10Ey Îman edenler! Mü’min kadınlar, hicret edenler olarak size geldiklerinde, onları imtihan edin. Allah onların imanlarını daha iyi bilendir. Şayet onların mü’min kadınlar olduğunu görürseniz, onları kâfirlere geri döndürmeyin. Hem bu kadınlar o erkeklere helâl değildir; hem de o erkekler bu kadınlara helâl olmaz. O erkeklere de harcadıklarını verin. Kendilerine mehirlerini verdiğiniz takdirde o kadınları nikâhlamanızda size vebal yoktur. Kâfir zevceleri de nikâhınız altında tutmayın. Siz de harcadığınızı isteyin, onlar da harcadıklarını istesinler. Bunlar Allah'ın hükümleridir. Aranızda O, hükmeder. Allah en iyi bilendir, Hakimdir. "Ey îman edenler! Mü’min kadınlar, hicret edenler olarak size geldiklerinde, onları İmtihan edin..." âyetine dair açıklamalarımızı onaltı başlık halinde sunacağız: 1- Âyet-i Kerîme'nin Nüzul Sebebi: Yüce Allah, müslümanlara müşrikleri dost ve yardımcı edinmeyi yasaklaması, bu müslümanların müşriklerin yurdunu bırakıp müslümanların yurduna hicret etmelerini gerektirdi. Evlilik ve nikâhlanmak ise dostluk sebeplerinin en sağlamı olduğundan dolayı "ey îman edenler, mü’min kadınlar, hicret edenler olarak size geldiklerinde..." âyeti ile kadınların hicret etmelerine dair hükümleri açıklamaktadır. İbn Abbâs dedi ki: Hudeybiye'de Kureyş müşrikleri ile (Peygamber) kendisine gelen Mekkelileri onlara geri çevirmek üzere antlaşmış idi. Antlaşmanın yazılışından sonra ve Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) henüz Hudeybiye'de bulunuyor iken el-Haris kızı Eslemli Saîde geldi. Kâfir olan kocası Sayfî b. er-Rahib adamın -Müsafir el-Mahzûmî olduğu da söylenmiştir- gelip: Ey Muhammed, dedi. Bana hanımımı geri ver çünkü sen bu şartla antlaşma yapmış bulunuyorsun. İşte henüz kitabımızın (yazışmamızın) çamuru (mühürü) daha kurumadı. Bunun üzerine yüce Allah, bu âyet-î kerimeyi indirdi. Bir diğer görüşe göre Ukbe b. Ebi Muayt'ın kızı Um Külsum geldi. Yakınları gelip, Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem)'dan onu kendilerine geri vermesini istedi. Bir başka açıklamaya göre (Um Külsum) kocası Amr b. el-Âs'dan, beraberinde iki kardeşi İmare ve el-Velid ile birlikte kaçmıştı. Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) kardeşlerini geri vermekle birlikte Um Külsum'u alıkoydu. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'a: Antlaşma şartı gereği onu da bize geri ver, dediler. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurdu; "Antlaşmada koşulan şart, erkekler hakkında idi. Kadınlar hakkında değildi." Bunun üzerine yüce Allah bu âyet-i kerimeyi indirdi. Urve'den şöyle dediği rivâyet edilmiştir: Süheyl b. Amr'in Hudeybiye günü Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'a koştuğu şartlar arasında şu da vardı: Bizden herhangi bir kimse yanına gelecek olursa, senin dinin üzere olsa dahi onu mutlaka bize geri vereceksin. Nihayet yüce Allah mü’minler hakkında bilinen âyetini indirdi. O, bu sözleri ile bu şartın kadınlar hakkında bu âyet ile neshedilmiş olduğuna işaret etmektedir. Yine denildiğine göre gelen kadın Bişr’in kızı Umeyme'dir. O Sabit b. eş-Şimrâh'ın hanımı idi. O sırada henüz kâfir iken ondan kaçmıştı. Onunla Sehr b. Huneyf evlendi, ondan Abdullah adındaki oğlu dünyaya geldi. Bu açıklamayı da Zeyd b. Habib yapmıştır. el-Maverdî de aynı şekilde Sabit b. eş-Şimrâh'ın hanımı olan Bişr kızı Umeyme... demiştir. el-Mehdevî dedi ki: İbn Vehb'in Halid'den rivâyetine göre bu âyet-i kerîme Amr b. Avfoğullarından Bişr kızı Umeyme hakkında inmiştir. Bu Hassan b. ed-Dahdah'ın hanımı idi. Hicret ettikten sonra onunla Sehl b. Huneyf evlenmişti. Mukâtil dedi ki: Bu kadın Mekkeli müşriklerden birisi olan Sayfî b. er-Rahib'in hanımı Saîde adında bir kadın idi. Ancak ilim ehlinin çoğunluğunun kabul ettiğine göre bu kadın Ukbe kızı Um Külsûm idi. Kadınların antlaşmanın kapsamına lâfzan mı, yoksa genel ifadeler dolayısı ile mi girdikleri hususunda ilim adamlarının farklı görüşleri vardır. Bir kesim şöyle demiştir: Kadınların geri çevrilmesi şartı antlaşmanın açık bir lâfzı olarak ifade edilmiştir. Yüce Allah, onların geri çevrilmesini öngören lâfzı neshedip bunu yasaklamış, erkekler hakkında olduğu gibi bırakmıştır. Bu, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın ahkâm ile ilgili hususlarda ictihad edip görüşünü ortaya koyabileceğine; fakat yüce Allah'ın hatalı ictihadlarını olduğu gibi bırakmayacağına delil teşkil etmektedir. Bir başka kesim ilim adamı da şöyle demektedir: Antlaşma akdinde kadınların lafzen geri çevrilmesi şartı koşulmamsştı. Akit müslüman olanların geri verilmesi hususunda mutlak bir İfade taşıyordu. İfadenin genel oluşu zahiren erkeklerle beraber kadınları da kapsamasını gerektiriyordu. Ancak yüce Allah, onların bu genel ifadenin dışında kaldıklarını beyan etmiş, iki sebeb dolay:sı ile kadınlarla erkekler arasında fark olduğunu belirtmiştir: 1- Kadınlar kâfir erkeklere haramdırlar. 2- Kadınlar daha ince kalpli ve erkeklere göre daha çabuk karar değiştirebilen kimselerdirler. Müslümanlara gelmekle birlikte, şirkini sürdüren bir kadın ise (antlaşma gereği) onlara geri çevirilecekti. 3- Hicret Eden Mü’min Kadınların İmtihan Edilmeleri: "Onları imtihan edin" âyeti ile ilgili olarak şöyle denilmiştir: Bu kadınlardan kocasına zarar vermek isteyen: Ben de Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın yanına hicret edeceğim, diyordu. Bundan dolayı yüce Allah, Rasûlüne kadınların imtihan edilmesini emretmişti. Onları ne ile imtihan ettiği hususunda üç farklı görüş ileri sürülmüştür. 1- İbn Abbâs dedi ki: İmtihan o kadına kocasından nefret ettiği için, herhangi bir yeri diğerine daha çok tercih ettiği için, dünyalık istediği yahutta bizden bir adama aşık olduğu için, hicret etmediğine; aksine sadece Allah ve Rasûlünü sevdiği için hicret ettiğine Allah adına yemin ettirilmesinden ibaret idi. Eğer buna dair kendisinden başka hiçbir ilâh bulunmayan Allah adına yemin edecek olursa, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) onun eski kocasına mehrini ve (evlilik dolayısıyla) yapmış olduğu harcamaları geri verir, kadını ona geri vermezdi. İşte yüce Allah'ın: "Şayet onların mü’min kadınlar olduğunu görürseniz, onları kâfirlere geri döndürmeyin. Hem bu kadınlar o erkeklere helâl değildir, hem de o erkekler bu kadınlara helâl olmaz" âyete bunu anlatmaktadır. 2- İmtihan, kadının Allah'tan başka hiçbir ilâh olmadığına, Muhammed'in Allah'ın Rasûlü olduğuna şahitlik etmesi şeklinde idi. Bu açıklamayı da İbn Abbâs yapmış. 3- Bu imtihan sûrenin, bundan sonra gelen yüce Allah'ın: "Ey Peygamber! Mü’min kadınlar sana gelip..." (60/12. âyet) âyetinde açıklanan şekilde yapılıyordu. Âişe (radıyallahü anhnhâ) dedi ki: Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ancak yüce Allah'ın: "Mü’min kadınlar... sana bey'at etmeye geldikleri vakit" (el-Mumtehine, 60/12) âyeti ile imtihan ediyordu. Bunu Ma'mer, ez-Zühri'den o Âişe'den diye rivâyet etmiştir. Bu hadisi Tirmizi rivâyet etmiş ve: Bu hasen, sahih bir hadistir, demiştir. Tirmizî, V, 411; Müsned, VI, 163 4- Müslüman Erkeğin Kâfirlere Geri Verilmesinin Hükmü Nedir?: İlim adamlarının çoğu bu âyetin, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)vın Kureyşlilerle antlaştığı, Kureyşlilerden kendilerine gelen müslümanları geri çevireceğine dair hükmü neshettiği kanaatindedir. Bu âyet bu antlaşmanın kadınlar ile ilgili olan bölümünü kaldırmış olmaktadır. Sünnetin Kur'ân ile neshedilebileceği görüşünde olanların benimsediği görüş budur. Bazı âlimler de şöyle demişlerdir: Bu erkekler hakkında da, kadınlar hakkında da tümüyle neshedilmiştir. İmâmın (İslam devlet başkanının) düşman ile kendisine müslüman olarak gelen kimseleri kâfirlere geri vereceğini antlaşma şartı olarak kabul etmesi câiz değildir. Çünkü müslüman bir kimsenin şirk topraklarında ikameti câiz olmaz. Kûfeli fukahânın benimsediği görüş budur. Ancak, İmâm Mâlik'e göre bu şart ile barış antlaşması yapılabilir. Kûfeliler bu hususta benimsedikleri görüşe İsmail b. Ebi Halid yoluyla gelen şu hadisi delil göstermişlerdir: İsmail b. Ebi Halid, Kays b. Ebi Hazim'den, o Halıd b. Ebi'l-Velid'den rivâyet ettiğine göre Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Halid'i Has'amlılardan bir topluluk üzerine gönderdi. Onlar secde ederek kendilerini korumaya çalıştılar. Fakat onları öldürdü, Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) da onların herbirisi için yarımşar diyet ödedi ve: "Ben dar-u'l harbte herhangi bir müşrik ile birlikte ikamet eden herbir müslümandan uzağım. Onların her ikisinin ateşi birbirini görmemelidir." Taberâni, Kebîr, IV, 114; Beyhaki, es-Sünetıu'l-Kübrâ, VIII, 131 (az farkla) İşte Kûfefi ilim adamları derler ki: Bu müslüman erkeklerin de müşriklere geri verileceği hükmünü neshetmektedir. Çünkü Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) daru'l harbte müşriklerle birlikte ikamet edenlerden uzak olduğunu belirtmiştir. Mâlik ve Şâfiî'nin görüşüne göre ise bu hüküm nesholmuş değildir. Şâfiî der ki: Böyle bir akdi ancak halife yahutta onun emredeceği bir kişi yapabilir. Çünkü halife bütün mallar üzerinde velayet sahibidir. Halife dışında kim böyle bir akit yapacak olursa, onun bu akdi reddolunur, 5- İmtihan Sonucu Mü’min Oldukları Anlaşılan Kadınlar Kâfirlere Geri Verilemezler: "Allah onların imanlarını daha iyi bilir." Yani bu imtihan sizin içindir. Allah, onların imanlarını en iyi bilendir, Çünkü gizlilikleri bilen O'dur. "Şayet" dışa vuran şekliyle "mü’min kadınlar olduklarını görürseniz" bir diğer açıklamaya göre imtihan etmeden önce onların îman etmiş kadınlar olduklarını bilirseniz "onları kâfirlere geri döndürmeyin. Hem bu kadınlar o erkeklere helal değildir, hem de o erkekler bu kadınlara helal olmaz." Yani yüce Allah mü’min bir kadını kâfir bir erkeğe helal kılmadığı gibi, mü’min bir erkeğin müşrik bir kadını nikâhlamasını da helal kılmamıştır. İşte bu, müslüman kadının kocasından ayni masını gerektirenin hicreti değil, müslüman oluşu olduğunun en açık delilidir. Ebû Hanife ise: Onların birbirlerinden ayrılmasını gerektiren husus, aralarındaki dar ihtilâfıdır demiştir. İmâm Mâlik mezhebinde buna dair bir işaret hatta açık bir ibare de vardır. Fakat doğru olanı birincisidir. Çünkü yüce Allah: "Hem bu kadınlar o erkeklere helâl değildir. Hem de o erkekler bu kadınlara helâl olmaz" diye buyurmakta ve helâl olmayışlarının sebebinin müslümanlık olduğunu, dar ihtilafı olmadığını açıklamaktadır. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır. Ebû Ömer (b. Abdi’l-Berr) şöyle demektedir: Ne Kitapta, ne sünnette, ne de kıyasta her iki dar arasında bir fark sözkonusu değildir. Bu hususta asıl gözönünde bulundurulan dinlerin ayrılığıdır. Her ikisinin dini ayrı olmakla ya da her ikisinin dini aynı olmakla hüküm verilir. Dar farkına göre değil. Yardım Allah'tandır. 6- Dâr-ı İslâm'a Kabul Edilen Kadına Kocasının Yaptığı Harcamaların Geri Verilmesi: "O erkeklere de harcadıklarını verin" âyeti ile yüce Allah, müslüman kadın eğer dar-ı İslamda alıkonulacak olursa, kocasına yaptığı harcamaların geri verilmesini emretmektedir. Bu da ahde bağlı oluşun bir gereğidir. Çünkü İslamın haram kılması sebebiyle kocanın hanımı ile birlikteliği yasaklanınca, yüce Allah kocaya malının geri verilmesini emretmektedir. Tâ ki, bu gibi erkekler hem hanımlarını, hem de mallarını yitirmek suretiyle iki cihetten de zararla karşılaşmak sözkonusu olmasın. 7- Hanımı Hicret Etmiş Olan Kâfir Kocaya Tazminat Ödenmesinin Şartları: Kâfir koca istemediği sürece tazminat ödemek sözkonusu değildir. Kâfir koca gelip de hanımını isteyecek olursa biz ona hanımını vermeyiz, fakat yaptığı harcamaların tazminatını öderiz. Şayet kocasının gelişinden önce hanımı ölürse mehrinin tazminatını ödemeyiz. Çünkü onun istemesi ve bizim vermeyişimiz tahakkuk etmemiş olur. Eğer miktar olarak tesbit edilen mehir şarab ya da domuz ise hiçbir şey tazminat ödemeyiz. Çünkü (bize göre) bunların hiçbir kıymeti yoktur. Bu âyet ile ilgili olarak Şafii'nin iki görüşü vardır. Birincisine göre bu hüküm nesholmuştur. Şafii der ki: Kendileriyle antlaşma yapılmış kimseler arasından hür bir kadın, dar-ı harbten hicret eden bir müslüman olarak barış yurdunda yahut dar-ı harbte bulunan İmâma (müslümanların başkanına) hicret edip gelecek olursa, kocası dışında herhangi bir veli onu geri isteyecek olursa, herhangi bir tazminat ödemek sözkonusu olmaksızın o hanım ona geri verilmez. Şayet kocası hanımını kendisi adına ya da ondan başkası onun verdiği vekâlete binaen isteyecek olursa, bu hususta da iki görüş vardır. Birincisine göre ona tazminat Ödenir. Bu hususta kabul edilmesi gereken hüküm yüce Allah'ın âyetidir. Bir diğer görüşe göre ise hanımı müslüman olarak gelmiş bulunan müşrik kocaya herhangi bir bedel ödenmez. "Eğer İmâm kadınların geri verilmesini şart koşacak olursa, bu şart geçersizdir. Bu görüşü kabul eden şunu da söyler: Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın Hudeybiye'de antlaşmaya taraf olan kimselere, onlardan gelenleri geri çevirme şartını koşmuştu. Kadınlar da onlar arasında idi ve bu sahih bir şart idi. Ancak yüce Allah bu şartı neshetmiş ve bedel (tazminat) ödenmesini öngörmüştür. Önce yüce Allah sonra da onun Rasûlü kadınların geri verilmeyeceğine hüküm verdiğinden ötürü kadınların geri verileceği şartı nesholmuş ve onun herhangi bir bedel (tazminat) ödeme yükümlülüğü artık kalmamıştır, Çünkü nesholmuş şartı, batıl bir şarttır. Batıl olan bir şartın ivazı (tazminatı) ise sözkonusu değildir." Tırnak içindeki bu ifadelere tercümeye esas aldığımız, baskıda tekabül eden bölümdeki ibareleri müstensihlerin karıştırdıkları anlatılmakladır, bu sebeple Arapça baskıyı hazırlayanlar bu ibarelerin alındığı "en-Nehhâs'ın "en-Nâsih ve'l-Mensûh" adlı eserinden buna tekabül eden bölümleri dipnotta kaydetmiştirler. Biz de tercemeye bu bölümü esas aldık. 8- Hicret Eden Mü’min Kadınlar İçin Kocalarına Tazminat Ödemekle Yükümlü Olan Kimdir?: Yüce Allah, kocaların hanımlarına yaptıkları harcamalar kadarının geri verilmesini emretmiş bulunmaktadır. Bu emrin muhatabı İmâmdır. O elinin altındaki Beytu'l-Mal'den muayyen bir harcama yeri bulunmayan mallardan bu tazminatı öder. Mukâtil dedi ki: Mehri o kadın ile evlenecek olan müslüman kişi öder. Eğer herhangi bir müslüman onunla evlenmeyecek olursa kâfir olan kocasının alacak bir şeyi olmaz. Katade de şöyle demiştir: Mehrin ödenmesi ile ilgili hüküm ancak kendileriyle antlaşma yapılmış olanların kadınları hakkında sözkonusudur. Kendileri ile müslümanlar arasında antlaşma bulunmayan hanımların kocalarına mehir geri verilmez. Durum onun dediği gibidir. 9- Müslüman Olup Hicret Etmiş Kadınla Evlenmekte Sakınca Yoktur: "... O kadınları nikâhlamanızda sîze vebal yoktur" âyetinde kastedilen müslüman olup iddetleri bittiği takdirde (nikâhlamalarında vebal yoktur), demektir. Çünkü müşrik olan kadın ile iddet bekleyen kadının nikâhlanmasının haram olduğu sabittir. Şayet o kadın ile gerdeğe girilmeden önce müslüman olacak olursa, derhal ona nikâh yapılabilir ve kadın evlenebilir. "Kendilerine mehirlerini verdiğiniz takdirde" âyeti ile yüce Allah bu kadınları mehirlerini ödemek şartıyla nikâhlamayı mubah kılmıştır. Çünkü kadının müslüman olması, kâfir olan kocasından ayrı kalmasını gerektirir. "Kâfir zevceleri de nikâhınız altında tutmayın" âyetindeki: "Tutmayın" anlamındaki âyet genellikle: "Tutmak"tan gelen bir fiil olarak okunmuştur, Ebû Ubeyd'in tercihi de budur. Buna sebeb ise yüce Allah'ın: "Artık onları ya iyilikle tutun..." (el-Bakara, 2/231) âyetidir. el-Hasen, Ebû'l-Âl-iye ve Ebû Amr ise şeddeli olarak: diye Sıkı tutmak"tan gelen bir fiil olarak okumuşlardır. "Tuttu, tutar" kullanımının da anlamında olduğu söylenir. "Te" harfi üstün olarak: diye de okunmuştur ki bu da; takdirindedir. “Nikâhlar" lâfzı 'in çoğulu olup, bu da kendisi ile korunulan şey, demektir. Burada "ismet: korumak, korunuş" nikâh anlamındadır. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır: Her kimin Mekke'de kâfir bir hanımı var ise ona itibar etmesin. Çünkü o, onun için bir hanım değildir. Artık aralarındaki dâr ihtilâfı dolayısıyla o kadının nikâhı kesilmiş bulunmaktadır. en-Nehaî'den şöyle dediği nakledilmiştir: Burada kastedilen dar-ı harbe gidip orada kâfir olan müslüman kadındır. Kâfirler önceleri müslüman hanımlarla evleniyor, müslüman erkekler de müşrik kadınlarla evleniyorlardı. Daha sonra bu husus, bu âyet-i kerîme ile neshedildi. Bunun üzerine Ömer b. el-Hattâb Mekke'de bulunan müşrik iki tane hanımını boşadı. Bunlardan birisi Ebû Umeyye'nin kızı Kureybe idi. Onunla Muaviye b. Ebi Süfyan evlendi. Her ikisi de o zaman Mekke'de müşrik idiler. İkincisi ise Huzâalı ve Abdullah b. el-Muğîre'nin annesi olan Amr kızı Um Külsum idi. Bununla da o zaman kendisi de müşrik olan Ebû Cehm b. Huzafe evlendi. Ömer halifeliğe geçince, Ebû Süfyan, Muaviye'ye; "Kureybe'yi Ömer elinden kaçırılmış olan bir şeyi elinde bulmasın diye boşa!" dedi ise de Muaviye bunu kabul etmemişti. Talha b. Ubeydullah'ın yanında da Rabia b. el-Haris b. Abdu’l-Muttalib'in kızı Ervâ vardı. İslam onların birbirlerinden ayrılmasını gerektirdi. Daha sonra İslam döneminde Halid b. Said b. el-Âs onunla evlendi. Bu kadın kâfir kadınlar arasından Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'a kaçıp gelen kadınlardan idi. Onu geri vermeyip Halid ile evlendirdi. Yine Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) müslüman olmadan önce kızı Zeyneb'i Ebul-Âs b. el-Rabî' ile evlendirmişti. Daha sonra kendisi de, arkasından kocası da müslüman oldu. Abdu'r-Rezzak'ın, İbn Cüreyc'ten, onun bir adamdan, onun da İbn Şihab'dan naklettiğine göre İbn Şihab şöyle demiştir: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın kızı Zeyneb müslüman oldu ve Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'dan sonra ilk hicret döneminde hicret etti. Kocası Ebû'l-Âs b. el-Rabî' Abdu’l-Uzza ise Mekke'de müşrik idi... Ondan gelen bu rivâyette kocasının Zeyneb'ten sonra İslâm'a girdiği belirtilmektedir. en-Nehaî de böyle demiştir. en-Nehaî dedi ki: Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın kızı Zeynep, Ebû'l-Âs b. el-Rabi'nin hanımı idi. Müslüman olduktan sonra Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın yanına gelmişti. Daha sonra kocası da Medine'ye geldi. Zeynep ona eman verdi, o da İslama girdi. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Zeyneb'i ona tekrar geri verdi. Ebû Davud, İkrime'den o İbn Abbâs'tan rivâyetle dedi ki: Onu ilk nikâh ile (kocasına geri verdi) ve yeni herhangi bir akid yapmadı. Muhammed b. Ömer naklettiği hadisinde 'altı yıl sonra" demiştir. el-Hasen b. Ali ise iki yıl sonra demiştir Ebû Dâvûd, II. 272: avnca bk. Dârakutnî III. 254. Ebû Ömer (b. Abdi’l-Berr) dedi ki: Eğer bu rivâyet sahih ise şu iki halden biri sözkonusudur: Ya kocası İslama girinceye kadar ay hali olmamıştır yahutta onunla ilgili emir yüce Allah'ın: " ...Kocaları onları geri almaya daha çok hak sahibidirler" (el-Bakara, 2/228) âyeti ile neshedilmiştir ki; burada kasıt, iddetleri içerisindeki süredir. Bu âyet ile iddetin kastedildiği hususunda ilim adamları arasında görüş ayrılığı yoktur. İbn Şihab ez-Zührî; -Allah'ın rahmeti üzerine olsun- Zeyneb (radıyallahü anhnhâ)'ın başından geçen bu olay ile ilgili olarak, bu ferâiz (miras hukukun)a dair hükümlerin inişinden önce olmuştu, demişti. Katade de şöyle demiştir: Bu mü’minlerle müşrikler arasındaki antlaşmaların sona ereceğini belirten et-Tevbe Sûresi'nin inişinden önce idi. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır. 12- Kâfir (Müşrik) Kadınlarla Nikâhlanmak ve Kocası Müslüman Olan Kâfir Kadınların Hühmü: "Kâfir zevceleri de nikâhınız altında tutmayın" âyetinde kastedilen kâfir kadınlar, ilk olarak nikâhlanmaları câiz olmayan puta tapan kadınlardır. Buna göre bu âyet kitab ehli dışında kalan kâfir kadnlara hastır. Bunun umumi olup daha sonra kitab ehli kadınlarının bu umumdan neshedildiği de söylenmiştir. Yoksa âyet-i kerimenin zahirine göre hiçbir kâfir kadın hiçbir şekilde helal olmaz. Birinci görüşe göre putperest ya da mecusi bir erkek müslüman olup da hanımı müslüman olmazsa birbirlerinden ayrılırlar. Bazı ilim adamlarının görüşleri budur. Kimileri de iddetin tamamlanması beklenir, demiştir. Kadına müslüman olması teklif edilmekle birlikte İslâm'a girmezse, derhal birbirlerinden ayrılırlar ve iddetin tamamlanması beklenmez, diyenler arasında Malik b. Enes vardır. Bu aynı zamanda el-Hasen, Tavus, Mücahid, Atâ, İkrime, Katade ve el-Hakem'in de görüşüdür. Bunlar yüce Allah'ın: "Kâfir zevceleri de nikâhınız altında tutmayın." âyetini delil göstermişlerdir. ez-Zührî'ye göre kadının iddetinin tamamlanması teklenir. Bu Şafii ve Alv med'in de görüşüdür. Delil olarak Ebû Süfyan b. Harb'ın, hanımı Utbe kızı Hind'den önce müslüman olduğunu göstermişlerdir. Ebû Süfyan Mervu'z-Zahran denilen yerde müslüman olmuş, daha sonra Mekke'ye geri döndüğünde Hind küfrü üzere devam eden bir kadın iken, onun sakalını tutarak: Şu sapık ihtiyarı öldürünüz, demişti. Hind de ondan birkaç gün sonra İslama girmiş ve her ikisi de nikâhlan üzere kalmışlardı. Çünkü henüz Hind'in iddeti bitmiş değildi. Bu görüşün sahipleri derler ki: Hakîm b. Hizam da bu durumdadır. O da hanımından önce İslama girmiş, hanımı ondan sonra müslüman olmuş ve her ikisi de nikâhları üzere kalmaya devam etmişti. Şafii der ki: Yüce Allah'ın; "Kâfir zevceleri de nikâhınız altında tutmayın" âyetini delil gösterenlerin lehine bu âyette delil olacak bir taraf yoktur. Çünkü müslüman kadınlar zaten kâfir erkeklere haram kılınmıştır. Tıpkı müslüman erkeklere kâfir, putperest ve mecusi kadınların yüce Allah'ın: "Hem bu kadınlar o erkeklere helâl değildir, hem de o erkekler bu kadınlara helâl olmaz" âyeti dolayısı ile helâl değildir. Daha sonra sünnet, yüce Allah'ın bu âyetle kadın ve erkekten müslüman olmayan kimsenin iddet süresi içerisinde müslüman olması dışında birbirlerine helâl olmayacağı hükmünü murad ettiğini açıklamıştır. Kûfeli ilim adamları olan Süfyan, Ebû Hanife ve arkadaşları, zımmî olan kâfirler hakkında şöyle demişlerdir: Kadın müslüman olduğu takdirde, kocasına müslüman olması teklif edilir. Kocası müslüman olursa mesele yok, aksi takdirde birbirlerinden ayrılırlar. Yine onlar derler ki; Eğer her ikisi de harbi iseler (yani dar-ı harbe tabi iseler) her İkisi ister dar-ı harbte, ister dar-ı İslamda bulunsunlar kadın üç defa ay halt oluncaya kadar onun karışıdır. Eğer birileri dar-ı islamda, diğeri dar-ı harbte bulunuyor ise, o vakit aralarındaki nikâh bağı sona erer, diyerek dar farkını gözönünde bulundurmuşlardır. Ancak bunun fazlaca bir kıymeti yoktur. Bu görüş daha önce geçmiş bulunmaktadır. 13- Bu Durumdaki Nikâhlı Kadın ile Gerdeğe Girilmemiş İse: Bu görüş ayrılığı sadece kendisiyle gerdeğe girilmiş olan kadın hakkındadır. Eğer kadın ile gerdeğe girilmemiş İse İkisi arasındaki nikâh bağının sona ereceği hususunda bildiğimiz bir görüş ayrılığı yoktur. Çünkü bu durumda kadının iddet bekleme yükümlülüğü olmaz. Kocası müslüman kaldığı halde irtidad eden kadın hakkında da Malik aynı şekilde her ikisi arasındaki nikâh bağı sona erer, demiştir. Delili de: "Kâfir zevceleri de nikâhınız altında tutmayın" âyetidir. Bu aynı zamanda Hasan-ı Basri ve el-Hasen b. Salih b. Hayy'ın da görüşüdür. Şafii ve Ahmed'in görüşüne göre ise kadının îddetinin tamamlanması bekleneceği şeklindedir. 14- Hristiyan Olan Eşlerden Hanım Müslüman Olursa: Eşler hristiyan olup hanım müslüman olacak olursa, yine bu hususta görüş ayrılığı vardır. Malik, Ahmed ve Şafii'nin görüşüne göre iddetin tamamlanmasına kadar beklenilir. Mücahid'in görüşü de budur. Kendisi putperest olan erkeğin hanımı müslüman olursa yine durum böyledir. Eğer ıddeti içerisinde erkek müslüman olacak otursa, hanımını almaya herkesten daha çok hak sahibi odur. Nitekim Safvan b. Umeyye ve İkrime b. Ebi Cehil de -İbn Şihab'ın naklettiğine göre- hanımlarının iddeti bitmeden müslüman olmaları üzerine kendi hanımlarını almaya herkesten daha çok hak sahibi olmuşlardı. Bunu da Mâlik Muvatta’’ında zikretmektedir. İbn Şihab dedi ki: Safvan ile hanımının müslüman olmaları arasında bir aya yakın bir süre geçmiştir. Yine İbn Şihab şöyle demiştir: Kocası kâfir ve dar-ı harbte kalmakla birlikte Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem)'a hicret eden ne kadar kadın varsa mutlaka hicreti dolayısıyla kocası ile arasının ayrıldığına dair haberler bize ulaşmış, bunun aksini bildiren (bir haber) ulaşmış değildir. Ancak kocası iddeti bitmeden önce muhacir olarak gelmiş olması hali müstesnadır. Beyhakî, es-Sünenü't-Kübra, VII, 137 Bazı âlimler de her ikisi arasındaki nikâh bağı fesholur, demiştir. Yezid b. Alkame dedi ki: Dedem müslüman olduğu halde ninem müslüman olmamıştı. Ömer (radıyallahü anh) onların nikâhının sona erdiğine hüküm vermiş ve onları birbirinden ayırmıştı. Bu aynı zamanda Tavus'un da görüşüdür. Aralarında Atâ, el-Hasen ve İkrime'nin de bulunduğu onun dışındaki bir topluluk ise: Yeniden ona talib olmadıkça onu nikâhı akında tutabilmesi imkânı yoktur, demişlerdir. 15- îrtidad Edip Dâr-ı Harbe Sığman Kadın ile Müslüman Olup Dâr-ı İslâm'a Hicret Eden Kadının Mehri: "Siz de harcadığınızı İsteyin, onlar da harcadıklarını istesinler" âyeti ile ilgili olarak müfessirler şöyle demişlerdir: Antlaşma tarafında bulunan ve irtidad edip kâfirlere sığınan müslüman kadınlar olursa, kâfirlere: Bu kadının mehrini veriniz, denirdi. Kâfir kadınlardan birisi müslüman olup hicret ederek gelecek olursa müslümanlara: O kadının mehrini kâfirlere geri veriniz, denilirdi. Bu, her iki hal ile ilgili insaflı ve adaletli bir hüküm idi, Yine bu hüküm o zamana ve sırf bu olaya has olduğu ümmetin icmaı ile kabul edilmiştir. Bu açıklamayı İbnu'l-Arabî yapmıştır. 16- İşte Allah'ın Hükmü Budur: "Bunlar" yani bu âyet-i kerimede sözü edilenler "Allah'ın hükümleridir. Aranızda O hükmeder, Allah en iyi bilendir, Hakimdir." Buna dair açıklamalar da daha önce birden çok yerde (meselâ, el-Bakara, 2/32. âyetin tefsirinde) geçmiş bulunmaktadır. |
﴾ 10 ﴿