24Dedi ki: "Yemin olsun ki o senin bir koyununu koyunlarına (katmak) istemekle sana zulmetmiş. Muhakkak katan (ortak)ların çoğu şüphesiz birbirlerine haksızlık ederler. Îman edip salih amel işleyenler müstesna. Böyleleri ise ne de azdır!" Bunun üzerine Dâvûd bizim kendisini imtihan ettiğimizi sandığından hemen mağfiret istedi. Rükû ederek yere kapanıp döndü. 11- Hz. Davud'un İsteğinin Mahiyeti Neydi?: "Dedi ki: Yemin olsun ki, o senin bir koyununu koyunlarına (katmak) istemekle sana zulmetmiş" âyeti ile ilgili olarak en-Nehhâs şöyle demektedir: Denildiğine göre bu, Dâvûd (aleyhisselâm)'ın işlediği günahı idi. Çünkü burada: Herhangi bir belge ve sağlam kanaat bildirmeye dayanak olacak bir şey istemeksizin ve hasmın ikrarı da ortada bulunmaksızın durum gerçekten böyle mi olmuştur, olmamış mıdır, tesbit etmeksizin: "Sana zulmetmiş" deyivermisti. Bu, bu husustaki görüşlerden birisidir. Bundan sonraki başlıkta buna dair açıklama gelecektir. Yüce Allah'ın izniyle de bu güzel bir açıklamadır. Yine Ebû Cafer en-Nehhâs dedi ki: Aralarında Abdullah b. Mesud ve İbn Abbâs'ın da bulunduğu sözleri reddedilemeyecek türden olan ilim adamlarının görüşlerine gelince, onlar şöyle demişlerdir: Dâvûd (sallallahü aleyhi ve sellem) adama: Benim için hanımından vazgeç, demekten fazla bir söz söylemiş değildir. Ebû Cafer (en-Nehhâs) dedi ki: İşte yüce Allah bundan dolayı ona sitem etmiş ve bu hususa dikkatini çekmişti. Bu ise büyük bir masiyet değildir. Kim bundan daha ileriye gidecek olursa, o hiçbir ilim adamından sahih olarak gelmemiş bir kanaat belirtmiş olur ve bu hususta çok büyük bir vebal altında kalır. (en-Nehhâs) "I'rabu'l-Kur'ân" adlı eserinde böyle demiştir. Yine o "Meani'l-Kur'ân" adlı eserinde de buna benzer açıklamalarda bulunmuştur. Şöyle demektedir: Dâvûd (aleyhisselâm) ile Orya'nın durumu ile ilgili birtakım haber ve kıssalar gelmiştir. Bunların büyük çoğunluğu sahih değildir, senedleri de muttasıl değildir. Bunların sahih olanları bilinmedikçe bu gibi şeyleri benimseme cesaretini göstermemek gerekir. Bu hususta gelmiş en sahih rivâyet ise Mesrûk'un, Abdullah b. Mesrûk'tan şöyle dediğine dair yaptığı rivâyetidir: Dâvûd (aleyhisselâm) "o koyunu bana ver" yani benim için ondan vazgeç demenin dışında bir şey söylemedi. el-Minhal de Said b. Cübeyr'den şöyle dediğini rivâyet etmektedir: Dâvûd (aleyhisselâm): "O koyunu bana ver" yani benim için onu bırak ve onu bana kat, demekten fazla bir şey söylemiş değildir. Ebû Cafer (en-Nehhâs) dedi ki: Bu, bu hususta gelmiş en değerli rivâyettir. Buna göre anlam da şöyle olur: Dâvûd (aleyhisselâm), Orya'dan bir adamın cariyesini satmasını istemesi gibi hanımını boşamasını istemiştir. Yüce Allah ise bu' noktaya dikkatini çekmiş ve ona sitem etmiştir. Çünkü o bir peygamberdi ve onun doksandokuz tane hanımı vardı. Dünyalığının artmasını isteyerek meşguliyete dalmasının uygun olmadığını belirtmişti. Bunun dışında yapılacak açıklamalara kalkışma cesaretini göstermemek gerekir. İbnu'l-Arabî dedi ki: Kıssacıların belirttiği gibi kadın Dâvûd (aleyhisselâm)'ın hoşuna gidince, Allah yolunda öldürülmesi için kocasının ön saflarda yerleştirilmesine dair emir vermesi ise kesinlikle batıldır. Çünkü Dâvûd (aleyhisselâm) kendi nefsi için kocasının kanını akıtacak değildi. Ancak mesele şöyle olmuştu: Dâvûd (aleyhisselâm) arkadaşlarından birisine: Benim için hanımından vazgeç demiş ve bu hususta ısrar etmişti. Bir adamın samimi bir arzu ile bir diğerine ihtiyacının görülmesini istemesi gibi. Bu mesele ister aile ile ilgili olsun, ister mala dair olsun. Said b. er-Rabî', Abdurrahman b. Avf’a Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) onları kardeş yaptıklarında şöyle demişti: Benim iki hanımım var. Onların en güzellerini senin için. bırakıvereyim. Abdurrahman ona: Allah sana ve çoluk çocuğuna bereketler ihsan etsin, dedi. Yapılması câiz olan bir işin yapılmasını istemek de caizdir. Kur'ân-ı Kerîm'de böyle bir şeyin olduğuna dair bir ifade olmadığı gibi, adamın onu boşayıp iddetinin bitmesinden sonra Dâvûd (aleyhisselâm)'ın onunla evlendiğine, onun Süleyman (aleyhisselâm)'ı doğurduğuna dair hiçbir şey yoktur. Böyle bir şey kimden rivâyet edilmektedir ve kime isnad edilmektedir. Bunu naklederken kime güvenilmektedir. Böyle bir şeyi güvenilir, sağlam kimselerden hiçbir kimse de rivâyet etmemektedir. el-Ahzab Sûresi'ndeki Dâvûd (aleyhisselâm)'ın bunu hanımı olarak almış olduğuna delalet eden şu âyetteki: "Peygamberi lehine Allah'ın farz (mubah) kıldığı şeylerde peygambere hiçbir vebal yoktur. Bu önce geçenlerde Allah'ın geçerli kıldığı sünnetidir" (el-Ahzab, 33/38) âyetinde yer alan ve onu eşi olarak aldığına delalet eden buradaki nükte ise, bu husustaki görüşlerden birisine göre şu anlamdadır: Davud'un gördüğü kadın ile evlenmesi Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın Cahş kızı Zeyneb ile evlenmesine benzemektedir. Şu kadar var ki Zeyneb ile evliliği kocasından ayrılmasını istemeksizin olmuştu. Aksine o kccisma hanımını nikâhı altında tutması için emir vermişti. Davud'un o kadın ile evlenmesi ise kocasından ayrılmasını istemesi neticesinde olmuştu. İşse bu husus Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın diğer bir çok menkıbesi ile birlikte Dâvûda bir üstünlüğüdür. Ancak şöyle de denilmiştir: "Bu, önce geçenlerde Allah'ın geçerli kıldığı sünnetidir" âyeti peygamberlerin kendilerini mehirsiz olarak peygambere adamış olan hanımlarla mehirsiz bir şekilde peygamberlerin evlendirilmeleri demektir. Yüce Allah'ın: "Bu önce geçenlerde Allah'ın sünnetidir" âyeti ile yüce Allah peygamberlere nikâh ve başka hususlarda riayet edecekleri bir takım hususları farz kıldığı kastedilmiştir. Bu husustaki görüşlerin en sahih olanı budur. Müfessirler de Dâvûd (aleyhisselâm)ın yüz hanımı nikâhladığını rivâyet etmişlerdir. Kur'ân'ın nassı da budur. Yine rivâyete göre Süleyman (aleyhisselâm)'ın üçyüz hanımı, yediyüz cariyesi varmış. Doğrusunu en iyi bilen yüce Allah'tır. el-Kiya et-Taberî'nin (u'l-Kur'ân)"ında yüce Allah'ın: "Sana şu hasımların haberi geldi mi? Hani onlar duvarı tırmanarak namaz kıldığı yere inmişlerdi" âyeti hakkında şunu kaydetmektedir: Peygamberlerin büyük günah işlemekten münezzeh olduğunu kabul eden muhakkik ilim adamlarının naklettiklerine göre Dâvûd (aleyhisselâm), başkası tarafından evlenmek maksadı ile talib olunmuş bir kadına talib olmaya kalkmıştır. Denildiğine göre ondan önce bu kadına talib olan kişinin ismi Orya imiş. Bu kadının akrabaları birinci talibi bırakarak Dâvûd (aleyhisselâm)'a kızlarını vermek istemişler. Dâvûd (aleyhisselâm) ise kıza talib olunduğundan haberdar değildi. Ancak bunu bilebilir ve böyle bir istekten vazgeçerek bu kadına talib olmayabilirdi. Halbuki o bunu yapmadı. Çünkü ya başkasının ona bu kadını anlatması sonucunda yahutta kasıt olmaksızın görmesi sonucunda kadını beğenmişti. Dâvûd (aleyhisselâm)'ın ayrıca pekçok hanımı vardı. O kadına daha önceden talib olmuş kişinin ise hanımı yoktu. Yüce Allah iki meleğin ibadet ettiği yerin duvarını tırmanması ile ve dolaylı anlatım yolunu seçerek, temsili ifadelerle anlattıklarıyla bu hususa onun dikkatini çekmişti. Bu yolla bu durumdan kendisine niçin sitem edildiğini kavrayarak böyle bir yolu izlemekten vazgeçmesi, bu küçük günahı sebebiyle Rabbinden mağfiret dilemeye yönelmesi istenmişti. 12- Hüküm ve Fetva Vermek İçin Tek Tarafı Dinlemek Yeterli Olabilir mi?: "Dedi ki: Yemin olsun ki o senin bir koyununu, koyunlarına (katmak) istemekle sana zulmetmiş" âyetinde hasımlardan birisinin sözlerini dinledikten ve diğer hasmı dinlemeden önce, ilk hasmın söylediğinin zahirinden anlaşılana binaen mesele hakkında fetva verilebileceğine delil vardır. (Ancak) İbnu'l-Arabî dedi ki: Bu hiçbir kimseye göre câiz olmadığı gibi, hiçbir dinde de câiz olamaz ve hiçbir insanın bu şekilde davranması da mümkün değildir. Sözün takdiri ancak şöyledir: Hasımlardan birisi iddiada bulundu, diğeri de iddianın böyle olduğunu kabul etti. Fetva da ancak bundan sonra verildi. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) da şöyle buyurmuştur: "İki hasım senin huzurunda oturdukları takdirde diğerinin de sözlerini dinlemeden biri lehine sakın hüküm verme." İbn Hibban, Sahih, XI, 451; Hakim, Müstedrek, IV, 105; Ebû Abdullah el-Makdisi, el-Ehadisu'l-Muhtara, II, 388; Ebû Dâvûd, III, 301; Müsned, I, 96, 101, 149. Şöyle de denilmiştir: Dâvûd (aleyhisselâm), arkadaşı bunun böyle olduğunu itiraf etmedikçe diğeri lehine hüküm vermiş değildir. Yine bir başka açıklamaya göre ifadenin takdiri şöyledir: Eğer durum böyle ise arkadaşın sana zulmetmiş... Mümkün olan bu şekillerden bizzat hangisinin olduğunu en iyi bilen Allah'tır. Derim ki: Bu iki şekli el-Kuşeyrî, el-Maverdî ve başkaları da sözkonusu etmiştir. el-Kuşeyrî dedi ki: Yüce Allah'ın: "Yemin olsun ki o senin bir koyununu koyunlarına (katmak) istemekle sana zulmetmiş" sözlerini karşı tarafın sözlerini dinlemeden söylemiş olmasının izahı zordur. Şöyle denilebilir: O bu hükmünü ancak karşı tarafa durumu sorup karşı tarafın da böyle olduğunu itiraf etmesinden sonra vermiştir. Bu husus rivâyet edilmiştir, ancak bu rivâyet sabit değildir. Şu kadar var ki, durumun böyle olduğunu ya halin karinelerinden bilmişti, yahutta: "O sana zulmetmiştir" sözleri ile eğer durum dediğin gibi ise, sana zulmetmiştir demek istemiştir. Bu suretle onun susmasını ve karşı tarafa soruncaya kadar sabretmesini sağlamıştır, (el-Kuşeyrî devamla) dedi ki: Şöyle de denilebilir: Davalı susup da sözlü olarak davacının söylediğini reddetmiyor ise davacının sözüne binaen hüküm vermek onların şeriatlerinde kabul edilen bir husustu. el-Halimî Ebû Abdullah da "Minhacu'd-Din" adlı eserinde şöyle demektedir: Beklenen bir nimetin gelivermesi yahut gizli olup da açığa çıkması halinde nimete şükür ile ilgili varid olmuş hususlardan birisi de (bundan dolayı) yüce Allah'a secde etmektir. Bu konuda asıl dayanak yüce Allah'ın: "Sana şu hasımların haberi geldi mi?... rüku ederek yere kapanıp döndü" âyetleridir. Yüce Allah bu buyruklarıyla Dâvûd (aleyhisselâm)'ın iki davacıdan haksızlığa uğradığını söyleyen kimsenin davasını dinlemiş olduğunu haber vermekle birlikte, diğerine bu hususu sorduğuna dair haber vermemektedir. Sadece haksızlığa uğradığını söyleyen kimseye arkadaşının kendisine zulmettiğini söylediğini nakletmektedir. Bunun zahirinden anlaşıldığına göre o, davacı olan kimsenin zayıf ve haksızlığa uğramış olduğunun iz ve belirtilerini görmüş, onun bu halini dediği şekilde zulme uğramışlığına yorumlamış ve bu ayrıca davalıya soru sormasına gerek bırakmamış. Bundan dolayı elini çabuk tutarak: "Yemin olsun ki o... sana zulmetmiş" deyivermişti. Halbuki davalıya sormuş olsaydı, davalı ona şöyle diyebilirdi: Benim yüz koyunum vardı, bunun da hiçbir koyunu yoktu. Bu koyunu benden çalıverdi. Ben bu koyunu onun yanında görünce, ona: Onu bana geri ver, dedim. Ona: O koyununu bana ver. demeci;. Benim bu kimseyi senin huzuruna getireceğimi bildiğinden ben onu getirmeden o beni getirdi, ben onu huzuruna çağırmadan, o haksızlığa uğradığını söyleyerek yanına geldi. Böylelikle senin kendisini haklı, beni de zalim zannetmesini sağlamak istedi. Dâvûd (aleyhisselâm) aceleciliğin etkisi ile hüküm verince, yüce Allah'ın o vakit bu işte kendisini kendi nefsi ile başbaşa bıraktığını da anlamış oldu. İşte daha önce sözünü ettiğimiz fitne de bu olmuştu. Bu ise sadece onun bu husustaki kusurundan ötürü olmuştu. Bu sebepten dolayı Rabbinden mağfiret diledi ve yüce Allah'a sadece şikayet edilen şahsın zalimliğini belirtip azarlamak, dövmek ya da zalim olduğu zannedilen bir kimseye layık görülecek herhangi bir davranışı eklemeksizin şikayet edilen şahsın sadece zalim olduğunu belirtmekle kaldı ve böylelikle Allah kendisini koruduğu için ona rüku ederek secdeye kapandı. Yüce Allah da günahını bağışladıktan sonra ona serzenişte bulunmak üzere: "Ey Dâvûd! Biz seni gerçekten yeryüzünde bir halife kıldık. O halde insanlar arasında hak ile hükmet. Sakın hevaya uyma! O takdirde seni Allah'ın yolundan saptırır" (Sâd, 38/26) diye buyurdu. Yüce Allah'ın kendisine mağfiret buyurmasından sonra vermiş olduğu bu öğüt ve anlattığı bu kıssadan açıkça görülüyor ki Dâvûd (aleyhisselâm)'ın hatası, hüküm vermekteki kusuru ile henüz haksızlığı sabit olmamış kimsenin zalim olduğunu söylemekte elini çabuk tutması olmuştur. Diğer taraftan İbn Abbâs'tan şöyle dediği rivâyet edilmiştir: Dâvûd (bu âyette işaret olunan) secdeyi şükür olmak üzere yapmıştı. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) da bu secdeyi ittibaen (ona uyarak) yapmıştı. Böylelikle şükür maksadıyla secdeye kapanmanın peygamberlerden tevatür yoluyla nakledilmiş bir sünnet olduğu sabit olmaktadır. "Koyununu... istemekle" sana ait olan koyunu istemesiyle... demek olup mastar mef'ûle izafe edilmiş ve "istemek" (anlamındaki kelimenin sonunda gelmesi gereken) "he" zamiri zikredilmemiştir. Bu da yüce Allah'ın: " İnsan iyilik dilemekten usanmaz" (Fussilet, 41/49) âyeti gibidir ki; "hayrı istemesinden" demektir. 13- Katıp Karıştıranlar ve Ortaklar: "Muhakkak katanların çoğu" âyetindeki: "Katanlar"ın tekili: "Katan" şeklinde gelir. Ancak "vav"daki harekenin ağırlığı dolayısıyla: “ Uzun"un çoğulu olarak denilmez. Bu lâfzın iki açıklaması yapılmıştır: Birincisine göre maksat, arkadaşlardır, ikinci açıklamaya göre maksat ortaklardır. Derim ki: Bu lâfzın "ortaklar (şüreka)" hakkında kullanılması uzak bir ihtimaldir. İlim adamları "el-hulata katıp karıştıranlardın mahiyeti hakkında farklı açıklamalarda bulunmuşlardır. İlim adamlarının çoğu der ki: Bu herkesin koyunlarını getirip tek bir çoban tarafından güdülmeleri, aynı kovadan su içmeleri ve aynı merada yayılmaları demektir. Tavus ve Atâ: "Katıp karıştıranlar" ancak ortaklar olabilir, derler. Bu açıklama bu hususta varid olmuş habere muhaliftir. Sözkonusu haber de Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın şu âyetidir: "-Zekat (artar) korkusuyla- ayrı olanlar bir araya getirilmez, bir arada olanlar birbirinden ayrılmaz. Her iki türden karışık olanlara gelince, aralarında eşit olarak rücu' ile (herkes diğerindeki hakkını) alır." Buhârî, II, 526, 880; Tirmizî, III, 17; Ebû Dâvûd, II, 97, 98; Nesâî, V, 22, 28; Muvatta’, I, 58, II, 15. Bu âyetin son bölümü: "Artan olursa birbirlerine geri verirler" şeklinde de rivâyet edilmiştir. Muvatta’, I, 263. Oysa ortaklar arasında fazlalığın geri verilmesinin sözkonusu edildiği bir yer yoktur. Bunu bellemek gerekir. Burada sözü edilen "katıp karıştırma"nın hükümleri fıkıh kitablarında zikredilmiş bulunmaktadır. Malik ve mezhebine mensub ilim adamları ile bir grub ilim adamının görüşüne göre özel payında zekatın vacib olmadığı kimseye sadaka (zekat) vermek mükellefiyeti yoktur. er-Rabî’, el-Leys ve aralarında Şâfiî'nin de bulunduğu bir grub ilim adamına göre ise: Eğer karışımların toplamında zekat düşecek miktar var ise, onlardan zekat alınır. Malik ise şöyle demektedir: Eğer zekatı tahsil eden şahıs bu görüşü kabul ederek zekat alacak olursa -bu husustaki görüş ayrılığı dolayısıyla- kendi aralarında verme, alma işlemini tamamlarlar. (Yani payından hakettiğinden fazla zekat alınmış kimseye, payından hakettiğinden az alanın vermesi gerektiği kadarını ona verir) ve bu bir hakimin ihtilaflı bir hususta hüküm vermesine benzer. 14- Azınlık Olan Îman Edip Salih Amel İşleyenler: "Muhakkak katan (ortak)ların çoğu şüphesiz birbirlerine haksızlık ederler" Birbirlerine zulmederler. "Îman edip salih amel işleyenler müstesna." Onlar kimseye zulmetmezler. "Böyleleri" yani salih kimseler "ise ne de azdır." Onlar pek azdır demektir. Buna göre fazladan gelmiş demektir. Bunun: anlamında olduğu da söylenmiştir. İfadenin takdiri de: "Onlar, o kimseler azdırlar" şeklindedir. Ömer (radıyallahü anh), bir adamın: Allah'ım, beni az olan kullarından kıl, diye dua ettiğini işitmiş. Ömer ona: Bu dua da ne oluyor? diye sorunca, adam şöyle demiş: Bununla yüce Allah'ın: "Îman edip salih amel işleyenler müstesna. Böyleleri ise ne de azdır!" âyetini kastediyorum deyince, Ömer: Bütün insanlar senden daha fakihtir (dinin inceliklerini daha iyi bilir) Ey Ömer! dedi. 15- Sınandığını Zanneden Dâvûd (aleyhisselâm): "Dâvûd Bizim kendisini imtihan ettiğimizi" sınadığımızı "sandığından..." âyetindeki "sanmak" kesinlikle bilmek (yakın) anlamındadır. Ebû Amr ve el-Ferrâ'' şöyle demektedirler: " Zannetti, sandı"; " Kesinlikle bildi" anlamındadır. Şu kadar var ki el-Ferrâ'' bunu: Gözle görülen şeyler hakkında "zan"; ancak "yakın" anlamında kullanılır. " Kendisini imtihan ettik" şeklinde sadece "nun" harfi şeddeli okunmuştur. Ancak Ömer b. el-Hattâb (radıyallahü anh) mübalağa kipi olmak üzere: " diye "te" ve "nun" harflerini şeddeli okumuştur. Katade ve Ubeyd b. Umeyr ile İbn es-Semeyka' ise her ikisini de şeddesiz olarak: " O ikisi onu sınadı, imtihan etti" diye okumuşlardır. Ayrıca Ali b. Nasr bunu Ebû Amr'dan diye de rivâyet etmiştir. (Sınayanlardan) maksat Dâvûd (aleyhisselâm)'ın yanına giren iki melektir. Denildiğine göre; Dâvûd (aleyhisselâm) mescidde o ikisi arasında hüküm verdikten sonra biri diğerine bakıp güldü. Dâvûd bunun ne anlama geldiğini anlayamadı. Kendilerini bilmek istediler. Bunun için gözünün önünde semaya yükseldiler. Böylelikle Dâvûd (aleyhisselâm) yüce Allah'ın bununla kendisini sınamış olduğunu ve sınadığı noktaya da onun dikkatini çekmiş olduğunu öğrenmiş oldu. Derim ki: Kur'ân-ı Kerîm'de bu âyetin dışında mescidde hüküm vermeye delalet eden başka bir âyet yoktur. Mescidde hüküm vermenin câiz olduğunu kabul edenler bunu delil göstermişlerdir. Eğer bu -Şâfiî'nin dediği gibi- câiz olmasaydı, Dâvûd (aleyhisselâm) onların bu yaptıklarını ikrar ile karşılamazdı. Bunun yerine: Yargı meclisine gidiniz, derdi. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ile halifeler mescidde hüküm veriyorlardı. Hatta Malik: Mescidde hüküm vermek oldukça eskiden beri devam etmektedir, demiştir. Bununla işlerin bir çoğunda (böyle olduğunu) kastetmektedir. Bununla beraber güçsüz ve zayıf, müşrik ve ay hali olanların da kendisinin yanına gelebilmeleri için hakimin mescidin genişçe bir yerinde (avlusu gibi) oturmasında bir sakınca yoktur. Fakat mescidde hadleri uygulamaz. Hafif te'dib (ta'zir)de bulunmasında bir sakınca yoktur. Eşheb dedi ki: Hakim evinde ve istediği her yerde hüküm verebilir. 17- Kadı Tayin Ederken Aranacak Bazı Özellikler: Malik -Allah'ın rahmeti üzerine olsun- dedi ki: Halifeler bizzat kendileri hüküm verirlerdi. İlk kadı tayin eden kişi ise Muaviye'dir. Malik dedi ki: Hakimlerin ilim adamlarıyla danışmaları gerekir. Ömer b. Abdu’l-Aziz dedi ki: Geçmişlerin eserlerini bilen, sağlam görüş sahibleriyle istişare eden, halim (ağırbaşlı hareket eden) ve nezih olmayan bir kimseyi hakim olarak tayin etmemek gerekir. Ayrıca hakimin vera (şüpheli şeylerden dahi kaçınan) bir kimse olması gerekir. Malik dedi ki: Hakimin uyanık, hilelerden çokça sakınan bir kişi olması gerektiği gibi, şartları çok iyi bilen ve Arapçanın bilinmesi gereken özelliklerinden haberdar olan bir kişi olması gerekir. Çünkü hükümler lehine hüküm verilecek kimsenin haklarını ihtiva eden şartların, şahitliklerin, ikrar, dava ve ibarelerin farklılığına göre farklılık arzeder. Ayrıca hüküm vermeden önce davalıya: İleri sürecek başka bir delilin var mıdır? diye sorması gerekir. Eğer hayır derse, onun hakkında hükmünü verir ve hükmünü verdikten sonra, kabul edilebilir bir sebep yahut açık bir delil getirmedikçe; onun ileri süreceği herhangi bir delilini de kabul etmez. Yargı ve yargıçların hak ve görevleri ile ilgili hükümler başka bir yerde sözkonusu edilmiştir. 18- Hz. Davud'un Allah'tan Mağfiret Dilemesinin Sebebi: "Hemen Rabbinden mağfiret istedi" âyeti ile ilgili olarak Rabbinden kendisinden dolayı mağfiret dilediği günahı hususunda müfessirlerin farklı altı görüşü vardır: 1- O kadına doyasıya baktı. Said b. Cübeyr dedi ki: Onun sınanması bakmaktır. Ebû İshak dedi ki: Dâvûd kadına kasti bakmamıştı, fakat ona birden fazla baktı. Böylelikle birinci bakış lehine iken, ikincisi aleyhine oldu. 2- O kadının kocasını tabutu taşıyanlar arasında gazaya gönderdi. 3- Kocası ölecek olursa, o kadın ile evlenmeyi niyet etti. 4- Orya o kadına talib olmuştu. Ayrılıp gidince bu sefer Dâvûd ona talib oldu. Üstün konumu dolayısıyla onunla evlendirildi. Orya bu işe üzüldü, yüce Allah da o kadını ilk talihlisine bırakmadığından ötürü Davud'a sitem etti. Çünkü onun doksandokuz hanımı da vardı. 5- Orya'nın öldürülmesine diğer öldürülen askerler için üzüldüğü gibi üzülmedi. Ondan sonra da hanımıyla evlendi. Bundan dolayı yüce Allah ona sitem etti. Çünkü peygamberlerin günahı -küçük olsa dahi- Allah katında büyüktür. 6- O ikincisini dinlemeden önce davacılardan birisinin lehine hüküm verdi. Kadı İbnu'l-Arabî dedi ki: O diğerini dinlemeden önce iki hasımdan birisinin lehine hüküm verdi, diyenlerin görüşleri kabul edilemez. Çünkü böylesi peygamberler hakkında câiz değildir. Kadının kocasını ölüme maruz bıraktığı da aynı şekilde kabul edilemez. Kadına doyasıya baktı, diyenlerin görüşlerine gelince, bence bu da hiçbir şekilde câiz değildir. Çünkü kendilerini ibadete vermiş, Allah dostlarına bile bu şekilde bir bakış yakışmıyor iken, gaybı gören, Allah ile kulları arasında vasıta durumunda olan peygamberlere nasıl yakıştırılabilir? es-Süddî, Ali b. Ebî Tâlib (radıyallahü anh)'dan şöyle dediğini nakletmektedir: Ben bir adamın Dâvûd (aleyhisselâm)'ın bu kadına haram olan bir surette baktığından sözeden bir kişinin varlığını haber alacak olursam, yüzaltmış celde vururum. Çünkü sair insanlara iftira edenin haddi seksen çektedir, peygamberlere iftira edenlerin haddi ise yüzaltmış celdedir. Bunu el-Maverdî ve aynı zamanda es-Sa'lebî de zikretmiştir. Yine es-Sa'lebî dedi ki: el-Haris el-Aver, Ali (radıyallahü anh)'dan şöyle dediğini rivâyet etmektedir: Her kim kıssa anlatıcıların rivâyet ettiği şekliyle ve buna inanarak Dâvûd ile ilgili anlatılanları anlatacak olursa, ona iki had vururum. Buna sebep ise yüce Allah'ın makam ve mevkisini yükselttiği insanlar için âlemlere rahmet olarak içtihad edenler içinde bir delil ve belge olarak beğenip seçtiği kimseye iftirada bulunmak suretiyle işlediği günahın büyüklüğüdür. İbnu'l-Arabî dedi ki: Bu, Ali (radıyallahü anh)'dan sahih olmayan rivâyetler arasındadır. Şayet: Size göre böylesinin hükmü nedir? diye sorulacak olursa, deriz ki: Bir peygamberin zina ettiğini söyleyen bir kimse öldürülür. Peygambere bundan daha hafif olan (haram) bakış ve dokunmayı isnad eden kimseye gelince, bu hususta insanların yaptıkları nakiller arasında farklılık vardır. Bir kimse peygamber hakkında bunu içten içe kabul eder ve böyle bir şeyi o peygambere nisbet ederse onun öldürüleceğine hükmederim. Çünkü o, bu tutumuyla emrolunduğu peygambere saygı göstermek ile çelişkiye düşmüş olur. Kıssacıların: O çıplak olarak yıkanan bir kadını gördü. Onu görünce, saçını çözdü ve saçı da vücudunu örttü, şeklindeki açıklamalarına gelince, ümmetin icmaı ile bundan dolayı onun için vebal sözkonusu değildir. Çünkü ilk görüş, görülen kişiyi açığa çıkartır, ancak bu şekilde gören kişi günahkar olmaz. İkinci defa baktığını söyleyenlere gelince, bunun aslı astarı yoktur. Kıssacıların: O eğer kocası ölürse, o kadın ile evleneceğini niyet etti, şeklindeki sözlerine gelince, bunda da bir sakınca yoktur. Çünkü onu ölüme maruz bırakmamıştır. Dâvûd (aleyhisselâm) Orya talib olmakla birlikte, o kadına talib oldu, şeklindeki görüş ise batıldır. Kur'ân-ı Kerîm ile bu konuda gelmiş bütün tefsir rivâyetleri bunu reddetmektedir. Eşheb, Malik'ten şöyle dediğini rivâyet etmektedir: Bana ulaştığına göre o güvercin gelip Dâvûd (aleyhisselâm)'ın yakınına düştü. Bu güvercin altından idi, onu görünce hoşuna gitti. Onu yakalamak maksadıyla ayağa kalktı. Çünkü ona yakın düşmüştü. Aynı şeyi iki defa tekrarladı, sonra güvercin uçtu. Gözüyle onu takib ederken, uzun saçlı o kadını yıkanmakta iken görüverdi. Bana ulaştığına göre döktüğü gözyaşlarından ot bitinceye kadar kırk gün secdede kaldı, İbnu'l-Arabî dedi ki: Müfessirlerin sözünü ettikleri kuş onun önünde düştü, onu yakalamak istedi ve arkasından onu izledi, şeklindeki açıklamalarında sözkonusu edilen hal ibadete aykırı değildir. Çünkü bu yapılması mubah olan işlerdendir. Özellikle bu helal bir iştir, helal talebinde bulunmak ise farzdır. O kuşu kuş olduğu için izlemiştir, güzelliğinden dolayı değil. Çünkü güzelliğinde bir menfaati yoktu. Bu kıssayı anlatanların kuşun güzelliğini sözkonusu etmeleri ileri derecedeki bir cahillikten kaynaklanmaktadır. Bunun altından bir güvercin olup onu yakalamak maksadıyla peşinden gittiğine dair rivâyete gelince, bu da Sahih'te rivâyet olunduğu şekliyle yüce Allah'ın bir lütfü idi: "Eyyub (aleyhisselâm) çıplak olarak yıkanmakta iken altından çekirgelerden bir bölük üzerine döküldü. O da bu çekirgelerden toplamaya ve elbisesine doldurmaya koyuldu. Yüce Allah kendisine: Ey Eyyub! Ben seni ihtiyaçtan kurtarmadım mı? diye sorunca, o da: Kurtardın Rabbim, fakat Senin bereketine muhtaç olmamam mümkün değildir, dedi." Buhârî, I, 107, III, 1240, VI, 2723; Nesâî, I, 200; Müsned, I, 314 el-Kuşeyrî dedi ki: Dâvûd küçük bir çocuğuna onu vermek maksadıyla o güvercini yakalamak istedi. Kuş uçtu ve evin pencereciği üzerine kondu... Bu açıklamayı es-Sa'lebî de yapmıştır, daha önce de geçmiş bulunmaktadır. 19- Rüku Ederek Rabbine Dönüş: "Rüku ederek yere kapanıp (Allah'a) döndü." Secdeye kapandı, demektir. Çünkü sücud, bazan rüku ile ifade edilebilir. Şair şöyle demiştir: "Rüku ederek yüzü üstü kapandı, Ve herbir günahtan yüce Allah'a tevbe etti." İbnu'l-Arabî dedi ki: Burada rükudan kastın secdeye varmak olduğunda ilim adamları arasında görüş ayrılığı yoktur. Çünkü secde etmek meyletmek demektir. Rüku ise eğilmektir. Biri diğerini kapsayabilir. Çünkü önce bunların herbirisi kendi şeklinde has iken, daha sonraları birine diğerinin ismi verilir olmuş ve sucuda rüku denilmiştir. el-Mehdevî de der ki: Onların rükua varmaları sücud idi. Hayır, sücudları rüku idi, diye de açıklanmıştır. Mukâtil dedi ki: O rükuundan yüce Allah'a secdeye kapandı, yani durumu farkedince namaz kılmak üzere ayağa kalktı, sonra rükudan secdeye kapandı. Çünkü her ikisi de aynı zamanda eğilmeyi ihtiva etmektedir. "Döndü" günahından tevbe edip Allah'a yöneldi, demektir. el-Husayn b. el-Fadl dedi ki: Abdullah b. Tahir el-Valî bana yüce Allah'ın: "Rüku ederek yere kapanıp" âyeti hakkında rüku edene yere kapandı denilir mi? diye sordu, ben hayır dedim. Bu sefer: O halde âyetin anlamı nedir? diye sordu, şöyle dedim: O daha önce rükuda iken yere kapandı, yani secde etti, demektir. 20- Burada Geçen Tilavet Secdesinin Hükmü: Dâvûd (aleyhisselâm)'ın bu secdesinin Kur'ân-ı Kerîm'de yapılması emrolunup istenmiş secdelerden olup olmadığı hususunda farklı görüşler vardır. Ebû Said el-Hudrî'nin rivâyetine göre Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) minber üzerinde "Sâd. Çok şerefli Kur'ân'a yemin olsun" âyetini okudu. Secde âyetine varınca indi, secde etti. Müslümanlar da onunla birlikte secde ettiler. Bir başka gün yine bu buyrukları okudu. Müslümanlar secde etmek için hazırlandılar. Bu sefer Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Bu bir peygamberin tevbesini ifade etmektedir. Ancak ben sizin secde için hazırlandığınızı gördüm" deyip (minberden) indi ve secde etti. Davud'un lâfzı budur. Ebû Dâvûd, II, 59 Buhârî'de ve başkalarında da İbn Abbâs'tan şöyle dediği zikredilmektedir: "Sâd" Kur'ân-ı Kerîm'in azimetlerinden (açıkça secde edilmesi emredilmiş secde âyetlerinden) değildir. Ancak ben Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın burada secde ettiğini görmüşümdür. Buhârî, I, 363, III, 1358; Ebû Dâvûd, II, 59; Müsned, I, 359. İbn Mes’ûd yoluyla gelen rivâyette de şöyle dediği kaydedilmektedir: Sâd bir peygamberin tevbesidir, orada secde yapılmaz. Yine İbn Abbâs'tan: O bir peygamberin tevbesidir, peygamberiniz de ona uymakla emrolunmuşlardandır. Buhârî, III, 1258, IV, 1695, 1808; Müsned, I, 360. İbnu'l-Arabî dedi ki: Benim kanaatime göre burası secde yeri değildir. Ancak Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) burada secde etmiştir, biz de ona uyarak secde ederiz. Sücudun anlamı şudur: Dâvûd (aleyhisselâm) Rabbine zilletle boyun eğip günahını da itiraf ederek, günahından tevbe ederek, Rabbine secdeye kapandı. O bakımdan kim burada secdeye kapanacak olursa, bu niyet ile secde etsin. Belki yüce Allah, tabi olduğu Dâvûd (aleyhisselâm)'ın hürmetine ona mağfiret edebilir. Bizler, bizden öncekilerin şeriatının bizim için de şer'î hüküm ifade ettiğini (şer'u men kablena) kabul edenlerden olalım, ister kabul etmeyenlerden olalım, farketmez. Çünkü bu bütün ümmetlerde herkes için meşru bir iştir. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır. 21- Buradaki Şükür Secdesi Nasıl Yapılmalıdır? İbn Huveyzîmendad dedi ki: Yüce Allah'ın: "Rüku ederek yere kapanıp (Allah'a) döndü" âyetinde, şükür maksadıyla sadece secdeye varmanın câiz olmadığına delalet vardır. Çünkü burada sücud ile birlikte rüku da sözkonusu edilmiştir. Câiz olan şekil iki rekat namaz kılmasıdır. Tek başına bir secde câiz değildir. Çünkü hem Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem)'a, hem de ondan sonraki İmâmlara (halifelere) müjde türünden haberler geliyordu. Fakat onlardan herhangi birisinin şükür olmak üzere secdeye kapandığı rivâyeti nakledilmiş değildir. Eğer onlar böyle bir işi yapsalardı, elbetteki bu birbirini destekleyen rivâyetler halinde nakledilirdi. Çünkü böyle bir şeyin câiz olup olmadığının ve Allah'a yakınlaştırıcı bir amel olup olmadığının bilinmesine herkesin ihtiyacı vardır. Derim ki: İbn Mace'nin Sünen'inde Abdullah b. Ebi Evfa'dan rivâyete göre Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Ebû Cehil'in kellesinin koparıldığı müjdesini alınca, iki rekat namaz kılmıştır. İbn Mace, I, 445. Ebû Bekre yoluyla rivâyet ettiği hadise göre de Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'a sevindirecek bir hususun haberi geldi mi yüce Allah'a şükür olmak üzere secdeye kapanırdı rivâyetini de zikretmektedir. Hakim, Müstedrek, I, 411; Beyhaki, es-Sünenu'l-Kübra, II, 370; Dârâkutnî, Sünen, I, 410, IV, 147 İbn Mace, I, 446. İmâm Şâfiî ve başkalarının kabul ettiği görüş de budur. 22- Tilavet Secdesi Yaparken Okunacak Dualar: Lâfız başkasının olmak üzere Tirmizî ve başkalarının rivâyetine göre Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) döneminde ensardan bir adam geceleyin bir ağacın arkasında saklı olarak namaz kılarken: "Sad, çok şerefli Kur’ân'a yemin olsun..." âyetini okuyordu. Secde âyetine gelince, o da secde etti, onunla birlikte ağaç da secde etti. Ağacın: "Allah'ım, bu secde sebebiyle bana büyük bir ecir ver ve bunun sebebiyle bana şükretmeyi nasib kıl" dediğini duydu. (3), (4) nolu dipnotlar ile ilgili malumat bir sonraki sahifenin dipnotundadır. Derim ki: İbn Mace Simen'inde, İbn Abbâs'tan şöyle dediğini kaydetmektedir: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın yanında idim. Bir adam ona gelip dedi ki: Dün rüyamda kendimi bir ağacın dibinde namaz kılarken gördüm. Secde âyetini okudu, ben de secde ettim. Benini secdem dolayısıyla ağaç da secde etti. Bu arada ağacın: "Allah'ım, bu secde sebebiyle benden bir günahı sil, onun sebebiyle bana bir ecir yaz ve bu secdemi(n ecrini) benim için saklı kıl," dediğini duydum. İbn Abbâs dedi ki: Ben de Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın secde âyetini okuduğunu ve bunun üzerine secde ettiğini, secdesi sırasında da o adamın, ağacın söylediğini haber verdiği sözleri söylediğini de duydum. Bunu es-Sa'lebî, "Ebû Said el-Hudrî'den.." diye rivâyet etmiştir. Buna göre Ebû Said dedi ki: Ey Allah'ın Rasûlü dedim. Ben kendimi rüyada bir ağacın altında gördüm. Ağaç Sâd Sûresi'ni okuyordu. Secde âyetine gelince, orada secde etti. Sücudu sırasında da şöyle dediğini duydum: Allah'ım, bu secde sebebiyle benim için bir ecir yaz ve benden bir günahı sil. Onun sebebiyle bana bir şükür nasib et, kulun Dâvûd'dan secdesini kabul ettiğin gibi bunu da benden kabul buyur. Bunun üzerine Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bana şöyle dedi: "Ey Ebû Said sen de secde ettin mi?" Ben: Allah'a yemin ederim ki, hayır ey Allah'ın Rasûlü, dedim. Şöyle buyurdu: "Ağaçtansa senin secde etmen daha uygundu." Sonra Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Sâd Sûresi'ni secde âyetine varıncaya kadar okudu, sonra secde etti, sonra da ağacın dediğinin benzerini söyledi Buralarda (67. sahifedeki (3) ve (4) nolu dipnotlarda) zikredilen hadisler, lâfız ve mana itibariyle birbirlerine yakın olduklarından hepsi için aşağıdaki kaynaklara atıfta bulunmakla yetiniyoruz: ibn Huzeyme, I, 282, VI, 473; Hakim, Müstedrek, I, 341; Tirmizî, II, 472, V, 489; İbn Mace, I, 334; Taberani, Kebir, XI, 129. |
﴾ 24 ﴿