| 6Ey îman edenler! Eğer bir fâsık size bir haber getirirse -bilgisizce bir kavme sataşıp da sonra yaptığınıza pişman olmamak İçin- iyice araştırın. Bu âyete dair açıklamalarımızı yedi başlık halinde sunacağız: "Ey îman edenler! Eğer bir fastk size bir haber getirirse..." âyeti denildiğine göre el-Velid b. Ukbe b. Ebi Muayt hakkında inmiştir. Buna sebeb, Said'in Katade'den rivâyet ettiğine göre şudur: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) el-Velid b. Ukbe'yi zekatlarını toplamak üzere Mustalıkoğullarına göndermişti. Onlar Velid'i görünce ona doğru yürüdüler, o da onlardan korktu. -Bir rivâyete göre bu korkmasının sebebi (cahiliye döneminden kalma) aralarındaki bir husumet idi.- Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'a geri dönerek İslâm'dan irtidat ettiklerini haber verdi. Bunun üzerine Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Halid b. el-Velid'i göndererek ona işi iyice tesbit edip araştırmasını ve acele etmemesini emretti. Halid yola koyuldu, nihayet geceleyin onların yurduna vardı. Gözcülerini gönderdi, geri geldiklerinde Halid'e Mustalıkoğullarının İslâm'a sımsıkı sarih bulunduklarını, ezan okuduklarını ve namaz kıldıklarını duyduklarını haber verdiler. Sabah olunca Halid onların yanına vardı ve gözcülerin söylediklerinin doğruluğunu gözleriyle gördü. Allah'ın Peygamberine dönerek ona durumu haber verdi. Bunun üzerine bu âyet-i kerîme nazil oldu. Bundan dolayı yüce Allah'ın Peygamberi: "Teenni Allah'tan, acele şeytandan" diye buyururdu. Tirmizî, IV, 367. Bir diğer rivâyete göre Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) onu (el-Velid b. Ukbe'yi) müslüman olmalarından sonra Mustalıkoğullarına göndermişti. Onun geleceğini haber alınca, onu karşılamak üzere bineklerine bindiler. O da onların bu hallerini işitince onlardan korktu. Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem)'a geri dönerek Mustalıkoğullarının kendisini öldürmek istediklerini ve zekat vermediklerini bildirdi. Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) da onların üzerine bir gaza düzenlemeyi içinden geçirdi. Bu halde bulunuyorken heyetleri Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem)'in huzuruna gelerek: Ey Allah'ın Rasûlü dediler. Senin gönderdiğin elçinin haberini aldık, ona ikramda bulunalım ve üzerimizdeki zekatları ona ödeyelim diye yoluna çıktık. O ise geri döndü. Bize ulaştığına göre Rasûlullah'a onunla savaşmak üzere çıktığımızı iddia etmiş, Allah'a yemin olsun ki biz bu maksatla çıkmadık. Bunun üzerine yüce Allah bu âyet-i kerimeyi indirdi. el-Velid'e de fâsık yani yalancı ismi verilmiş oldu. İbn Zeyd, Mukâtil ve Sehl b. Abdullah dedi ki: Fasile, çok yalan söyleyen kimse demektir. Ebû'l-Hasen el-Verrak da şöyle demiştir: Fâsık günahı açıktan işleyen kimse demektir. İbn Tahir, Allah'tan utanmayan kimsedir diye açıklamıştır. Hamza ve el-Kisaî, "İyice araştırın" anlamındaki âyeti: "İyice tesbit edin" şeklinde-. " İyiden iyiye tesbit etmek" kökünden gelmiş bir Fiil olarak okumuşlardır. Diğerleri ise; " İyice araştırın" diye "tebeyyun"den gelmiş emir fiil olarak okumuşlardır. "Sataşıp" anlamındaki âyet: " Sataşmayasınız" demektir. Buna göre: (........)'in başındaki cer harfi düşürülmek suretiyle nasb konumundadır. "Bilgisizce" yani yanlışlıkla "bir kavme sataşıp da sonra yaptığınıza" acele davranıp, teenniyi terkettiğinize "pişman olmamak İçin iyice araştırın." 2- Haberi Vahid'in Kabulü ve Buna Bağlı Hukuki Bir Takım Tasarruflar: Bu âyet-i kerimede adaletli olması halinde bir kişinin haberinin (haberu'l-vahid)'in kabul olunacağına delil vardır. Allah fâsık olan kimsenin haber nakletmesi esnasında işin iyice araştırılmasını emretmiştir. Fasıklığı sabit olan kimsenin ise verdiği haberlere dair sözü icma ile batıl olur (hükümsüzdür). Çünkü haber bir emanettir, fasıklık ise onu iptal eden bir karinedir. Dava ve inkar ile başkaları hakkında maksat olarak gözetilen bir hakkın isbatı ile ilgili hususların bu genel çerçevenin dışında olduğu icma ile kabul edilmiştir. Mesela bir kimsenin, bu benim kölemdir, demesi halinde bu sözü kabul edilir. Şayet: Filan kişi sana bunu hediye olarak gönderdi, derse bu da kabul edilir. Yine böyle bir durumda kâfirin verdiği haber de kabul edilir. Aynı şekilde bir kimse başkasının kendi üzerindeki bir hakkını İkrar edecek olursa, bu icma ile iptal edilemez. Ancak başkası aleyhine yapacağı inşalarda ise (başkaları hakkında yapacağı akitlerde) Şâfiî ve diğerleri: Böyle bir kimse nikâhta veli olamaz, demiştir, Ebû Hanife ve Malik ise veli olur demiştir. Çünkü böyle bir kimse velayeti altındaki kızın sahip olduğu malın da velisidir. Dolayısıyla onun evlendirilmesi velayetine de sahiptir, tıpkı adil bir kimse gibi. Çünkü böyle bir kimse her ne kadar dini bakımdan Fâsık bir kişi ise de, gayreti olduğu gibidir. Bu gayret ile de zaten mahremler himaye edilir. Bazan malını feda ederek mahremini korur. Böyle bir kimse malın velisi olabildiğine göre, nikâhın velisi olması öncelikle sözkonusudur. 3- Fâsık Yöneticilerin Arkasında Kılman Namaz: İbnu'l-Arabî dedi ki: Şâfiî'nin ve benzerlerinin fâsık kimsenin İmâmlığını câiz görmesi, hayret edilecek hususlardan birisidir. Bir zerre miktarı mal konusunda kendisine güvenilemeyen bir kimseye nasıl olur da bir kantar borç hususunda güvenilebilir Eseri yayına hazırlayanlar "borç" diye çevirdiğimiz kelimeyi "deyn" diye harekelemelerdir. Ancak bunun harekesiz olması halinde "bir kantar dîn" nasıl emanet edilebilir diye anlaşılması da mümkündür. Bu durumda namazın ağırlığına, önemine işaret edilmiş olur Bir sonraki cümle bu kelimenin "din" diye okunmasının daha isabetli olduğunu göstermektedir. Buna sebeb ise şu esas ilkedir: İnsanlara namaz kıldıran yöneticilerin dinleri fesada erip de arkalarında namaz kılmayıterketmekimkanı olmadığından onların görevlerinden uzaklaştırılmasına da güç yetirilemediğinden onlarla birlikte arkalarında namaz kılındı. Nitekim Osman (radıyallahü anh) şöyle demiştir: Namaz insanların yaptıkları en güzel bir iştir. O işi güzel yaparlarsa sen de güzel yap, fakat kötü yapacak olurlarsa onların kötü işlerinden sen uzak dur. Diğer taraftan bazı insanlar bu gibi yöneticiler arkasında takiye olarak (kendilerine gelecek tehlikeden korunmak maksadıyla) namaz kıldılar. Ondan sonra da sırf Allah için kendi namazlarını tekrar iade ediyorlardı. Kimisi de arkalarında kıldığı o namazı kendi farz namazı olarak değerlendiriyordu. Ben ise böyle bir namazın iade edilmesinin vacib olduğu kanaatindeyim. Ancak hiçbir kimsenin razı olmadığı İmâmlarla birlikte namaz kılmayı terketmemesi gerekir. Fakat kendi kendine gizlice o namazı iade eder ve başkasının yanında da bundan sözetmez. Fasık bir kimse eğer vali ise verdiği hükümlerin hakka uygun olanları geçerlidir, muhalif olanları da reddolunur. Onun geçerli kabul edip yürürlüğe koyduğu hiçbir hükmü de nakzedilmez. Bu görüşün dışında nakledilen herhangi bir rivâyet yahutta aktardan herhangi bir söze de iltifat etmeyiniz. Bu hususta söylenmiş sözler pek çoktur, hak ise apaçıktır. Böyle bir kimsenin ulaştıracağı bir söz yahut bir şey ya da haber, vereceği bir izin ile ilgili olarak elçilik yapmasının sahih olduğunda görüş ayrılığı yoktur. Şu kadar var ki, bu elçilik görevinin elçi gönderen ile kendisine gönderilenin hakları çerçevesi dışında olmamalıdır. Eğer bu elçilikte ikisinin hakları dışındaki bir hak taalluk ediyorsa, onun sözü kabul edilmez. Böyle bir şey bunu gerektiren zorunluluk (zaruret) dolayısıyla caizdir. Çünkü şayet bu gibi hususlarda insanlar arasında adaletli olanların dışındakiler tasarrufta bulunmayacak olursa, böyle bir durumda adaletliler bulunamayacağından bu işlerin hiçbirisi gerçekleştirilemez. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır. 6- Müslümanlarda Aslolan Adalet midir? Ayet-i kerimede "cerhedildikleri sabit oluncaya kadar bütün müslümanlar adaletlidir" diyenlerin görüşlerinin yanlışlığına bir delil vardır. Çünkü yüce Allah verilen haberi kabul etmeden önce işin iyice araştırılmasını emretmiştir. Hükmün uygulanmasından sonra araştırmanın da bir anlamı yoktur. Eğer hakim gerekli araştırmayı yapmadan önce hüküm verecek olursa, aleyhine hüküm verilen kimseye bilgisizce sataşmış, zarar vermiş olur. 7- Zann-ı Galib'e Dayanarak Hüküm Vermek: Şayet galib zanna dayanarak hüküm verecek olursa, bu bilgisizlikle amel sayılmaz. A'daletli iki şahidin şehadetine binaen hüküm vermek ve müçtehid ve alim bir kimsenin görüşünü kabul etmek gibi. Cehaletle bilgisizce amel etmek ancak kabul edilmesi halinde galib zannın ortaya çıkmadığı kimsenin sözünü kabul etmekle olur. Bu meseleyi el-Kuşeyrî, ondan öncekini ise el-Mehdevî zikretmiş bulunmaktadır, | 
﴾ 6 ﴿