3

Zikir okuyup duranlara;

"Yemin olsun saf saf duranlara, haykırarak sürenlere, zikir okuyup duranlara" (mealindeki) âyetlerini kıraat âlimlerinin çoğunluğu bu şekilde (yani ilk kelimelerin sonlarındaki "te" harfi ile ondan sonra gelen harfler birbirine idgam edilmeden izhar ile) okumuşlardır. Hamza ise üçünde de (âyetlerin ilk kelimelerinin sonlarındaki "te" harfini bir sonraki kelimenin ilk harfine) idgam ile okumuştur. Bu ise Ahmed b. Hanbel'in işittiği vakit hoşlanmadığı kıraattir.

en-Nehhâs dedi ki: Bu kıraatin Arapça bakımından doğru olma ihtimali üç yönden uzaktır.

1- "Te" harfi (birinci âyette yer alan ikinci kelimenin ilk harfi olan) "sad" harfi ile aynı mahreçten çıkmadığı gibi (ikinci âyetin, ikinci kelimesinin ilk harfi olan) "ze"nin mahrecinden de değildir. (Üçüncü âyetteki ikinci kelimenin ilk harfi olan) "zel" harfinin mahrecinden de değildir. Mahreç itibariyle bunlara yakın da değildir. "Te" harfinin mahreç itibariyle yakınından çıkan harfler ise "ti" ile "dal" harfleridir. "Ze" harfinin "sad" ve "sin" harfleri, "zel" harfinin ise "zı" ve "(peltek) se" harfleridir.

2- "Te" bir kelimede ondan sonraki diğer harfler ise bir diğer kelimede bulunmaktadır.

3- Eğer bu harf sonrakilerden birisi ile idgam edilecek olursa, iki ayrı kelimede sakin iki harf, arka arkaya getirilmiş olur. Böyle bir durumda arka arkaya iki sakinin gelmesinin câiz olması, her ikisinin tek bir kelimede olması halinde kabul edilebilir. kelimeleri gibi.

Hamza'nın kıraati de şöyle açıklanabilir: "Te" bu harflere mahreç itibariyle bir dereceye kadar yakınlık arzetmektedir.

"Yemin olsun saf saf duranlara" âyeti bir kasemdir. Buradaki "vav" yemin için getirilen (be)'den bedeldir. Saf saf duranların Rabbine yemin olsun, demektir.

"Haykırarak sürenlere" âyeti da ona atfedilmiştir.

"Şüphesiz sizin ilâhınız birdir" âyeti yeminin cevabıdır. el-Kisaî yemin halinde in hemzesinin üstün okunabileceğini de kabul etmiştir.

"Saf saf duranlara" âyeti ile

"zikir okuyup duranlara" âyetine kadarki âyetlerde kastedilenler İbn Abbâs, İbn Mes’ûd, İkrime, Said b. Cübeyr, Mücahid ve Katade'ye göre meleklerdir. Melekler semada dünyada mü’minlerin namaz için saf tutmaları gibi saf tutarlar.

Kanatlarını havada durarak saf olarak dizdiklerini ve yüce Allah dilediği emri onlara verinceye kadar böylece durduklarını söyleyenler de vardır. Bu ise kulların hükümdarları önünde saf saf durmalarını andırır.

el-Hasen der ki: Namazlarında Rabbleri huzurunda saf saf dizildikleri için

"yemin olsun saf saf duranlara" diye buyurulmuştur.

Bir başka açıklamaya göre burada kastedilenler kuşlardır. Bunun delili de yüce Allah'ın şu âyetidir:

"Üzerlerinde saf saf (sıra sıra) dizilip kanatlarını açıp kapayan kuşları görmediler mi?" (el-Mülk, 67/19)

Saf, topluluğun namazdaki saf gibi belli bir çizgi üzerinde düzene sokulması demektir.

"Saf saf duranlar" âyeti cem'ul-cem' (çoğulun da çoğulu)dur. Mesela: "Saf halinde dizilmiş bir topluluk" denilir. Daha sonra da bunun: "Saf saf dizilenler" diye çoğulu yapılır.

"Saf saf duranlar"dan kastın, namazda yahutta cihadda saf halinde ayakta duran mü’minler topluluğu olduğu da söylenmiştir. Bu açıklamayı el-Kuşeyrî yapmıştır.

"Haykırarak sürenler", İbn Abbâs, İbn Mes’ûd. Mesrûk ve daha önce açıkladığımız şekilde diğerlerinin görüşlerine göre meleklerdir. Onlara böyle denilmesinin sebebi ya bulutlan -es-Süddî'nin görüşüne göre- haykırarak sürüklemeleri veya öğütlerle, mev'ızelerle, masiyetlerden alıkoymalarıdır.

Katade: Burada kastedilenler Kur'ân-ı Kerîm'in zecredici (yasaklayıcı, alıkoyucu) âyetleridir, demiştir.

"Zikir okuyup duranlara" âyeti ile meleklerin yüce Allah'ın Kitabını okumaları kastedilmektedir. Bu açıklamayı da İbn Mes’ûd, İbn Abbâs, el-Hasen, Mücahid, İbn Cübeyr ve es-Süddî yapmıştır.

Bu âyet ile sadece Cebrâîl'in kastedildiği ve ondan çoğul lâfzı ile sözedildiği de söylenmiştir. Çünkü o meleklerin büyüğüdür. Onun mutlaka orduları ve ona tabi olanları vardır.

Katade de şöyle demektedir: Maksat yüce Allah'ın zikrini okuyan ve yazan herkesdir.

Bir diğer açıklamaya göre maksat, Kur'ân-ı Kerîm'in âyetleridir. Yüce Allah bu âyetleri okunmak ile nitelendirmiştir. Nitekim bir başka yerde şöyle buyurmaktadır:

"Gerçekten bu Kur'ân İsrailoğullarına hakkında anlaşmazlığa düştükleri şeylerin çoğunu anlatır." (en-Neml, 27/76)

Kur'ân'ın âyetlerinin, "tâliyât (biri diğerinin ardından gelenler)" diye adlandırılması mümkündür. Çünkü harflerin biri diğerinin arkasından gelir. Bunu da el-Kuşeyrî zikretmiştir.

el-Maverdî'nin naklettiğine göre de

"tâliyât"dan kasıt, ümmetlerine karşı Allah'ın zikrini okuyan peygamberlerdir.

Şayet, es-Sâffât Sûresi'nde (2 ve 3. âyetlerin başlarında) atf harfi olarak "fe" harfinin kullanılmasının hükmü nedir? diye sorulursa, buna şöyle cevap verilir: Bu harf ya var oluş itibariyle sözü edilen manaların var oluş sırasına delalet eder. Şu beyitte olduğu gibi:

"Keşke (babam) Zeyyabe şu sabahleyin baskın yapan,

Sonra ganimet alan, sonra geri dönen el-Haris'i görüverseydi

(yazık oldu bana, onu öldürüp intikam alamadığım için)."

Şair burada: "Sabah baskın yapan, sonra ganimet alan, sonra da geri dönen..." demiş gibidir.

Ya onların çeşitli açılardan farklılıklarına uygun bir sırayı anlatmaktadır. Mesela, bir kimsenin: "Daha faziletli olanı, sonra daha kamil olanı al. Önce daha iyi olanı, sonra da daha güzel olanı yap" demeye benzer.

Yahutta o sıfatlara sahip varlıkların mertebelerini anlatmak için gelmiş olabilir. Bu da Hz. Peygamber'in: "Allah saçlarını traş edenlere ve kısaltanlara rahmet buyursun" Buhârî, II, 616; Müslim, II. 945, 946; Tirmizî, III, 256; Dârimi, II, 89; Ebû Dâvûd, II, 242; İbn Mâce, II, 1012; Müsned, I, 353, II, 79, 219, 138, 141, IV, 70, V, 381, VI, 402. ifadesine benzer.

İşte es-Sâffât Sûresi'ndeki atıf edatı olarak kullanılan fe harfi bu üç esasa göre açıklanabilir. Bu açıklamayı ez-Zemahşerî yapmıştır.

3 ﴿