4

Ama kim bulamazsa o halde, eşleriyle temas etmeden önce aralıksız iki ay oruç tutmalıdır. Kim güç yetiremezse o zaman altmış yoksul doyurmalıdır; Bu hükümler Allah'a ve Rasûlüne îman edesiniz diyedir ve bunlar Allah'ın koyduğu sınırlardır. Kâfirler için çok acıklı bir azâb vardır.

14- Keffâretlerde Sıra ve Yemek Yedirme Miktarı:

Yüce Allah, burada keffâreti sıralanmış şekliyle sözkonusu etmektedir. Dolayısıyla köle âzâd etmekten âciz olunmadıkça oruç tutmaya imkân yoktur. Aynı şekilde oruç tutamama sözkonusu olmadıkça yemek yedirmeye kalkışmak sözkonusu olmaz. Oruç tutacak gücü olmayan kimsenin altmış tane yoksulu yedirmesi gerekir. Herbir yoksula Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın müddu ile iki müd Müd bu günkü ölçülerden 510-530 gr. dolaylarında bir ağırlık ölçüsüdür. Geniş bilgi için bk. M. Necmuddin el-Kürdî, Şer'i ölçü Birimleri, (Çcv. İ. Tüfekçi), İst. 1996 s. 153 ve 206 vd verilir. Eğer Hişam müddü ile bir müd verecek olursa -ki bu da bir müd ile üçte bir müd kadardır- yahut Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın müddü ile birbuçuk müd yedirecek olursa bu da onun için yeterli gelir.

Ebû Ömer b. Abdi’l-Berr dedi ki: Bunun faziletli olanı Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın müddu ile iki müd yedirmektir. Çünkü yüce Allah zihâr keffâretinde

"Ailenize yedirdiğinizin orta yollusundan" (el-Mâide, 5/89) diye buyurmamıştır. O halde yedirilmesi vacib olan miktar orta yollu doyuracak kadardır.

İbnu’l-Arabi dedi ki: Mâlik, İbnu'l-Kasım ve İbn Abdİ'l-Hakem'in rivâyetlerine göre şöyle demiştir: Hişam müddu ile bir müd (yedirir). Bu da burada doyuracak kadardır. Çünkü yüce Allah burada mutlak olarak yemek yedirmekten sözetmiş, "orta yollu" olmasını sözkonusu etmemiştir. Eşheb'in rivâyetinde de şöyle demektedir: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in müddü ile iki müd (yedirir). Ona: Sen Hişam'ın müddü ile dememiş miydin? diye sorulunca, o: Evet şu kadar var ki Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın müddü ile iki müd yedirmek benim daha çok sevdiğim bir şeydir. Aynı şekilde İbnu'l-Kasım da ondan yaptığı rivâyetinde böyle demektedir.

Derim ki: İbn Vehb ve Mutarrif’in Malikten yaptığı rivâyet te böyledir: Buna göre o herbir yoksula Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın müddü ile iki müd verir. Ebû Hanife ve mezhebine mensub ilim adamlarının görüşü de böyledir.

Şâfiî ve diğerlerinin görüşüne göre ise herbir yoksula bir müd verir. Bundan daha fazlasını vermesi de gerekmez. Çünkü o yemek yedirmekle keffârette bulunmaktadır. Müdden fazlasını harcama yükümlülüğü yuktur. Bunun asıl dayanağı ise ramazanda oruç yeme keffâreti ile yemin keffâretidir.

Bizim delilimiz ise yüce Allah'ın:

"O zaman altmış yoksul doyurmalıdır" âyetidir. "Doyurmak" lâfzının mutlak olarak kullanılması karnı doyurmayı kapsar. Bu ise adeten ona bir şeyler ilave etmedikçe tek bir müd ile gerçekleşmez, Eşheb de böyle demiştir; Malik'e: Bize ve size göre "doymak" farklı mıdır? diye sordum, o evet dedi. Bize göre doymak Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın müddü ile bir müddür. Size göre ise doymak bundan daha fazladır. Çünkü Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) sizi kapsamaksızın bize bereket ihsan edilmesi için dua etmiştir. O bakımdan sizler bizim yediğimizden fazlasını yersiniz.

Ebû'l-Hasen el-Kâbisî dedi ki: Zihâr keffâretinde Medinelilerin Hişam müddünü esas almalarının sebebi, yüce Allah'ın çirkin ve yalan bir söz söylediklerine tanıklık etmiş olduğu zihâr yapanların cezasını arttırmak içindir.

İbnu'l-Arabî dedi ki: Burada gördüğünüz gibi Hişam müddünden sözedilmektedir. Zamanın onun adının anılmasını ortadan kaldırmasını, adının kitaplardan silinmesini çok arzu ederdim. Çünkü vahyin indiği, Allah Rasûlünün karar kıldığı aralarında zihânn yapılıp haklarında:

"... O zaman altmış yoksul doyurmalıdır" diye buyurulmuş olan Medine ahalisi bunun ne demek olduğunu anlamışlar, bundan maksadın ne olduğunu bilip, bu maksadın da karnın doyurulması olduğunu iyi biliyorlardı. Bunun miktarı da onlarca bilinen ve kabul edilen bir husustur. Bu doymak haberlerde çokça varid olmuş ve hidayet bulmuş Râşid halifeler döneminde bunun üzere hal devam edip gitmiştir. Bu hal şeytan, Hişam'ın kulağına bir şeyler fısıldayınca -ya kadar öylece devam etti. O da Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın müddünün kendisini de emri altında bulunan ve kendisine denk olanlardan benzeri herhangi bir kimseyi de doyurmadığını gördü. Bunun üzerine şeytan kendisine, kendisini doyuracak miktarı ihtiva edecek bir müd edinmesini süsleyip gösterdi. O da bir müddü iki rıtıl olarak değerlendirip, insanları da bunu kabul etmeye mecbur etti, Bu miktar nemlenecek olursa, yaklaşık üç rıtıl kadar olur. Bunun sonucunda o (Hişam) Peygamberin sünnetini değiştirip, bereketin mahallini ortadan kaldırmış olmaktadır.

Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Medinelilere müdlerinde ve salarında -tıpkı Mekke'de İbrahim'e bereket ihsan ettiği gibi- bereketlerinin kalması için dua ettiğinden ötürü bereket Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın duası sebebiyle onun müddünde cereyan ediyordu. Bu bakımdan şeytan, bu sünnetin değiştirilerek bu bereketin ortadan kaldırılması için çalışıp durdu. Onun bu arzusunu ise Hişam'dan başka kabul eden olmadı. Dolayısıyla ilim adamlarının onun ismini sözkonusu etmemeli ve bu husustaki kayıtlardan adlarını -eğer uygulamasını değiştirmeseler dahi- silmeleri gerekir. Ahkâm ile ilgili hususlarda onu anarak göndermelerde bulunup yüce Allah'ın ve Rasûlünün zikrettiği hususlara açıklama getirecek bir konuma yükseltmeleri -bu vahyin kendilerine inmiş olduğu ashab nezdinde açıkça bilinen bir şey iken- çok büyük bir musibettir. Bundan dolayı zihâr keffâretiyle ilgili Eşheb'in rivâyetinde Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın müddü ile iki müddün sözkonusu edilmesini biz, bunun Hişam müddü ile yerine getirileceğini belirten rivâyetten daha çok severiz. Nitekim Malik'in Eşheb'e söylemiş olduğu şu sözleriyle bu bilgiye nasıl dikkat çektiğine dikkat edelim; Bize göre doymak Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın müddü iledir. Size göre doymak ise daha fazlasıyla olur. Çünkü Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bizim için bereket ile duada bulunmuştur. Ben de (İbnul-Arabi) böyle diyorum. Çünkü ibadet sünnete uygun olarak eda edilecek olursa, eğer bedeni bir ibadet ise daha çabuk kabul edilir. Eğer mali bir ibadet ise onun azı bile mizanda daha ağır basar, onu alanın elinde daha mübarek olur, ağzında daha hoş tat verir, karnındaki rahatsızlığı daha az olur, onun kalıbını dik tutma imkânı daha ileri derecede olur. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.

15- Keffârette Doyurulması Gereken Yoksul Sayısı:

Malik ve Şâfiî'ye göre altmış yoksuldan daha azma yemek yedirmesi yeterli olmaz. Ebû Hanife ve mezhebine mensub ilim adamları ise şöyle demişlerdir; Şayet sayıyı tamamlayıncaya kadar hergün bir yoksula yarım sa' yemek yedirecek olursa bu onun için yeterli olur.

16- Hür Kimseye Hacr (Kısıtlılık) Koymak:

Kadı Ebû Bekr İbnu’l-Arabî dedi ki: Garib işlerden birisi Ebû Hanife'nin: Hür kimsenin hacr altına alınması batıldır deyip, buna yüce Allah'ın:

"Bir köle âzad etmelidirler" âyetini delil göstermesidir. Bu görüşüyle o reşid ile sefih arasında fark gözetmemektedir. Fakat bu onun gibisine yakışmayan, oldukça zayıf bir fıkhı anlayıştır. Çünkü bu âyet-i kerîme umumidir. Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın ashabı arasında hacr ile hüküm vermek yaygın bir şeydi ve kıyas da bunu gerektirir. Küçüklük yahut velayet altında bulunmak dolayısıyla hacr halinde iken sefih olarak bulûğa eren bir kimseye malının verilmesi yasaklanmıştır. Böyle bir kimsenin malında yapacağı uygulama nasıl geçerli olabilir? Bilindiği gibi has olan hüküm, umum ifade eden hükme hakimdir (ondan üstündür yani umumi hükmü tahsis eder.)

17- Zihâr Hükmü Neshedicidir:

Bazı ilim adamlarına göre zihâr hükmü, cahiliye döneminde görülen zihârın talâk olduğu şeklindeki uygulamayı neshedicidir. Bu anlamdaki açıklama İbn Abbâs, Ebû Kîlâbe ve başkalarından rivâyet edilmiştir.

18- Îmanın Gerekçesi Olan Ameli Uygulamalar:

"Bu hükümler Allah'a ve Rasûlüne îman edesiniz dîyedir" âyeti şu demektir: Bizim keffâret hususunda sözünü ettiğimiz bu ağır hüküm

"... îman edesiniz diyedir,"

Yani Allah'ın bu emri verdiğini tasdik etmeniz içindir.

Kimi ilim adamı bu keffâretin yüce Allah'a îman etmek anlamında olduğuna delil göstermişlerdir. Çünkü yüce Allah bunu sözkonusu edip, farz kıldığını belirtince;

"Bu hükümler Allah'a ve Rasûlüne îman edesiniz diyedir"

diye buyurmaktadır. Yani bu hükümler yüce Allah'a itaat edenler, O'nun sınırlan yanında durup onları aşmayan kimseler olasınız diyedir. Yüce Allah, böylelikle keffârette bulunmayı itaat ve yüce Allah'ın hududuna riayet olduğundan dolayı îman diye adlandırmaktadır. Böylelikle ona benzeyen herbir husus da îman (a delâlet eden)dir.

Şayet; Yüce Allah'ın:

"Bu hükümler Allah'a ve Rasûlüne îman edesiniz diyedîr" âyeti çirkin ve yalan bir söz olan zihâra dönmemeniz içindir, demek olduğu söylenecek olursa ona şöyle cevab verilir: Bunun da kastedilmiş olması mümkündür, birincisinin de kastedilmiş olması mümkündür, bu durumda anlam şöyle olur: Bunlar o çirkin ve yalan söze dönmeyesiniz diyedir. Aksine yüce Allah'a itaat olmak üzere bunları terkediniz. Çünkü O, bunları haram kılmış bulunmaktadır. Ayrıca kendisine zihâr yaptığınız hanımdan keffârette bulununcaya kadar uzak kalasınız, diyedir. Çünkü yüce Allah ona dokunmayı yasaklamış bulunmaktadır. Yüce Allah keffâreti emredip, sizin tarafınızdan bunun yerine getirilmesini ön gördüğü için de keffârette bulunuruz. Böylelikle bütün bunlarla siz, Allah'a ve Rasûlüne îman eden kimseler olursunuz. Çünkü bunlar sizin korumanız gereken sınırlardır, edâ etmeniz gereken itaatlerdir. Allah'a ve Rasûlüne itaat ise imandır. Başarı Allah'tandır.

19- "Allah'ın Hudutları ve Kâfirlerin Azâbı":

"Ve bunlar Allah'ın koyduğu sınırlardır." Yanı yüce Allah kendisine neyin isyan ve neyin itaat olduğunu açıklamış bulunmaktadır, O halde zihâr Ona bir masiyettir, keffâret ise Ona itaattir.

"Kâfirler için çok acıklı bir azâb vardır." Yani yüce Allah’ın hükümlerini tasdik etmeyen kimseler için cehennem azâbı vardır.

4 ﴿