7

Allah'ın fethedilen ülkeler ahalisinden Rasûlüne verdiği fey, Allah'a, Peygambere, akrabalara, yetimlere, yoksullara ve yolda kalanlara verilir ki; o mal sizden zengin olanlar arasında elden ele dolaşan bir şey olmasın. Hem Peygamber size ne verdi ise onu alın, neyi yasak etti ise de sakının. Ve Allah'tan korkun, çünkü Allah azâbı çok çetin olandır.

2- Fey' ve Ganimetlere Dair Âyetler ve Açıklamaları:

"Allah'ın fethedilen ülkeler ahalisinden Rasûlüne verdiği fey..." âyeti ile ilgili olarak İbn Abbâs şöyle demiştir: Buradaki ülkeler (kasabalar) Kurayza ve Nadiroğullarıdır. Bunlar da Medine ve Fedek'te idiler. Medine ve Hayber'den üç günlük mesafede idiler. Ayrıca Ureyna ve Yenbu'luların yurtlarını da Allah Özel olarak Rasûlüne tahsis etmiş olup Allah'ın Rasûlüne tahsis ettiği bu malda kullarını da gözeterek Rasûlü dışındaki birtakım kimselerin de pay sahibi olduklarını açıklamış bulunmaktadır.

İlim adamları, bu âyet-i kerîme ile ondan önceki âyet-i kerîme ve el-Enfal Sûresi'nindeki âyet-i kerimeyi sözkonusu ederek, bunların aynı anlamı mı, farklı anlamı mı dile getirdiklerine dair değişik görüşler ileri sürmüşlerdir.

Birtakım ilim adamları şöyle demiştir; Yüce Allah'ın:

"Allah'ın fethedilen ülkeler ahalisinden Rasûlüne verdiği fey'..." âyet-i kerimesi el-Enfal Sûresi'nde yer alan, ganimetlerin beşte birinin kendilerine harcanacağı kimseleri dile getiren ve beşte dördün de savaşanlara harcanacağına işaret eden âyet-i kerîme (el-Enfâl, 8/41) ile neshedilmiştir. İslam'ın ilk dönemlerinde ganimet burada sözü edilen kimselere harcanıyor ve ganimet elde edilmesine sebep teşkil eden savaşanlara herhangi bir şey verilmiyordu. Bu Yezid b. Ruman, Katade ve başkalarının görüşü olup, buna yakın bir görüş de İmâm Mâlik’ten nakledilmiştir.

Bir başka kesim de şöyle demektedir: Burada sözü edilen (fey), at koşturulmaksızın ve deveye binilmeksizin barış yoluyla elde edilmiş ganimetlerdir. O bakımdan bu ganimetler yüce Allah'ın sözünü ettiği kimselere fey' olarak verilir. Birinci (bundan önceki) âyet-i kerimede belirtilen İse, özel olarak Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'a aittir. Peygamber bu mallardan ihtiyacı kadarını aldıktan sonra geri kalan bölümler müslümanların ihtiyaçlarına harcanırdı.

Ma'mer de şöyle demiştir: Önceki âyet-i kerîme Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) hakkındadır. İkincisinde sözü edilenler ise cizye ve haraç ile ilgili olup orada sözü edilen sınıflara verilir. Üçüncü âyet-i kerîme olan el-Enfal Sûresi'nindeki âyet-i kerîme ise ganimet alan mücahidlerin payını açıklamaktadır.

Aralarında Şâfiî'nin de bulunduğu bir kesim de şöyle demektedir: Bu iki âyetin de anlamı birdir. Yani savaş olmaksızın kâfirlerin mallarından ele geçirilenler beş paya ayrılır. Bu beş payın dördü Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'a verilir. Geri kalan beşte bir ise yine beş paya ayrılır. Yine bu beş payın biri Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem)'a verildikten sonra bir pay Haşimoğulları ve Muttaliboğullarının oluşturduğu akrabalara verilir. Çünkü bunlara zekât verilmez. O bakımdan onların fey'de bir hakları olduğu tesbit edilmiştir. Bir pay yetimlere, bir pay yoksullara ve bir pay da yolculara verilir. Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem)'in vefatından sonra Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem)'a ait olan fey' payı Şâfiî'den gelen bir görüşe göre serhat bölgelerde, sınırlarda, savaş için hazır bekleyen mücahidlere harcanır. Çünkü bunlar Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın bu husustaki konumunu işgal ederler. Şâfiî'nin bir diğer görüşüne göre ise bu pay, sınırlan kuvvetlendirmek, kanallar açmak ve köprüler yapmak gibi müslümanların menfaatine olan alanlara harcanır ve bunlar arasında önem sırası gözetilir, Bu da (peygamberin) fey'in beşte dördündeki payından harcanır. Hz. Peygamberin fey' ve ganimetin beşte birinden aldığı payı ise vefatından sonra müslümanların faydasına olan işlere harcanacağı hususunda görüş ayrılığı yoktur. Nitekim Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Sizin ganimetlerinizde, benim beşte birin dışında bir payım yoktur. O beşte bir de size geri döner. " Ebû Dâvûd, III, 82; Müsned, V, 316, 326; Beyhakî, es-Sünenu't-Kübrâ, VI, 339, IX, 103; ayrıca bk. İbn Kesîr, Tefsir, II, 312; Heysemi, Mecmâ, IV, 139, V, 338 Bu hususa dair açıklamalar daha Önceden el-Enfal Sûresi'nde (8/41. âyet, 10, başlıkta) geçmiş bulunmaktadır. Aynı şekilde Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın geriye bıraktığı mallar da miras alınmaz. Aksine onun bıraktığı bu mallar bir sadakadır, onun adına müslümanların menfaatine olan alanlara harcanır. Nitekim o: "Bizler miras bırakmayız. Bizim geriye bıraktığımız sadakadır." Buhâri, III, 1126, 1127, 1360, IV, 1479, 1480, 14H1, 1549, V, 2049, VI, 2474; Müslim, III, 1378, 1379, 1380, 1381, 13S3; Tirmizi, IV, 15»; Ebû Dâvûd, III, 139, 142, 145; Nesât, VII, 136; Muvatta’, II, 993; Müsned, I, 4, 6, 9, 10, 25..., VI, 145, 262. diye buyurmuştur.

Bir görüşe göre de fey' malları Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'a aitti. Çünkü yüce Allah:

"Allah'ın onlardan Rasûlüne verdiği fey'e gelince" âyetinde fey'i kendisine izafe etmiştir. Şu kadar var ki o, hiçbir şekilde mal toplamazdı. Aile efradının ihtiyacı kadarını alır, geri kalanlarını da müslümanların menfaatine olan yerlere harcardı.

Kadı Ebû Bekr İbnu'l-Arabî şöyle demektedir: Bu âyetlerin üçünün de farklı manaları dile getirdiği hususunda anlaşılmayacak bir taraf yoktur. Birinci âyet-i kerîme yüce Allah'ın:

"O kitab ehlinden kâfir olanları ilk sürgünde yurtlarından, yerlerinden çıkarandır" (2. âyet) âyetidir. Daha sonra ise: "Allah'ın onlardan Rasûlüne verdiği fey'e gelince" diye buyurmaktadır ki, burada maksat kitab ehlidir ve bu âyet önceki âyette geçen kitab ehline atfedilmiştir. "Siz onun için ne at oynattınız, ne de deveye bindiniz" âyeti da az önce -açıkladığımız gibidir. Yani sizin bunlarda herhangi bir hakkınız yoktur. Bundan dolayı Ömer (radıyallahü anh) şöyle demiştir: Bu mutlar özel olarak Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem)'a ait idi. Bununla da Nadiroğulları malları ve onların durumunda olan diğer malları kastetmiştir, İşte bu bir tek âyettir ve tek bir manayı dile getirmektedir. İkinci âyet-i kerîme de yüce Allah'ın:

"Allah'ın fethedilen ülkeler ahalisinden Rasûlüne verdiği fey' Allah'a, peygambere... verilir" âyetidir. Bu önceki âyetten ayrı ve önceki âyette sözedilenlerin dışındaki hak sahiblerine ait olduğu belirtilen yeni bir ifadedir. Üçüncü âyet-i kerîme ise (el-Enfal, 8/41. âyet) "ganimet âyeti" diye adlandırılmıştır. Şüphesiz ki bu da bir başka hak sahibine ait ikinci bir hakkı sözkonusu eden başka bir hususa dairdir. Şu kadar var ki; birinci ve ikinci âyet-i kerimelerin herbirisi Allah'ın Rasûlüne verdiği fey'in bir bölümüne dair açıklamayı ihtiva etmek bakımından ortak bir özelliğe sahiptir. Birinci âyet-i kerîme fey'în savaşsız olarak elde edilmesi gerekliğini ifade ederken, el-Enfal Süresindeki âyet-i kerîme ise, onun savaş ile elde edilen türden olmasını gerektirmekte, üçüncü âyet-i kerîme olan yüce Allah'ın:

"Allah'ın fethedilen ülkeler ahalisinden Rasûlüne verdiği fey'" âyeti ise bu fey'in savaşla mı yoksa savaşsız mı elde edilmesine dair herhangi bir şey zikretmemektedir. İşle görüş ayrılığı da buradan ortaya çıkmaktadır. Bir kesim bunun ilk âyet-i kerîme ile birlikte ele alınacağını söylemiş ve bu da bütünüyle barış ve benzeri yolla ele geçirilen mallar hakkındadır, demiştir. Diğer bir kesim ise; bu ikinci âyet-i kerîme olan el-Enfal âyeti ile birlikte ek alınmalıdır, demiştir. Bunun el-Enfal Süresindeki âyet-i kerîme ile birlikte ele alınması gerektiğini söyleyenler de daha önceden geçtiği üzere bu nesh olmuş mudur, yoksa muhkem midir diye farklı görüşlere sahibtirler. Yüce Allah'ın tanıklığı ile bu iyetin kendisinden önceki âyet-i kerîme ile birlikte ele alınması ise daha uygundur. Çünkü bu şekildeki bir ele alışta yeni bir fayda ve yeni bir anlam dile getirilmiş olmaktadır. Bilindiği gibi bir âyet şöyle dursun, âyetin bir harfini dahi yeni ve farklı bir manaya dair kabul etmek, onu daha önce söylenmiş bir anlamın tekrarına yorumlamaktan daha uygundur. İbn Vehb, Malik'ten yüce Allah'ın:

"Siz onun için ne at oynattınız, ne de deveye bindiniz" âyetinin Nadiroğulları hakkında olduğunu söylediğini rivâyet etmektedir. Bu mallarda beşte bir yoktu ve bunlar için ne at oynatılmış, ne de deveye binilmişti. O bakımdan onların malları yalnızca Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem)'a aitti. O da bu malları muhacirlerle -önceden geçtiği üzere- ensardan üç kişi arasında paylaştırmış. Yüce Allah'ın:

"Allah'ın fethedilen ülkeler ahalisinden Rasûlüne verdiği fey" âyeti ise Kurayzaoğulları hakkındadır. Kureyzaoğulları gazvesi ile Hendek gazvesi aynı günde gerçekleşmiştir.

İbnu'l-Arabi (devamla) dedi ki: Malik'in ikinci âyet-i kerîme Kurayza oğulları hakkındadır, şeklindeki sözü ifade ettiği anlamın el-Enfal Sûresi'ndeki âyet-i kerimenin anlamı çerçevesinde olduğuna ve hakkında neshin sözkonusu olduğuna bir işarettir. Bu görüş âyetin muhkem olduğunu kabul eden görüşten daha güçlüdür. Bizler ise ikinci âyet-i kerimenin -buna dair ileri sürdüğümüz deliller çerçevesinde- yeni bir anlam ifade ettiğine dair açıklamalarımıza ve yaptığımız taksimata başka bir görüşü tercih etmiyoruz. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.

Derim ki: Onun bu tercihi güzel bir tercihtir. Ayrıca el-Haşr Sûresi'nin el-Enfal Sûresi'nden sonra indiği de söylenmiştir. Dolayısıyla önce inen âyetin (el-Enfal Sûresi'nindeki âyetin) sonra inen âyeti neshetmesi de imkânsız bir şeydir.

İbn Ebi Necîh der ki: Mal üç türlüdür: Ya ganimettir, ya fey'dir, yahut sadaka (zekat)dır. Yüce Allah'ın bu mallar arasında harcama yerini belirtmediği tek bir dirhem dahi yoktur.

Bunun böyle olması doğruya daha yakın görülmektedir.

3-islam Devletinde Yöneticilerin Sorumluluk Alanına Giren Mallar;

İmâmların (devlet yöneticilerinin) ve valilerin müdahalelerinin sözkonusu olduğu mallar üç türlüdür: Birincisi: Müslümanlardan onları temizlemek amacı ile alınan sadaka ve zekât gibi mallar. İkincisi ganimetler: Savaş yoluyla kâfirleri yenik düşürmek ve onlara galib gelmek suretiyle müslümanların eline geçen kâfirlerin malları. Üçüncüsü de fey'dir. Bunlar da savaşsız, bineğe İhtiyaç duymaksızın, gönül hoşluğuyla ve kendiliğinden müslümanların eline geçen kâfirlerin mallarıdır. Barış, cizye, haraç, kâfirlerin tacirlerinden alınan üşür (onda bir gümrük vergisi) ve benzeri mallar. Müşriklerin kaçıp geriye mallarını bırakmaları yahut onlardan herhangi birisinin Dar-ı İslam'da mirasçı bırakmaksızın ölmesi halinde de aynı durum sözkonusudur.

Zekât fakirlere, yoksullara, onun toplanması için çalışanlara -yüce Allah'ın zikrettiğine uygun olarak- harcanır. Buna dair açıklamalar daha önce et-Tevbe Sûresi'nde (9/60. âyetin tefsirinde) geçmiş bulunmaktadır. Ganimetlere gelince, İslâm'ın ilk dönemlerinde ganimetler özel olarak Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın hakkı idi. O bunları dilediği gibi kullanırdı. Nitekim el-Enfal Sûresi'nde:

"De ki: Enfal Allah'ın ve Rasûlünündür" (el-Enfal, 8/1) diye buyurmaktadır. Daha sonra bu yüce Allah'ın:

"Bilin ki ganimet olarak aldığınız herhangi bir şeyin beşte biri..." (el-Enfal, 8/41) âyeti ile neshedilmiştir. Buna dair açıklamalar daha önceden el-Enfal Sûresi'nde (8/41. âyetin tefsirinde) geçmiş bulunmaktadır.

Fey'in paylaştırılması, humusun (ganimetin beşte birinin) paylaştırılması ile aynıdır. İmâm Mâlik'in görüşüne göre her ikisinin de paylaştırılması İmâmın görüşüne bırakılmıştır. O bunları müslümanların karşı karşıya kalacakları sıkıntılı birtakım haller için ayırmayı uygun görürse yapabilir. Her iki payı yahut bunlardan birisini insanlar arasında paylaştırmayı uygun görürse, onu bütün insanlar arasında paylaştırır, Arap olan ile olmayan arasında da ayırım gözetmez. Erkek olsun, kadın olsun önce fakirlerden başlar, ihtiyaçtan kurtulacak şekilde onlara verir. Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem)’ın akrabalarına fey'den İmâmın uygun göreceği şekilde payları verîiir. Bunun bilinen bir sınırı yoktur. Akrabaların zengin olanlarına fey'den verilip verilmeyeceği hususunda görüş ayrılığı vardır. İnsanların çoğu onlara da verileceği kanaatindedir. Çünkü bu onların hakkıdır. Ancak Malik fakirlerin dışında kalanlarına (yani zenginlerine) verilmez. Çünkü bu onlara (peygamberin akrabalarına) zekâttan bedel olarak onlara tahsis edilmiştir, demektedir.

Şâfiî der ki: Kâfirlerin mallarından savaşsız olarak elde edilen herbir mal Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın döneminde yirmibeş paya ayrılırdı. Bunun yirmisi Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'a ait olup, o bunlarda dilediği gibi tasarrufta bulunurdu. Geri kalan beşte bir ise ganimetin beşte birinin paylaştırıldığı şekilde paylaştırılırdı.

Ebû Cafer Ahmed b. Davudi dedi ki: Bu bizim bildiğimiz kadarıyla Şâfiî'den daha önce herhangi bir kimsenin ileri sürmediği bir görüştür. Bilakis bu tür mallar Sahih'te Ömer (radıyallahü anh)'dan âyetin açıklaması sadedinde sabit olduğu üzere tamamiyle Peygambere ait bir pay idi. Eğer durum onun dediği gibi olsaydı yüce Allah'ın:

"Diğer mü’minler bir yana yalnız sana has olmak üzere" (el-Ahzab, 33/50) âyetinin kendisini Peygambere hibe eden kadının başkası için de câiz olduğuna delâlet edebileceğini, ayrıca yüce Allah'ın:

"Kıyâmet günü ise yalnız onlaradır." (el-A’raf, 7/32) âyetinin da mü’minlerden başkalarının cennet nimetlerinde onlarla ortak olabileceklerini ifade ettiği söylenebilirdi.

Bu hususa dair Şâfiî'nin görüşü, daha önceden bütün genişliğiyle açıklanmış bulunmaktadır. Allah'a hamdolsun. Şâfiî'nin görüşü şudur: Fey'in beşte biri tıpkı ganimetin beşte birinin harcanabileceği yerlere harcanır. Onun beşte dördü ise Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'a ait idi. Ondan sonra ise bu pay müslümanların menfaatine olan yerlere harcanır. Şâfiî'nin bir diğer görüşü daha vardır: Bu pay ondan sonra kendilerini yalnızca düşmanla savaşa adayan ve bu maksatla sınırlarda bekleyen kimselere verilir. Az önceden de geçtiği gibi.

4- Her Bölgede Toplanan Mallar Oradaki İhtiyaç Sahiblerine Harcanır:

İlim adamlarımız dedi ki: Her mal toplandığı beldede harcanır. O belde ahalisi ihtiyaçtan kurtulacak sınıra ulaşmadıkça, toplandığı beldeden bir başka yere taşınmaz. Muhtaçların ihtiyacı karşılandıktan sonra daha yakın bölgede bulunan diğerlerine götürülür. Ancak malin toplandığı yerin dışındaki belde ahalisi eğer ileri derecede ihtiyaç ile karşılaşacak olursa, o vakit o mal muhtaçların bulunduğu yere intikal ettirilir. Nitekim Remade (Hz. Ömer devrinde vuku bulan şiddetli kurak ve kıtlık) yıllarında Ömer (radıyallahü anh) böyle yapmıştı. Bunlar beş veya altı yıl sürmüştü, iki yıl sürdükleri de söylenmiştir. Bir görüşe göre de bu açlıkla birlikte taunun ileri dereceye ulaştığı bir yıldır.

Şayet belirttiğimiz husus sözkonusu olmayıp İmâm fey'in bekletilmesini uygun görecek olursa, o bunu müslümanların karşılaşacakları zorlu haller için bekletir. Bu mallardan yeni doğan çocuklara da pay verir, babası fakır olanlara öncelik tanır. Fey' zenginlere de helâldir. Fey'de insanlar arasında eşitlik sağlar. Şu kadar var ki İhtiyaç sahibi ve fakir olanları daha çok kayırır. Bu hususta birini diğerine tercih etmesi İhtiyaca göre olur. Yine bu maldan borçlulara borçlarını ödeyecek kadarını verir. Birtakım mükâfatları ve akrabalık bağını gözetmek maksadı ile de -ehil olan kimselere- o maldan verdiği gibi hakimlere, kadılara ve müslümanlara faydalı görevler ifa edenlere de bundan maaş verir. Bu hususta daha çok pay verilmeye layık olanlar müslümanlara daha büyük faydalar sağlayanlardır. Divanda kayıtlı olup fey'den bir şeyler alan herkesin, İmâm gazaya çıktığı vakit, gazaya çıkması gerekir.

5- Mal Yalnız Zenginler Arasında El Değiştiren Bir Güç Olmamalıdır:

Yüce Allah’ın:

"ki o mal sizden zengin olanlar arasında elden ele dolaşan bir şey olmasın" âyetindeki:

" Ol...sın" lâfzı genel olarak "ye" ile: Elden ele dolaşan bir şey" lâfzı da nasb ile okunmuştur ki ta ki o fey (malı) elden ele dolaşan bir şey olmasın, demektir.

Ebû Cafer, el-A'rec, İbn Amir'den Hişam ve Ebû Hayve ise

"olmasın" anlamındaki lâfzı "te" ile; diye "elden ele dolaşan bir şey" anlamındaki lâfzı da ref ile: diye okumuşlardır ki; elden ele dolaşan bir varlık olmasın, demek olur. Bu durumda "kâne" fiili tam bir fiil olur.

"Elden ele dolaşan bir şey" anlamındaki lâfız da "kâne"nin ismi olarak merfu olup, haber alması sözkonusu olmaz. Bununla birlikte bunun nakısa olup, haberi: "Sizden zengin olanlar arasında" ibaresi de olabilir. Tâmme olduğu takdirde yüce Allah'ın:

"Sizden zengin olanlar arasında" anlamındaki âyet "elden ele dolaşan bir şey" anlamındaki a"aranızdan zengin olanlar arasında dönüp dolaşan (tedavül eden) bir şey" anlamında olmak üzere taalluk eder. Bununla birlikte;

"sizden zengin olanlar arasinda" anlamındaki ibarenin

"elden ele dolaşan bir şey" lâfzına sıfat ta olabilir.

“Elden ele dolaşan bir şey" lâfzı genel olarak "dal" harfi ötreli ularak okunmuştur. es-Sülemîve Ebû Hayve ise ("dal" harfini) nasb ile okumuştur. Îsa b. Ömer, Yûnus ve el-Esmaî: Her iki söyleyiş de aynı anlamdadır, demişlerdir. Ebû Amr b. el-Alâ ise şöyle demektedir: -Üstün ile-: "Devlet" şeklindeki söyleyiş, savaş ve başka şeylerde elde edilen zafer demektir. Mastar bu şekilde gelir. Ötreli okuyuş ise mal türünden elden ele dolaşan şeyin adıdır. Ebû Ubeyde de böyle demiştir. "Dûie" elden ele dolaşan şey'in adıdır.

'Devle(t)" bunun fiilini anlatır.

Âyetin anlamına gelince: Biz bu fey'e böyle bir uygulamayı öngördük ki; bunu başkanlar, zenginler, güçlüler, fakir ve zayıfları dışarıda tutarak kendi aralarında paylaştırmasınlar. Çünkü cahiliye dönemi insanları bir ganimet elde ettiler mi başkanları o ganimetin dörtte birini kendisine ayırırdı ki; buna "el-mirbâ"' denilirdi. Bundan sonra da yine istediğini kendisi için seçerdi. İşte cahiliye dönemi şairlerinden birisinin şu mısraı bunu anlatmaktadır:

"Onun mirbâ'ı (dörtte biri) de safâyâsı ganimet arasından seçtiğin

herhangi bir şeyi) de senindir."

Yani yüce Allah şöyle buyurmaktadır: Ta ki bu fey'e cahiliye dönemindeki uygulamanın benzeri yapılmasın. Bundan dolayı Allah bunda tasarruf yetkisini Rasûlüne vermiştir. O bunları, hakkında beşte birin sözkonusu olmadığı, emir verdiği yerlere paylaştırır. Beşte bir trlc geçerse o vakit bu, bütün müslümanlar arasında paylaştırılır.

6- Rasûlün Verdiğini Almak, Onun Yasak Ettiğinden Sakınmak:

"Hem Peygamber sîze ne verdi ise onu alın, neyi yasak etti ise de sakının" âyeti şu demektir: O ganimet malından size neyi verirse onu alınız. Size yasakladığı şeyleri almaktan ve ganimetten çalmaktan da sakınınız. Bu açıklamayı el-Hasen ve başkaları yapmıştır. es-Süddî dedi ki: Onun size verdiği fey' malını kabul ediniz, size vermediği şeyleri de istemeyiniz.

İbn Cüreyc dedi ki: Size bana itaat kabilinden olup getirdiği şeyleri siz de yerine getiriniz. Bana masiyet türünden olup size yasakladığı şeylerden siz de uzak durunuz.

el-Maverdî dedi ki: Bunun genel olarak Hz. Peygamberin bütün emir ve yasakları hakkında yorumlandığı söylenmiştir. Çünkü o, ancak salah olan bir işi emreder ve ancak fesâd olan bir işi yasaklar.

Derim ki: Bu, bundan önceki görüşün ifade ettiği aynı anlamı ifade eder. O halde bu hususla üç görüş vardır.

7- Âyet, Ganimetler Hakkında Özel Olmakla Birlikte Anlamı İtibariyle Umumidir:

el-Mehdevî dedi ki: Yüce Allah'ın:

"Hem Peygamber size ne verdi ise onu alın. Neyi yasak etti ise de sakının" âyeti şunu gerektirmektedir: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın emrettiği herbir husus Allah'tan bir emirdir. Âyet-i kerîme her ne kadar ganimetler hakkında ise de onun bütün emir ve yasakları da bunun kapsamına girer.

el-Hakem b. Umeyr -ki ashabdan birisi idi- şöyle demektedir:

Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu ki: "Şüphesiz ki bu Kur'ân terkeden kimseye zordur, zor gelir, kolay, değildir. Buna karşılık ona uyan ve ona talib olan kimseye de kolay gelir. Benim hadisim de zordur, zor gelir. O hakemdir. Benim hadisime sıkı sıkı yapışıp onu belleyen kimse -Kur'ân ile birlikte olmak şartıyla- kurtulur. Her kim Kur'ân'ı ve hadisi önemsemeyecek olursa, dünya ve âhireti kaybeder. Sizler benim sözümü almakla, emrime uymakla, sünnetimi izlemekle emrolundunuz. Benim sözüme razı olan Kur'ân'dan da razı olur. Benim sözümle alay eden Kur'ân ile alay etmiş olur. Yüce Allah da: "Hem Peygamber size ne verdi ise onu alın. Neyi yasak etti ise de sakının" diye buyurmuştur."

8- Bu Âyet-i Kerîme'nin Peygamberimiz'in Bütün Emir ve Yasakları Hakkında Geçerli Olduğuna Dair Selef-i Sâlîhin'den Rivâyetler:

Abdurrahman b. Zeyd dedi ki: İbn Mes’ûd ihrama girmiş olduğu halde elbiselerini de giyinmiş olan birisi ile karşılaştı, ona: Bu elbiseleri üzerinden çıkar, dedi. Adam ona: Bu hususta bana yüce Allah'ın Kitabından bir âyet okuyabilir misin? dedi. O da: Evet dedi.

"Hem Peygamber size ne verdi ise onu alın, neyi yasak etti ise de sakının" âyetini okudu.

Abdullah b. Muhammed b. Harun el-Firyâbî dedi ki: Ben Şâfiî (radıyallahü anh)'ı şöyle derken dinledim: Bana istediğiniz hususa dair soru sorunuz. Ben de size yüce Allah'ın Kitabından ve Peygamberimizin sünnetinden cevap vereyim. (el-Firyâbî) dedi ki: Ben ona şunu sordum: Allah halini ıslah etsin. Eşek arısı öldüren, ihramlı kimse hakkındaki görüşün nedir? Dedi ki: Rahmân ve rahim Allah'ın ismi ile. Yüce Allah buyurdu ki:

"Hem Peygamber size ne verdi ise onu alın, neyi yasak etti ise de sakının." Bize Süfyan b. Uyeyne anlattı. O Abdu'l-Melik b. Umeyr'den, o Rib'i b. Hirâş'dan, o Huzeyfe b. el-Yeman'dan dedi ki: Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu ki: "Benden sonraki iki kişiye Ebû Bekir ve Ömer'e uyunuz." Bize Süfyan b. Uyeyne anlattı. O Mis'ar b. Kidâm'dan, o Kays b. Müslim'den, o Tarık b. Şihab'dan, o Ömer b. el-Hattâb (radıyallahü anh)'dan rivâyet ettiğine göre, Ömer eşek ansının öldürülmesini emretmiştir.

İlim adamlarımız der ki: Bu son derece güzel bir cevaptır. İhramlı iken eşek arısını öldürülmesinin câiz olduğuna fetva verdiği gibi, bu hususta Ömer'e uyduğunu ve Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in da ona uymayı emrettiğini, yüce Allah'ın da Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın söylediklerini kabul etmeyi emir buyurduğunu açıklamaktadır, Buna göre eşek ansının ihramlıyken öldürülmesinin câiz oluşu Kitab ve sünnetten çıkarılmış olmaktadır. Bu anlamdaki açıklamalar daha önceden İkrime'ye çocuk doğuran cariye (ümmü veled)ler hakkında sorulan soruya verdiği cevap açıklanırken geçmiş bulunmaktadır. O şöyle demişti: Bu gibi cariyeler en-Nisa Sûresi'nde yüce Allah'ın;

"Allah'a itaat edin. Rasûlüne de itaat edin ve sizden olan, emir sahiblerine de" (en-Nisa, 4/59) âyetinin ifadesi gereğince hürdürler.

Müslim'in Sahih'ınde ve başka eserlerde Alkame'den, onun da İbn Mes’ûd'dan şöyle dediğine dair rivâyet yer almaktadır: Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu ki: "Allah dövme yapanlara ve dövme yaptıranlara, yüzündeki tüyleri alanlara, güzelleşmek için dişlerinin arasını törpüleyip incelten ve Allah'ın hilkatini değiştirenlere lanet etmiştir." Bu söz Um Yakub diye bilinen Esedoğullarından bir kadının kulağına gitti. Bu kadın gelerek dedi ki: Aldığım habere göre sen şöyle şöyle olan kadınlara lanet okumuşsun. İbn Mes’ûd dedi ki: Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem)'in lanet ettiğine -üstelik bu husus Allah'ın Kitabında da varken- ben ne diye lanet etmeyeyim? Kadın şöyle dedi: Ben iki kapak arasında bulunanlar (mushaf)ın tamamını okudum, fakat senin dediğini orada göremedim. İbn Mes’ûd dedi ki: Eğer sen gerçekten onu okumuş olsaydın, onu bulacaktın. Sen Yüce Allah’ın:

"Hem Peygamber sîze ne verdi ise onu alın, neyi yasak etti ise de sakının" âyetini okumadın mı? Kadın: Okudum deyince, İbn Mes’ûd: İşte o (Peygamber) bu işi yasaklamıştı... dedi. Müslim, III, 167H; Dârimî, III, 363; Ebû Dâvûd, IV, 77; İbn, Mâce, I, 640; Tayalisi, Müsned, 1, 51; aynı rivâyeti muhtasar olarak kaydedenler: Buhârî, V, 2216, 2219; Tirmizî, V, 104.

Buna dair yeterli açıklamalar daha önceden en-Nisa Sûresi'nde (4/119- âyet, 7. başlıkta) geçmiş bulunmaktadır.

9- Âyet, Emir Anlamını İhtiva Etmektedir:

"Hem Peygamber size ne verdi ise onu alın" âyetinde her ne kadar elden ele uzatmak anlamını ihtiva eden "vermek: İ'tâ" lâfzı kullanılmış ise de bunun anlamı emirdir. (Her ne emrederse demektir.) Buna delil de yüce Allah'ın;

"Neyi yasak etti ise de bundan sakının" âyetinde "yasak; nehy'in karşılığında kullanılmış olmasıdır. Nehy'in karşılığı ise ancak emirdir. Bunun bu şekilde anlaşılması gerektiğinin delili de daha önce zikrettiğimiz hususlarla birlikte Peygamber Efendimiz'in de şu âyetidir: "Ben size her neyi emretti isem, ondan gücünüzün yettiğini yerine getirin Bu hadiste de "yerim? getirin" anlamı verilen iiiFızcIeı 'elden ele teslim ermek" anlamındaki "i'tâ"' lâfzının «mir kipi kullanılmıştır. Size herhangi bir şeyi yasaklayacak olursam, ondan uzak durun. " Buhâri, VI, 265H; Müslim, IV, 1830; Nesâî, V, 110; Dârakutnî, II, 281; Müsned, II, 258, 313. 447, 467.

el-Kelbî dedi ki: Âyet-i kerîme müslümanların başkanları hakkında inmiştir. Onlar Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın eline geçirdiği müşriklerin malları ile ilgili olarak şöyfe demişlerdi: Ey Allah'ın Rasûlü, sen safiyyeni (seçtiğini) ve dörtte birini al, diğerini de bizlere bırak. Çünkü cahiliye döneminde biz böyle yapardık deyip, ona şu beyiti okudular:

"O ganimetin dörtte biri ve seçtiklerin de senindir

Sen nasıl istersen öyle hükmedersin, yolda ele geçirilenler de paylaştırılması

mümkün olmayıp arta kalanlar da (senindir.)"

Bunun üzerine yüce Allah bu âyet-i kerimeyi indirdi.

10- Allah'tan Korkmak:

"Ve Allah'tan" yani Allah'ın azabından

"korkun." Çünkü O'na isyan edenlere azâbı pek çetindir. Verdiği emir ve yasaklarda Allah'tan korkun, onları kaybetmeyin, diye de açıklanmıştır.

"Çünkü Allah azâbı" vermiş olduğu emirlerde kendisine muhalefet edenlere

"çok çetin olandır."

7 ﴿