2O, kitab ehlinden kâfir olanları ilk sürgünde yurtlarından, yerlerinden çıkarandır. Siz onların çıkacaklarını sanmamıştınız. Onlar da hisarlarının kendilerini Allah'a karşı gerçekten koruyacağını sanmışlardı. Fakat Allah onlara hesaba katmadıkları taraftan geldi ve kalplerine korku saldı. Evlerini hem kendi elleriyle, hem mü’minlerin elleriyle tahrib ediyorlardı. Ey basiret sahipleri, artık ibret alın. "O kitab ehlinden kâfir olanları ilk sürgünde yurtlarından, yerlerinden çıkarandır" âyetine dair açıklamalarımızı üç başlık halinde sunacağız: 1- Sûrenin İsmi ve Yurtlarından Sürülenler: "O, kitab ehlinden kâfir olanları... yurtlarından, yerlerinden çıkarandır" âyeti ile ilgili olarak Said b. Cübeyr dedi ki: Ben İbn Abbâs'a: (Bu sûrenin ismi) el-Haşr Sûresi mi dedim, o; en-Nadîr Sûresi de, dedi. Nadîrliler. Harun (aleyhisselâm) soyundan gelen bir yahudi koludur. Bunlar İsrailoğulları fitnelere düştüklerinde Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın gelişini beklemek üzere gelip Medine'ye yerleştiler. Yüce Allah'ın açıkladığı işler onların başından geçen işlerdendir. "İlk sürgün" âyetindeki "el-haşr" toplamak demektir. Bunun dört çeşidi sözkonusudur. İki toplanma dünyada, iki toplanma da ahirette olacaktır. Dünyadaki toplanma (haşr) yüce Allah'ın: "O kitab ehlinden kâfir olanları ilk sürgünde (ervehı’l-haşr) yurtlarından, yerlerinden çıkarandır" âyetinde sözkonusu edilmektedir. ez-Zührî dedi ki: Bunlar daha önce sürgün musibetiyle karşılaşmamı;; bir koldan idiler. Yüce Allah onların üzerine sürgün edilmeyi takdir buyurmuştu. Eğer bu olmasaydı, mutlaka onları dünyada azaplandıracaktı. Dünya hayatında onların ilk haşrolundukları toplanma yeri Şam olmuştu. İbn Abbâs ve İkrime dediler ki: Mahşer'in Şam'da olacağından yana şüphe eden kimse, bu âyeti okusun. Ayrıca Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) kendilerine: "Çıkınız" deyince onlar: Nereye diye sormuşlar, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) da: "Mahşer yurduna" diye buyurmuştu. Katade dedi ki: İşte mahşerin ilki budur. İbn Abbâs: Onlar kitab ehlinden ilk haşredilen (sürülen) ve yurtlarından çıkarılan kimselerdir demiştir. Denildiğine göre onlar Hayber'e sürüldüler. Buna göre yüce Allah'ın: "İlk sürgünde" âyeti kalelerinden, hisarlarından Hayber'e sürülmeleridir. İkincisi ise Ömer (radıyallahü anh)'ın kendilerini Hayber'den Necid ve Ezriât'e sürmesidir. Teymâ ve Eriha'ya sürülmeleri diye de açıklanmıştır. Buna sebeb, onların kâfir olmaları ve ahidlerini bozmalarıdır. İkinci haşr ise kıyâmete yakın bir zamandaki toplanmalarıdır. Katade dedi ki: İnsanları doğudan batıya doğru toplayacak bir ateş gelecektir. Onların geceyi geçirdikleri yerde o da duraklayacak, öğlen istirahatine çekilecekleri vakit onlarla birlikte orada kalacak Bk. Müslim, IV, 2195; İbn Mâce, II, 1347; Müsned, IV, ve geriye kalanlarını yiyecektir. Bu husus Sahih'de de sabit olmuş ve biz bunu et-Tezkire adlı eserimizde zikretmiş bulunuyoruz. Buna yakın bir rivâyeti İbn Vehb, Malik'ten zikretmektedir. İbn Vehb dedi ki: Ben Malik'e: Bu (haşr ve toplanma) onların yurtlarından sürülmeleri midir? diye sordum. Bana şöyle dedi: Haşr, kıyâmet gününde olacaktır ve yahudiler toplanacaktır. (Malik devamla) dedi ki: Yahudilere yanlarında bulunan mal hakkında soru sorulup onlar bunu gizlediklerinde Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Hayber'e sürmüş ve böylelikle onlarla savaşmayı helal görmüştü. İbnu'l-Arabî dedi ki: Hasrın başı, ortası ve sonu vardır. Başı Nadiroğullarının sürülmesidir, ortası Hayberlilerin sürülmesi, sonuncusu ise kıyâmet günündeki haşirdir. el-Hasen'den: Burada sözü edilenler Kurayzaoğullarıdır, dediği rivâyet edilmiş ise de geri kalan müfessirler: Kurayza oğulları hiçbir şekilde haşrolunmadı (sürgüne gönderilmedi), onlar öldürüldüler, demişlerdir. Bu acıklamayı da es-Sa'lebî nakletmiştir. 3- Kâfirlerle Yurtlarından Sürülmeleri Şartıyla Barış Yapılabilir mi? el-Kiya et-Taberî dedi ki: Harb ehli ile herhangi bir şey istemeksizin yurtlarından sürülmeleri şartıyla barış yapmak şu an için câiz değildir. Bu İslamın ilk dönemlerinde caizdi, sonradan nesh olundu. Şimdi ise; onlarla savaşmak yahut kadın ve çocuklarının esir alınması ya da onlara cizye koymak şartlarından birisinden başkası kabul edilemez. "Siz onların çıkacaklarını sanmamıştınız" âyeti ile şunu kastetmektedir: Müslümanlar yahudilerin halini, onların kendilerini koruyabilecek durumda oluşlarını, güçlerini, söz birliklerini gözlerinde büyütmeleri dolayısıyla böyle bir şeyi sanmıyorlardı. "Onlarda hisarlarının kendilerini Allah'a karşı" Allah'tan gelecek emre karşı "gerçekten koruyacağını sanmışlardı." Denildiğine göre bu hisarların ismi el-Vatih, en-Netât, es-Sülâlim ve el-Ketibe idi. Nadiroğulları çokça silahı bulunan ve zaptedilmesi güç kaleleri olan kimselerdi. Fakat bunların hiçbirisi onları Allah'ın emrine karşı koruyamadı. "Fakat Allah" in emri ve azâbı "onlara hesaba katmadıkları" hiç de beklemedikleri "taraftan geldi." Bilmedikleri taraftan geldi, diye de açıklanmıştır. "Hesaba katmadıkları taraftan geldi" âyeti; Ka'b b. el-Eşrefin Öldürülmesini ummuyorlardı, diye de açıklanmıştır. Bu açıklamayı İbn Cüreyc, es-Süddî ve Ebû Salih yapmıştır, "Ve kalplerine" liderleri Ka'b b. el-Eşrefin öldürülmesiyle "korku saldı." Ka'b'ı öldürenler Muhammed b. Mesleme, Ka'b'ın süt kardeşi olan Ebû Naile Silkân b. Selâme b. Vakş, Abbad b. Bişr b. Vakş, el-Haris b. Evs b. Muâz ile Ebû Abs b. Cebr idi. Ka'b'ın öldürülüş haberi sîret'te meşhurdur. Sahih'de belirtildiğine, göre de Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Bir aylık mesafeden bana (düşmanımın kalbine) korku salınmak ile yardım olundu." Buhârî, I, 128, 168; Müslim, I, 370, 372; Nesâi, I. 210; Müsned, I, 301, III, 304, v, 145. 147, 161. Medine ile Nadiroğullarının bulundukları mahalle arasındaki mesafe bir mil olduğuna göre, nasıl ona yardım olunmazdı? Bu Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'a Özel olarak verilmiş bir imtiyazdı. "Evlerini hem kendi elleriyle... tahrib ediyorlardı" âyetindeki "Tahrib ediyorlardı" lâfzı genel olarak şeddesiz: 'den gelen (müzâri) bir fiil olarak okunmuştur. Yıkıyorlardı demektir. es-Sülemî, el-Hasen, Nasr b. Âsım, Ebû'l-Âl-iye, Katade ve Ebû Amr ise; "Tahrib ediyorlardı" şeklinde "tahrib"den gelen bir fiil olarak şeddeli okumuşlardır. Ebû Amr dedi ki; Şeddeli okuyuşu tercih edişimin sebebi şudur: "Bir şeyi sakini olmaksızın harabe halde terketmek" demektir. Nadiroğulları ise orayı bu şekilde harabe olarak terketmediler. Onlar orayı yıkarak tahrib ettiler. Bunu da yüce Allah'ın: "Hem kendi elleriyle, hem mü’minlerin elleriyle" âyeti desteklemektedir. Başkaları ise şöyle demişlerdir: Bu iki şekil de aynı anlamdadır. Şeddeli okuyuş ise çokluk anlamına gelir. Sîbeveyh de ile kiplerinin anlamlarının birinin diğeri yerine kullanılabildiğini nakletmiştir. ile Onu tahrib ettim" anlamına; ile ise "onu sevindirdim" anlamına gelmesi gibi. Ebû Ubeyd ve Ebû Hatim de birinci okuyuşu tercih etmişlerdir. Katade ve ed-Dahhak dedi ki: Mü’minler içeriye girmek için dışarıdan tahrib ediyorlar, yahudiler ise hisarlarının tahrib edilen bölümlerini, yıktıkları yerlerden çıkan malzeme ile yeniden bina etmek için içeriden tahrib ediyorlardı. Rivâyet edildiğine göre Nadiroğulları Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile; onun yanında yer almamak ve ona karşı olmamak şartı ile barış antlaşması yapmışlardı. Bedir günü zafer kazanınca Tevrat'ta niteliği belirtilen peygamber işte budur. Onun hiçbir sancağı geri çevrilmez, dediler, Uhud günü müslümanlar yenilince bu sefer şüpheye düştüler ve antlaşmalarını bozdular. Ka'b b. el-Eşref yirmi süvari ile Mekke'ye çıkıp gitti. Ka'be'nin yanında Hz. Peygamberin aleyhine Kureyşle antlaşma yaptılar. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)in ensardan Muhammed b. Mesleme'ye emir vermesi üzerine Muhammed b. Mesleme, Ka'b'ı gafil bir şekilde öldürdü. Sabah olunca da askeri birlikleriyle surlarına karşı dikildi. Onlara: Medine'den çıkın, dedi. Onlar: Buradan çıkmaktansa ölümü tercih ederiz, diyerek; "savaşa!" diye seslendiler. Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem)'dan çıkış hazırlıklarında bulunmak üzere on günlük süre istedikleri de söylenmiştir. Bunun üzerine münafık Abdullah b. Ubey ve arkadaşları: Kaleden çıkmayın, diye gizli bir haber gönderdi. Eğer onlar sizinle savaşacak olurlarsa, biz de sizinle birlikte savaşırız, sizi desteksiz bırakmayız. Eğer çıkartılacak olursanız, yemin olsun biz de sizinle birlikte çıkarız. Yirmibir gün süreyle sokakların başlarını tuttular ve sağlam bir şekilde oraları koruma terüblerini aldılar. Allah kalplerine korkuyu salıp, münafıkların yardım edeceklerinden yana ümidlerini kesince barış istediler. İleride açıklanacağı üzere Hz. Peygamber onları sürgüne göndermekten başka bir yol kabul etmedi. ez-Zührî, İbn Zeyd ve Urve b. ez-Zübeyr şöyle demişlerdir; Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) kendileriyle develerin taşıyabileceği kadarını beraberlerinde götürmek şartı ile barış yaptığından, hoşlarına giden bir kereste ya da bir direği almak için evlerini yıkıyorlar, bunu develerine yüklüyorlardı. Mü’minler de geri kalanlarını yıkıyorlardı. Yine İbn Zeyd'den şöyle dediği nakledilmiştir: Yahudiler kendilerinden sonra müslümanlar orada kalmasınlar diye evlerini tahrib ediyorlardı. İbn Abbâs dedi ki: Müslümanlar onların bir evlerini zabtettiler mi hemen orayı -savaş alanı genişlesin diye- yıkıveriyorlardı. Kendileri ise evlerinin arka taraflarından diğer eve geçip çıkarıldıkları yere gelen müslümanlara oradan atışta bulunmak üzere oyuklar açıyorlardı. Bunu ara sokaklarını bu yıktıkları malzeme ile kapatmak için yapıyorlardı, diye de açıklanmıştır. İkrime dedi ki: Onlar evlerinin içlerini ve oralarda bulunanları müslümanlar almasın diye "kendi elleriyle" tahrib ediyorlardı. Bu yolla onlara ulaşmak maksadıyla da dış taraflarından "mü’minler elleriyle" onların evlerini "tahrib ediyorlardı." Yine İkrime dedi ki: Evleri oldukça süslü idi. Müslümanların orada oturmalarını istemediklerinden dolayı evlerinin iç taraflarını kendileri tahrib ettiler, müslümanlar da dışarıdan tahrib ettiler. Bir diğer açıklamaya göre; onlar antlaşmalarını bozmak suretiyle "evlerini kendi elleriyle" savaşmakla da "mü’minlerin elleriyle tahrib ediyorlardı." ez-Zühri de böyle açıklamıştır. Ebû Amr b. el-Alâ da şöyle demiştir: Evlerini mü’minlere bırakmak suretiyle "kendi elleriyle" tahrib ediyorlar, mü’minlerin evlerinden onları sürmek suretiyle de "mü’minlerin elleriyle" tahrib ediyorlardı. İbnu'l-Arabi dedi ki: Bozmak (ifsâd etmek) maksadı ile ele alış, eğer el ile olursa, bu hakikat anlamında kullanılır. Şayet ahdi bozmak suretiyle olursa, mecazi bir anlam ifade eder. Şu kadar var ki mecazi anlatım noktasında ez-Zührî'nin saklaması, Ebû Amr b. el-Alâ'nın açıklamasından daha uygundur. "Ey basiret sahibleri artık İbret alın!" Ey özlü akıl sahibleri öğüt alın, demektir. Ey bunu gözüyle görenler... diye de açıklanmıştır. Bu durumda "ebsar" lâfzı "basar"ın çoğulu olur. Burada ibret alınacak hususlardan birisi de şudur: Onlar Allah'ın hükmüne karşı hisarlarına sığınıp korunmak istediler. Allah; onları hisarlarından aşağıya indirdi. Yine ibret şekillerinden birisi sudur: Allah onlara daha önce kendilerine yardım eden kimseleri musallat etti. Bir diğer ibret yolu da şudur: Onlar kendi mallarını, kendi elleriyle yıktılar. Kim başkasının karşı karsıya kaldığı durumlardan ibret almazsa, kendi başına gelen olaylardan ibret almak durumunda olur. Doğaı mesellerden birisinde de: "Bahtiyar diye başkasının başına gelenlerden öğüt alan kimseye denir" Abdullah b. Mesud'un sökü olarak: Müslim, IV, 2037; İbn Hibbân, Sahih, XIV, 52; Beyhaki, es-Sünenu'l-Kübrâ, VII, 422; Taherâni, Evsât, VIII, 31, Kebir, III, 174, 17=5, 176, 177... Peygamber Efendimizin âyeti olmak: İbn Mâce, I, İH. denilmektedir. |
﴾ 2 ﴿