9Kovularak. Onlar için sürekli bir azâb da vardır. "Kovularak" lâfzı bir mastar (mef'ûl-i mutlak)dır. Çünkü: " Sürülüp atılırlar" âyetinin anlamı (mastar olarak gelen bu kelimenin muzari fiili olan): "Kovulurlar, sürülürler" anlamındadır. "Onu kovdum, kovmak" demektir. es-Sülemî ve Yakub el-Hadramî; şeklinde "dal" harfini üstün olarak okumuşlardır. O takdirde bu "fe'ul" vezninde bir mastar olur. el-Ferrâ'' bunu ism-i fail olarak kabul etmiştir. Onlar kendilerini kovan şeyler ile atılırlar yahutta kovulmak suretiyle atılırlar, demek olur. Sonra da (bu anlamı vermek için başına gelmesi gereken) "be" harfi hazfedilmiştir. Kûfeliler bunu çokça kullanırlar. Nitekim şu mısraı da buna örnek olarak zikrederler: "Sizler o diyara uğrarsınız ve hiç (sağa sola) bükülüp dönmezsiniz." Bu sürülüp atılmanın Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'in peygamber olarak gönderilmesinden önce mi, yoksa peygamber olarak gönderilmesinden dolayı peygamberlikten sonra mı olduğu hususunda iki görüş vardır. İleride İbn Abbâs yoluyla el-Cinn Sûresi'nde (72/8-10. âyetlerin tefsirinde) sözkonusu edileceği üzere hadisler bu doğrultuda gelmiştir. Bu iki görüşün birarada anlaşılması (te'lifi) şöylece mümkün olabilir: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın peygamber olarak gönderilmesinden önce şeytanlar yıldızlarla taşlanmıyorlardı. Daha sonra taşlanmaya başladılar, diyenler bununla şeytanlar kendilerini dinlemekten alıkoyacak şekilde taşlanmıyorlardı. Fakat kimi zaman taşlanıyorlar, kimi zaman taşlanmıyorlardı, demek isterler. Bir yerde taşlanırlarken, bir başka yerde taşlanmıyorlardı. Belki de yüce Allah'ın: "Ve her taraftan sürülüp atılırlar. Kovularak.. Onlar için sürekli bir azâb da vardır" âyeti ile bu anlama işaret edilmektedir. Bu da şudur: Onlar ancak bazı yönlerden sürülüp atılırlardı. Nübüvvetten sonra artık her yerden ve kesintisiz olarak kovulmaya, atılmaya başlandılar. Daha önceleri insanlar arasında casusluk yapan kimselere benzerlerdi. Bu casusların kimisi ihtiyacını ele geçirirken, başkası geçiremeyebilir. Birisi esenlikle kurtulurken, başkası kurtulamayabilir, aksine yakalanır ve cezalandırılır. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) peygamber olarak gönderilince semanın korunması daha da arttırıldı, daha önceden sözkonusu olmayan alevli ateş taneleri hazırlandı. Böylelikle semanın herbir tarafından kovulup uzaklaştırılmaları gerçekleştirilsin, daha önceden oturdukları yerlerden hiçbirisinde oturamasınlar. O bakımdan semada cereyan eden hiçbir şeyi işitecek gücü bulamaz oldular. Ancak onlardan, çok hızlı hareket ederek "hızlıca hırsızlayan" kimseler bundan müstesna olabilmişti. Böyle birisinin de arkasından yere inip onu diğer kardeşlerine telkin etmeden önce alevli bir ateş izler ve onu yakar. İşte bundan dolayı da kâhinlik iptal oldu ve artık risalet ve nübüvvetin ilmi gerçekleşmiş oldu. Şayet: Eğer bu sürülüp atılma peygamberlik dolayısı ile olmuşsa, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'dan sonra niye devam etmiştir? diye sorulacak olursa, buna da şöyle cevap verilir: Bu, nübüvvetin devamı süresince devam etti. Çünkü Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) kâhinliğin artık batıl olduğunu, sonunun geldiğini haber vererek: "Kâhinlik yapmaya kalkışan bizden değildir" Heysemi, Mecmau'z-Zevaid, V, 103, 117, X. 307. diye buyurmuştur. Şayet ölümünden sonra semanın korunması devam etmeyecek olsaydı, cinler eskisi gibi Mele-i Alâ'yı dinlemeye yeniden başlar ve kâhinlik geri gelirdi. Kahinliğin sonunun getirilmesinden sonra ise böyle bir şey câiz olamaz. Çünkü peygamberliğin sona ermesi dolayısıyla semanın korunması kaldırılacak olursa ve buna bağlı olarak kehanet tekrar ortaya çıkarsa, zayıf (inançlı) müslümanlar şüpheye düşebilir ve nübüvvetin bitmiş olması dolayısıyla artık kâhinliğin yeniden geldiğini zannetmeyeceklerinden yana emin olunamaz. O halde hikmet, hem Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın hayatında, hem de yüce Allah onu ilâhi lütuflarının arasına almak üzere vefatından sonra, semanın korunmasının devam etmesini gerektirmektedir. "Onlar için sürekli bir azâb da vardır." Mücahid ve Katade'den gelen rivâyete göre bu, kesintisiz azâb demektir. İbn Abbâs oldukça çetin bir azâb diye açıklamış, el-Kelbî, es-Süddî ve Ebû Salih ise çok can yakıcı, ıstırap verici diye açıklamışlardır. Bu da acısı kalbe kadar ulaşan, anlamındadır. -Bu şekilde açıklanan-: lâfzı, "hastalık" demek olan; den alınmıştır. |
﴾ 9 ﴿