9

Onlardan evvel Medine'yi yurt edinip îmana sahip olanlar ise, kendilerine hicret edenleri severler ve bunlara verilen şeylerden dolayı kalplerinde bir çekememezlik duymazlar. Kendileri fakirlik içinde bulunsalar dahi (muhacirleri) öz nefislerine tercih ederler. Kim nefsinin cimriliğinden korunursa, İşte onlar umduklarını bulanların ta kendileridir.

Bu âyete dair açıklamalarımızı onbir başlık halinde sunacağız:

1- Medine'yi Yurt Edinenler ve Îmana Sahip Olanlar:

"Onlardan evvel Medine'yi yurt edinip îmana sahip olanlar" âyetinde sözkonusu edilen yurt edinen kimselerle muhacirlerin oraya göç etmesinden önce Medine'yi vatan edinmiş ensarın kastedildiği hususunda görüş ayrılığı yoktur.

"Îman" lâfzı

"Yurt edinen" lâfzından başka bir fiil ile nasbedilmistîr. Çünkü bu fiil, ancak mekân hakkında kullanılır.

"Onlardan evvel" lâfzındaki:

"...dan" daha önce geçen:

"Yurt edinen" anlamı verilen fiilin sılasıdır. Âyet; Muhacirlerden önce orayı yurt edinen ve îmana kesin olarak inanıp ihlâslı bir îmana sahih olan kimseler... anlamındadır. Çünkü îman , yurt edinilecek bir yer değildir, bu da yüce Allah'ın:

"Haydi işinizi sağlam tutun, ortaklarınızı da (çağırın)" (Yûnus, 10/71) âyetinin: "Ortaklarınızı da çağırın" anlamını vermesine benzer. Bu açıklamayı Ebû Ali, ez-Zemahşerî ve başkaları sözkonusu etmiştir. Böyle bir anlatım; "Ben ona alaf olarak saman ve soğuk su verdim" türünden bir anlatım olur.

Âyetin muzafın hazfedilmiş olması şeklinde yorumlanması da mümkündür. Sanki: Onlar orayı ve îman yerlerini yurt edinip yerleştiler' denilmiş gibidir. "Yurt edinmek" fiilinin delâlet ettiği anlama göre yorumlanması da mümkündür. "Onlar o yurttan ayrılmadıkları gibi îmana da sıkı sıkı bağlı kaldılar ve her ikisinden de ayrı kalmadılar" denilmiş gibidir. "îmanın yurt edinilmesi" misal (deyim) olarak da kullanılmış olabilir. Nitekim: "Filanoğullarının (kalplerinin) tam ortasına yerleşti" demek de böyledir.

Bir yeri yer edinmek, orada karar kılmak, yerleşmek, demektir.

Bu âyetle, ensarın muhacirlerden önce îman ettikleri kastedilmemektedir. Maksat onların Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’in kendilerine hicret etmesinden önce îman etmiş olduklarını anlatmaktır.

2- Bu Âyetin Önceki Buyruklarla İlişkisi:

Yine bu âyet-i kerimenin kendisinden önceki âyetlerle bağlantısı olmayan bir âyet mi yoksa onlara atfedilmiş bir âyet mi olduğu hususunda görüş ayrılığı vardır. Bir kesimin açıklamasına göre bu âyet-i kerîme daha önce geçen yüce Allah'ın:

"... fakir muhacirler içindir" (8. âyet) âyetine atfedilmiş olup el-Haşr Sûresi'nindeki bütün âyetler birbirine atfedîlmiştir. Ancak bunlar bu husus üzerinde dikkatle düşünüp konuyu insaf ile ele alacak olurlarsa durumun benimsedikleri kanaatten farklı olduğunu göreceklerdir. Çünkü yüce Allah;

"O kitab ehlinden kâfir olanları ilk sürgünde yurtlarından, yerlerinden çıkarandır. Siz de onların çıkacaklarını sanmamıştınız... ve (bu) fâsıkları alçaltması içindir" (el-Haşr, 59/1-5) diye buyurmakta ve bu buyruklarıyla Nadiroğulları ile Kaynukaoğulları hakkında haber vermektedir. Daha sonra:

"Allah'ın onlardan Rasûlüne verdiği fey'e gelince, siz onun için ne at oynattınız, nede deveye bindiniz. Fakat Allah peygamberlerini dilediği kimselere musallat eder" (el-Haşr, 59/6) âyetinde ise fey'in, Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem)'a ait olduğunu haber vermektedir. Çünkü onu ele geçirilmek için herhangi bir binek sırtına binilmemiştir. Daha önce haklarında sözkonusu edilen çarpışma ve ağaçlarının kesilmesine gelince, onlar sonunda bu işe son vermişler ve. bu husus böylece olup bitmişti. Arkasından da;

"Allah'ın fethedilen ülkeler ahalisinden Rasûlüne verdiği fey Allah'a, Peygambere, akrabalara, yetimlere, yoksullara ve yolda kalanlara verilir" (el-Haşr, 59/7) diye buyurulmaktadır. Bu da önceki âyetlere atfedilen bir söz değildir; aynı şekilde:

"Onlardan evvel Medine'yi yurt edinip îmana sahib olanlar ise..." âyeti da ensardan övgüyle söz etmek ve onlara övgülerde bulunmak sadedinde yeni bir söz başlangıcını teşkil etmektedir. Çünkü onlar elde edilen o fey'i muhacirlere teslim etmişlerdir. Yüce Allah şöyle buyurmuş gibidir: Fey', fakir olan muhacirleredir. Ensar ise onları severler. Fey'in yalnızca onlara verilmesinden ötürü de onları kıskanmazlar. Aynı şekilde;

"onlardan sonra gelenler" (el-Haşr, 59/10) âyeti da yeni bir ifade başlangıcıdır, haberi de: "Derler ki: Rabbimiz bizi... mağfiret eyle" âyetidir.

İsmail İbn İshak dedi ki: Yüce Allah'ın:

"Onlardan evvel Medine'yi yurt edinip..." âyeti ile

"onlardan sonra gelenler" âyeti daha önce geçen âyetlere atfedilmiştir. Bunlar da fey'de ortaktırlar. Yani bu mal hem muhacirlere, hem de

"onlardan evvel Medine'yi yurt edinenler"e aittir.

Malik b. Evs dedi ki: Ömer b. el-Hattâb (radıyallahü anh) şu:

"Sadakalar (zekat) ancak fakirlere... mahsustur" (et-Tevbe, 9/60) âyetini okuyup bu (zekat); bunlara (bu âyette sözü edilenlere)dir, dedi. Sonra:

"Bilin ki ganimet olarak aldığınız herhangi bir şeyin beşte biri Allah'a... aittir." (el-Enfal, 8/41) âyetini okuyarak: Bu da burada sözedilenlere aittir, dedi. Daha sonra:

"Allah'ın fethedilen ülkeler ahalisinden Rasûlüne verdiği fey'... fakir muhacirler içindir." (el-Haşr, 59/7-8) âyetleri ile; "Onlardan evvel Medine'yi yurt edinip îmana sahib olanlar..." âyetini ve:

"Onlardan sonra gelenler..." (el-Haşr, 59/10) âyetlerini okuduktan sonra dedi ki: Yemin olsun ki eğer yaşayacak olursam Himyer dağının tepesinde bulunan çobana dahi bu maldan payı alnı terlemeksizin ulaşacaktır, dedi.

Yine denildiğine göre o, muhacirlerle ensarı çağırıp, yüce Allah'ın kendisine bu kabilden nasib ettiği fetihlere ne şekilde uygulama yapacağı hususunda danıştıktan sonra onlara dedi ki: Bu işi iyice gözden geçirin, iyiden iyiye üzerinde düşünün. Daha sonra yarın sabah yanıma gelin. O da o gece düşünüp durdu. Sonunda bu âyetlerin bu gibi hususlar hakkında nazil olduğunu iyiden iyiye anladı. Sabah yanına geldiklerinde: Dün gece el-Haşr Sûresi'nindeki âyetler üzerinde durdum deyip

"Allah'ın fethedilen ülkeler ahalisinden Rasûlüne verdiği fey... fakir muhacirler içindir." (el-Haşr, 59/7-8) âyetlerini okudu. Yüce Allah'ın:

"İşte onlar sâdıkların ta kendileridir." (el-Haşr, 59/8) âyetine ulaşınca, bu ancak burada sözedilenlere aittir dedi. Sonra yüce Allah'ın:

"Onlardan sonra gelenler derler ki: Şüphesiz ki sen çok merhamet edicisin, çok merhametlisin" (59/10) âyetini okuyup dedi ki: Artık müslüman olup da bunun kapsamına girmeyen hiçbir kimse kalmıyor, dedi. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.

3- Ömer'in (radıyallahü anh) Fethedilen Arazilere Dair Uygulaması:

Malik'in Zeyd b. Eslem'den, onun babasından rivâyetine göre Ömer şöyle demiştir: Şayet daha sonra gelecek insanlar olmasaydı, fethedeceğim herbir kasabayı mutlaka Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın Hiiyber'i paylaştırdığı gibi paylaştırırdım.

Bir çok yoldan gelmiş, oldukça yaygın (müstefîz) rivâyetlerde belirtildiğine göre Ömer, Irak sevadıni (sevad; toprak, coğrafya), Mısır'ı ve elde ettiği ganimetleri atiyelere (maaşlar) halkın ve çoluk çocukların azıklarına kaynaklık teşkil etsin diye savaşçılara paylaştırmaksızın bırakmıştır. Zübeyr, Bilal ve ashabtan daha başka kimseler ise fethedilen yerlerin kendilerine paylaştırılmasını istediler, Ömer onların bu isteklerini uygun bulmadı. Bu hususta yaptığı uygulamanın mahiyeti hakkında farklı görüşler vardır. Onun uygulaması hususunda orduya katılanların gönüllerini hoş ettiği söylenmiştir. Gönül hoşluğu ile herhangi bir betlel almaksızın payını müslümanlara bırakmak isteyenler azınlıkta idiler. Bunu kabul etmeyen kimselere ganimetten kendisine düşen payın bedelini verdi.

O toprakları mücahidlerin gönüllerini hoş ettikten sonra bıraktı, diyen kimseler onun bu uygulamasını Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın uygulaması gibi değerlendirmiştir. Çünkü Peygamber de Hayber'i paylaştırmıştı. Zira Ömer'in paylarını satın alması ve diğerlerinin de gönül hoşluğu ile paylarını terketmeleri tıpkı orayı paylaştırması seviyesindedir.

Bir diğer görüşe göre ise o, savaşa katılanlara herhangi bir şey vermeksizin oraları bırakmıştır. Ömer bu hususta yüce Allah'ın:

"Yurtlarından ve mallarından çıkartılıp, uzaklaştırılmış... fakir muhacirler içindir... Rabbimiz şüphesiz ki Sen çok merhamet edicisin, çok merhametlisin." (el-Haşr, 59/9-10) âyetlerinde geçtiği üzere bu hususta tevil yaparak uygulamada bulunmuşduı. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.

4- Ganimet Olarak Alınan Taşınmazın, Paylaştırılması:

İlim adamları (ganimet olarak alınan) akarın paylaştırılması hususunda farklı görüşlere sahiptir.

İmam Mâlik der ki: İmâmın (İslâm devlet başkanının) akarı müslümanların maslahatına vakfetmesi hakkı vardır.

Ebû Hanife dedi ki: İmâm böyle bir yeri paylaştırmak ya da müslümanların maslahatına vakfetmekten birisini tercih etmekte serbesttir.

Şâfiî dedi ki: İmâmın müslümanların rızasını almaksızın vakfetmesi hakkı yoktur. Aksine o diğer mallar gibi bu akarı onlara paylaştırır. Her kim gönül huşluğuyla hakkından feragat: edecek olursa, o vakit İmâm da bunu onlara vakıf edebilir. Gönül hoşiuğuyla hakkından vazgeçmeyen kimsenin de kendi malını alması hakkı öncelik kazanır. Ömer (radıyallahü anh) ganimet alanların gönüllerini hoş etmeye çalışmış ve ganimetlerini onlardan salın almıştır.

Bu görüşe göre yüce Allah'ın:

"Onlardan sonra gelenler..." (el-Haşr, 59/10) âyeti kendisinden önceki âyetler ile ilişkisiz olur ve bu durumda onlar kendilerinden önce gelenlere dua etmeye ve onlardan övgü ile sözetmeye teşvik edilmiş olurlar.

5- Medine Şehrinin, Üstünlüğü:

İbn Vehb dedi ki: Ben İmâm Mâlikin Medine'nin diğer şehirlere üstün olduğunu sözkonusu ederek şöyle dediğini duydum: Medine "îman yurdu" ve "hicret yurdu" edinilmiştir. Diğer şehirler ise kılıçla fethedilmiştir. Sonra da yüce Allah'ın:

"Onlardan evvel Medine'yi yurt edinip Îmana sahib olanlar ise kendilerine hicret edenleri severler" âyetini okudu. Bu hususa dair açıklamalar ile Mescîd-i haram ve Medine mescidinde namaz kılmanın faziletine dair açıklamalar, daha önceden geçmiş bulunduğundan tekrarlamanın bir anlamı yoktur.

6- Muhacirlere Verilenleri Kıskanmayan Ensar;

"Ve bunlara verilen şeylerden dolayı kalplerinde bir çekememezlik duymazlar." Yani fey' malından ve başka mallardan özel olarak muhacirlere verilen şeyler dolayısıyla onları kıskanmazlar. Genellikle böyle açıklanmıştır. Bu açıklamaya göre hazfedilmiş iki muzafın takdiri sözkonusudur. Mana da şöyledir: Onlara verilen şeylere bir ihtiyaç duymazlar.

İnsanın içinde gidermeye gerek duyduğu herbir şey "bir ihtiyaç'dır. Muhacirler ensârın evlerinde kalıyorlardı. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Nadiroğulları mallarını ganimet olarak alınca, ensarı çağırdı ve muhacirleri kendi evlerinde misafir edip mallarına ortak kılmaları dolayısıyla onlara teşekkür ettikten sonra şöyle dedi: "Arzu ederseniz, Allah'ın bana Nadiroğullarından fey' olarak verdiği malı sizlerle onlar arasında paylaştırırım. Muhacirler de önceden olduğu gibi sizin meskenlerinizde kalmaya, mallarınızdan faydalanmaya devam ederler. Dilerseniz yalnızca onlara (bu malları) veririm ve sizin evlerinizden ayrılırlar."

Bunun üzerine Sa'd b. Ubade ve Sa'd b. Muâz şöyle dediler: O malı muhacirler arasında paylaştıralım. Bununla birlikte eskiden olduğu gibi evlerimizde kalmaya devam etsinler. Ensar hep birlikte şöyle seslendi: Biz gönül hoşluğu ile hakkımızı onlara veriyoruz, ey Allah'ın Rasûlü. Bunun üzerine Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu: "Allah'ım ensara, ensarın çocuklarına merhamet buyur." Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) da muhacirlere ganimetleri taksim etmekle birlikte daha önce sözünü ettiğimiz üç kişi dışında ensardan hiç kimseye bir şey vermedi.

Yüce Allah'ın;

"...Ve bunlara verilen şeylerden dolayı kalplerinde bir çekememezlik duymazlar" âyetinin (onlara verilen malın) az olma halini kastetmiş olması ihtimali de vardır. Onlar bunun yerine kendilerine verilene razı olur ve onu kabul ederler, demek olur. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) dünyada kaldığı sürece bu hallerini devam ettirdiler. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın vefatından sonra ise tabii ölçüler içerisinde dünyanın etkisi akında kaldikr. Nitekim Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) da onları uyarıp şöyle demişti:

"Sizler benden sonra (başkalarının size) tercih edildiğini göreceksiniz. Havz'ın kenarında benimle karşılaşacağınız vakte kadar sabrediniz." Buhârî, III, 13H1, IV, 1574, VI, 25H9; Müslim, II, 738, III, 1474; Nesâî, VIII, 224; Müsned, İli, 57, 111, 167, 171, 182, IV, 42, 292, 352

7- Genel Olarak Ashabın, Özel Olarak Ensarın Sıkıntılı Zamanlarda Bile Başkalarını Kendilerine Tercih Etmeleri:

"Kendileri fakirlik içinde bulunsalar dahi (muhacirleri) öz nefislerine tercih ederler" âyeti ile ilgili olarak Tirmizî'de Ebû Hüreyre'den şu rivâyet kaydedilmektedir: Bir adamın yanında geceleyin bir misafir kaldı. O şahsın yanında ise ancak kendisine ve çocuklarına yetecek kadar yiyecek vardı. Hanımına: Çocukları uyut, kandili söndür ve yanında ne varsa misafirin önüne getir, dedi. Bunun üzerine şu:

"Kendileri fakirlik içinde bulunsalar dahi (muhacirleri) öz nefislerine tercih ederler" âyeti nazil oldu. (Tirmizî) dedi ki: Bu hasen, sahih bir hadistir Tirmizî, V, 409 Müslim de bu hadisi rivâyet etmistir. Müslim. III 1624

Yine Müslim Ebû Hüreyre'den şöyle dediğini rivâyet etmektedir: Bir adam Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem)'a gelerek; Ben çok fakirim dedi. Peygamber, hanımlarından birisine haber gönderdi, o da; Seni hak ile gönderene yemin ederim ki, yanımda sudan başka bir şey yok, dedi. Daha sonra bir diğerine haber gönderdi, o da aynı şeyi söyledi. Nihayet hepsi de aynı cevabı verdiler: Seni hak ile gönderene yemin olsun ki yanımda sudan başka bir şey yok. Bunun üzerine Peygamber: "Bu adamı bu gece kim misafir edebilir? -Allah’ın rahmeti de onun üzerine olsun.-" Ensardan bir adam kalkıp: Ben ey Allah'ın Rasûlü dedi. Onu alıp evine götürdü, hanımına: Yanında bir şey var mı? diye sordu. Kadın: Çocuklarıma yetecek kadardan Fazlası yok, dedi. Bunun üzerine adam şöyle dedi: Sen onları herhangi bir şeyle oyala. Misafirimiz içeri girince kandili söndür ve bizim yemek yediğimizi ona hissettir. Yemeğe oturdu mu sen de kalk ve kandili söndür. (Ebû Hüreyre) dedi ki: Onlar (sofraya) oturdular. Misafir de yemeği yedi. Sabah olunca Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın yanına gidince, Peygamber şöyle buyurdu: "Yüce Allah dün gece misafirinize yaptığınız ikramı gerçekten beğendi." Müslim, III, 1624; Buhârî, III, 13S2

Yine Ebû Hüreyre'den gelen rivâyete göre o şöyle demiştir: Bir adam kendisini misafir olarak ağırlasın diye Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem)'a geldi. Ancak Peygamberin yanında ona ikram edecek hiçbir şey yoktu. "Bu adamı misafir edecek bir kimse yok mu? -Allah ona rahmet etsin.-" dedi. Ensardan Ebû Talha diye anılan birisi kalktı, o adamı alıp evine götürdü... diyerek hadisi az önceki hadise yakın lâfızlarla nakletti, ayrıca bu rivâyette âyetin bunun üzerine indiğini de belirtti Müslim, UI, 1624, 1625

el-Mehdevî'nin Ebû Hüreyre'den naklettiğine yöre bu Sabit b. Kays ile Sâbit'in kendisine misafir olduğu ve Ebû'l-Mütevekkil diye anılan ensardan bir kimse hakkında inmiştir. Ebû'l-Mütevekkil'in yanında kendisinin ve çocuklarının yiyeceği dışında bir şey yoktu. Hanımına: Kandili söndür ve çocukları uyut deyip, yanında ne varsa misafirinin önüne getirdi. en-Nehhâs da bunu böylece zikrederek şöyle demiştir: Ebû Hüreyre dedi ki: Ensardan Ebû'l-Mütevekkil diye anılan bir adama Sabit b. Kays misafir geldi. Ebû’l-Mütevekkil'in kendisinin ve çocuklarının yiyeceği dışında bir şeyi yoktu. Hanımına kandili söndür, çocukları uyut dedi. Bunun üzerine:

"Kendileri fakirlik içinde bulunsalar dahi (muhacirleri) öz nefislerine tercih ederler... İşte onlar umduklarını bulanların ta kendileridir" âyeti nazil oldu.

Bu işi yapanın Ebû Talha olduğu söylenmiştir. el-Kuşeyrî, Ebû Nasr Abdurrahim b. Abdi'l-Kerîm'in naklettiğine göre İbn Ömer şöyle demiştir: Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın ashabından birisine bir koyun başı hediye edildi. O; Kardeşim filan ve onun çocuklarının buna ihtiyacı daha çoktur, diyerek o başı onlara gönderdi. Herbiri o başı diğerine gönderip durdu, sonunda elden ele yedi ev dolaktı ve nihayet ilk sahiplerine geri döndü. Bunun üzerine:

"Kendileri fakirlik içinde bulunsalar dahi (başkalarım) öz nefislerine tercih ederler" âyeti nazil oldu. Hâkim, Müstedrek, II, 25f>; Beyhakî. Şuabu'l-hnân, III. İS Bunu es-Salebi, Enes'den naklederek dedi ki: Ashabtan birisine bir koyun başı hediye edildi. Çok fakir bir kimse idi. O başı bir komşusuna gönderdi. O baş yedi evde, yedi kişiye elden ele dolaştı, sonra birincisinin eline geri döndü. Bunun üzerine

"...öz nefislerine tercih ederler" âyeti indi.

İbn Abbâs dedi ki: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Nadiroğulları günü ensara dedi ki: "İsterseniz yurtlarınıza ve mallarınıza ve yurtlarınıza hicret eden muhacirlere malı paylaştırırım, siz de bu ganimette onlara ortak olursunuz, İsterseniz yurtlarınız ve mallarınız sizin olmak üzere size ganimetten hiçbir pay vermeyelim" Bunun üzerine ensar dedi ki: Hayır, bizler kardeşlerimizle yurtlarımızı ve mallarımızı paylaştırmaya devam edelim ve ganimeti yalnızca onlara verelim. Bunun üzerine

"öz nefislerine tercih ederler" âyeti nazil oldu. Ancak birincisi daha sahihtir.

Buhârî ve Müslim'de Enes'den gelen rivâyete göre bir kimse Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'a kendi arazisindeki birtakım hurma ağaçlarını tahsis ederdi. Bu Kureyza ve Nadiroğulları diyarı fethedil inceye kadar böyle devam etti. Artık bundan sonra Peygamber daha önce o kimselerin verdiklerini sahiplerine geri verdi. Müslim'in lâfzı böyledir Buhârî, III, 1137, IV. I47H, 1510; Müslim, 1IL 1392

ez-Zührî, Enes b. Malik'ten rivâyetle dedi ki: Muhacirler Mekke'den Medine'ye geldiklerinde ellerinde mal namına hiçbir şey yoktu. Ensarın ise arazi ve akarları vardı. Ensar her yıl mallarından elde ettikleri mahsûllerinin yarısını onlarla paylaştırdılar. Buna karşılık onlar (muhacirler) de çalışıp, (mallarının) bakımlarını üzerlerine almışlardı. Enes b. Malik'in annesi Um Süleym diye anılırdı. Um Süleym, Ebû Talha'nın oğlu Abdullah'ın da annesi idi. Abdullah, Enes'in anne bir kardeşi idi. Enes'in annesi Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem)'a bir hurmalığını vermiş, Rasûlullah da o hurmalığı azatlısı ve Usame b. Zeyd'in de annesi olan Um Eymen'e vermişti. İbn Şihab dedi ki: Enes b. Malik'in bana haber verdiğine göre Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Hayberlilerle savaşı bitirip, Medine'ye geri döndükten sonra muhacirler, ensara daha önceden kendilerine vermiş oldukları meyve bağışlarını geri verdiler. (Enes) dedi ki: Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) anneme hurmalıklarını geri verdi; Um Eymen'e de o hurmaların yerine kendi bahçesinden verdi. Bu hadisi Müslim de rivâyet etmiştir. Müslim, III. 1391; Buhârî, II, 92fi

8- Başkalarını Kendisine Tercih Etmek Buna Dair Örnekler ve Sınırları:

îsar (başkasını kendisine tercih): Kişinin başkasını nefsine ve nefsinin dünyevî paylarına; dinî payları arzu ederek tercih etmesi demektir. Bu tutum yakînin güçlü oluşundan, sevgi sağlamlığından ve meşakkatlere karşı sabırlı olmaktan ileri gelir. "Bu hususta onu tercih eltim" denilirken, bunu ona özellikle tahsis ettim ve tercih ettim, demektir. Buradaki îsâr (tercih etme)nin mef'ûlü hazfedilmiştir. Yani onlar mallarında, evlerinde onları kendilerine tercih ederler. Ancak bunu varlıklı olmakla birlikte değil, bunlara -önceden de açıklandığı gibi- ihtiyaç duymakla birlikte yaparlar.

Muvatta’'da yer alan rivâyette belirtildiğine göre İmâm Mâlik'e Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın zevcesi Âişe (radıyallahü anha)'dan şu rivâyet ulaşmıştır: Oruçlu olduğu bir sırada bir yoksul ondan bir şeyler dilenmişti. Evinde ise yalnızca bir ekmek vardı. Bir cariyesine: O ekmeği ona ver dedi. Cariyesi: Yanında kendisiyle oruç açacağın bir şey yok, deyince yine; Sen o ekmeği ona ver dedi. (Cariyesi) ben de denileni yaptım, dedi. Akşam olunca, daha önce bize hediye vermemiş bir hane halkı ya da bir kimse bize yufkaya sarılı bir koyun hediye etti. Âişe beni çağırıp, bundan ye dedi, İşte bu senin o ekmeğinden hayırlıdır. Muvatta’, II, 997

İlim adamlarımız dedi ki: İsle bu kârlı bir maldır ve Allah nezdinde tertemiz bir fiildir. Yüce Allah bundan dilediğini acilen verir. Bununla birlikte bu sebeple onun için saklanan mükâfatı da eksiltmez. Allah için bir şeyi terkeden bir kimse hiçbir zaman onun yokluğunu hissetmez. Âişe (radıyallahü anha) bu davranışı ile yüce Allah'ın kendilerinden ihtiyaç içinde bulunsalar dahi başkalarını kendilerine tercih eden kimselerden olmakla övdüğü kimseler arasına katılmıştır, Şüphesiz ki böyle bir iş yapan bir kimse, nefsinin cimriliğinden korunmuş ve daha sonrası asla ziyanın sözkonusu olmayacağı bir kurtuluşa ermiş olur.

Rivâyetteki "yufkaya sarılmış bir koyun' ifadesinin manası şudur: Bu Arapların yahut bazılarının -ya da ileri gelenlerinin bir kısmının- yiyeceği idi. Onlar bir koyun yahut bir kuzuyu yüzdükten sonra tamamen buğday unu hamuru ile üzerini örter ve ona sarıp sarmalarlardı. Sonra bu haliyle onu tandıra asarlardı. Bu şekilde yüzülmüş koyun ya da kuzunun bütün yağları, onun üzerini örten hamura sızardı. Bu onlarca makbul, hoş bir yiyecek idi.

Nesâî'nin, Nâfi'den rivâyet ettiğine göre; İbn Ömer hastalanmış ve canı üzüm çekmişti. Ona bir dirheme, bir salkım üzüm satın alındı. Bir yoksul gelip bir şeyler dilendi. Bu sefer: O salkımı bu yoksula verin, dedi. Arkasından bir adam o salkımı yine bir dirheme satın alıp onu İbn Ömer'e getirdi. Yine o yoksul gelip dilencilik etti, yine İbn Ömer: O üzümü buna verin, dedi. Bir başka adam bu salkımı yine bir dirheme satın aldı ve sonra bunu ona geri getirdi. Dilenci tekrar geri dönmek istedi, ancak ona engel olundu. Eğer İbn Ömer yediği salkımın aynı salkım olduğunu bilmiş olsaydı, asla tadına bakmazdı. Çünkü Allah için elinden çıkardığı bir şeyi tekrar geri dönüp almazdı Heysemi, Mecmâ, IX, 347'de Taberâni tarafından rivâyet edilip senedindeki râi'ilerin -sika olan Nuaym b. Hammâd dışında- hep Snlıihderiin Kivileri olduğunu zikretmektedir,

İbnu’l-Mübarek dedi ki; Bize Muhammed b. Mıstarrif haber verdi, dedi ki: Bize Ebû Hâzim, Abdurrahman b. Said b. Yerbû'dan anlattı. O Malik ed-Darr'dan şöyle dediğini nakletti; Ömer b. el-Hattâb (radıyallahü anh) dörtyüz dinar aldı, onu bir keseye koyduktan sonra hizmetkâra dedi ki; Al bunu Ebû Ubeyde b. el-Cerrah'a götür. Sonra bunları nasıl kullanacağını görecek şekilde bir süre evde oyalanıver. Hizmetkâr o parayı alıp Ebû Ubeyde'ye götürdü ve ona şöyle dedi; Mü’minlerin emiri sana der ki; Sen bu parayı ihtiyaçlarına harca. Ebû Ubeyde: Allah onun bağını gözetsin, ona rahmet buyursun dedikten sonra: Ey cariye gel, diye seslendi. Şu yedi dinarı filana, şu beş dinarı filana götür diye hepsini tüketinceye kadar dağıttı. Hizmetkâr Hz. Ömer'e geri döndü, ona durumu bildirdiğinde benzeri bir keseyi Muaz b. Cebel için hazırladığını gördü. Ona: Bunu da al Muaz b. Cebel'e götür. Bunları nasıl kullanacağını görünceye kadar da bir süre evde oyalan dedi. Hizmetkâr o parayı alıp, Muaz'a götürdü ve ona: Mü’minlerin emiri sana der ki: Sen bu parayı İhtiyaçlarına harca dedi. Muaz: Allah ona rahmet buyursun, o bizi gözettiği gibi Allah da onu gözetsin dedi ve: Ey cariye gel, filanın evine şu kadar, filanın evine şu kadar götür, dedi. Muaz'ın hanımı durumu görünce, peki ya biz? dedi. Allah'a yemin ederim, biz de yoksul kimseleriz, bize de ver. Kesede sadece İki dinar kalmıştı. Bunları da hanımına verdi. Hizmetkâr Ömer (radıyallahü anh)'a dönüp, gördüklerini haber verince Ömer bu işe çok sevindi ve: Bunlar kardeşlerdir, birbirlerindendir, dedi.

Muaviye'nin Âişe (radıyallahü anhnhâ)'ya gönderdiği bağışı kullanması da buna benzer. Muaviye'nin gönderdiği para 10.000 (dirhem) idi ve İbnu’l-Münkedir onun yanına girmişti... Yazma nüshada bir boşluk

Şayet: Kişinin sahip olduğu malın tamamını sadaka vermesini yasaklayan sahih haberler varid olmuştur denilecek olursa, şöyle cevab verilir: Böyle bir uygulama fakirliğe sabredeceğinden emin olunmayan ve gerekli harcamalarını yapacağı bir şeyler bulamayıp dilenciliğe mecbur kalacağından korkulan kimse için mekruhtur. Yüce Allah'ın başkalarım kendilerine tercih ettikleri için övdüğü ensar ise bu durumda değillerdi. Aksine onlar yüce Allah'ın buyurduğu gibi:

"Sıkıntıda, hastalıkta ve savaşın kızıştığı zamanlarda sabredenler" (el-Bakara, 2/177) idiler. Onlar arasında îsâr (başkalarını tercih), malı elde tutmaktan daha üstün idi. Fakirliğe sabredemeyip dilenciliğe maruz kalacak kimseler İçin ise malı elde tutmak, başkalarını tercih etmekten daha efdaldir.

Rivâyete göre bir adam Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'a yumurta kadar bir altın getirerek, bu sadakadır dedi. Peygamber onu o adamın üzerine atarak dedi ki: "Sizden herhangi bir kimse sahib olduğu malın tamamını getirip onu sadaka verdikten sonra oturup insanlara el açacak hale düşmesin." diye buyurdu. Hadisin sadece kavlî lx>lünıO İbn Hihban, Sahih, VIII, l ö: Dârimî, I, 479; Beyhaki, es-Sünenu'l-Kübra, IV, 1 Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.

9- îsâr (Başkasını Tercih)in Mertebeleri:

Can ile tercih, mal ile -sonunda o da canın yongası olsa dahi- tercihin üstündedir, Çokça kullanılan darb-ı mesel mesabesindeki ifadelerden birisi de şudur:

"Cömertçe canını feda etmek cömertliğin en ileri derecesidir."

Sevginin tarifi hususunda sufilerin güzel ibarelerinden birisi de; "sevginin (muhabbetin) işar demek olduğu"dur. Nitekim Aziz'in karısı ileri derecede Yusuf'u sevince, onu kendisine tercih ederek: Ondan murad almak isteyen bendim, demişti.

Canı feda etmenin en üstün mertebesi de Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ı korumak amacı ile yapılan fedakârlıktır. Sahih'te belirtildiğine göre Ebû Talha, Uhud gününde Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'a vücudunu kalkan etmişti. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) İse insanları görmek üzere başını uzatıyor, Ebû Talha ona: Başını uzatma ey Allah'ın Rasûlü, sana isabet ettirmesinler. Benim göğsüm senin göğsün önündedir, diyordu Buhârî, III, 1386. IV, 1490; Müslim, III, 14-43 Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ı eli ile (gelen darbeye karşı) korumuş, bundan ötürü de çolak kalmıştı.

Huzeyfe el-Adevî dedi ki: Yermûk günü beraberinde az bir miktar su olduğu halde bir amcam oğlunu aramaya koyuldum. Bu arada kendi kendime: Eğer henüz canı çıkmamış ise ona bu sudan içiririm, diyordum. Ansızın onu görüverdim, ona: Su ister misin!1 dedim, başıyla: Evet diye işaret etti. Tam bu sırada bir kişi; ah ah diye inliyordu. Amcam oğlu bana: Ona git, diye işaret etti. Meğer o kişi Hişam b. el-As imiş, ona: Sana su vereyim mi? dedim, evet diye işaret etti. Bir başkasının "ah ah" demekte olduğunu işitince, Hişam onun yanına git, diye işaret elti. Onun yanına vardığında ölmüş olduğunu gördüm. Tekrar Hişam'a geri döndüğümde o da Ölmüştü. Amcamın oğlunun yanına döndüm, o da ölmüştü.

Ebû Yezid el-Bistami dedi ki: Belhli bir delikanlının beni yenik düşürdüğü gibi hiç kimse yenik düşürmemiştir. O haccetmek üzere giderken bize uğradı. Bana: Ey Ebû Yezid dedi, size göre zühdün tanımı nedir? Ben: Bulursak yeriz, bulamazsak sabrederiz dedim. O: Bizde Belh köpekleri de böyle yapar, dedi. Ben: Peki ya size göre zühdün tanımı nedir? diye sordum. O: Bulamazsak şükrederiz, bulursak başkalarını kendimize tercilı ederiz, dedi.

Ziinnun el-Misrî'ye: Kalbi açık zahidin tanımı nedir? diye soruldu. O üç özelliktir dedi: Toplanmış olanı dağıtmak, ekle bulunmayanı istemeye son vermek ve gıdaya ihtiyacı varken başkasını tercilı etmek.

Ebû'l-Hasen el'-Antakî'den nakledildiğine göre; yanında Rey kasabalarından birisinde otuz küsur kişi bir araya geldi. Beraberlerinde hepsini doyurmayacak kadar birkaç tane ekmek vardı. Bütün ekmekleri kırdılar, kandili söndürüp yemeğe oturdular. Yemek kaldırıldığında olduğu gibi duruyordu, kimse ondan bir şey yememiş, herkes arkadaşını kendisine tercih etmişti.

10- Fakirlik İçinde Olmak:

Yüce Allah'ın:

"Kendileri fakirlik içinde bulunsalar dahi" âyetinde yer alan (ve "fakirlik" diye manası verilen): Kişinin durumunu bozan, sarsan ihtiyaç içinde olmak hali" demektir. Bunun aslı bir hususa tek başımı sahip olmak ya da elinde bulundurmak demek olan "ihtisas"dan gelmektedir. O halde bu lâfız, münferiden muhtaç olmak demektir. Yani onlar fakirlik ve ihtiyaç içerisinde bulunsalar dahi... demek olur. Şairin şu heyitinde de bu anlamda kullanılmıştır:

"Bahara gelince eğer ihtiyaç ve fakirlik varsa,

Onunla hasta olan da yaşar, eli dar olan da zenginleşir."

11- Cimriliğin Mahiyeti ve Ondan Korunmanın Güzel Sonucu:

"Kim nefsinin cimriliğinden korunursa, işte onlar umduklarını bulanların ta kendileridir" âyetinde geçen; ile aynı şeylerdir (cimrilik demektir.) Mesela: "Cimriliği apaçık, oldukça cimri adam" denilir. Amr b. Külsüm da şöyle demiştir:

"Sen tahammülsüz, cimri ve malına tutkun kimsenin önüne

(Şarab) getirildiği vakit, oldukça alçalmış olduğunu görürsün."

Bazı dilciler (âyette geçen): 'dan daha ileri derecedeki bir cimriliği ifade ettiği kanaatindedir. es-Sihah'da şöyle denilmektedir: "Hırs ile birlikte cimrilik" demektir, Bu fiil: "Sen cimrilik ettin, edersin" şeklinde kullanıldığı gibi; şeklinde de kullanılır. "Cimri adam" demek olup, çoğulu; "Cimri kimseler" ...diye gelir.

Âyet-i kerimeden kasıt, zekat ve farz olmayan akrabalık bağlarını gözetmek, misafirlik ve buna benzer hususlarda cimrilik göstermektir. Bu gibi yerlere gerekli infakı yapmakla birlikte kendisine karşı eli sıkı davranan bir kimse ne şahıh, ne de bahîl (cimri)dir. Kendisine bol harcamalarda bulunmakla birlikte sözünü ettiğimiz zekât ve itaat alanlarında gereği gibi infakta bulunmayan bir kimse ise, nefsinin cimriliğinden korunmamış olur.

el-Esved'in İbn Mes’ûd'dan rivâyet ettiğine göre bir adam ona gelip şöyle demiş: Ben helâk olmuş olmaktan korkarım. İbn Mes’ûd: Neden? diye sordu. O da şöyle dedi: Yüce Allah'ın:

"Kim nefsinin cimriliğinden korunursa, işte onlar umduklarını bulanların ta kendileridir" diye buyurmaktadır. Ben ise oldukça cimri birisiyim. Hemen hemen elimden hiçbir şey çıkmıyor. Bunun üzerine İbn Mes’ûd şöyle dedi: Kur'ân-ı Kerîm'de yüce Allah'ın sözünü ettiği cimrilik bu değildir. Yüce Allah'ın Kur'ân-ı Kerîm'de sözünü ettiği cimrilik senin haksızlık ederek kardeşinin malını yemendir. Senin halin ise buhl (eli sıkılık)tır. Bununla birlikte eli sıkılık çok kötü bir şeydir.

Bu açıklamalarıyla Abdullah b. Mesud (radıyallahü anh) şuhh ile buhl arasında fark gözetmiş olmaktadır.

Tâvûs dedi ki: Bahillik insanın elinde bulunandan cimrilik etmesidir. Şuhh ise insanın başkasının elinde bulunanlara göz dikmesi, ister helal, ister haram olsun ellerinde bulunanın kendisinin de olmasını sevmesi ve bir türlü doymama sidir.

İbn Cübeyr dedi ki: Cimrilik, zekatı vermemek ve haram mal biriktirmektir. İbn Lîyeyne ise şuhh (mealde; cimrilik) zulüm demektir. Leys: Farzları terkedip, haramları işlemektir. İbn Abbâs: Kim hevasına uyar, İmâm kabul etmezse işte o sahih (cimri)dir, demiştir. İbn Zeyd: Her kim bir şeyi Allah'ın nehyettiği bir başka şey için almazsa ve yine cimriliği Allah'ın kendisine emrettiği herhangi bir şeyden alıkoyup engellemeye çağırmazsa o kimseyi Allah öz nefsinin cimriliğinden korumuş olur.

Enes dedi ki: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu ki: "Zekâtı veren, misafire ikram eden ve musibet hallerinde bir şeyler veren bir kimse cimrilikten uzaktır." Beyhaki, Şuabu'l-Îman, VII, 427; Taberî, Câmiu'l-Beyân, XXVIII, 44 Yine ondan gelen rivâyete göre Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şu duayı yapardı: "Allah'ım, nefsimin cimriliğinden, israfımdan ve vesveselerinden sana sığınırım." Deylemî, el-Firdevs, I, 460. Ebû'l-Heyyac el-Esedî dedi ki: Bir adamı tavaf esnasında: Allah'ım, beni nefsimin cimriliğinden koru diye dua edip, buna başka hiçbir şey eklemediğini gürdüm. Ben ona: Niye böyle yaptığını sordum, şu cevabı verdi: Eğer nefsimin cimriliğinden korunacak olursam, hırsızlık ta yapmam, zina da etmem, kötü hiç bir iş yapmam. Bir de ne göreyim o kişi Abdurrahman b. Avf imiş Taberî, Câmm'l-Beyân, XXVIII, 43

Derim ki: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın şu âyeti da buna delildir; "Zulümden sakınınız, çünkü zulüm kıyâmet gününde zulumât (karanlıklar)dır. Cimrilikten de sakınınız, çünkü cimrilik sizden öncekileri helâk etti. Onları birbirlerinin kanlarını dökmeye kadar götürdü, kendilerine haram kılınan başkalarına ait hakları helal bellemek noktasına kadar ulaştırdı.” Müslim, IV, 1996; Müsned, II, 431, III, 323

Biz bu hususu Al-i İmrân Sûresi'nin sonlarında (3/180. âyet, 4. başlıkta) açıklamış bulunuyoruz.

Kisrâ arkadaşlarına: Âdemoğluna en zararlı şey nedir? diye sormuş, onlar: Fakirlik demişler. Kisra: Cimrilik, fakirlikten zararlıdır. Çünkü fakir bir şeyler buldu mu karnı doyar, fakat cimri bir kimse bulacak olsa dahi ebediyen doymaz, demiş.

9 ﴿