2Ey Îman edenler! Yapmayacağınız şeyi niçin söylersiniz? Bu âyetlere dair açıklamalarımızı beş başlık halinde sunacağız; 1- Âyetlerin Nüzul Sebebi: "Ey îman edenler! Yapmayacağınız şeyi niçin söylersiniz?" âyeti ile ilgili olarak Dârimî Ebû Muhammed, Müsned'inde şu rivâyeti kaydetmektedir: Bize Muhammed b. Kesir, el-Evzai'den haber verdi. O Yahya b. Ebi Kesir'den, o Ebû Seleme'den, o Abdullah b. Selam'dan dedi ki: Biz Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın ashabından bir grub kendi aramızda konuşarak dedik ki: Yüce Allah'ın hangi ameli daha çok sevdiğini bilseydik elbette ki onu işlerdik. Bunun üzerine yüce Allah: "Göklerde ve yerde olan herşey Allah'ı teşbih eder. O Azîzdir. Hakimdir. Ey Îman edenler! Yapmayacağınız şeyi niçin söylersiniz?" âyetlerini -(Abdullah) onu (sûreyi) bitirinceye kadar (okudu)- indirdi. Abdullah dedi ki; Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) da onu (o sureyi) bize sonuna kadar okudu. Ebû Seleme dedi ki: İbn Selam da onu (sûreyi sonuna kadar) bize okudu. Yahya dedi ki: Ebû Seleme de onu bize (sonuna kadar) okudu. Yahya da onu bize okudu. el-Evzaî de onu bize okudu. Muhammed de onu bize okudu. Dârimî, II, 263; Tirmizî, V, 412; Hakim. Müstedrek, II, 7HT 248 İbn Abbâs dedi ki: Abdullah b. Revâha dedi ki; Bizler Allah'ın amellerden hangisini daha çok sevdiğini bilseydik, elbette onu işlerdik; fakat cihad emri inince ondan hoşlanmadılar, el-Kelbî dedi ki: Mü’minler Ey Allah'ın Rasûlü dediler. Şayet bizler Allah'ın hangi ameli daha çok sevdiğini bilseydik, biz de o isi yapmaya daha çok koşardık. Bunun üzerine: "Sizi çok acıklı bir azaptan kurtaracak bir ticareti size göstereyim mi?" (es-Saf, 61/10) âyeti nazil oldu. Bir süre böylece beklediler ve bu arada şöyle diyorlardı: Bu ticaretin ne olduğunu bilseydik, elbetteki onu mallarımızı, canlarımızı, eşimizi, dostumuzu feda ederek satın alırdık. Yüce Allah bu ticareti onlara: "Allah'a ve Rasûlüne îman edersiniz, mallarınızla, canlarınızla Allah'ın yolunda cihad edersiniz" (es-Saf, 61/11) âyeti ile gösterdi. Uhud günü sınandılar, fakat kaçtılar, İşte sözlerine bağlı kalmadıkları için onları ayıplamak üzere bu sûre nazil oldu. Muhammed b. Ka'b dedi ki: Yüce Allah Peygamberine Bedir şehidlerinuı sevabını haber verince, ashab: Şahid ol, Allah'ım dediler. Yemin olsun biz bir savaşta bulunacak olursak, şüphesiz o uğurda bütün gücümüzü harcayacağız; fakat Uhud günü kaçtıklarından ötürü Allah bu davranışları sebebiyle onları ayıpladı. Katade ve ed-Dahhak dediler ki: Bu âyet -hiç de böyle bir şey yapmadıkları halde-: Biz cihad ettik ve çeşitli belâ ve sıkıntılara maruz kaldık, diyen bir topluluk hakkında inmiştir. Suhayb dedi ki: Bedir günü müslümanlara eziyet vermiş, onlara oldukça sıkıntılar ve zorluklar tattırmış bir kişi vardı. Ben de onu öldürdüm. Bir başka adam: Ey Allah'ın Peygamberi gerçekten ben filan kişiyi öldürdüm, dedi. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) da bunun üzerine çok sevindi. Ömer b. el-Hattâb ile Abdu'r-Rahmân b. Avf: Ey Suhayb, dediler niye filanı sen öldürdüğünü haber vermedin? Filan kişi yalan yere onu öldürdüğünü iddia etti. Bunun üzerine Suhayb ona durumu haber verince, Peygamber: "Böyle mi ey Ebû Yahya?" diye buyurdu. Suhayb: Allah'a yemin olsun ki evet ey Allah'ın Rasûlü, dedi. Bunun üzerine bu âyet-i kerîme, o şahsı yalan yere öldürdüğünü iddia eden kişi hakkında nazil oldu. İbn Zeyd dedi ki: Âyet münafıklar hakkında inmiştir. Onlar Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ve ashabına şöyle diyorlardı: Sizler savaşmak üzere çıkar ve savaşacak olursanız, biz de sizinle birlikte çıkar ve sizinle birlikte savaşırız. Fakat müslümanlar savaşmak üzere Medine'nin dışına çıktıklarında onları bırakıp geri döndüler ve geri kaldılar. 2- Bir İtaati Yapmayı Adayan Bir Kimsenin Bu Adağını Yerine Getirmesi Gereği: Bu âyet-i kerîme itaat olan herhangi bir işi yapmayı üzerine alan kimsenin bu taahhüdüne bağlı kalmasını vacib kılmaktadır. Müslim'in Sahih'inde Ebû Mûsa'dan rivâyete göre o, Basralı kurrâya (Kur'ân-ı Kerîm'i okuyup, bellemiş olanlara) haber gönderdi. Huzuruna Kur'ân-ı Kerîm'i okumuş üçyüz kişi geldi. Şöyle dedi: Sizler Basralıların en hayırlıları ve Kur'ân'ı en iyi bilenlerisiniz. Bunu okuyunuz ve sakın üzerinizden fazla zaman geçmesin. O takdirde sizden öncekilerin kalpleri katılaştığı gibi sizin kalpleriniz de katılaşır. Biz uzunluğu itibariyle ve ağır muhtevası dolayısıyla et-Tevbe Sûresi'ne benzettiğimiz bir sûreyi okuyorduk, onu unuttum. Şu kadar var ki ben o sûreden şunu bellemiş bulunuyorum: "Şayet Âdemoğlunun iki vadi dolusu malı bulunsa, onlara bir üçüncüsünün katılmasını ister. Bununla birlikte Âdemoğlunun karnını topraktan başka bir şey doyurmaz. Yine bizler müsebbihât (sebbaha lillahi... diye başlayan) sûrelerinden birisine benzettiğimiz bir sureyi de okuyorduk, onu da unuttum. Şu kadar var ki ben o sûreden: "Ey îman edenler, yapmayacağınız şeyi niçin söylersiniz" âyetini bellemiş bulunuyorum. İşte bu sizin boynunuza kıyâmet gününde kendisinden sorumlu tutulacağınız bir tanıklık olarak yazıldı Müslim, 11, 726 İbnu'l-Arabî dedi ki: Bütün bu hususlar dinen sabit şeylerdir. Sözünü ettiği yüce Allah'ın: "Ey îman edenler, yapmayacağınız şeyi niçin söylersiniz" âyeti dinde hem lâfız, hem mana itibariyle bu sûrede sabittir. "Bu kıyâmet gününde kendisinden sorumlu tutulacağınız boynunuza bir şehadet olarak yazıldı" sözüne gelince, bu da mana itibariyle dinde sabit olmuş bir husustur. Bir kimse üzerine bir yükümlülük aldığı takdirde seran onu yerine getirmesi gerekir. Üstlenilen yükümlülük iki kısımdır. Biri adaktır, bu da iki kısma ayrılır. Başından beri yüce Allah'a yakınlaşmak maksadıyla yapılan adak. Bir kimsenin: "Allah için bir namaz kılacağım, oruç tutacağım, sadaka vereceğim" demesi ve buna benzer Allah'a yakınlaştırıcı amelleri adamasıdır. Bu gibi adakları yerine getirmenin gereği icma ile kabul edilmiştir. İkincisi ise mubah olan bir adaktır. Bu da gerçekleşmesi istenen bir şarta bağlı olarak yapılan adaktır. Bir kimsenin: Benini misafirim eğer geri dönecek olursa, üzerime bir sadaka vermek borç olsun demesi gibi; yahutta gerçekleşmesini arzu etmediği bir şarta bağlı olarak yaptığı adaktır. Eğer Allah beni filanın şerrinden koruyacak olursa, bir sadaka vermek borcum olsun demesine benzer. Bu tür adağın bağlayıcılığı hususunda ilim adamlarının farklı görüşleri vardır. Malik ve Ebû Hanife, böyle bir adağın gereğini yerine getirmesi gerekir, demişlerdir. Şafii bu husustaki görüşlerinden birisinde: Böyle bir adağı yerine getirmesi gerekmez, demiştir. Ancak âyetin umumi İfadesi bizim lehimize bir delildir. Çünkü âyet-i kerîme bu mutlak ifadesiyle ister bir şarta bağlı olsun, ister olmasın herhangi bir şekilde yapmadığı şeyi söyleyen kimseyi yermeyi ihtiva etmektedir. Şâfiî'nin mezhebine mensub ilim adamları da şöyle demişlerdir: Adak ancak Allah'a yakınlaştırıcı amel türlerinden olan ve sadece O'na yaklaşmak maksadı güdülen şeyler olabilir. Bu tür işler ise her ne kadar Allah'a yakınlaştırıcı ameller türünden ise de bunlarla Allah'a yakınlaşmak maksadı güdülmemiştir. Sadece kişinin kendisini bir işi işlemekten alıkoyması yahutta bir işi yapmaya yönelmesi maksadını gülmüştür. Biz deriz ki: Allah'a yakınlaştırıcı şer'î ameller -her ne kadar Allah'a yakınlaştırıcılık özelliğini taşıyor olsalar dahi- birtakım meşakkatler ve birtakım yükümlülüklerden ibarettir. Böyle bir kimse ise bir menfaati elde etmek yahut bir zararı önlemek maksadı ile yüce Allah'a yakınlaştırıcı böyle bir ameli yerine getirme külfetini üzerine almış bulunmaktadır. Dolayısıyla bu tutumuyla da teklifin izlediği yolun dışına çıkmamış ve yine yüce Allah'a yakınlaşmak maksadını sürdüren bir kimsedir. İbnu'l-Arabî der ki: Eğer söylenen söz bir vaad mahiyetinde ise bu ya o kimsenin: Evlenecek olursan sana bir dinar katkım olacaktır yahut: Filan ihtiyacını satın alacak olursan ben de sana şunu veririm, demesi gibi bir sebebe bağlı olur. Fukahânın icmaı ile bu sözü yerine getirmesi gerekir. Yahutta şarttan uzak mücerred bir vaad olursa, mutlak ifadesi ile bunu yerine getirmesi gerekir. Bu görüş sahipleri âyetin nüzul sebebini esas almışlardır. Çünkü rivâyet olunduğuna göre ashab şöyle diyordu: Bizler hangi amelin daha faziletli ya da Allah tarafından daha çok sevildiğini bılsek elbette ki onu işlerdik. Bunun üzerine yüce Allah da bu âyet-i kerimeyi indirdi. Bu rivâyet kabul edilmesinde pek sakınca olmayan bir hadistir, Mücahid'den de rivâyet olunduğuna göre Abdullah b. Revâha bunu işitince şöyle demişti: Ben öldürülünceye kadar Allah yolunda kendimi vakfetmeye devam edeceğim. Bana göre sahih olan: Mazeret hali müstesna, verilen sözün her durumda yerine getirilmesinin vacib olduğudur. Derim ki: Malik dedi ki: Bir kimse bir diğerinden kendisine bir şeyler hibe etmesini isteyip de o kimse: Evet dediği halde, sözünü daha sonradan yerine getirmemeyi uygun görecek olursa, benim görüşüme göre verdiği bu sözü yerine getirmek zorunda değildir. İbnu'l-Kasım dedi ki: Bir kimse borçlulara söz vererek: Onun (borçlumun) size yapacağı ödemeyi ona hibe ettiğime dair sizi şahit tutuyorum diyecek olursa, bu ifade onun için bağlayıcı olur. Ama: Evet, ben bunu yapanın, deyip de daha sonra başka bir kanaate sahip olması halinde bunu yerine getirmek zorunda olmayacağı görüşündeyim. Derim ki: Yani bu hususta onun aleyhine hüküm verilmez. Fakat ahlaki faziletler ve güzel insani davranış açısından bunu yerine getirmesi gerekir. Çünkü yüce Allah verdiği sözü gerçekleştiren ve adağının gereğini yerine getiren kimseleri överek şöyle buyurmuştur: "Ahidleşince akidlerini yerine getirenler..." (el-Bakara, 2/177); "Kitapta İsmail'i de an! O sözünde durandı..." (Meryem, 19/54) Buna dair açıklamalar daha önceden (Meryem, 19/54-55. âyetler, 2. başlıkta) geçmiş bulunmaktadır. 3- Sözünü, Dediğini Yerine Getirmeyenler: en-Nehaî dedi ki: Üç ayet-i kerîme insanlara kıssa yoluyla öğütler vermeme engel oldu: "İnsanlara iyiliği emredip kendinizi unutur musunuz?" (el-Bakara, 2/44); "Size yasakladığım şeylere kendim uymayarak size (emrettiklerime) aykırı davranmak istemiyorum" (Hud, 11/88) buyrukları ile: "Ey Îman edenler! Yapmayacağınız şeyi niçin söylersiniz?" âyetidir. Hafız Ebû Nuaym'in rivâyetine göre Malik b. Dinar, Sumâme'den, o Enes b. Malik'ten şöyle dediğini nakletmiştir: Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu ki: "İsraya götürüldüğüm gece dudakları ateşten makaslarla kesilen ve her kesildikçe tekrar dudakları uzayan bir topluluğun yanından geçtim. Bunlar kimlerdir, ey Cebrâîl diye sordum, dedi ki: Bunlar yapmadıkları şeyleri söyleyen, Allah'ın Kitabını okuyup da amel etmeyen ümmetinin hatipleridir,” Ebû Naym, Hilye, II, 386 Seleften birisinden nakledildiğine göre ona: Bize hadis naklet, denildi fakat o sustu. Daha sonra tekrar: Bize hadis naklet deyince, şu cevabı verdi: Benim yapmadığım şeyleri söyleyip böylelikle Allah'ın hışmını çabuklaştıracağımı mı zannediyorsunuz. 4- Kişinin Yapmadığı ve Yapmayacağı Şeyleri Söylemesi: "Yapmayacağınız şeyi niçin söylersiniz?" âyeti, insanın yapmadığı ve yapmayacağı iyi şeylerden kendisi hakkında sözetmesi sebebiyle bir azar ve bir inkâr (red) anlamında bir istifham (soru)dır. Eğer kişinin bu söylediği şeyler geçmişe dair ise yalan olur, geleceğe dair ise verdiği sözde durmamak olur. Her ikisi de yerilmiş davranışlardır. Süfyan b. Uyeyne yüce Allah'ın: "Yapmayacağınız şeyi niçin söylersiniz" âyetini şöyle açıklamıştır: Yani o işi yapmanın size bırakılmadığı hususları ne diye söylersiniz? Sizler bu işleri yapıp yapmayacağınızı bilemezsiniz. Buna göre ifade sözün reddedilmesi hususunda zahirine göre yorumlanmış olmaktadır. |
﴾ 2 ﴿