13

O: "dini dosdoğru tutun, onda ayrılığa düşmeyin" diye dinden Nûh'a tavsiye ettiğini, sana vahyettiğimizi İbrahim, Mûsa ve Îsa'ya tavsiye ettiğimizi size de şeriat yaptı. Senin onları kendisine davet ettiğin şey, müşriklere büyük geldi. Allah dilediği kimseyi buna seçer ve döneni buna hidayet eder.

"O... dinden Nûh'a tavsiye ettiğini... size de şeriat yaptı" âyeti ile ilgili açıklamalarımızı iki başlık halinde sunacağız:

1- Din ve Şeriat:

"Dinden... size de şeriat yaptı" âyeti şu demektir: Göklerin ve yerin anahtarları kendisinin olan O yüce zat Nûh, İbrahim, Mûsa ve Îsa kavimleri için dinden şeriat yaptığı şeyleri size de şeriat yapmıştır. Daha sonra da bunu:

"Dini dosdoğru tutun..." diye açıklamaktadır.

Dinin dosdoğru tutulması, Allah'ın tevhidi, O'na itaat, rasûllerine, kitaplarına, âhiret gününe ve kişinin yerine getirmekle müslüman olmasını sağlayan diğer hususlara îman etmektir. Bu âyetle yüce Allah, en güzel halleri ile ümmetlerin maslahatları demek olan şer'î hükümleri kastetmemektedir. Çünkü bunlar farklı ve ayrıdır. Yüce Allah bir başka yerde:

"Sizden herbiriniz için bir şeriat ve bir yol tayin ettik" (el-Mâide, 5/48) diye buyurmaktadır. Buna dair açıklamalar daha önceden geçmiş bulunmaktadır.

"Şeriat yaptı" yol yaptı, açıkladı, gidilecek yerleri beyan etti, demektir. "Onlar için bir şeriat yaptı, yapar"; onlara yol gösterdi demektir. "Şart'" en büyük yol demektir. Çıkmaz olmayan bir yol üzerinde bulunan eve: denilir. "Develerin büyük ve geniş yola gitmelerini sağladım" demektir, "Deriyi yüzdüm" anlamındadır. Yakub dedi ki: İki ayağın arasını yardığın vakit bu tabir kullanılır. O şöyle der: Ben bu tabiri Bekroğullarından Um el-Humaris'ten duydum. "Bu işe daldım, giriştim" demektir.

“Dini dosdoğru tutun... diye" âyetindeki; "Diye" lâfzı: "Nûh'a tavsiye ettiği ise dini dosdoğru ayakta tutun demekti" takdiri ile ref konumundadır. Bu açıklamaya göre "Îsa'ya" lâfzı üzerinde vakıf yapılır.

Bunun nasb konumunda olduğu da söylenmiştir. O, size dini ayakta tutmayı şeriat yaptı, demek olur. Bir başka görüşe göre;"ettiğini" âyetindekinin karşılığı- lâfzındaki "he"den bedel olarak cer konumundadır. "Siz de onunla dini dimdik ayakta tutunuz" diye buyurmuş gibidir. Bu son iki açıklamaya göre "Îsa'ya" âyeti üzerinde vakıf yapılmaz. Bununla birlikte bu: "Diye" lâfzının müfessire (açıklayıcı) olması da mümkündür.

"Yürüyün diye" (Sad, 38/7) âyetinde ifadesinde olduğu gibi. Bu durumda i'rabta mahalli olmaz.

2- Peygamberler ve Şeriatler:

Kadı Ebû Bekr İbnu'l-Arabî dedi ki: Sahih hadiste meşhur uzunca şefaat hadisinde Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın şöyle buyurduğu sabittir: "...Fakat Nûh'a gidiniz, çünkü o, yüce Allah'ın yeryüzündekilere gönderdiği ilk rasûldür. Bunun üzerine Nûh'a giderler ve ona: Sen Allah'ın yeryüzündekilere gönderdiği ilk rasûlsün derler..." Müslim, I, 180; Buhari, IV, 1624, V, 2401, VI, 2696, 2708; İbn Mace, II, 1442; Müsned, III, 116, 244, 247. Bu doğrudur, bunda anlaşılmayacak bir taraf da yoktur. Tıpkı Âdem'in ilk nebi (peygamber) olduğunda anlaşılmayacak herhangi bir taraf olmadığı gibi. Çünkü Âdem'e sadece nübüvvet verilmişti. Ona birtakım hükümler farz kılınmamış, haram şeylere dair şer'î hükümler bildirilmemişti. Ona bildirilenler sadece birtakım işlere dikkat çekmek ve hayatın birtakım zorunluluklarını bildirmek, hayatta kalmanın gereklerini yerine getirmek için bazı uyarılardan ibaretti. Bu Nûh (aleyhisselâm)'a kadar böylece devam etti. Yüce Allah Nûh (aleyhisselâm)'a annelerle, kız kardeşlerle, kızlarla evlenmenin haram olduğu hükmünü gönderdi. Ayrıca ona farz olarak yerine getirilmesi gereken görevlerini bildirdi, dini hususlarda uyulması gereken adabı açıkladı. Bu husus daha sonra gelen rasûllerle daha da pekişip durdu, gelen peygamberle güçlenip devam etti. Peşpeşe gelen peygamberler ve şeriatlerle bu böylece sürüp gitti; ta ki yüce Allah rasûllerin en değerlisi peygamberimiz Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) vasıtası ile dinlerin en hayırlısı olan bizim dinimizle bütün bu şeriatleri nihai şekline kavuşturuncaya kadar. Buna göre âyetin anlamı şöyle olur: Ey Muhammed! Sana da. Nûh'a da aynı dini tavsiye ettik. Bununla şeriatın hakkında farklılık göstermediği usul (yani inanç ile ilgili ana meselelerini) kastetmektedir. Bunlar tevhid, namaz, zekat. oruç. hac, şanı yüce Allah'a salih amellerle yaklaşmak, kalbi ve organları yüce Allah'a döndüren yakınlaştırıcı işler, doğruluk, ahde vefa göstermek, emaneti yerine getirmek, akrabalık bağlarını gözetmek, küfrün, öldürmenin, zinanın, yapılan tasarruflarda yaratılmışlara eziyet etmenin haram kılınması, nerede olursa olsun hayvanlara gereksiz saldırıda bulunulması, bayağı işlerin yapılmaya kalkışılması, şeref, haysiyet ve mertliğe aykırı adiliklerin işlenmesinin yasak kılınması... gibi hükümlerdir. Bütün bunlar tek bir din ve aynı millet (şeriat) olarak teşri kılınmıştır. Peygamberler şahısları itibari ile ayrı olsalar dahi onların dile getirdikleri şeriatlerde bu hususlarda ayrılık yoktur. İşte yüce Allah'ın:

"Dini dosdoğru tutun, onda ayrılığa düşmeyin" âyeti bu demektir. Yani onu dimdik ayakta tutun. Bu her zaman, sürekli olarak onda ihtilafa ve tartışmalara düşmeksizin istikrarlı bir şekilde uygulayın demektir. İşte insanlardan kimisi bunu eksiksiz yerine getirir, kimisi de bu hususta verdiği sözünde durmaz.

"Kim ahdini bozarsa ancak kendi aleyhine bozmuş olur." (el-Feth, 48/10)

Çeşitli zamanlarda ümmetler hakkında öngörülmesini hikmetin gerektirdiği ve maslahatın öngördüğü şekilde, Allah'ın muradına uygun olarak bunun dışında kalan hususlarda ise şeriatler arasında farklılıklar ortaya çıkmıştır. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.

Mücahid dedi ki: Yüce Allah ne kadar peygamber gönderdiyse mutlaka ona namazı dosdoğru kılmayı, zekatı vermeyi, yüce Allah'a itaat etmeyi kabul etmeyi de emretmiştir. İşte Allah"ın önceki peygamberlere şeriat kıldığı dini budur. el-Valibî de bunu İbn Abbâs'tan naklen söylemiştir. el-Kelbî'nin görüşü de budur.

Katade de şöyle demektedir: Bununla helalin helal, haramın haram bilinmesini kastetmektedir. el-Hakem de şöyle demektedir: Maksat annelerle, kızkardeşlerle ve kızlarla evlenmenin haram kılındığıdır. Kadı (Ebû Bekir İbnu'l-Arabî)'nin sözünü ettiği hususlar bütün bu görüşleri birarada fazlasıyla toplamaktadır.

Ayet-i kerimede özellikle Nûh, İbrahim, Mûsa ve Îsa'nın sözkonusu edilmesi bunların şeriat sahibi peygamberler oluşlarından dolayıdır.

"Senin onları kendisine davet ettiğin şey" olan tevhid ve putları reddetmek

"müşriklere büyük" ağır

"geldi."

Katade dedi ki: Allah'tan başka hiçbir ilâh olmadığına tanıklık etmek, müşriklere çok büyük ve ağır geldi. İblis ve askerleri buna şahidlikten dolayı çok sıkılmışlardır. Yüce Allah ise onu zafere kavuşturmaktan, yüceltmekten ve ona karşı mücadele verenlere karşı üstün getirmekten başkasını kabul etmez.

Daha sonra yüce Allah:

"Allah dilediği kimseyi buna seçer." diye buyurmaktadır. Bu âyetteki: "Seçer" demektir; de seçim ve seçmek anlamındadır. Yani O, tevlvde dilediği kimseleri seçer.

"Ve döneni buna hidayet eder." Yani kendisine dönen kimseleri dini için arındırır, halis kılar.

13 ﴿