13

Ey İnsanlar! Biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık ve sizi birbirinizle tanışasınız diye uluslara ve kabilelere ayırdık. Şüphesiz ki Allah katında sizin en şerefliniz, en takvalı olanınızdır. Muhakkak Allah, en iyi bilendir, herşeyden haberdar olandır.

Bu âyete dair açıklamalarımızı yedi başlık halinde sunacağız:

1- Âyetin Nüzul Sebebi ve Yaratılış İtibariyle İnsanların Birbirlerine Eşitliği:

"Ey insanlar! Biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık" âyetinde Âdem ile Havva'yı kastetmektedir,

Âyet-i kerîme Ebû Hind hakkında inmiştir. Bunu Ebû Davud "el-Merasil" adlı eserinde zikretmektedir: Bize Amr b. Osman ile Kesir b. Ubeyd anlattı, dediler ki: Bize Bakiyye b. el-Velid anlattı, dedi ki: Bana ez-Zührî anlattı, dedi ki: Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Benu Beyadalılara, Ebû Hind ile kendilerinden bir hanımı evlendirmelerini emretti. Onlar da Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem)'a: Biz kölelerimizi kızlarımızla mı evlendirelim? dediler. Bunun üzerine şanı yüce Allah:

"Biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık ve sizi... uluslara ve kabilelere ayırdık" âyetini indirdi. ez-Zührî dedi ki: Âyet özel olarak Ebû Hind hakkında inmiştir. Ebû Davud, el-Merasil, s. 195 Ebû Hind'in evlendirilmesi ile ilgili rivâyetten bu ayetin Tefsirinin sonlarında bir daha söz edilecektir. Oraya da bakınız.

Ayet-i kerimenin Sabit b. Kays b. Şemmâs ve onun kendisine yer açmayan kişiye: Ey filan kadının oğlu demesi hakkında indiği de söylenmiştir. Bunun üzerine Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ona: "Filan hanımın ismini anan kimdi?" diye sordu. Sabit: Ben ey Allah'ın Rasûlü, dedi. Bu sefer Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem): "Buradakilerin yüzlerine bir bak dedi." Baktı, Peygamber: "Ne gördün?" diye sordu, o da beyaz, siyah ve kırmızı tenliyi gördüm deyince, Peygamber şöyle buyurdu: "Sen takva ile olması müstesna bunlara üstün olamazsın." Bunun üzerine bu âyet Sabit hakkında nazil oldu, Ona yer açmayan kişi hakkında da:

"Ey îman edenler! toplantı yerlerinde size yer açın, denildiğinde genişletin..." (el-Mücadele, 58/11) âyeti indi. İbn Abbâs dedi ki: Mekke fethi gününde Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Bilal’e emir vermesi üzerine Ka'be'nin damına çıkıp ezan okudu. Attab b. Esid b. Ebi’l-Iys şöyle dedi: Bugünü görmeden önce babamın ruhunu alan Allah'a hamdolsun. el-Haris b. Hişam da: Muhammed ezan okumak üzere şu siyah kargadan başkasını bulamadı mı? dedi, Süheyl b. Amr da: Allah bir şeyi diledi mi onu değiştirir, dedi. Ebû Süfyan ise: Ben hiçbir şey demiyorum. Çünkü semanın Rabbinin söylediğimi haber vereceğinden korkarım. Cebrâîl, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'a gelerek neler söylediklerini ona haber verdi. Onları çağırdı ve neler söylediklerini sordu, onlar da ikrar ettiler. Bunun üzerine yüce Allah bu âyet-i kerimeyi indirerek soylarla öğünmeyi, mal çokluğuyla öğünmeyi, fakirleri küçümsemeyi yasakladı. Çünkü asıl gözönünde bulundurulması gereken takvadır. Yani herkes Âdem ile Havva'dandır, üstünlük ancak takva iledir.

Tirmizî'de şu rivâyet yer almaktadır: ,..İbn Ömer'den rivâyete göre Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Mekke'de verdiği hutbesinde şöyle dedi: "Ey insanlar! Şüphesiz ki Allah sizden cahiliye kibrini ve ataları ileri sürerek büyüklenmeyi gidermiş bulunuyor. İnsanlar iki türlüdür: Ya birisi iyilik yapan, takva sahibi olup Allah katında üstün ve değerlidir. Ya günahkar ve bedbaht birisi olup, Allah katında da değersizdir. İnsanlar Âdem'in çocuklarıdır. Allah Âdem'i topraktan yaratmıştır. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Ey insanlar! Biz sizi bir erkekle, bir dişiden yarattık ve sizi birbirinizle tanıdasınız diye uluslara ve kabilelere ayırdık. Şüphesiz ki Allah katında sizin en şerefliniz, en takvalı olanınızdır. Muhakkak Allah en iyi bilendir, herşeyden haberdar olandır" diye buyurmuştur. Tirmizî bu hadisi Ali b. el-Medinî'nin babası Abdullah b. Cafer'den rivâyet etmiştir. O ise zayıf bir ravidîr. Onun zayıf olduğunu Yahya b. Maîn ve başkaları söylemiştir. Tirmizi, V, 389; Müsned, II, 523.

Taberi "Adabu'n-Nufus" adlı eserinde şunu rivâyet etmektedir: Yine bana Yakub b. İbrahim anlattı, dedi ki; Bana İsmail anlattı, dedi ki: Bana Said el-Cureyrî, Ebû Nadra'dan anlattı. Ebû Nadra dedi ki: Bana yahut bize Rasülullah (sallallahü aleyhi ve sellem)’ın Mina'da teşrik günlerinin ortasında bir deve üzerinde iken vermiş olduğu hutbesinde hazır bulunanlardan birisi anlattı. Peygamber buyurdu ki: "Ey insanlar! Şüphesiz ki sizin Rabbiniz birdir. Şüphesiz ki sîzin babanız da birdir. Şunu bilin ki arab olan birisinin arab olmayana, arab olmayan birisinin arab olana, siyahın kırmızıya, kırmızının siyaha, takva ile olması hali müstesna, hiçbir üstünlüğü yoktur. Söyleyin, ben tebliğ ettim mi?" Onlar: Evet dediler. Peygamber de: "O halde hazır bulunan burada bulunmayana bildirsin" diye buyurdu. Müsned, V, 4li, Heysemi, Mecmâ', III, 266.

Yine ismi geçen eserde Malik el-Eş'arî'den şöyle dediği kaydedilmektedir: Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu ki; "Şüphesiz Allah sizin makam ve mevkilerinize, neseblerinize, bedenlerinize, mallarınıza bakmaz. Fakat O, sizin kalplerinize bakar. Her kimin salih bir kalbi varsa, Allah ona karşı şefkat duyar. Şüphesiz siz Âdem'in oğullarısınız. O'nun aranızdan en sevdiği kişi sizin en takvalı olanınızdır." Taberani, Kebir, III, 297.

Bu anlamda Ali (radıyallahü anh)'ın şiirlerinden olup meşhur olmuş şu beyitler vardır:

"İnsanlar suret bakımından denktir birbirlerine,

Babaları Âdem'dir, anneleri Havva'dır onların.

Bir nefis benzer diğerine, ruhlar da andırır birbirini,

Onlarda kemikler yaratılmış ve azaları vardır onların.

Eğer asılları itibariyle onların bir şerefleri varsa,

Kendisiyle karşılıklı öğünecekleri o su ve çamurdur.

Fazilet ancak ilim ehlinindir, çünkü onlar

Hidayet üzredirler, hidayeti arayanlara gösterirler doğruyu.

Herkesin değeri güzel yaptığı şeye göredir,

İnsanların fiilleri üzerinde alametleri vardır.

Her kişinin zıttına ise bilmediği şey durur,

Cahiller de ilim ehline düşmandır."

2- Yüce Allah Dileseydi İnsanları Başka Bir Yoldan da Yaratırdı:

Yüce Allah bu âyet-i kerimede insanları bir erkek ve bir dişiden yarattığını açıklamaktadır. Aynı şekilde en-Nisa Süresi'nin başında da (4/1) bunu böylece açıklamaktadır. Şayet dileseydi Âdem'i yarattığı gibi, bunların ikisi olmadan da yaratabilirdi yahut Îsa'yı yarattığı gibi erkeksiz yahut Havva'yı yarattığı gibi iki cihetten birisi olan dişisiz yaratabilirdi. İşte ilahi kudret için mümkün olan bu şekilde yüce Allah başka bir varlık yaratmış değildir. Rivatıyet olunduğuna göre yüce Allah Havva'yı Âdem’den, ondan çekip aldığı kaburga kemiklerinden birisinden yaratmıştır. İlahi kudret açısından mümkün olan diğer kısım da bu kabul edilebilir. Bu açıklamayı İbnu'l-Arabî yapmıştır.

3- Bir Kimsenin Nesebini Reddedmesinin Cezası:

Yüce Allah insanı erkek ve dişiden yaratmış, onlar arasında neseb, sihri akrabalıklar, uluslar, ve kabileler halinde yaratmıştır. Bu yaratılışlar arasında da onların birbirlerini tanımalarını takdir etmiş, takdir ettiği ve kendisinin daha iyi bildiği bir hikmet dolayısıyla da aralarındaki akrabalık bağlarını ve bu bağların gözetilmesini tesbit etmiştir. Böylelikle herkes kendi nesebine sahib çıkar olmuştur.

Herhangi bir kimse başkasının nesebini reddedecek olursa, İftirada bulunmuş olacağından kendisine had vurulmasını gerektirir, Mesela, kabilesinin ve soyunun nesebini red ederek, mesela Arap olana; Ey acem, acem olana da: Ey Arap demesi ve buna benzer nesebin gerçek anlamıyla nefyedildiği diğer ifadelerde de bu böyledir.

4- İnsan Hem Erkekten, Hem Dişiden Yaratılır:

Öncekilerden kimisi ceninin sadece erkeğin suyundan yaratılmış olduğunu, annenin rahminde de beslenip büyüdüğünü ve rahimdeki kandan geliştiğini ileri sürmüşlerdir. Buna delil olarak da yüce Allah'ın:

"Biz sizi hakir bir sudan yaratmadık mı? Onu sağlam bir yerde tuttuk." (el-Murselat, 77/21) âyeti ile

"Sonra O, onun suyunu bayağı bir sudan meydana gelen bir süzmeden kılmıştır." (es Secde, 32/8);

"O dökülen meniden bir damla değil miydi?" (el-Kıyame, 75/37) âyetlerini delil göstermişlerdir. Onlara göre bu âyetler yaratılışın tek bir sudan olduğunu göstermektedir.

Doğrusu ise yaratmanın bu âyet sebebiyle hem erkeğin suyundan, hem de kadınınkinden yaratıldığıdır. Çünkü bu âyet-i kerîme tevil ihtimali bulunmayan açık bir nasstır. Ayrıca yüce Allah'ın:

"O atılıp dökülen bir sudan yaratılmıştır. O su omurga ile göğüs kemikleri arasından çıkar." (et-Tarık, 86/6-7) âyeti da buna delildir. Bundan maksat ileride açıklanacağı üzere, erkeklerin omurgaları ile kadınların göğüs kemikleridir.

Karşı görüşü savunanların ileri sürdükleri delillerdeki ifade ise azami olarak şunu ortaya koymaktadır: Yüce Allah insanın sudan, bir süzmeden ve bir nutfeden yaratıldığını belirtmektedir. Ancak bunu anne babadan sadece birisine izafe etmemektedir. O halde bu, suyun ve süzme ile nutfenin zikrettiğimiz âyetlerin delaleti ile her ikisinden olduğuna delil teşkil etmektedir. Aynı şekilde tıpkı erkeğin suyunun olduğu gibi, kadının da suyu olduğunu ve bundan dolayı da -daha önce eş-Şura Sûresi'nin sonlarında (42/49-50. âyet, 2. başlık ve devamında) geçtiği üzere- benzerliğin ortaya çıktığı anlaşılmaktadır. Yüce Allah, Nûh (aleyhisselâm) kıssasında da:

"Su önceden takdir edilmiş bir emir üzere birbirine kavuştu." (el-Kamer, 54/12) diye buyurmaktadır. Burada ise semanın suyu ile yerin suyunu kastetmektedir. Çünkü kavuşma ancak iki şey tarafından sözkonusu olur. O halde yüce Allah'ın:

"Sonra O, onun soyunu bayağı bir sudan meydana gelen bir süzmeden kılmıştır." (es-Secde, 32/8) âyeti ile

"Biz sizi hakir bir sudan yaratmadık mı?" (el-Mürselat, 77/20) âyetinde iki ayrı suyun kastedildiği inkar olunamaz. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.

5- Uluslar ve Kabileler (Şuub ve Kabail):

"Ve sizi... uluslara ve kabilelere ayırdık." âyetinde sözü edilen "şuub: uluslar" kabilelerin başlandır, Rabia, Mudar, Evs ve Hazreç gibi. Bunun tekili "şın" harfi üstün olarak "şa'b" ...diye gelir. Onlara bu ismin veriliş sebebi ağacın dallarının şubeleri gibi ayrılıp, bir noktada toplanmaları dolayısıyladır, "Şa'b" zıt anlamlı kelimelerdendir. Nitekim bir şeyi toplamayı ifade etmek üzere: "Onu topladım" denilir. Matkab ve biz anlamına kullanılan da buradan gelmektedir. Çünkü onun vasıtasıyla hem biraraya getirilir, hem ayrılır. Şair de şöyle demiştir;

"Yüzüstü yıkılmış ve korunuyor,

Bir boynuz ile sanki o keskin bir matkab gibidir."

Onu dağıttım:" demektir. Ölüme ayırımcı olduğundan ötürü "şu'ûb" denilmesi de buradan gelmektedir. "Şi'b" de dağ yolu demektir, çoğulu da "şi'âb" ...diye gelir. el-Cevherî dedi ki: Şi'ûb Arap ve Arap olmayanların kabilelerinden ayrılan kollara denilir, çoğulu da "şu'ûb" ...diye gelir. Şu'ûbiye ise arabların Arap olmayanlara üstün olmadıklarını söyleyen bir kesimdir. Hadiste geçen: "Şu'ûbdan bir adam müslüman oldu" ifadesi ise Arap olmayanlardan birisini kastetmektedir. Şa'b de büyük kabile demektir. Bu kabilelerin kendisine nisbet olunduğu atalarıdır. Yani bu ata onları toplar ve birarada tutar.

İbn Abbâs dedi ki: Şu'ûb Cumhûr (büyük kalabalık) demektir, Mudar gibi. Kabileler ise onun boylarıdır.

Mücahid dedi ki: Şu'ûb nesebin uzak olanı, kabileler ise ona göre daha yakın olanıdır. Yine ondan nakledildiğine göre şu'ûb daha yakın olan nesebi ifade eder. Katade de böyle demiştir, Birinci görüşü ondan el-Mehdevî, ikincisini ise el-Maverdî nakletmiştir. Şair de şöyle demiştir:

"Ben bir çok şalilerde pek çok Sa'dlar gördüm,

Fakat Sa'd b. Malik gibi bir Sa'd görmedim,"

Bir başka şair de şöyle demiştir:

"Şa'blerden birtakım kabileler ki aralarında yoktur,

Kerîm sayılacak ve adaletli birisi."

Şu'ûb'un, Kahtan'dan Yemen arabları olduğu, kabilelerin ise Rabia, Mudar ve Adnan'ın sair kolları oldukları da söylenmiştir.

Şu'ûb'un acemlerin kolları, kabilelerin de Arapların kolları oldukları da söylenmiştir.

Bir rivâyete göre İbn Abbâs şöyle demiştir: Şu'ûb mevali (arablara vela ile mensub olanlar), kabileler iye Araplardır.

el-Kuşeyrî dedi ki: Buna göre şu'ûb Hindliler, Dağlılar ve Türkler gibi neseblerinin aslı bilinmeyenlerdir. Kabileler ise Araplardandır.

el-Maverdî dedi ki: Şu'ûb'un kenar ve uzak yerler ile dağ yollarına nisbet olunanlar, kabilelerin ise neseb bakımından ortak olan kimseler olma ihtimali de vardır. Şair de şöyle demiştir:

"Ve onlar şubelere ayrıldılar, artık her bir adada,

Bir emiru'l-mü’minin ve bir de minber vardır."

Ebû Ubeyd, İbnu'l-Kelbî'den, o babasından şöyle nakletmektedir: Şa'b kabileden daha büyüktür, ondan sonra fasile, sonra imare, sonra batn, sonra da fahiz gelir.

Önce şa'b, sonra kabile, sonra imaret, sonra batn, sonra fahiz, sonra fazile, sonra aşire geldiği de söylenmiştir. Edebiyatçılardan birisi bunları nazım halinde şöylece ifade etmiştir:

"Sen Şa'ba bak, çünkü o en kalabalık olandır,

insanların barındığı yerlerde; sonra kabile gelir,

Arkasından imare gelir, sonra batn,

Daha sonra fahiz ve fasile gelir.

Bundan da sonra aşiret gelir, fakat o

Sözünü ettiklerimizin yanında pek azdır."

Bir başka şair de şöyle demiştir:

"Kabile, ondan Önce şa'b gelir, ikisinden sonra ise

İmaret, sonra batn, arkasından fahiz gelir.

Kişiyi kendi fasilesinden başkası barındırmaz,

Arkasında tüyü bulunmayan ok ise doğru gidemez."

6- Allah Katındaki Değerin Ölçüsü Takvadır:

Yüce Allah'ın:

"Şüphesiz ki Allah'ın katında sizin en şerefliniz, en takvalı olanınızdır." âyeti ile ilgili açıklamalar daha önceden ez-Zuhruf Sûresi'nde yüce Allah'ın:

"Ve muhakkak ki o, sana ve senin kavmine büyük bir şereftir" (ez-Zuhruf, 43/44) âyeti açıklanırken geçmiş bulunmaktadır.

Bu âyet-i kerimede yüce Allah'ın ve Rasûlünün nezdinde asıl gözönünde bulundurulanın kişinin şerefi ve soyu olmayıp takvası olduğunu gösteren bir özellik bulunmaktadır.

"Şüphesiz ki" âyeti üstün ile; diye de okunmuştur. Sanki: Niçin neseblerle övünülüyor diye sorulmuş da ona: Çünkü Allah nezdinde sizin en şerefliniz en soylu olanınız değil, en takvalı olanınızdır denilmiş gibi olmaktadır.

Tirmizî'deki rivâyete göre Semura, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'dan şöyle buyurduğunu rivâyet etmektedir: "Haseb (şeref) maldır, kerem (üstünlük, şereflilik, değerlilik) de takvadır." (Tirmizî) dedi ki: Bu hasen, garib, sahih bir hadistir Tirmizî, V, 390; Darakutni, III, 302; İbn Mace, //, 1410; Müsned, VT 10.

Bu da yüce Allah'ın:

"Şüphesiz ki Allah'ın katında sizin en şerefliniz, en takvalı olanınızdır" âyetinin kapsamına girer. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’in şu açık ifadeleri bize ulaşmış bulunmaktadır: "Kim insanların en şereflisi olmak istiyor ise Allah'tan korksun." Hakim, Müstedrek, IV, 301.

"Allah korkusu: Takva" ise, emir ya da nehy olsun yüce Allah'ın çizdiği sınırlara riayet etmek ve sahib olunmasını emrettiği niteliklere sahib olmak, yasakladığı şeylerden de uzak durmak demektir. Yine bu anlamdaki açıklamalar daha önce başka yerlerde geçmiş bulunmaktadır. Ebû Hüreyre'den gelen rivâyete göre Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Kıyâmet gününde yüce Allah şöyle buyuracaktır: Şüphesiz Ben bir neseb yarattım, siz de bir neseb tesbit ettiniz. Ben sizin en şereflinizin, en takvalınız olduğunu ortaya koydum, siz ise bunu kabul etmeyerek filan oğlu filan dediniz. Bugün Ben kendi nesebimi yükseltiyor, sizin uydurduğunuz nesebleri alçaltıyorum. Nerede takva sahibleri? Nerede takva sahibleri?" Taberani, Sağir, 1, 383; Deylemi, Firdevs, V, 226; aynı manada az lafzî farklarla: Hakim, Müstedrek, II, 503; Beyhaki, Şuabu'l-Îman, IV, 289; Heysemi, Mecmâ', VIII, 84, ravilerinden Talha b. Amr'ın "metruk" bir ravi olduğu kaydıyla.

Taberî de Ebû Hüreyre'nin rivâyet ettiği bir hadise göre Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın şöyle buyurduğunu kaydetmektedir: "Şüphesiz ki kıyâmet gününde Benim gerçek dostlarım takva sahibleridir. Her ne kadar kimi nesebler, kimi neseblerden daha yakın ise de. İnsanlar amellerle gelirler, siz ise dünyayı boynunuz üzerinde taşımış olarak geleceksiniz ve: Ey Muhammed... diyeceksiniz. Ben de böyle böyle diyeceğim" diyerek her iki yanını (sağa sola) çevirdi. İbn Receh, Camiu'l-Ulum, I, 347; Aynı manada yakın lâfızlarla: Taberani, Kebir, V, 45,

Müslim'in, Sahih'inde Abdullah b. Amr'ın şöyle dediği kaydedilmektedir: Ben Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ı alçak sesle değil, yüksek sesle şöyle buyururken dinledim: "Şüphesiz benim babamın akrabaları benim dostlarım (velilerim) değildir. Benim gerçek dostum, Allah ve salih olan mü’minlerdir." Bahari, V, 2233; Müslim, I, 197.

Ebû Hüreyre'den rivâyete göre Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'a: İnsanların en şereflisi hangisidir? diye sorulmuş, o da: "İbrahim'in oğlu İshak'ın oğlu Yakub'un oğlu Yusuf'tur" diye buyurmuş, Onlar, hayır biz sana bunu sormuyoruz dediler. Peygamber; "O halde Allah katında onların en şereflileri en takvalı olanlarıdır." Yine: Biz sana bunu sormuyoruz, dediler. Bu sefer: "Siz bana Arapların cevherlerini mi (soruyorsunuz)" diye buyurdu. "Cahiliye döneminde onların en hayırlıları İslâm döneminde de -fakih olmaları şartıyla- en hayırlılarıdır." Buhârî, III, 1224, 1235, 1238, FV, 1729; Müslim, IV, 1846; Dârimi, I. 84; Müsned, 11, 431 Şair bu hususta şöyle demiştir:

"Kişi zenginliğin verdiği izzeti ne yapsın?

Çünkü izzet denilen şey, bütünüyle takvalınınkidir.

Allah'ı bilip tanıdığı halde, Allah'ı bilip tanıması,

Kişiyi müstağni kılmazsa eğer, işte asıl odur bedbaht olan."

7- Nikâhta Denklik (Kefaet) te Takvanın Dışında Neseb (Soy-Sop) Gözönünde Bulundurulabilir mi?

Taberî şu rivâyeti zikretmektedir: Bana Ömer b. Muhammed anlattı, dedi ki: Bize Ubeyd b. İshak el-Attar anlattı, dedi ki: Bize Mendel b. Ali, Sevr b. Yezıd'den anlattı, o Salim b. Ebi'l-Ca'd'den dedi ki: Ensardan bir adam bir kadın ile evlendi. Şerefi hususunda ona eleştirilerde bulunuldu. Adam: Ben bu kadın ile şerefi dolayısıyla evlenmiş değilim, ben onunla dini ve ahlakı dolayısıyla evlendim. Bunun üzerine Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Bununla birlikte Hadb b. Zürara hanedanından olmamasının sana bir zararı yoktur" (ya da: ...ne zararı var?) diye buyurdu. Sonra Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu ki: "Şüphesiz ki şanı yüce Allah İslâm'ı gönderdi. İslâm sayesinde aşağılarda olanı yükseltti, onun sayesinde eksik olanı tamamladı. İslâm sayesinde kınamayı kaldırdı. Hiçbir müslümana kınama olmaz. Çünkü bu tür kınamalar ancak cahiliye dönemi kınamaları olabilir."

Yine Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu ki: "Ben takvalı davranmam sebebiyle aranızda Allah'tan en çok korkanınız ve en bilgili olanınız olduğumu ümit ederim. " Bu hadis şöyle de tercüme edilebilir: "İlen aranızda Allah'tan en çok korkan ve ne ile en takvalı olacağımı en iyi bilen kişi olacağımı ümit ederim." Müslim, II, 781; Ebû Dâvûd, II, 312; Muvatta’, I, 289; Müsned, II, 67, 245 Bundan dolayı Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Allah nezdinde insanların en üstünü ve en şereflisidir,

İbnu'l-Arabî dedi ki: İşte nikâhta kefaet (denklik) hususunda Mâlik'in gözönünde bulundurduğu budur. Abdullah, Malik'ten: Azadlı köle arab olan hanımla evlenebilir dediğini ve bu âyet-i kerimeyi delil gösterdiğini rivâyet etmiştir. Ebû Hanife ile Şâfiî ise: Şeref ve mal gözönünde bulundurulur, demişlerdir.

Sahih'te, Âişe'den gelen rivâyete göre Ebû Huzeyfe b. Utbe b. Rabia -ki Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ile birlikte Bedir'de bulunanlardan birisi idi- Salim'i evlat edinmiş, sonra da ona kardeşi el-Velid b. Utbe b. Rabia'nın kızını nikâhlamıştı. Salim de o sırada ensardan bir kadının mevlası (kölesi) bulunuyordu. ez-Zubeyr'in kızı Dubaa, el-Mikdad b. el-Esved'in nikâhı altında idi.

Derim ki: Abdu'r-Rahmân b. Avf’ın kızkardeşi Bilal'ın nikâhı altında, Cahş kızı Zeyneb, Zeyd b. Harise'nin nikâhı altında idi. İşte bunlar mevali'den olan erkeklerin arab kadınlar ile evlenmesinin câiz olduğuna delildir. Kefaet sadece din hususunda gözönünde bulundurulur.

Yine buna delillerden birisi Sehl b. Sad'ın Sahih-i Buhârî'de yer alan şu rivâyetidir: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın bulunduğu yerden bir adam geçmiş, Peygamber de: "Şu adam hakkında ne dersiniz?" diye sormuş, onlar: Bu adam eğer bir kıza talib olursa, o kızın ona nikâhlanmasına layıktır. Eğer bir kimseye şefaat etmek isterse, şefaati kabul edilir, eğer konuşursa sözü dinlenir. Sonra Peygamber sustu. Bu sefer müslüman fakirlerden bir adam geçti yine; "Bu adam hakkında ne dersiniz?" diye sordu. Onlar: Eğer bir kıza talib olursa, ona verilmez. Şâyet şefaatçi olmak isterse, şefaati kabul edilmez, konuşursa sözü dinlenmez. Bunun üzerine Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Bu ötekinin benzeri yeryüzü dolusu kadar kimselerden hayırlıdır." Buhârî, V, 19>S, 2369; İbn Mace, II, 1379

Yine Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Kadın malı, güzelliği ve dini -bir rivâyette de; şerefi- dolayısıyla nikâhlanır. Elleri toprakla dolasıca! Sen dindar olanını nikâhlamaya bak!" diye buyurmuslur. Buhârî, V, 195H, Müslim, II, 1086; Dârimî, II, 179; Darakutni, III, 302, 303; Nesâî, VI,65.

Selman, Ebû Bekir'den kızını istemiş ve onun isteğini kabul etmişti. Ömer'den kızını istemiş, önce vermek istememiş, sonra Selman'dan kızını nikâhlamasını istediyse de Selman buna yanaşmamıştı. Bilal, el-Bukeyr’in kızını istemiş, kardeşleri kabul etmemişti. Bunun üzerine Bilal: Ey Allah'ın Rasûlü, ben el-Bukeyr'in oğullarından neler çekiyorum? Onlardan kızkardeşlerini istedim, bana vermediler, bana eziyet ettiler, Bunun üzerine Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Bilal adına öfkelendi. Kardeşleri bunu haber alınca, kızkardeşlerine giderek: Senden dolayı çektiğimiz nedir? dediler. Kızkardeşleri: Ben işimi (beni nikâhlama yetkisini) Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem)'a bırakıyorum, dedi. Onlar da onu (Bilal ile) evlendirdiler.

Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) da kendisine hacamat yaptığı sırada Ebû Hind hakkında şöyle demişti: "Ebû Hind'e hanım verip, nikâhlayınız. Onunla evlendiriniz. " Ebû Davud, II, 233; İbn Hibban, Sahih, IX, 375, XIII, 442; Hakim, Müstedrek, II, 178; Beyhaki, es-Sünenu'l-Kübra, VII, 136 Ebû Hind o sırada Beyada oğullarının mevlasi idi.

Darakutnî de ez-Zührî'den, o Urve'den, o Âişe'den rivâyet ettiği hadise göre Beyada oğullarının mevlası olan Ebû Hind, hacamat yapan bir kimse idi. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'a hacamat yapmış, bunun üzerine Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştu; "Yüce Allah'ın imanı kalbinde şekillendirdiği bir kimseyi görmekten memnun olacak kimseler Ebû Hind'e baksınlar." Yine Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu ki: "Ona kız veriniz, onu nikâhlayıp evlendiriniz (kız alınız, isteyiniz)" Darakutni, III, 300; Taberani, Evsat, VI, 329.

el-Kuşeyrî Ebû Nasr dedi ki: Nikâhta kefaet hususunda neseb bazan gözönünde bulundurulabilir. Bu ise peygamberlik şeceresine nesebinin ulaşması yahut peygamberlerin mirasçısı olan âlimlere ya da zühd ve salah bakımından imrenilen kimselere ulaşması halinde sözkonusu olur. Takva sahibi bir mü’min, soylu bir günahkardan faziletlidir. Eğer her ikisi de takvalı iseler bu takdirde aralarından soylu olana öncelik tanınır. Takva bakımından birbirine eğit oldukları takdirde namazda genç olanın yaşlı olana Öncelik tanınmasında olduğu gibi.

13 ﴿