9

De ki: "Ben peygamberlerin İlki değilim. Bana da ne yapılacağını bilemem, size de. Ben ancak bana vahyolunana uyarım. Ben açık açık korkutup uyarandan başkası değilim."

"De ki Ben peygamberlerin ilki değilim." İbn Abbâs ve başkalarından: Ben ilk gönderilen peygamber değilim. Benden önce de gönderilmiş peygamberler vardı, diye açıkladıkları nakledilmiştir.

“İlk" demektir. İkrime ve başkaları bu kelimeyi muzafın hazfı takdiri ile "dal" harfi üstün olarak: diye okumuşlardır. "Ben bidatler sahibi bir kimse değilim" demek olur. (........) aynı anlamda (ilk, önceden benzeri bulunmayan) olduğu söylenmiştir. Tıpkı yarı anlamına gelen: ile lâfızları gibi. " Şair bedi" (oldukça güzel benzersiz) sözler söyledi" demektir. "Yeni ortaya konulmuş şey"; " Filan kişi bu işçe ilktir (benzeri görülmemiştir)" demektir. Çoğulu da: ...diye gelir. Bu açıklamaları el-Ahfeş'ten naklettik. Kutrub da Adî b. Zeyd'in şu beyitini zikretmektedir:

"Başına bir takım olayların geldiği kimselerin ilki değilim;

Sefalet ve mutluluktan sonra hepsi de yok olup gitti."

Beytin tercümesi Şııaratt'n-Nasraniyye'de yer aldığı belirtilen şekil gözönünde bulundurularak yapılmıştır. "Bana da ne yapılacağını bilemem, size de" âyeti ile kıyâmet günü kastedilmektedir.

Bu âyet-i kerîme nazil olunca müşrikler, yahudiler ve münafıklar sevinerek; Kendisine de, bize de ne yapılacağını bilemeyen ve böylelikle bize bir üstünlüğü bulunmadığı ortaya çıkan bir kimseye nasıl uyabiliriz? Eğer o söylediği bu sözleri kendiliğinden uydurmamış olsaydı, kendisini peygamber olarak gönderen kimse ona ne yapılacağım bildirirdi, dediler. Bunun üzerine yüce Allah:

"Allah, geçmiş ve gelecek günahını bağışlasın..." (el-Feth, 48/2) âyetini indirdi ve bu âyeti neshetti, Allah da kâfirlerin burnunu böylelikle yere sürttü.

Ashab-ı Kiram da: Ne mutlu sana ey Allah'ın Rasûlü! Allah sana neler yapacağını açıklamış bulunuyor, ey Allah'ın peygamberi! Keşke bize de ne yapacağını bilmiş olsaydık, dediler. Bunun üzerine de:

"Mü’min erkeklerle, mü’min kadınları altlarında nehirler akan cennetlere... soksun ve günahlarını örtsün diye" (el-Feth, 48/5) âyeti ile:

"Mü’minlere de muhakkak onlar için Allah'tan büyük bir lütuf ve ihsan olduğunu müjdele!" (el-Ahzab, 33/47) âyetini indirdi. Bunu Enes, İbn Abbâs, Katade, el-Hasen, İkrime ve ed-Dahhak söylemişlerdir.

Ensardan bir kadın olan Um el-Ala dedi ki: Biz muhacirleri kendi aramızda paylaştırdık. Bizim payımıza Osman b. Maz'un b. Huzafe b. Cumah düştü. Onu bize ait odalardan birisine misafir eltik ve vefat etti. Ben: Ey sahibin babası! Allah'ın rahmeti üzerine olsun. Şüphesiz Allah sana ikramda bulunmuştur, dedim. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bunun üzerine: "Allah'ın ona muhakkak ikramda bulunduğunu nereden biliyorsun?" diye sordu. Ben de şöyle dedim: Babam, anam sana feda olsun ey Allah'ın Rasûlü! O değilse kime (Allah ikram edecek)? Şöyle buyurdu: "Ona gelince, ona yakîn (ölüm) gelmiş bulunuyor. Biz gerçekten hayırdan başkasını görmedik. Şüphesiz ki ben onun için cenneti ümid ediyorum, Fakat Allah'a da yemin ederim ki ben Allah'ın Rasûlüyüm. Bununla birlikte bana da, size de ne yapılacağını bilemiyorum," Bunun üzerine (Um el-Ala) dedi ki: O halde ben de Allah adına yemin ediyorum ki bundan sonra ebediyyen bir daha kimseyi tezkiye etmeyeceğim. Az farkla: Buhârî, I, 419, VI, 2570; Müsned, VI, 436

Bunu es-Sa'lebî zikretti ve şöyle dedi: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bu sözü günahının bağışlanacağını bilmediği bir zamanda söylemişti. Allah ise Hudeybiye gazvesinde vefatından dört yıl önce ona günahlarını bağışlamıştı.

Derim ki: Um el-Ala yoluyla gelen hadisi Buharî rivâyet etmiştir. Benim oradaki rivâyetim: "Ben ona ne yapılacağını bilemiyorum Bir önceki nota bakınız "şeklinde olup Buharî'de: "Bana da, size de" ifadesi yoktur. İleride açıklaması geleceği üzere Allah'ın izniyle sahih olan şekil budur. Ayet-i kerîme de neshedilmiş değildir, çünkü bu bir haberdir.

en-Nehhâs şöyle demiştir: Nasih ve mensuhun burada olması İki bakımdan imkansız bir şeydir. Birincisi bu bir haberdir, diğeri ise sûrenin başından itibaren buraya kadar hitab müşrikleredir. Onlara karşı delil getirilmekte ve onlar azarlanmaktadır, O halde öncesinin de, sonrasının da olduğu gibi, bu âyetin da müşriklere bir hitab olması gerekmektedir. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın da müşriklere: -Ahirette- "bana da ne yapılacağını bilemem, size de" demesi imkansız bir şeydir. Çünkü Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), peygamber olarak gönderildiği ilk andan itibaren vefatına kadar küfür üzere ölenin ebediyyen cehennemde olacağını bildirip, durmuştur. Îman üzere ölüp, kendisine uyan ve itaat edenin de ce'nnette olacağını söylemiştir. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ahirette kendisine de, onlara da neler yapılacağını görüyor ve biliyordu. Dolayısıyla ahirette bana da, size de ne yapılacağını bilemiyorum, demesi mümkün değildir. O vakit onlar da: Sen bir rahat ve huzura mı erişeceksin, yoksa azâb ve cezaya mı varacaksın bilmiyorken nasıl sana uyarız, derlerdi. Ayet-i kerimenin anlamı hakkında doğru olan el-Hasen'in yaptığı açıklamadır. Nitekim Ali b. Muhammed b. Cafer b. Hafs, Yusuf b. Mûsa'dan okuduğu üzere, o dedi ki: Bize Vekî' anlattı, bize Ebû Bekr el-Huzelî, el-Hasen'den anlattı: "-Dünyada- bana da ne yapılacağını bilemem, size de.': Ebû Cafer (en-Nehhâs) dedi ki: Bu, en sahih ve en güzel bir görüştür. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) kendisine de, onlara da hastalık, sağlık, ucuzluk, pahalılık, zenginlik, fakirlik gibi neler ulaşacağım bilemiyordu. Bunun bir benzeri de yüce Allah'ın şu âyetidir;

"Eğer gaybı bilseydim, elbette daha çok hayır yapardım ve bana hiçbir fenalık dokunmazdı. Ben ancak bir uyarıcı ve îman eden bir topluluğu müjdeleyenim." (el-Araf, 7/188)

el-Vahidî ve başkaları da el-Kelbî'den, o Ebû Salih'ten, o İbn Abbâs'tan şöyle dediğini zikretmektedirler: Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın ashabının karşı karsıya kaldığı belalar ağırlaşınca rüyasında hurması, ağacı ve suyu bol bir yere hicret edeceğini gördü. Bunu ashabına anlattı, onlar da buna sevindiler. Müşriklerin eziyetleri altında iken içinde bulundukları bu halden kurtulacakları yorumunu çıkardılar, Ancak bir süre bu hallerinde kaldıkları halde böyle bir durumla karşılaşmadılar. Ey Allah'ın Rasûlü dediler, gördüğün yere ne zaman hicret edeceğiz? diye sordular. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) sesini çıkarmadı. Yüce Allah da:

"Bana da ne yapılacağını bilemem, size de" âyetini indirdi. Yani rüyamda gördüğüm yere çıkıp gidecek miyim, gitmeyecek miyim, ben de bilemiyorum. Sonra şöyle buyurdu; "Bu benim rüyamda gördüğüm bir şeydi. Ben ancak bana vahyolunana uyarım." Yani size haber verdiğim husus bana vahyolunmadı.

el-Kuşeyrî dedi ki: Buna göre âyeti kerimede nesh sözkonusu değildir.

Yine denildiğine göre âyetin anlamı şöyledir: Ben yüce Allah'ın bana da, sizlere de neleri farz kılacağını bilemiyorum. Taberî ise âyetin şu anlamda olmasını tercih etmiştir: Dünyada benim ve sizin işinizin nereye varacağını bilemiyorum. Îman edecek misiniz, yoksa küfre mi sapacaksınız, size çabucak azâb mı gönderilecek, yoksa azabınız ertelenecek mi?

Derim ki; Bu da el-Hasen, es-Süddî ve diğerlerinin açıklaması ile aynı anlamı dile getirmektedir. el-Hasen dedi ki: Dünyada bana da ne yapılacağını bilemiyorum, size de. Ahirete gelince (bunu bilememekten) Allah'a sığınırım. -Çünkü o, yüce Allah rasûllerle birlikte söz aldığı sırada cennette olduğunu bilmişti.- Fakat dünyada bana ne yapılacağını bilemiyorum. Benden önceki peygamberler yurtlarından çıkartıldığı gibi, ben de çıkartılacak mıyım? Yoksa benden önceki peygamberlerden kimisi öldürüldüğü gibi ben de öldürülecek miyim, Size de ne yapılacağını bilemiyorum, siz beni tasdik eden ümmetim mi olacaksınız, yalanlayan ümmetim mi? Siz semadan atılan taşlarla taşlanan ümmetim mi olacaksınız? yoksa yerin dibine geçirileceklerden mi olacaksınız? Daha sonra yüce Allah'ın:

"Dini bütün dinlere üstün kılmak için rasûlünü hidayetle ve hak din ile gönderen O'dur" (et-Tevbe, 9/33) âyeti nazil oldu. Yüce Allah burada buyuruyor ki: Onun dinini bütün dinlere üstün kılacaktır. Sonra onun ümmeti hakkında da:

"Halbuki sen içlerinde iken Allah onlara azâb verecek, değildir" (el-Enfal, 8/33) diye buyurdu ve böylelikle ona da, ümmetine de ne yapacağını haber vermiş oldu. Bütün bunlarda nesh sözkonusu değildir, yüce Allah'a hamdolsun. Yine ed-Dahhak şöyle demiştir: "Bana da ne yapılacağını bilemem, sîze de." Yani size nelerin emir verileceğini ve size nelerin yasaklanacağını bilemem.

Şöyle de denilmiştir: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'a, mü’minlere: "Kıyâmet gününde bana da ne yapılacağını bilemiyorum, size de" demekle emrolunduktan sonra yüce Allah bunu;

"Allah geçmiş ve gelecek günahını bağışlasın" (el-Feth, 48/2) âyeti ile açıkladı. Bundan sonra mü’minlerin halini, sonra da kâfirlerin halini açıkladı.

Derim ki: Bu birinci görüş ile aynı anlamı ifade eder. Şu kadar var ki burada neshi beyan anlamında kullanmış olup, mü’minlere böylece söylemesini emrettiği belirtilmiştir. Sahih (doğru olan) açıklama ise bizim el-Hasen'den ve diğerlerinden naklettiğimiz açıklama şeklidir.

"Ne yapılacağını" anlamındaki âyette' bulunan:

"Ne" edatının mevsul isim olması mümkün olduğu gibi, merfu ve istifham (soru edatı) olması da mümkündür.

"Ben ancak bana vahyolunana uyarım. Ben açık açık korkutup uyarandan başkası değilim" âyetindeki

"vahyolunan" anlamındaki âyet: "Vahyettiği” diye okunmuştur ki; yüce Allah'ın bana vahyettiğine uyarım, demektir. Daha önce başka yerde geçmiş bulunmaktadır.

9 ﴿