "Sizin Allah'ın Rasûlüne eziyet vermeniz de... olacak bir şey değildir." Bu âyet illeti bir daha tekrarlamakta ve bu illetin hükmünü pekişurmektedir. İlletlerin pekiştirilmesi hükümlere daha da güç kazandırır. 13- Peygamberin Hanımlarını Başkaları Asla Nikâhlayamaz: "Ondan sonra zevcelerini nikâhlamanız da ebediyyen olacak bir şey değildir" âyeti ile ilgili olarak İsmail İbn İshak dedi ki: Bize Muhammed b. Ubeyd anlattı, dedi ki: Bize Muhammed b. Sevr, Ma'mer'den naklen anlattı. Mamer'in Katade'den naklettiğine göre bir adam şöyle demiş: Şayet Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) vefat edecek olursa, Âişe ile evlenirim. Bunun üzerine yüce Allah: "Sizin Allah'ın Rasûlüne eziyet vermeniz de..." âyeti ile: "Onun zevceleri de analarıdır" (el-Ahzab, 33/6) âyeti nazil oldu Beyhakî, es-Sünenü'l-Kübra, VII, 69. el-Kuşeyrî Ebû Nasr Abdurrahman dedi ki: İbn Abbâs dedi ki: Kureyş'in ileri gelenlerinden Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile birlikte Hira'nın üzerinde bulunan on kişiden birisi kendi kendine: Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) vefat ederse, Âişe ile evlenirim. Hem o benim amcamın kızıdır, diye düşünmüştü. Mukâtil dedi ki: Bu kişi Talha b. Ubeydullah'tır. İbn Abbâs dedi ki: Sonra bu adam içinden geçen düşüncelerden dolayı pişman oldu. Yürüyerek Mekke'ye kadar gitti ve Allah yolunda on at üzerinde gazi taşıdı. (Gazilere üzerinde cihad etmeleri için on at verdi) ve bir çok köle azad etti, Allah da onun günahını bağışladı. İbn Atiyye dedi ki: Rivâyet edildiğine göre bu âyet şöyle diyen bir sahabi sebebiyle inmiştir: Şayet Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) ölürse, Âişe ile evleneceğim. Bu Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'a ulaştı, o da bundan rahatsız oldu. İşte bu şekilde İbn Abbâs bu şahıstan sahabelerden birisi diye sözetmiştir. Mekkî'nin, Ma'mer'den rivâyetine göre Ma'mer: O Talha b. Ubeydullah'tır demiştir. Derim ki: Aynı şekilde en-Nehhâs'ta Ma'mer'den bu kişinin Talha olduğunu nakletmektedir. Ancak bu sahih değildir. İbn Atiye dedi ki: Allah, İbn Abbâs'a iyiliğini versin. Bana göre bu Talha b. Ubeydullah hakkında doğru olamaz. Hocamız İmâm Ebû'l-Abbas dedi ki: Bu söz ashabın faziletlilerinden birisinden nakledilmiştir. Ancak böyle bir şey onlardan uzaktır. Bu sözün naklinde yalan olduğu açıktır. Böyle bir söz olsa olsa cahil münafıklara yakışır. Rivâyet edildiğine göre münafıklardan bir kimse Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem), Ebû Seleme'den sonra, Ummu Seleme ile evlenince Huneys b. Huzafe'den sonra da Hafsa ile evlenince şöyle demiş: Muhammed'e ne oluyor ki bizim hanımlarımızla evleniyor? Allah'a yemin ederim, eğer o da ölecek olursa, biz de onun hanımları arasında okları dolaştırırız. Bunun üzerine bu âyet-i kerîme nazil oldu, yüce Allah, ondan sonra hanımlarını nikâhlamayı haram kıldı ve onlara annelik hükmünü verdi. Bu da Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın özelliklerindendir. Onun ayrıcalıklı bir şerefe sahib olduğunu ortaya koymak, mertebesine dikkat çekmek içindir. Şâfiî (Allah'ın rahmeti üzerine olsun) dedi ki: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) vefat ettiğinde hayatta bulunan hanımlarından herhangi birisini nikâhlamak hiçbir kimseye helâl değildir. Bunu helâl kabul eden bir kişi kâfir olur. Çünkü yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Sizin, Allah'ın Rasûlüne eziyet vermeniz de, ondan sonra zevcelerini nikâhlamanız da ebediyyen olacak bir şey değildir" diye buyurmaktadır. Şöyle de denilmiştir: Peygamber'in hanımlarıyla evlenmenin yasak kılınış sebebi, onların cennette de hanımları olacaklarından dolayıdır. Çünkü bir kadın cennette, dünyada iken onunla son evli bulunan kocasına verilecektir. Huzeyfe hanımına şöyle demiş: Eğer yüce Allah bizi cennetine koyacak olursa, sen de cennette benim eşim olmak istiyor isen benden sonra evlenme. Çünkü kadın son kocasına verilecektir. Biz bu hususta ilim adamlarının sahip oldukları görüşleri "et-Tezkire" adlı eserimizin cennet ile ilgili bahislerinde zikretmiş bulunuyoruz. 14- Peygamber Efendimiz'in Vefatından Sonra Hanımlarının Hukuki Durumları: İlim adamları Peygamber Efendimiz'in vefatından sonra hanımlarının durumu hakkında farklı görüşlere sahiptirler. Acaba onlar Peygamber Efendimiz'in hanımları kalmaya mı devam ettiler? Yoksa ölüm ile nikâhları ortadan Kalkmış mı oldu? Ölüm dolayısıyla nikâhları ortadan kalkmış ise, iddet beklemek yükümlülükleri var mıydı? yok muydu? Şöyle cevab verilmiştir: İddet beklemeleri gerekli idi. Çünkü onlar hayat. iken kocaları vefat etmiştir. İddet beklemek de bir ibadettir. Bir başka görüşe göre iddet beklemek yükümlülükleri yoktur. Çünkü onar için bu süre (evlenmelerinin) mubah olması umulan bir bekleme süresi değildir. Sahih olan da budur, çünkü Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Aile efradımın nafakasından artıp geriye bıraktığım..." diye buyurmuştur. Bu "ehlim nafaka->mdan..." diye de rivâyet edilmiştir ki, bu da evliliğe has bir isimdir. ayetin tefsiri, 3. başlıkta geçen bu hadisin kaynakları orada gösterilmiştir. Böylece Peygamber Efendimiz mü’minlerin anneleri hanımları olduklarından ve ondan başkasına da haram olduklarından dolayı, hayatta kaldıkları îürece onlara nafaka ve sükna bırakmış olmaktadır. İşte nikâhın kalıcılığının inlamı da budur. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın vefatı mü’minlerin anneleri için, baştisı hakkında kocalarının hazır bulunmaması (gaybubeti) konumunda kabul edilmiştir. Çünkü diğer insanlardan farklı olarak onların âhirette hanımları olacağı kat'î bir husustur. Diğer insanlar hakkında bunun böyle olmayış sebebi ise, kişinin hanımı ile birlikte âhirette aynı yerde bulunabileceklerini bilemeyişidir. Belki onların birisi cennette, diğeri cehennemde olabilir. İşte bundan dolayı sair insanlar hakkında böyle bir sebep ortadan kalkmış olduğu halde Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) hakkında bu sebep varlığını sürdürmüştür. Nitekim Peygamber de şöyle buyurmuştur: "Herbir sebep ve neseb kesilir. Benim serebim ve nesebim müstesnadır. O kıyâmet gününe kadar bakidir." Hakim, Müstedrek, III, 153; Beyhaki, es-Sünenü'l-Kübra, VII, 64; el-Bezzâr, Müsned, I. 397. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın hayatta iken kendilerinden ayrıldığı Kelboğullarından olan hanım ve başkaları gibi sair zevcelerine gelince, acaba bunları başkalarının nikâhlaması helâl mi idi? Bu hususta görüş ayrılığı vardır. Sahih olan ise, bunun câiz olduğudur. Çünkü rivâyete göre Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın ayrıldığı Kelboğullarına mensub kadın ile önceden de geçtiği üzere Ebû Cehil'in oğlu İkrime evlenmiştir. Onunla evlenen kişinin Kindeli el-Eş'as b: Kays olduğu da söylenmiştir. Kadı Ebû't-Tayyib de şöyle demiştir: Onunla evlenen kişi Muhacir b. Ebi Umeyye'dir. Kimse de buna (bu evliliğe) karşı çıkmamıştır. Bu da bu hususta icma olduğunun delilidir. 15- Allah Rasûlüne Eziyet Vermek, Allah'ın Nezdinde Büyük Bir Günahtır: "Çünkü bu Allah'ın yanında çok büyük bir iştir." Yani Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)'a eziyet etmek yahut onun hanımlarını nikâhlamak çok büyük (bir günah)tır. Yüce Allah böylelikle bu işleri büyük günahlar arasında saymıştır ki, bundan da büyük günah olamaz. 16- Âyetin Nüzul Sebebi ve Bunun Gereğinin Yerine Getirilmesinde Gösterilen Titizlik: Hicabın nüzul sebebini gerek Enes'in, gerek Ömer (radıyallahü anhüma)'ın hadislerine dayanarak açıklamış bulunuyoruz. Ömer (radıyallahü anh), Sevde'ye dışarı çıktığı vakit -ki uzun boylu bir hanımdı-: Seni gördük (tanıdık) ey Şevde, diyordu. Bu sözleri onun hicaba dair hükmün inmesini çokça arzulamasından dolayı söylüyordu. Bunun üzerine yüce Allah da hicab âyetini indirmişti. Bütün bu sebeblerin birarada oluşu dolayısıyla âyetin inmiş olma ihtimali de uzak değildir. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır. Diğer taraftan Cahş kızı Zeyneb vefat ettiğinde şöyle demişti: Bunun cenazesinde ancak onun mahremi olan bir kimse bulunsun. Bununla onun sebebiyle nazil olmuş hicab emrine riayet etmeye çalışmıştı. Böyle deyince Esma bint Umeys çadır içerisinde naaşının örtülmesi yolunu ona gösterdi ve bu uygulamayı Habeşistan'da gördüğünü söylemişti. Hazret-i Ömer de aynı işi yapmıştı. Bu uygulamanın Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın kızı Fatıma (radıyallahü anha)'nın cenazesinde yapıldığı da rivâyet edilmiştir. |
﴾ 53 ﴿