4

İnkar edenlerle karşılaştığınızda boyunlarını vurun! Onlardan çokça öldürüp kahrettiğinizde, artık bağı sıkıca bağlayın. Sonra ya lütfederek karşılıksız salın yahut fidye alın. Savaş ağırlıklarını bırakıncaya kadar. Emir budur. Eğer Allah dileseydi, elbette onlardan intikam alırdı. Fakat kiminizi kiminizle sınamak için (cihadı emretti). Allah yolunda öldürülenlerin amellerini (Allah) asla boşa çıkartmaz.

Bu âyete dair açıklamalarımızı dört başlık halinde sunacağız:

1- Âyet-i Kerîmenin Önceki Buyruklarla İlişkisi ve Cihad Emri:

Yüce Allah her iki kesimi birbirinden ayırdedince

"inkar edenlerle karşılaştığınızda boyunlarını vurun" âyeti ile kâfirlere karşı cihad etmeyi emretmektedir.

İbn Abbâs dedi ki: Kâfirler (inkar edenler) pullara tapan müşriklerdir.

İster müşrik olsun, isterse de herhangi bir antlaşma ve zimmet akdi bulunmayan bir kimse olup kitab ehlindenolsun, İslâm dinine muhalefet eden herkestir diye de açıklanmıştır. Bu görüşü el-Maverdî zikretmiş olup İbnu'l-Arabî de bunu tercih ederek şöyle demiştir: Bu husustaki âyetin genelliği dolayısı ile sahih olan görüş budur.

"Boyunlarını vurun" âyetinde

"vurun" (anlamı verilen) lâfzı mastardır. ez-Zeccâc dedi ki: Bu: "boyunları vurdukça vurun" demektir. Özellikle boyunların sözkonusu edilmesi ise ölümün çoğunlukla bu şekilde gerçekleşmesinden dolayıdır.

"Vurun" anlamındaki lâfzın iğra (teşvik) olmak üzere nasbedildiği de söylenmiştir. Ebû Ubeyde dedi ki: Bu bir kimsenin: "Ey nefis sabret" demesine benzer.

Bir görüşe göre de ifadenin takdiri: " Boyunları vurmaya bakın" şeklindedir.

Yüce Allah:

"Boyunları vurun" diye buyurup onları öldürün diye buyurmamıştır. Çünkü boyunların vurulması tabirinde, öldürün tabirinde bulunmayan bir sertlik ve bir çetinlik vardır. Bu ifade ile öldürmek, en ağır şekli ile canlandırılmaktadır ki; bu da boynun koparılması ve bedenin başı, üstü ve organlarının en mükemmeli olan bir organın uçurulması ile gerçekleşir.

2- Savaş Sonrası Esirlere Yapılacak Muamele:

"Onlardan çokça öldürüp kahrettiğinizde" âyetinde geçen

"çokça öldürme" anlamındaki lâfza dair açıklamalar daha önceden el-Enfal Sûresi'nde

"Yeryüzünde çokça savaşıp zaferler kazanıncaya kadar..." (el-Enfal, 8/67) âyeti ele alınırken açıklamalar geçmiş bulunmaktadır.

"Artık bağı sıkıca bağlayın!" Onları esir aldığınızda (böyle yapın), demektir.

"Bağ" " Bağlamak"dan isimdir, mastar da olabilir. " Onu bağladım, bağlamak" denilir. Kesreli olarak ise "bağ gibi kendisi ile bağlanılan şey"in ismidir. Bu açıklamayı el-Kuşeyrî yapmıştır.

el-Cevherî dedi ki: " Bağ ile onu bağladı" demektir. Yüce Allah da;

"Artık bağı sıkıca bağlayın" diye buyurmuştur. "Vav" harfi esreli olarak; …. ise bir söyleyiş şeklidir.

Yüce Allah'ın bağın sağlamca bağlanmasını emretmesi, kaçıp kurtulmamaları içindir.

"Sonra" fidyesiz olarak ya serbest bırakmak suretiyle

"lütfederek karşılıksız salın yahut fidye alın." Sözün başında öldürme sözkonusu edildiğinden onunla yetinilerek burada ayrıca öldürmek sözkonusu edilmemiştir.

"Karşılıksız salmak" ile;

"Fidye almak" bir fiil takdiri ile nasbedilmiştir. (Meal de bu husus gözönünde bulundurularak yapılmıştır.)

(Fidye anlamındaki lâfız): (........) şeklinde "fe" harfi üstün ve kasır ile okunmuştur. Ya onlara lütfederek karşılıksız salıverin veya onlardan bir fidye alarak salın demektir.

Birilerinin şöyle dediği rivâyet edilmiştir: Abdurrahman b. el-Eşas ile birlikte ayaklananlardan alınan esirler getirildiğinde Haccac'ın yanıbaşında duruyordum. Bu esirler dörtbinsekizyüzkişi idi. Onlardan yaklaşık üçbin kişi öldürüldü. Nihayet onun yanına Kindelilerden bir adam gelip, ey Haccac dedi. Yapılmış olan uygulamalar ve lütufkarlık(m ihmali) karşılığında Allah sana hayır göstermesin. Niye? deyince, şöyle dedi: Çünkü yüce Allah kâfirler hakkında bile:

"İnkar edenlerle karşılaştığınızda boyunlarını vurun. Onlardan çokça öldürüp kahrettiğinizde artık bağı sıkıca bağlayın. Sonra ya lütfederek karşılıksız salın, yahut fidye alın" diye buyurmaktadır. Allah'a yemin ederim sen ne fidyesiz lütfedip, karşılıksız bıraktın ne de fidye alarak serbest bıraktın. Halbuki sizin şairiniz kendi kavminin sahib olduğu üstün ahlaki değerleri anlatırken şöyle demişti:

"Öldürmeyiz esirleri fakat onları çözer, serbest bırakırız,

Ödenecek meblağların ağır yükü boyunlara ağır gelince."

Bunun üzerine el-Haccac şöyle dedi: Öf bu leşlerden. Bunlar arasında bunun gibi güzel söz söyleyecek kimse yok muydu? Geri kalanları serbest bırakın. O gün geri kalan esirler yaklaşık ikibin kişi idiler ve bu adamın bu sözü üzerine serbest bırakıldılar.

3- Bu Âyet-i Kerîmenin Yorumu ile İlgili Görüşler:

İlim adamları bu âyet-i kerimenin tevili ile ilgili beş ayrı görüş ileri sürmüşlerdir,

1- Bu âyet neshedilmiştir ve puta tapıcılar hakkındadır. Onların herhangi bir şekilde fidye karşılığında ya da karşılıksız olarak serbest bırakılmaları câiz değildir. Bu görüşün sahiplerine göre neshedici âyet yüce Allah'ın:

"Artık o müşrikleri nerede bulursanız öldürün." (et-Tevbe, 9/5);

"Eğer bunları savaşta yakalarsan, onlara yaptıklarınla arkalarındakileri dağıt da ibret alsınlar." (el-Enfal, 8/57) ile

"Bununla beraber müşrikler ile... topluca savaşın" (et-Tevbe, 9/36) âyetleridir.

Bu görüş Katade, ed-Dahhak, es-Süddî, İbn Cüreyc ve el-Avfî'nin nakline göre İbn Abbâs'ın görüşüdür. Kûfelilerin çoğu da bu kanaattedir. Abdu’l-Kerîm el-Cevzi dedi ki: Esir alınan bir şahıs hakkında Ebû Bekir'e bir mektup yazıldı. Bu esirin şu kadar, şu kadar fidye karşılığında serbest bırakılmasının istendiğini sözkonusu ettiler. Ebû Bekir: Onu öldürün, dedi. Müşrik bir kimsenin öldürülmesi, benim şundan ve şundan daha çok sevdiğim bir şeydir.

2- Bu âyet-i kerîme bütün kâfirler hakkındadır ve ilim adamlarından bir topluluk ile rey ehli birtakım kimselerin kanaatine göre neshedilmiştir. Katade ve Mücahid de bunlardandır. Bunlar diyor ki: Müşrik esir alındığı takdirde fidye alınmayıp karşılıksız bırakılması da câiz değildir, fidye karşılığında serbest bırakılarak müşriklere geri dönmesine müsaade edilmesi de câiz değildir. Bunların görüşüne göre ancak kadın fidye karşılığında serbest bırakılabilir, çünkü kadın öldürülmez. Bunu nesheden âyet:

"Artık o müşrikleri nerede bulursanız öldürün" (et-Tevbe, 9/5) âyetidir. Çünkü bu âyet bu hususta sabit olmuş rivâyetler gereğince müşriklerle ilişkilerin sona erdirildiğini belirten son beraettir. O halde öldürülmeyeceği belirtilen kadınlar, çocuklar ve kendilerinden cizye alınabileceği belirtilen kimseler gibi, delilin ortada olduğu kimseler dışında, bütün müşriklerin öldürülmesi gerekir. Ebû Hanife'nin meşhur olan görüşü budur. Buna sebep ise müslümanlara karşı tekrar savaşa girebilmeleri korkusudur.

Abdurrezzak şöyle bir rivâyet kaydetmektedir: Bize Ma'merin, Katadeden naklettiğine göre:

"Sonraya lütfederek karşılıksız salın, yahut fidye alın" âyetini:

"...yaptıklarınla arkalarındakileri dağıt da ibret alsınlar" (el-Enfal, 8/57) âyeti neshetmiştir. Mücahid de bunu:

"Artık müşrikleri nerede bulursanız, öldürün" (et-Tevbe, 9/5) âyetinin neshettiğini söylemiştir. Taberi. Tefsir. XXVI. 40. 41 el-Hakem'in görüşü de budur.

3- Bu âyet-i kerîme nasihtir (nesh edicidir). Bu açıklamayı ed-Dahhak ve başkaları yapmıştır. es-Sevrî, Cuveybir'den, onun da ed-Dahhak'tan rivâyet Sonra ya lütfederek karşılıksız salın, yahut fidye alın" âyeti neshetmiştir.

İbnu'l-Mübarek, İbn Cüreyc'den, onun da Atâ'dan naklettiğine göre;

"Sonra ya lütfederek karşılıksız salın, yahut fidye alın" âyeti gereğince müşrik öldürülmez. Ancak ya karşılıksız, ya da fidye karşılığında -yüce Allah'ın buyurduğu gibi- serbest bırakılır.

Eş'as dedi ki: el-Hasen esirin öldürülmesini boş karşılamaz ve:

"Sonraya lütfederek karşılıksız salın, yahut fidye alın" âyetini okurdu.

Yine el-Hasen şöyle demiştir: Ayet-i kerimede takdim ve tehir vardır. Şöyle buyurmuş gibidir: Savaş ağırlıklarını bırakıncaya kadar boyunları vurun. Daha sonra da:

"Onlardan çokça öldürüp kahrettiğinizde artık bağı sıkıca bağlayın." el-Hasen'in iddiasına göre İmâm (İslâm devlet başkanı) esiri ele geçirdikten sonra öldürmek hakkına sahib değildir. Şu kadar var ki üç şıktan birisini tercih edebilir: Ya karşılıksız serbest bırakır yahut fidye karşılığında bırakır ya da köleleştirir.

4- Said b. Cübeyr dedi ki: Kılıçla düşmanlardan çokça öldürüp onları kahretmedikçe, güçlerini kırmadıkça ne fidye karşılığında esir bırakılır, ne de esir alınır. Çünkü yüce Allah;

"Yeryüzünde çokça savaşıp zaferler kazanıncaya kadar esirlerinden fidye) alması hiçbir peygambere yaraşmaz" (el-Enfal, 8/67) diye buyurmaktadır. Eğer bundan sonra esir alacak olursa, öldürmek ya da uygun göreceği diğer bir şıkka göre hüküm vermek hakkına sahihtir.

5- Ayet-i kerîme muhkemdir ve İmâm her durumda muhayyerdir. Bu görüşü Ali b. Ebi Talha, İbn Abbâs'tan rivâyet ettiği gibi aralarında İbn Ömer, el-Hasen ve Atâ'nın bulunduğu bir çok ilim adamı da ifade etmişlerdir. Malik, Şâfiî, es-Sevrî, el-Evzaî, Ebû Ubeyd ve başkalarının görüşü de budur, tercih edilen de budur: Çünkü Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ile raşid halifeler bu şekilde uygurama yapmışlardır. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Ukbe b. Ebi Muayt'ı, en-Nadr b. el-Haris'i Bedir günü elleri kolları bağlı olduğu halde öldürmüş, diğer Bedir esirlerini fidye karşılığında bırakmış, elinde esir bulunan Hanife oğullarından Sümame b. Üsal'i de karşılıksız serbest bırakmış, Seleme b. el-Ekva'dan bir cariye alarak onu birtakım müslümanlara karşı fidye vermiştir. Yine Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'a Mekkelilerden bir grub baskın yapmak istemiş, peygamber onları yakaladıktan sonra karşılıksız serbest bırakmıştı. Hevazinlilerden alınan esirleri de karşılıksız serbest bırakmıştı. Bütün bunlar sahih hadislerde sabit olup hepsi de el-Enfal Sûresi'nde (8/67. âyet, 2. başlık ve devamında) ve başka yerlerde geçmiş bulunmaktadır.

en-Nehhâs dedi ki: Bu görüş her iki âyetin de muhkem ve gereğince amelde bulunabilecek âyet olmalarını kabul etmeye göredir. Bu da güzel bir görüştür, çünkü nesih ancak kat'î bir şeye dayanılarak sözkonusu olur. Her iki âyet ile, birlikte amel etmek mümkün olduğu takdirde, nesih olduğunu söylemenin anlamı yoktur. Eğer bizler kâfirleri yakaladığımız yerde öldürmekle taabbüd edebileceksek onları öldürürüz. Eğer esir almak câiz ise o vakit esirin öldürülmesi de, köleleştirilmesi de fidye karşılığı veya karşılıksız serbest bırakılması da müslümanların menfaatine hangisi uygun ise- câiz olur. Bu görüş Medinelilerden, Şâfiî ve Ebû Ubeyd'den nakledilen bir görüştür. Ayrıca et-Tahavî bunu Ebû Hanife'nin görüşlerinden birisi olarak da nakletmektedir. Ancak ondan meşhur olan görüş daha önce kaydettiğimizdir. Başarı yüce Allah'tandır.

4- Savaş Ağırlıklarını Bırakınca;

"Savaş ağırlıklarını bırakıncaya kadar" âyeti hakkında Mücahid ve İbn Cübeyr şöyle demişlerdir: Bu, Îsa (aleyhisselâm)'ın çıkışı (kıyâmetin alameti olarak inişi)dir. Yine Mücahid'den nakledildiğine göre âyet: İslâm dini dışında hiçbir din kalmayıp bütün yahudi, hristiyan ve diğer din mensupları müslüman olup koyun kurdun tehlikesinden yana emin oluncaya kadar... demektir. Buna yakın bir görüş el-Hasen, el-Kelbî, el-Ferrâ'' ve el-Kisaîden de rivâyet edilmiştir. el-Kisaî: Bütün insanlar müslüman oluncaya kadar, demiştir, el-Ferrâ'' da: Bütün insanlar îman edinceye ve küfür yok olup gidinceye kadar diye açıklamıştır. el-Kelbî de şöyle demiştir: İslâm bütün dinlerin üstüne galip gelinceye kadar... el-Hasen: İnsanlar arasında Allah'tan başkasına ibadet eden kalmayıncaya kadar, diye açıklamıştır.

Âyet-i kerimedeki: “ Ağırlıkların silah anlamında olduğu söylenmiştir. Buna göre âyetin anlamı şöyle olur: Sizler emin oluncaya ve silahlarınızı bırakıncaya kadar bağı sıkıca bağlayın.

"Savaş ağırlıklarını bırakıncaya kadar" âyetinin savaşan düşmanlar ağırlıklarını bfrakıncaya kadar anlamında olduğu söylenmiştir. Bu ise onların yenilmeleri yahutta anlaşma sonucunda silahlarını bırakmaları demektir. Savaş silah araç ve gerecine de "evzar: ağırlıklar" denilmiştir. Şair el-A'şa şöyle demiştir:

"Savaş için hazırladım ağırlıklarımı,

Uzunca mızraklar ve erkek atlar.

Ve ardı ardına giden develeri izleyen kafilenin arkasında,

"Savaş ağırlıklarını bırakıncaya kadar" âyetindeki

"ağırlıklar" demek olduğu da söylenmiştir. Çünkü: “Ağırlık" demektir. "Kralın veziri" de bu kökten gelmektedir. Çünkü vezir hükümdarın ağırlıklarını yüklenir. Savaşın ağırlıkları ise, taşınmaları ağır olduğundan ötürü silahlardır.

İbnu'l-Arabî dedi ki: el-Hasen ve Atâ şöyle demişlerdir: Ayet-i kerimede takdim ve tehir vardır. Yani savaş ağırlıklarını bırakıncaya kadar boyunlarını vurun. Onları çokça öldürüp bitkin düşürdüğünüz vakit düğümü sıkı bağlayın. İmâmın esiri öldürmek hakkı yoktur. el-Haccac'dan rivâyet edildiğine göre o, öldürmek üzere Abdullah b. Ömer'e bir esir vermiş, o bunu kabul etmeyerek: Allah bize böylesini emretmiyor, dedikten sonra:

"Onlardan çokça öldürüp kahrettiğinizde artık bağı sıkıca bağlayın" âyetini okudu.

Biz (İbnu'l-Arabî) deriz ki: (Ancak) Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) -başkasını- söylemiş ve uygulamıştır. Yüce Allah'ın karşılıksız ve fidye karşılığı serbest bırakılması ile ilgili açıklamasında, başka bir uygulama yapılmayacağı manası çıkmaz. Çünkü yüce Allah, zinada celd (sopa) hükmünü açıklamışken Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) da recm hükmünü açıklamıştır. İbn Ömer(in böyle söylemesi) el-Haccac'ın elinden böyle bir işi yapmak istemekten hoşlanmaması ihtimali ile olabilir. Bundan dolayı söylediği o sözlerle özürünü beyan etmiş olmaktadır. Rabbimiz en iyi bilendir.

"Emir budur. Eğer Allah dileseydi elbette onlardan İntikam alırdı." âyetinde geçen: " Emir budur" lâfzı önceden geçtiği üzere ref konumundadır. Durum az önce sözedip açıkladığım şekildedir, demektir. Bu lâfzın; "Bunu yapınız" anlamında mansub olduğu da söylenmiştir. Mübteda olması da mümkündür. O zaman bu, kâfirlerin hükmüdür, demek olur. Bu lâfız fasih konuşan bir kimsenin bir konudan bir başka konuya geçişi esnasında kullandığı bir kelimedir. Bu da yüce Allah'ın: "(Bu böyledir. Azgınlar için muhakkak en kötü dönüş yeri vardır" (Sad, 38/55) âyetine benzemektedir. Yani bu gerçektir ve Ben zâlimlere şunun şunun yapılacağını size bildiriyorum, demektir.

"...Elbette onlardan İntikam alırdı" âyeti savaş olmaksızın onları helâk ederdi, demektir. İbn Abbâs: Meleklerden bir ordu ile elbette onları helâk ederdi, diye açıklamıştır.

"Fakat kiminizi kiminizle sınamak için" yani yüce Allah kiminizi kiminizle sınayarak -bizzat sûrenin kendisinde belirtildiği üzere- mücahidleri ve sabredenleri ortaya çıkartıncaya kadar savaşla sizin durumunuzu sınamak ve denemek için böyle yapmaktadır.

"Allah yolunda öldürülenlerin" Uhud'da öldürülen mü’minleri kastetmektedir

"amellerini asla boşa çıkartmaz."

" Öldürülenler" âyeti genel olarak; "(........): Savaşanlar" diye okunmuştur ki; Ebû Ubeyd'in tercih ettiği budur. Ancak Ebû Amr ve Hafs "kaf' harfi ötreli ve "te" harfi kesreli olarak: "Öldürülenler" diye okumuşlardır. el-Hasen de böyle okumuş olmakla birlikte, o çokluk anlamı ifade etmek üzere "te" harfini şeddeli okumuştur. el-Cahderî, Îsa b. Ömer ve Ebû Hayve ise "kaftan sonra "elif" getirmeksizin, "kaf" ve "te" harflerini: şeklinde ve "müşrikleri öldürenler" anlamında okumuşlardır.

Katade dedi ki: Bize nakledildiğine göre bu âyet-i kerîme, Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) dağ geçidinde iken Uhud günü inmiştir. O sırada aralarında hem yaralılar, hem de öldürülenler pek çoktu. Müşrikler de: Yücel ey Hubel, diye seslenmiş, müslümanlar da: Allah en yüce ve en büyüktür, diye karşılık vermişlerdi. Müşrikler: Bugün Bedir gününe karşılık olsun, zaten savaş bir o tarafa bir bu tarafa döner, dedi. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Eşitlik yoktur deyiniz. Bizim ölülerimiz Rabbleri katında diridir, rızıklanırlar. Sizin ölüleriniz ise cehennem ateşinde azaplanırlar." Bunun üzerine müşrikler şöyle demişti: Bizim Uzzamız var, sizin ise Uzzanız yok deyince, müslümanlar: Allah bizim mevlamızdır, sizinse mevlanız yok, demişlerdi. Bu hususlar daha önce Al-i İmrân Sûresi'nde (3/152, âyetin tefsirinde) geçmiş bulunmaktadır.

4 ﴿