23Göğün ve yerin Rabbi hakkı için; o sizin konuştuğunuz gibi kesin bir gerçektir. "Göğün ve yerin Rabbi hakkı için o sizin konuştuğunuz gibi kesin bir gerçektir" âyeti ile yüce Allah onlara haber vermiş olduğu ölümden sonra dirilişin, semada rızkı yaratmasının gerçeğini daha da pekiştirmekte ve bunun gerçeğin kendisi olduğuna yemin ettikten sonra; "O sizin konuştuğunuz gibi..." diyerek bunu daha da pekiştirmektedir. Diğer duyular arasından konuşmayı özellikle sözkonusu etmesi diğer duyu organları hakkında -aynada görülmek gibi- benzeyişin sözkonusu olması, safranın baskın' gelmesi ve benzeri hallerde tat almanın imkansız olması, kulakta uğultu ve tınlamanın hissedilmesi gibi kusurların arız olmasından dolayıdır. Konuşma ise bundan azadedir. Yankı ileri sürüterek bu açıklamaya itiraz edilemez. Çünkü yankı ancak konuşan bir kimsenin herhangi bir karışıklık şaibesi olmaksızın konuşmasının gerçekleşmesinden sonra meydana gelir. Kimi hukema şöyle demiştir: Nasıl ki her insan kendi kendisine konuşabiliyor ve başkasının diliyle konuşmasına imkan bulunmuyor ise; aynı şekilde her insan ancak kendi rızkını yer, başkasının rızkını yemesine imkan yoktur. el-Hasen dedi ki: Bana ulaştığına göre Allah'ın peygamberi (salat ve selam ona) şöyle buyurmuştur: "Rabbleri kendilerine kendi zatı adına yemin ettiği halde, kendisini tasdik etmeyen bir topluluğu Allah kahretsin. Çünkü yüce Allah: "Göğün ve yerin Rabbi hakkı için... O kesin bir gerçektir" diye buyuruyor." Taberi, Tüfür, XXVI, 206; İbn Kesîr, Tefsir, IV, 236; Rivâyet, görüldüğü gibi mürseldir. el-Esmaî dedi ki: Bir keresinde Basra mescidinden dönüyordum. Bu vakıayı nisbeten daha muhtasar bir şekilde: Beyhaki, Şuabu'l-Îman, II, 116; Münavi, Feyzu'l-Kadir, IV, 229'da zikretmektedir. Devesi üzerinde kılıcını kuşanmış, yayrelinde, kaba görünüşlü, eti kurumuş bir bedevi ile karşılaştım. Bana yaklaştı, selam verdi ve: Bu adam kimlerden? diye sordu. Ben: Asmaoğullarındanım, dedim. el-Esmaî dedikleri sen misin, diye sordu, ben evet dedim. Nereden geliyorsun? dedi. Ben: İçinde Rahmânın kelamının okunduğu yerden geldim, dedim. O: Peki Rahmân'in öyle insanların okuduğu bir kelamı var mı ki dedi, ben evet dedim. Bana: Ondan bir şeyler oku, dedi. Ben de ona: "Yemin olsun tozutup savuranlara" âyetinden itibaren: "Rızkınız ve vaadolunduğunuz semadadır" âyetine kadar okudum. Bu sefer; Ey Esmaî bu kadar yeter, dedi. Sonra devesine doğrulup gitti, devesini kesti, derisi ile beraber onu parçaladı. Bunu dağıtmak üzere bana yardımcı ol, dedi. Giden gelene onu dağıttık, sonra kılıcını ve yayını tutup kırdı ve onları yükün altına yerleştirdi. Çöle doğru gitti, giderken de: "Rızkınız ve vaadolunduğunuz semadadır" âyetini okuyordu. Bundan dolayı kendime kızdım ve kendimi kınadım. Daha sonra (Harun) er-Reşid ile birlikte haccettim. Tavaf esnasında cılız bir ses duydum. Dönüp baktığımda o bedevi Arabi gördüm. Oldukça zayıflamış, rengi sararmış, solmuştu. Bana selam verdi, elimi tuttu ve dedi ki: Bana Rahmân'ın sözünü oku deyip, Makam’ın arkasında oturmamı istedi. Ben de ona: "Yemin olsun tozutup savuranlara" âyetlerini okudum ve nihayet yüce Allah'ın: "Rızkınız ve vaadolunduğunuz semadadır" âyetini okudum. Bu sefer bedevi: Yemin olsun, Rahmân'ın bize vaadettiğinin gerçek olduğunu gördük, dedi. Sonra: Daha başka bir şey var mı? diye sordu. Ben: Evet dedim. Şanı yüce Allah: "Göğün ve yerin Rabbi hakkı İçin o sizin konuştuğunuz gibi kesin bir gerçektir" diye buyuruyor, dedim. Bu sefer bedevi bir çığlık atarak: Subhanallah dedi. O celil olan Allah'ı yemin edecek kadar kim kızdırdı? Onlar söylediği sözü tasdik etmiyorlar mı ki sonunda yemin etmek zorunda kaldı? Bu sözlerini üç defa tekrarladı ve bununla birlikte canını teslim etti, Yezid b. Mersed dedi ki: Bir adam hiçbir şeyin bulunmadığı bir yerde aç kaldı. Allah'ım, vaadettiğin rızkını bana gönder, dedi. Hiçbir şey yemediği ve içmediği halde karnı doydu ve susuzluğu gitti. Ebû Said el-Hudri’den dedi ki: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Sizden herhangi bir kimse rızkından kaçacak olursa, ölüm onun arkasından gittiği gibi rızkı da arkasından gider." Deylemi, Firdevs, IH, 361; İbn Adiy, el-Kamil, VI. 19da bu hadisi kaydettikten sonra ravilerinden Fudayl b. Merzuk hakkında: "Hasen hadisleri vardır. Ravi olarak sakıncası olmadığını umarım" demektedir. Bu hadisi senediyle es-Sa'lebî zikretmiştir. İbn Mace'nin Sünen 'inde de Halid'in iki oğlu Habbe ve Seva'dan, dediler ki: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın huzuruna -bir şeyler yaparken- girdik. Bu işinde ona yardımcı olduk, şöyle buyurdu: "Başlarınız hareket ettikçe rızıktan yana ümitsiz olmayınız. Çünkü kişi annesinden üzerinde herhangi bir kabuk (elbise) bulunmaksızın, kızarmış bir ten ile dünyaya gelir, sonra Allah onu rızıklandırır." İbn Mace, II, 1394, Ahmed b. Ebi Bekir, Misbahu’l-Zucace, IV, 226; Taberani, Kebir, VII, 137; Beyhaki, Şuabu'l Îman II, 119. Rivâyet edildiğine göre bedevilerden bir topluluk bir ekin ektiler. Fakat o ekin bir afete maruz kaldı. Bundan dolayı üzüldüler. Yanlarına bedevi bir kadın geldi ve: Sizi ne diye başlarınızı önünüze eğmiş, kalpleriniz daralmış görüyorum? Halbuki o bizim Rabbimizdir ve bizim halimizi bilir. Rızkımızı vermek O'nun işidir. O dilediği zaman, dilediği gibi onu bize gönderir, dedi. Sonra şu beyitleri okumaya koyuldu: "Denizin dibinde sağlamca çakılmış bir kaya bulunsa, Sağır (hiçbir deliği yok) birbirinin içine girmiş ve her tarafı dümdüz olsa. Allah'ın yarattığı bir canın da rızkı bulunsa, çatlar bu kaya. Ta ki bu cana içindeki herşeyi verinceye kadar. Yahutta onun gideceği yol yedi sema arasında olsa; Elbette Allah ona doğru yükselmeyi kolaylaştıracaktır. Ta ki Levh(-i Mahfuz'da) ona ayrılmış payını elde edinceye kadar, Eğer elde etmemiş ise; mutlaka ona ulaşacaktır." Derim ki: Eş'arilerin, elçilerini Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'a gönderdikleri vakit başlarından geçen olay da bu anlamdadır. Elçileri yüce Allah'ın: "Yeryüzünde yürüyüp de rızkı Allah'a ait olmayan hiçbir canlı yoktur." (Hud, 11/6) âyetini işitince geri dönüp Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ile konuşmayarak: Eş'ariler Allah için hayvanlardan daha değersiz değildirler, demişti. Tirmızı el-Hakim, Neoadiru'l-Usıd, III, 35. Biz bunu Hud Sûresi 'nde (sözü geçen âyetin tefsirinde) zikretmiş bulunuyoruz. Lukman da: "Oğulcuğum! Eğer sen bir kaya içinde veya göklerde... ve yaptığın hardal tanesi ağırlınca dahi olsa Allah onu getirir." (Lukman, 31/16) dediği nakledilmiştir. Bu daha önce Lukman Sûresi'nde geçmiş bulunmaktadır. Bu hususa dair yeterli açıklamalarımızı: "Kamu'l-Hırsi bi'z-Zühdi ve'l-Kanaa" adlı eserimizde zikretmiş bulunuyoruz. Yüce Allah'a hamdolsun. İşte herhangi bir şaibenin katılmadığı gerçek tevekkül ile kalbin Rabbin dışındaki herşeyden büsbütün boşaltılması bu demektir. Yüce Allah bu hali bize ihsan etsin, lütuf ve keremiyle kendisinden başkasına da bizleri muhtaç kılmasın. "O sizin konuştuğunuz gibi kesin bir gerçektir" âyetindeki: " Gibi" genel olarak nasb ile okunmuştur ve takdirindedir. O halde; "kef" harfinin hazfedilin esi takdiri üzere nasbedilmistir. Ondan sonra gelen; ise zaiddir. Bu açıklamayı bazı Kûfeliler yapmıştır. ez-Zeccâc ile el-Ferrâ'' da şöyle demiştir: Bunun rekid olarak nasbedilmesi de mümkündür. " Senin konuşman gibi bu bir gerdektir" demek olur. Bu haliyle hazfedilmiş bir mastarın sıfatı gibidir. Sîbeveyh'in görüşüne göre, bu i'rab açısından mütemekkin olmayan bir lâfza izafe edilmesi halinde olduğu gibi; mebni (feth üzere) gelmiştir. (U) te'kid içim zaiddir. el-Mazinî dedi ki; "Gibi" lâfzı O ile birlikte aynı şey konumundadır. Esre üzere bina edilmesi bundan dolayıdır. Ebû Ubeyd ve Ebû Hatim de bunu tercih etmişlerdir. (el-Mazmî) dedi ki: Çünkü Araplar arasından: lâfzını her zaman için nasb edenler vardır. "Bana senin gibi bir adam dedi ki" derken de: "Senin gibi bir adama uğradım" derken de bu lâfız nasb ile kullanılır. Bu durumda: "Gibi" lâfzı mana itibariyle: gibidir. Ebû Bekr, Hamza, el-Kisaî ve el-A'meş; "Kesin bir gerçektir" lâfzının sıfatı olarak ref ile (ötreli) okumuşlardır. Çünkü bu lâfız marifeye izafe edilse dahi nekredir. Zira benzer şeyler arasında benzerliğin sözkonusu olduğu ve bundan sonra gelen eşyanın çokluğu dolayısıyla muzaf olmak gibi bir özelliği bulunmamaktadır. "Gibi" lâfzı; "(........): Sîzin" lâfzına muzaf olup ise zaiddir. Ondan sonraki lafızla birlikte mastar konumunda olmaz. Zira onunla birlikte mastar anlamını vereceği bir fiil bulunmamaktadır. Diğer taraftan: "Bir gerçektir" âyetinden bedel olması da mümkündür. |
﴾ 23 ﴿