9

Ey Îman edenler! Cuma günü namaz için çağrıda bulunulduğu vakit, Allah'ın zikrine koşun ve alışverişi bırakın. Eğer bilirseniz bu, sizin için daha hayırlıdır.

Bu âyete dair açıklamalarımızı onüç başlık halinde sunacağız:

1- Cuma Gününün İsmi ve Bu İsmi Alışı:

"Ey îman edenler! Cuma günü namaz için çağrıda bulunulduğu vakit"

âyetindeki: “Cuma" lâfzını Abdullah b. ez-Zübeyr, el-A'meş ve başkaları "mim" harfini sakin olarak; diye okumuşlardır. Bunlar (mim harfini ötreli okuyuşla birlikte) iki ayrı söyleyiş olup her ikisinin de çoğulu: ile ...diye gelir.

el-Ferrâ' dedi ki: "Mim" harfi sakin olarak "cum'a" denildiği gibi, ötreli olarak "cumua" diye ve "mim" harfi üstün olarak "cuma" diye de söylenir. O vakit bu, günün sıfatı olur. İnsanları toplayan (gün) demek olur. Nitekim gülen kimseye: denilmesi de böyledir.

İbn Abbâs dedi ki: Kur'ân-ı Kerîm teskîl (ifadeleri ağır telaffuz etmek) ve tefhim (ifadeleri rahat ve anlaşılır telaffuz etmek) suretleri ile inmiştir. Dolayısıyla siz de bu kelimeyi -"mim" harfinin ötreli okunuşunu kastederek-; "Cumua" diye okuyunuz.

el-Ferrâ' ve Ebû Ubeyd şöyle demişlerdir: Tahfif ile ("mim" harfini sakin okumak) kıyasa daha uygun ve daha güzeldir. Nitekim; "Oda" kelimesinin çoğulu diye, "Sonradan çıkmış hayret verici şey'in çoğulunun; diye, "hücre"nin çoğulunun diye gelmesi gibi. "Mim" harfini üstün okuyuş ise Akiloğullarının şivesidir. Bunun Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın şivesi olduğu da söylenmiştir. Sel man'dan rivâyete göre Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur; "Cumaya bu ismin veriliş sebebi yüce Allah'ın bugünde Âdem'in hilkatini cem etmiş olmasından dolayıdır.” Deylemi, Firdevs, I, 346

Bir diğer görüşe göre bu ismin verilmesine sebeb yüce Allah'ın herbir şeyin yaratılışını bugünde bitirmiş olması ve bunun sonucunda da bütün mahlukatın bugünde toplanmış olmasıdır. Bugünde cemaatlerin toplanması için bu ismin verildiği söylendiği; gibi namaz için insanların bugünde toplanması dolayısıyla bu ismin verildiği de söylenmiştir.

Buradaki: "...den, dan"; "...de, da" anlamında olup bu da; "Günü(nde)" demektir. Bu yönüyle yüce Allah'ın:

"Bana gösterin... yeryüzünde neyi yaratmışlar.?" (el-Ahkaf, 46/4) âyetine benzer. Burada da bu edat; anlamındadır.

2- Cuma Gününe Bu İsmi İlk Veren ve tik Cuma Namazı:

Ebû Seleme dedi ki: (Hutbe esnasında): "Emma ba'du: imdi, bu başlangıçtan sonra asıl maksadımıza gelecek olursak..." diyen ilk kişi Ka'b b. Luey'dir. Cuma gününe bu ismi ilk veren kişi de odur Daha önce bugüne "el-arûbe' deniliyor idi. Bugüne cuma ismini ilk verenlerin ensar olduğu da söylenmiştir.

İbn Şîrîn dedi ki: Medineliler Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) Medine'ye gelmeden ve cuma (farzı) inmeden önce cuma için toplandılar. Bugüne cuma ismini verenler de onlardır. Şöyle ki: Dediler ki: Yahudilerin yedi günde bir biraraya gelip toplandıkları bir günleri vardır, o da cumartesidir, Hristiyanların da böyle bir günleri vardır, o da pazardır. Gelin biz de kendimiz için biraraya gelip toplanacağımız, Allah'ı anıp namaz kılacağımız ve birtakım hatırlatmalarda bulunacağımız bir gün kararlaştıralım -ya da buna benzer sözler söylediler-. Yine dediler ki: Cumartesi yahudilerin, pazar günü hristiyanların günüdür, Siz de bu günü Arube günü olarak tesbit ediniz. Bunun üzerine (Ebû Umame künyeli) Es'ad b. Zürare (radıyallahü anh)'ın etrafında toplandılar. O da o gün onlara iki rekat namaz kıldırdı, onlara öğüt verdi. Biraraya gelip toplandıkları vakit bu güne "cuma günü" ismini verdiler. Es'ad onlara bir koyun kesti, sayıca az oldukları için öğlen ve akşam onu yediler. İşte İslam tarihindeki ilk cuma budur.

Derim ki: İleride de geleceği üzere rivâyet edildiğine göre o vakit oniki kişi idiler. Yine bu rivâyette belirtildiğine göre onları biraraya toplayıp onlara namaz kıldıran kişi Es'ad b. Zürare'dir. Abdu'r-Rahmân b. Ka'b b. Mâlik’in babası Ka'b'dan rivâyet ettiği hadiste de -geleceği üzere- böyledir.

el-Beyhakî de şöyle demektedir: Bize Mûsa b. Ukbe'den, o İbn Şihab ez-Zühri'den rivâyet ettiğine göre Mus'ab b. Umeyr Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) Medine'ye gelmeden önce Medine'de müslümanları cuma namazı için toplayan ilk kişidir. el-Beyhakî dedi ki: Mus'ab'in cuma namazı için müslümanları Es'ad b. Zürare'nin yardımıyla toplamış olması ve bundan dolayı Ka'b'ın bu işi ona (Mus'ab'a) izafe etmiş olması da mümkündür. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.

Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın ashabına kıldırdığı ilk cuma namazına gelince, siyer ve tarih bilginleri şöyle demişlerdir;

Rasûlullah rebiu'l-evvel ayının pazartesiye rastlayan onikinci günü kuşluk vakti sıcağın arttığı sırada Küba'da Amr b. Avfoğulları yanında muhacir olarak gelip konakladı. İşte o seneden itibaren tarih başlatılmaktadır. Küba'da perşembe gününe kadar kaldı ve mescidlerini tesis etti. Sonra cuma günü Medine'ye çıktı. Salim b. Avfoğulları diyarında bir vadilerinin iç tarafında cuma namazı vakti geldi. Salim b. Avfoğulları o yeri mescid edindiler. Peygamber onları cuma vakti topladı ve onlara hutbe okudu. Medine'de verdiği ilk hutbe odur. Bu hutbede şunları söylemişti:

"Hamd Allah'a mahsustur. O'na hamdeder, O'ndan yardım diler, O'ndan mağfiret ve hidayet dilerim. O'na îman eder, O'nu inkâr etmem, Onu inkâr edenlere de düşmanlık ederim. Şehadet ederim ki Allah'tan başka hiçbir ilâh yoktur. O bir ve tektir, O'nun ortağı yoktur. Yine şehadet ederim ki Muhammed, O'nun kulu ve Rasûlüdür. Rasüllerin arkasının kesildiği, ilmin azaldığı, insanların sapıttığı, zamanın kesintiye uğradığı, kıyâmetin yaklaştığı, (son) vadenin oldukça yakın olduğu bir zamanda onu hidayet ile, hak din ile nûr ile, öğüt ile, hikmet ile göndermiştir. Allah'a ve Rasûlüne itaat eden doğruyu bulmuş olur. Allah'a ve Rasûlüne isyan eden azmış, kusurlu hareket etmiş ve (haktan) alabildiğine uzak bir sapıklıkla sapıtmış olur.

Size Allah'a karşı takvalı olmanızı tavsiye ederim. Çünkü müslümanın müslümana yaptığı en hayırlı tavsiye onu âhirete (yönelik amelleri işlemeye) teşvik etmek, ona Allah takvasını emretmektir.

Allah'ın size kendisinden sakınmanızı emrettiği şekilde Allah'ın sakındırdığı şeylerden de sakınınız, Şüphesiz ki Allah korkusu, -Allah takvası gereğince Rabbinden korkarak ve sakınarak amel eden kimseler için- âhiretten elde etmeyi ümit ettiğiniz şeylere karşı çok gerçek bir yardımcıdır. Gizli ve açık hallerinde kendisi ile Rabbi arasındaki işleri ıslah edip, bu işlerle Allah'ın rızasından başkasını niyet etmeyen kimseler için (bu hali); dünya işinde o kimse için bir şan ve şeref, kişinin dünyada iken önden gönderdiği şeylere ihtiyaç duyacağı vakit olan ölümden sonrası için de bir azık olur. Bu şekilde olmayan amellerine gelince, kendisi ile o amel arasında oldukça uzak bir mesafe olmasını temenni edecektir.

"Allah, size kendisinden sakınmanızı emreder, Allah kullarına çok merhametlidir." (Âl-i İmrân, 3/30)

Söylediğini doğru çıkartan, sözünü gerçekleştiren O'dur, O'nun sözünün yerine gelmemesi, gerçek olmaması mümkün değildir. Çünkü yüce Rabbimiz:

"Benim yanımda söz değiştirilmez ve Ben kullara asla zulmedici değilim." (Kâf, 50/29) diye buyurmaktadır.

O halde ister dünya işinizde, ister âhirde ait işlerinizde, gizli ve açık hallerde Allah'tan korkunuz. Çünkü

"kim Allah'tan korkarsa, onun günahlarını örter ve mükâfatını büyütür." (et-Talâk, 65/5) Kim de Allah'tan korkarsa, o pek büyük bir kurtuluşa erişir. Allah'ın takvası demek, O'nun gazabını, O'nun azabını, O'nun öfkesini gerektiren şeylerden sakınmak demektir. Allah'tan korkmak (takva), yüzleri ağartır, Rabbi hoşnut eder, dereceyi yükseltir. O halde (takvadan) payınızı alınız ve Allah'ın huzurunda kusurlu hareket etmeyiniz. O size Kitabını öğretmiş ve önünüze yolunu açmış bulunmaktadır. Ta ki kimlerin doğru söylediklerini ortaya çıkarsın, kimlerin de yalancı olduklarını göstersin. O halde Allah size nasıl ihsan ettiyse, siz de ihsan ediniz. O'na düşmanlık edenlere düşman olunuz. Allah yolunda hakkıyla cihad ediniz. Sizi O seçti ve size müslümanlar ismini verdi. Böylece helâk olan apaçık bir delil üzere helâk olsun, hayat bulan apaçık bir delil üzere hayat bulsun. Güç ve kuvvet ancak Allah iledir. Allah'ı çokça anınız, ölümden sonrası için amel ediniz. Şüphesiz ki kendisi ile Allah arasında olanı ıslâh edene, Allah, kendisi ile insanlar arasındaki hallerde elverecektir. Çünkü yüce Allah insanlar hakkında hükmeder, fakat insanlar O'nun hakkında hüküm veremezler. O insanlara maliktir, onlar O'na malik değildir. Allah en büyüktür. Güç ve kuvvet pek yüce ve pek büyük olan Allah'tandır."

Bundan sonra kılınan ilk cuma ise Bahreyn kasabalarından "Cuvâsâ" diye bilinen bir kasabada kılınan cuma olmuştur.

Bugüne "cuma" ismini veren ilk kişinin -önceden de geçtiği gibi- Kureyşlilerin Ka'b'ın etrafında toplanmaları sebebiyle Ka'b b. Luey b. Galib olduğu da söylenmiştir. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.

3- Cuma Namazının Muhatabları Mü’minlerdir:

Yüce Allah, mü’minlerin şan ve şerefini yüceltmek ve ona dikkat çekmek üzere, kâfirleri dışarda tutarak, cuma namazının kılınması hususunda mü’minlere hitab ederek:

"Ey îman edenler" diye buyurmakta, sonra da bu günü

"çağrıda bulunmak" özelliği ile zikretmektedir. Her ne kadar yüce Allah'ın

"namaza çağırdığınızda..." (el-Mâide, 5/58) âyetinin genel ifadesinin kapsamına girmiş olmakla birlikte (özellikle bugün için çağrıda bulunmak özelliğini sözkonusu etmesi) bu çağrının vücubuna ve farziyetinin pekiştirilmesine delalet etmesi İçindir.

Kimi ilim adamı şöyle demiştir: Burada sözkonusu olan namazın, cuma namazı olduğu bizatihi lâfzın kendisinden değil, icmâ' ile bilinen bir husustur.

İbnu'l-Arabî de şöyle demektedir: Bence bu bizatihi lafızdaki bir nükteden bilinen bir husustur. Bu da yüce Allah'ın: "Cuma günü" lâfzından anlaşılmaktadır ve bu lâfız bunu ifade etmektedir. Çünkü o güne mahsus çağrı (nida) bu gündeki bilinen o namazdır. Onun dışındaki çağrılar (nidalar) ise diğer günler hakkında umumidir. Eğer bundan maksat cuma namazı için çağrıda bulunmak olmasaydı, bu çağrının o güne tahsis edilmesinin ve izafe edilmesinin herhangi bir anlam ve bir faydası olmazdı.

4- Cuma Günü Ezanları (Çağrıları):

Ezanın hükümlerine dair yeterli açıklamalar daha önceden el-Mâide Sûresi'nde (5/58. âyetin tefsirinde) geçmiş bulunmaktadır.

(Cuma günleri) ezan, Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) döneminde diğer namazlardaki gibi idi. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) minbere oturdu mu birisi ezan okurdu, Ebû Bekir, Ömer ve Kûfe'de Ali (Allah hepsinden razı olsun) de böyle yapıyorlardı. Daha sonra Osman (radıyallahü anh) insanların Medine'de kalabalıklaşması üzerine "ez-Zevrâ" diye adlandırılan evinin üzerinde okunan üçüncü bir ezan ilave etti. 'Üçüncü ezandan kasıt, zeval vakti okunan ezandı. Ona Üçüncü ezan denilmesi, minberdeki İmâmın önünde okunan ezan ile namaz için getirilen kametten ayrı olmasındandır, litınii göre bu ezan, edası itibariyle ilk, Osman (radıyallahü anh) in içtihadı ve sair ashabın itiraz etmeyip susmalıyla teşrî edilmiş olması yönüyle lesıT zamanı itibariyle üçüncüdür, (Arapça baskıyı hazırlayanın notu) İnsanlar ezanı duydular mı camiye gelirler, Osman minbere oturdu mu Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın müezzini ezanı okur, sonra Osman hutbe irad ederdi. Bunu İbn Mace Sünen'inde Muhammed b. İshak'in, ez-Zühri'den, onun es-Sâib b. Yezid'den naklettiği bir hadis olarak zikretmektedir. es-Saib b. Yezid dedi ki: Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın bir tek müezzini vardı. Kendisi (minbere) çıktı mı o müezzin ezan okur, indi mi kamet getirirdi. Ebû Bekir ve Ömer de böyle idi. Osman (halife) olup, insanlar çoğalınca pazarda ez-Zevrâ diye adlandırılan bir evin üzerinde üçüncü bir ezan ilave etti. Sonra (Osman minbere) çıktı mı ezan okur, indi mi kamet getirirdi. Bıthâri, I, 309, 310

Buhârî de bu hadisi bu manada değişik yollarla rivâyet etmiştir. Bunların birisinde şöyle denilmektedir: Cuma günü okunan ikinci ezanı Osman b. Affân mesaide gelenlerin sayısı çoğalınca emretmişti. Cuma günü İmâm (minbere çıkıp) oturduğu zaman okunurdu. Buhâri, I, 310

el-Maverdi dedi ki: Birinci ezan sonradan ortaya çıkarılmıştır. Medine'nin genişleyip ahalisinin çoğalması esnasında insanlar hutbeye yetişmek üzere hazırlansınlar diye bunu Osman b. Affân çıkardı. Ömer (radıyallahü anh) da insanların alışverişlerini bırakmaları için mescidin çarşıya bakan tarafında ezan okunmasını emretmiş idi. Cemaat gelip toplandı mı mescitte ezan okunurdu. Osman (radıyallahü anh) da mescidde iki ezan okuttu. Bu açıklamayı da İbnu'l-Arabi yapmıştır.

Sahih hadiste belirtildiğine göre Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) döneminde ezan bir tane idi. Osman döneminde ez-Zevrâ üzerinde üçüncü ezanı ilâve etti. Hadiste buna üçüncü ezan denilmesi bunun kamete de izafe edilmesinden dolayıdır. Nitekim Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) da: "Her iki ezan arasında dileyen kimse için namaz vardır (dileyen namaz kılabilir)." Buhârî, I, 225; Müslim, I, 573; Tirmizî, I, 351: Dârimî, I, 337, Dârakutni, I, 266; Ebû Dâvûd, li, 26; Nesâî, II, 2H; İbn Mâce, I, 368; Müsned, V, H 55, 57 denilmektedir ki, bundan maksat ezan ile ikamet arasındaki süredir. İnsanlar (üçüncüsünün) asli bir ezan olduğunu zannettiklerinden bu sefer ezan okuyan müezzin sayısını da üçe çıkardılar, bu da bir yanılma oldu. Sonra bu üç ezanı tek bir vakitte okumaya başladılar. Bu sefer yanılma üstüne yanılma oldu. Ben Medinetu's-Selam'da minare ezanından sonra müezzinlerin İmâmın önünde minberin altında ve cemaat arasında ezan okuduklarını gördüm. Tıpkı bizde daha önce geçmiş dönemlerde yaptıkları gibi (yapıyorlardı); fakat bütün bunlar sonradan ortaya çıkarılmış şeylerdir.

5- Cuma Namazına Gitmenin Mahiyeti ve Hükmü:

"Allah'ın zikrine koşun" âyetinde geçen "koşma"nın anlamı hakkında üç görüş vardır:

1. Birinci görüşe göre bundan maksat, kast ile yönelmektir. el-Hasen dedi ki: Allah'a yemin ederim ki burada maksat ayaklar üzerine koşmak değildir. Maksat kalp ve niyetle koşmaktır.

2- Maksat ameldir. Yüce Allah'ın:

"Kim de mü’min olarak âhireti diler ve bunun için gereği gibi çalışırsa..." (el-İsra, 17/19);

"Şüphesiz sizin yapıp ettikleriniz çeşit çeşittir." (el-Leyl, 92/4) âyeti ile:

"İnsan için kendi çalıştığından başkası yoktur." (en-Necm, 53/39) âyetinde olduğu ("koşmak" anlamını da taşıyan "sa'y etme"nin amel etmek anlamında kullanıldığı) gibi. Cumhûrun görüşü budur. Şair Züheyr de şöyle demiştir:

"Onlardan sonra bir kavim onlara yetişsin diye koştular (sa'y ettiler, çalıştılar.)"

Yine şöyle demiştir:

"(Gatafan b. Sa'd'ın bir kolu olan) Ğayz b. Murre'nin iki adamı gayret

ettiler, çalıştılar, Aşiretin arasındaki (barış antlaşması) kan ile çatlatıldıktan sonra."

Buna göre âyet, yüce Allah'ın zikrine gitmek için çalışın ve bundan önce yapılması gereken gusül, temizlenmek ve Allah'ın zikrine yönelmek gibi işlerle uğraşın, demektir.

3- Buradaki koşmak'tan (ta'y etmek'ten) kasıt, ayaklar üzerinde koşmaktır. Ancak bu bir fazilettir, bir şart değildir. Buhârî’de belirtildiğine göre Ebû Ays b. Cebr -ki ismi Abdurrahman olup, ashabın büyüklerindendi- cuma namazına piyade olarak yürüyüp gitti ve şöyle dedi: Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ı şöyle buyururken dinledim: "Allah yolunda her kimin ayakları tozlanacak olursa, o kimseyi Allah cehennem ateşine haram kılar. " Buhâri, 1, jOH; Tirmizî, IV, 170; Nesâî, VI, 14; Müsned, III, 479

Âyetin zahirinin dördüncü anlama gelme ihtimali de vardır ki bu da hızlıca yürümektir. İbnu’l-Arabi dedi ki: En bilgin sahabiler ile ilk dönem fakihlerinin kabul etmediği şekil ise budur.

Ömer (radıyallahü anh) bu âyeti: "Allah'ın zikrine gidin" diye okumuş ve böylelikle zahiri ifadenin delalet ettiği hızlıca yürümek ve koşmak anlamından uzaklaşmak istemişti. İbn Mes’ûd da böylece okumuş ve şöyle demiştir Eğer "koşun" diye okuyacak olursan ridam düşünceye kadar koşardım.

İbn Şihab İse; "O yolu izleyerek Allah'ı zikretmeye gidin" diye okumuştur, Bütün bunlar onların tefsir olmak üzere izledikleri bir yoldur, yoksa münezzel olan Kur'ân-ı Kerîm'i bu şekilde okumaları anlamında değildir. Tefsir sadedinde de Kur'ân-ı Kerîm'in tefsiri ile birlikte okunması caizdir.

Ebû Bekr el-Enbarî dedi ki: Mushafa muhalefet eden kimseler Ömer ve İbn Mes’ûd'un kıraatleri ile Haraşe b. el-Hurr'un naklettiği şu rivâyeti delil göstermişlerdir: Beraberimde üzerinde

"Allah'ın zikrine koşun" âyetinin da yazılı olduğu bir parça bulunduğu bir sırada, Ömer (radıyallahü anh) beni gördü. Ömer bana: Bunu sana böylece kim okuttu? dedi. Ben: Ubeyy dedim. Ömer; Ubeyy aramızda mensuh şekliyle en çok okuyanımızdır, dedikten sonra: Allah'ın zikrine gidin" diye okudu. Bize İdris anlattı, dedi ki: Bize Halef anlattı, dedi ki: Bize Huşeym, el-Muğire'den, o İbrahim'den, o Haraşe'den anlattı, diyerek bu rivâyeti zikretti. Ayrıca bize Muhammed b. Yahya anlattı. Bize Muhammed -ki o İbn Sa'dân'dı- haber verdi, dedi ki: Bize Süfyan b. Uyeyne, ez-Zührî'den anlattı, ez-Zührî Salim'den, o babasından naklen dedi ki: Ben hiçbir zaman Ömer'i "Allah'ın zikrine gidin" diye okurken dinlemiş değilim. Yine bize İdris haber vererek dedi ki: Bize Halef anlattı dedi ki: Bize Hüseyni el-Muğire'den anlattı. O İbrahim'den rivâyet ettiğine göre Abdullah b. Mesud "Allah'ın zikrine gidin" diye okuyup şöyle dedi: Eğer bu âyet "koşun" şeklinde olsaydı, ben de ridam üzerimden düşünceye kadar koşardım. Ebû Bekir dedi ki: Bu şekilde itiraz edene karşı ümmetin: "Koşun" şeklinde İcma ile okuduğunu delil göstermişlerdir ki, bu da âlemlerin Rabbi Allah'tan ve onun Rasûlünden gelen rivâyettir. Abdullah b. Mesud'dan "gidin" diye okuduğu sahih olarak rivâyet edilmiş değildir. Çünkü bunun senedi muttasıl değildir. Zira İbrahim en-Nehaî, Abdullah b. Mesud'dan hiçbir şey dinlemiş değildir. "Gidin" lâfzı sadece Ömer (radıyallahü anh)'dan varid olmuştur. Ayete ve cemaate muhalefet ederek bir kimse tek başına kalacak olursa, bu onun bir unutması demektir. Araplar ise: "Koşmak"ın aynı zamanda: "Gitmek" anlamında kullanılabileceğini icma ile kabul etmişlerdir. Şu kadar var ki; bu hızlıca ve çabukça gitmek anlamını da taşır. Bu anlamdan uzak değildir. Şair Züheyr de şöyle demiştir:

"(Gatafan b. Sa'd'ın bir kolu olan) Ğayz b. Mürre'nin iki adamı gayret ettiler, çalıştılar.

Aşiretin arasındaki (barış antlaşması) kan ile çatlatıldıktan sonra."

Burada "sa'y etmek: koşmak" İle hızlıca ve gayretle gitmeyi kastetmiştir. Yoksa adım atmakta hızlı ve süratli hareket edip koşmayı kastetmiş değildir.

el-Ferrâ' ve Ebû Ubeyde dedi ki: Âyet-i kerimede

"koşmak"dan kasıt, gitmektir. el-Ferrâ' Arapların "O, Allah'ın lütfunu dileyerek her yerde koşar" sözlerini delil göstermiştir ki; bu da "gayretle yürüyüp, gider" demektir. Ebû Ubeyde de şairin şu beyitini delil göstermektedir:

"Ben Malikoğulları için koşarım,

Herkes ise kendi işi için koşuyor."

Bu beyitteki "koşma"nın, gayretle gitmek anlamından başka bir anlama gelme ihtimali var mıdır? Fasahati ve Arapçayı İyi bilmesine rağmen İbn Mes’ûd tarafından bu anlamın bilinmemesi imkânsız bir şeydir.

Derim ki: Maksadın koşmak olmadığının delillerinden birisi de Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın şu âyetidir: "Namaz için kamet getirilecek olursa, ona koşarak gitmeyiniz. Ona vakar ile gidiniz, " Buharî, I, 308; Müslim, I, 420, 421, Tirmizi, II, 14H: Dârimî, 1, 331; Ebû Dâvûd, I, 156; Nesâî, II, 114; İbn Mâce, I, 2İ5; Muvatta’, I, 6«; Müsned, 11, 270. 3H2, 452, 460. 529

el-Hasen dedi ki: Allah'a yemin ederim ki burada kasıt ayaklar üzere koşmak değildir. Onlara namaza sekinet ve vakarın dışında bir şekilde gitmeleri yasaklanmıştır. Bundan kasıt kalpler, niyet ve huşu' ile (gitmek)dir.

Katade dedi ki: Koşmak, kalbinle ve amelinle koşmak demektir. Bu da güzel bir açıklama olup, bu husustaki Üç görüşü de bir arada ihtiva eder.

Cuma namazı için gusletmek, güzel koku sürünmek ve güzel elbiseler giymeye dair hadis kitablarında zikredilmiş birtakım hadisler gelmiş bulunmaktadır.

6- Cuma Namazı Kılmakla Mükellef Olanlar:

"Ey Îman edenler" âyeti -icma ile- mükelleflere yönelik bir hitaptır. Hastalar, kötürümler, yolcular, köleler ve kadınlar ise bu husustaki delil ile kapsamın dışında kalırlar. Körler ve ancak bir yardımcı sayesinde yürüyebilen yaşlılar da Ebû Hanife'ye göre hitabın dışındadır.

Ebû Zübeyr'in Câbir'den rivâyetine göre Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Kim Allah'a ve âhiret gününe îman ederse, cuma gününde cuma (namazını kılmakla) yükümlüdür. Hasta, yolcu, kadın, çocuk yahut köle müstesnadır. Her kim bir oyalanma ya da bir ticaret ile bu namazdan müstağni olacak olursa, Allah da ondan müstağnidir. (Ona muhtaç değildir.) Allah Ganidir, (hiçbir şeye ihtiyacı olmayandır); Hamiddir (her hamde layık olandır)." Bu hadisi Dârakutni rivâyet etmiştir Dârakutnî, II, 3

İlim adamlarımız -Allah'ın rahmeti üzerlerine olsun- şöyle demişlerdir: Cuma namazına gitmeyi imkânsız kılacak bir mazeret bulunması hali dışında cuma namazına gitmekle mükellef olan hiçbir kimse cuma namazına gitmekten geri kalamaz. Gitmeye engel olacak kadar bir hastalık yahut hastalığın artma korkusu hakkında hakimin haklı bir hükmü bulunmaksızın, sultanın (zulmen) malında ya da bedeninde kendisine haksızlık edeceğinden korkması gibi. Çamur ile birlikte sağanak yağmur kesilmeyecek olursa bir mazeret teşkil eder. Ancak Malik bunu kişiye bir mazeret görmemiştir. Bu görüşü el-Mehdevi nakletmiştir. Bir kimse ölüm döşeğinde bulunan oldukça yakın bir kişi dolayısıyla onunla ilgilenecek kimse bulunmadığı takdirde cuma namazına gitmekten geri kalacak olursa, bu haline müsaade edilebileceği ihtimali vardır. Nitekim İbn Ömer de böyle yapmıştır. Mazeretsiz olarak cuma namazından geri kalıp İmâmdan önce namaz kılan kimse, sonra iade eder ve İmâmdan önce namaz kılması onun yükümlülüğünü kaldırmaz. Namaza gitmek imkânı bulunmakla birlikte, bir kimse namazdan geri kalacak olursa, yaptığı bu İşi dolayısıyla Allah'a karşı isyan etmiş olur.

7- Cuma Namazı İçin Nida ve Bu Nidayı Duyanların Namaz Kılma Yükümlülükleri:

"Cuma namazı İçin çağrıda bulunulduğu vakit" âyeti özellikle cuma namazının nidayı işiten, yakında bulunan kimseler için vâcib olduğuna has bir emirdir. Çağrıyı duymayan, uzak yerde bulunan kimseler ise bu hitabın kapsamına girmezler.

Yakın ve uzak kimseler arasından cumaya kimlerin geleceği hususunda farklı görüşler vardır. İbn Ömer, Ebû Hüreyre ve Enes: Cuma, Mısır (denilen yerleşim merkezin) den altı mil uzakta bulunan kimselere vaciptir, demişlerdir. Rabia dört mil demiştir. Malik ve el-Leys üç mil demişlerdir.

Şafii ezanın işitilmesinde gözönünde bulundurulması gereken, müezzinin yüksek sesli, etrafın sessiz ve sakin, rüzgarsız, müezzinin de şehrin surlarının yakınında bulunmasıdır, demiştir.

Sahih'te Âişe'den şöyle dediği rivâyet edilmiştir: İnsanlar cumaya evlerinden (ve Medine'nin) el-Avalî denilen uzak yerlerinden gelirler, tuzlu yerlerden geçerler ve onlara toz isabet ederdi. O bakımdan onlardan kokular çıkardı. Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem): "Bugününüz dolayısıyla keşke yıkansanız" diye buyurdu Müslim, II, 581; Ebû Dâvûd, I, 278 (kısmen) bu manada nisbeten farklı lâfızlarla; Buharî, I, 307, 11, 730; Müslim, II, 581; Ebû Dâvûd, I, 97; Müsned, VI, 62

İlim adamlarımız dedi ki: Ses yüksek olur, insanlar sessiz ve sükûnet içerisinde bulunurlarsa, sesin duyulabileceği en uzak mesafe üç mildir, el-Avali'nin Medine'ye en yakın yerleri de üç mildir.

Ahmed b. Hanbel ve İshak dedi ki: Cuma namazı için ezanı duyan herkese cuma namazını kılmak vacibtir.

Darakutnî'de yer alan bir hadise göre Amr b. Şuayb babasından, o dedesinden o Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem)'dan şöyle dediğini rivâyet etmektedir: "Cuma ancak nidayı (cuma için ezanı) işiten kimseye vacibtir." Darakutni, II, 6; Beyhakî, es-Sünenü'l-Kübrâ, III, 173 -Dârakutnî, dışında Haccac b. Ertaa'dan o, Amr'dan diye de merfu' tıbıak rivâyet edildiğini belirterek.

Ebû Hanife ve arkadaşları da şöyle demişlerdir: Cuma namazı Mısır'da bulunan herkese vacibtir. Ezanı ister işitsin, ister işitmesin. Mısır'ın dışında bulunan kimseye ise vacib değildir, isterse ezanı işitsin. Hatta ona: Peki cuma namazı -Küfe ile arasında nehrin geçtiği- Zübara ahalisine vacib midir, diye sorulmuş, o: Hayır demiştir.

Rabia'dan rivâyet edildiğine göre cuma namazı ezanı işitip evinden yürüyerek çıktığı takdirde namaza yetişecek olan kimselere vacibtir. ez-Zührî'den de: Cuma ezanı işittiği takdirde kişiye vacib olur, dediği rivâyet edilmiştir.

8- Cuma Namazının Vakti:

"Cuma günü namaz için çağrıda bulunulduğu vakit Allah'ın zikrine koşun." âyeti cuma namazının ancak ezan okumakla vacib olduğuna delildir. Ezan ise ancak vaktin girmesi ile okunur. Buna delil de Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın şu âyetidir: "Namaz vakti geldi mi ezan okuyunuz, sonra kamet getiriniz, yaşça büyük olanınız size İmâm olsun" Buhârî, III, 1047; Müslim, I, 466; Tirmisî, 1, 399; Dârakutnî, I, 346; Nesâî, II, H, 77; İbn Mâce, I, 313; Müsned, V, M âyetidir. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bunu Malik b. el-Huveyris ve arkadaşına söylemişti.

Buhârî’de de Enes b. Malik'ten rivâyete göre Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) cuma namazını güneş (batıya doğru) kaydığı sırada kılardı. Buhârî, I, 307; Tirmizi, II, 377; Müsned, III, 128, 150, 228; Tayâlisi, Müsned, 1, 2H5

Ebû's-Sıddik ve Ahmed b. Hanbel'den zevalden önce kılındığına dair rivâyet te nakledilmiştir. Ahmed bu hususta Seleme b. el-Ekva'ın zikrettiği şu hadisini delil alır; Biz Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ile birlikte (cuma) namazı kıltp, henüz duvarların yere gölgesi yokken dağılırdık Buhârî, I, 307; Müslim, 13, 5H8: Beyhaki, es-Sünenü’l-Kübra, III, 191 O, bu hadisi ile birlikte İbn Ömer'in şu hadisini de delil göstermektedir: Bizler ancak cuma namazını kıldıktan sonra kaylûle yapar (öğle uykusuna çekilir) ve yemek yerdik. Bunun benzeri bir rivâyet Sehl'den de gelmiştir ve bunu Müslim rivâyet etmiştir." Buhârî, V, 2306, V, 23 lî; Müslim, II, 5HK; Dârakulın, II, 19; Ebû Dâvûd, I, 2Hî, İbn Mâce, I, 350; Müsned, V, 336.

Seleme'nin rivâyet ettiği hadis cuma namazını erken vakitte kılmaya yorumlanır. Bunu Higam b. Abdu'l-Melik, Ya'la' b. el-Hâris'den, o Iyas b. Seleme b. el-Ekva'dan, o da babasından (yani Seleme b. el-Ekva'dan) diye rivâyet etmiştir.

Vekî' de Ya'lâ'dan, o Iyas'tan, o da babasından şöyle dediğini rivâyet etmektedir: Bizler güneş zevale erdiğinde Rasûlullah ile birlikte cuma namazını kılar, sonra da gölgelik yerleri takip ederek geri dönerdik. Müslim, II, 5S9; Beyhakî.  

İşte halef ve seleften Cumhûrun kabul ettiği görüş de budur, öğle namazına kıyasen de bu (cuma namazının vakti) böyle olmalıdır.

İbn Ömer ile Sehl'in rivâyet ettikleri hadisler ise üğle vaktinde yahut ondan önce cuma namazına oldukça erken gittiklerine delildir. Onlar bu işlerini (yani öğlen yemeği ile kaylûle uykusunu) ancak namazı bitirdikten sonra yaparlardı.

İmâm Mâlik, cumayı erken vakitte kılmanın ancak zevale az yakın olabileceği görüşünde olup, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ı: "Kim (cuma vaktinin) ilk saatinde gidecek olursa, bir deve kurban etmiş gibi olur..." Buhâri, I, 301; Müslim, II, W2; Tirmizî, II, 372, Ebû Davûd, I. SKİ; Nesâi, II, 99; Muvatta’; I, 101; Müsned, II, 460 sözünü bütün bunlar tek bir vakitte diye tevil etmiştir. Diğer ilim adamları ise buradaki "saat" tabirini günün eşit oniki saatine yahutta gündüzün uzayıp kısalmasına göre farklı süreler diye yorumlamışlardır.

İbnü’l-Arabi dedi ki: Daha sahih olan budur. Çünkü İbn Ömer (radıyallahü anh)'ın hadisinde belirtildiğine göre onlar -cuma namazına yokça erken gittiklerinden ötürü- ancak cuma namazından sonra kaylûle uykusuna çekilir ve öğlen yemeğini yerlerdi.

9- Cuma Namazı Her Müslümana Farzdır:

Yüce Allah cuma namazını her müslümana farz kılmıştır. Bu, cumanın farz-ı kifaye olduğunu söyleyenlerin görüşlerini reddetmektedir. Bu görüş bazı Şafii ilim adamlarından nakledilmiştir. Konuyu gereği gibi tahkik etmemiş bazı kimseler Malik'ten onun bu namazın sünnet olduğunu söylediğini nakletmişlerdir. Halbuki ümmetin ve İmâmların Cumhûru cuma namazının farz-ı ayn olduğunu kabul etmişlerdir. Çünkü yüce Allah: "Cuma namazı için çağrıda bulunulduğu vakit Allah'ın zikrine koşun ve alışverişi bırakın" diye buyurmuştur.

Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'dan da şöyle buyurduğu sabittir: "Birtakım kimseler cumaları kılmamayı ya terkedecekler yahut Allah onların kalplerini mühürleyecek sonra da mutlaka gafillerden olacaklardır." İbn Huzeyme, Sahih, III, 175; Hâkim, Müstedrek, 1, 430; İbn Mâce, I, 357; Müsned, V, 300 (Katade"cleıV)

Bu ise cuma namazının vücubuna ve farziyetine dair apaçık bir delildir.

İbn Mace'nin Sünen'inde Ebû’l-Cadd ed-Damri'den -ki ashabdan idi şöyle dediği rivâyet edilmektedir: Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu ki: "Kim önemsemeyerek cumayı üç defa terkedecek olursa, Allah onun kalbini mühürler." Müslim, 11, 591; Dârimî, I, 444; Nesâî, III, HR; Dârimî, I, 444; İbn Mâce, I, 260; Müsned, II, 84. Hadisin senedi sahihtir.

Cabir b. Abdullah da şöyle demiştir: Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) dedi ki: "Kim bir zaruret olmaksızın üç cuma namazını terkedecek olursa, Allah onun kalbini mühürler. " Hâkim, Müstedrek, I, 415; Tirmizî, II, 373; Dârimî, 1, AU; Ebû Dâvûd, 1, 277; Nesâî, III, »S; İbn Mâce, 1,357

İbnul-Arabî dedi ki: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın: "Cuma namazına gitmek her müslüman üzerine farzdır." Ebû Ca'fer et-Tahâvî, Şerhu Meâni'l-Âsar, lîeyrur 1399. I. 116; İbn Abdi'l-Berr, et-Temhid, XIV, 148 dediği sabiltir.

10- Cuma Namazı İçin Abdest ve Gusül:

Yüce Allah, cuma namazına gitmeyi şartsız olarak mutlak bir ifade ile zikretmiş bulunmaktadır. Ancak bütün namazlar hakkında abdestli olmak şartı Kur'ân ve sünnette sabittir. Çünkü yüce Allah:

"Namaza kalkacağınız zaman yüzlerinizi... yıkayın." (el-Mâide, 5/6) diye buyurmaktadır. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) da şöyle buyurmuştur: "Allah abdestsiz hiçbir namazı kabul etmez. " Buhârî, 1, 63; Müslim, I, 204; Tirmizî, I, 5; Dârimî, I, 1H5; Ebû Dâvûd, 1, Ki; Nesâi, 1, 87, V, 56; İbn Mâce, I, 100; Müsned, II, 19, 39, 51, 57, 73, V, 74, 75

Bir kesim oldukça garip bir kanaat ileri sürerek cuma günü gusletmek farzdır demiştir. İbnul-Arabî der ki: Bu görüş batıldır. Çünkü Nesâî ve Ebû Davud'un Sünen'lerinde rivâyet ettiklerine göre Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Cuma günü abdest alan bir kimse için bu yeterlidir ve güzeldir. Kim de guslederse, gusletmek daha faziletlidir. " Tirmizî, II, 369; Nesâi, III, 94; /fert Mâce, I, 3<17; Müsned, V, 16; Tayalisi, Müsned, I, 1V2, 2H2

Müslim'in Sahih'inde de Ebû Hüreyre'den şöyle dediği rivâyet edilmiştir: Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu ki: "Kim cuma günü güzelce abdest alır, sonra cumaya gider hutbeyi güzel bir şekilde dinlerse Allah ona cumadan cumaya kadarki günahlarını üç gün fazlası ile birlikte bağışlar. Ancak kim çakıl taşlarına dokunacak olursa, o boş bir iş yapmış olur." Müslim, II, 580; Dârimî, I, 434; Tirmizî, II, 366; Müsned, 1. 29, 45; İbn Abdi'l-Berr, et-Tetnhid, X, 68, XIV, 147 Bu da (bu hususta) açık bir nastır.

Muvatta’'âa şu rivâyet geçmektedir: Bir adam cuma günü Ömer b. el-Hattâb hutbe irad ederken (mescide) girdi.,. (Bu şahıs) dedi ki: Sadece abdest aldım (ve hemen geldim.) Ömer: Sadece abdest te mi aldın, dedi? Halbuki sen de biliyorsun ki Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) gusletmeyi de emrediyordu. Ömer gusletmeyi emretmekle birlikte ona geri dönüp gitmesini emretmedi. İşte bu davranışı gusletmenin müstehab olduğu şeklinde anlaşıldığının delilidir. Bir kimse farza başlamış iken -ki burada cumada hazır olmak ve hutbeyi dinlemektir- onu bırakıp sünneti işlemeye geri dönmesi imkânsız bir şeydir. Bu uygulama ise ashabın ileri gelenlerinin huzurunda, muhacirlerin büyükleri Ömer'in etrafında iken ve Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın mescidinde olmuştur.

11- Cuma Bayram Gününe Rastlarsa:

Cuma bayram gününe rastladığı için sakıt olmaz. Bu, Ahmed b. Hanbel'in kanaatine aykırıdır. Çünkü o şöyle demiştir: Cuma ve bayram aynı güne denk gelirse, cumanın farzı kalkar. Çünkü bayram namazı cuma namazından öncedir ve insanlar bayram ile uğraşıp cuma namazını kılmaya vakit bulamazlar. Bu hususta Osman (radıyallahü anh)'ın bir bayram gününde Medine'nin el-Avali denilen yerinde sakin olan kimselere cumaya katılmama iznini vermiş olmasını delil diye gösterir. Halbuki ashabdan bir kimsenin görüşü ona muhalefet edilmiş ve bu konuda icma olmamış ise delil teşkil edemez. Diğer taraftan cuma namazı için gitmek emri diğer günlerde olduğu gibi bayram gününde de geçerli bir emirdir.

Müslim'in Sahih’inde en-Numan b. Beşir'den şöyle dediği rivâyet, edilmiştir: Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) iki bayram namazı ile cuma namazlarında el-Alâ Sûresi ve el-Gâşiye Sûresi'ni okurdu. Bayram ve cuma aynı güne rastladığı takdirde ise yine her iki namazda da bu iki sureyi okurdu. Bunu Ebû Davud, Tirmizî, Nesâî ve İbn Mace rivâyet etmiştir. Müslim, II, 59K; Tirmizî, II, 413; Dârimî, I, <İ43; Ebû Dâvûd, I. 293; Nesâî İÜ, 1H4; Müsned, 271, 273

12- "Allah'ın Zikri"nin Mahiyeti:

"Allah'ın zikrine" namaza demektir. Hutbe ve öğütler diye de açıklanmıştır. Bu açıklamayı Said b. Cübeyr yapmıştır,

İbnu'l-Arabî dedi ki: Doğrusu bunun hepsi hakkında vacib olduğudur. Bunun ilki ise hutbedir. İlim adamlarımız böyle demiştir. Ancak Abdu'l-Melik b. el-Mâcişûn hutbenin sünnet olduğu görüşündedir. Hutbenin vacib olduğunun delili ise alışverişi haram kılmasıdır. Eğer vacib olmasaydı, alışverişin haram olmasına sebep olmazdı. Çünkü müstehab olan bir şey, mubahı haram kılamaz.

Eğer zikirden maksat namazdır diyecek olursak, hutbe de namazdan sayılır. Kul da fiilen yüce Allah'ı tesbih ettiği gibi fiilen de Allah'ı zikreden olur.

ez-Zemahşerî dedi ki: Eğer: Yüce Allah'ı zikretmek, başka hususları ihtiva ettiği halde nasıl hutbe ile açıklanabilir, diye sorulursa, şu cevabı veririz: Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ı anmak, onu övmek, raşid halifelerine, müttaki mü’minlere övgülerde bulunmak, öğüt vermek ve hatırlatmak manasını ihtiva eden sözler de Allah'ı zikretmek hükmündedir. Bunun dışında kalan zâlimleri, onların lakablarını sözkonusu etmek, onları övmek, onlara dua etmeye -onların haketukleri ise bunun aksidir- gelince bu, şeytanı zikretmek cümlesindendir. Böyle bir zikir ise Allah'ı zikretmekten fersah fersah uzaktır.

13- Cuma Namazı Esnasında Alışverişin ve Benzeri İşlerin Haram Olması ve Bunların Haram Oluş Vakitleri:

"Ve alışverişi bırakın" âyeti ile yüce Allah cuma namazı kılındığı sırada alışverişi yasaklamakta ve cuma namazını kılmak farzına muhatab olan kimselere bu vakitte alışverişi haram kılmaktadır.

(Âyette sözü edilen) bey (veriş), şirasız (alışsız) olmaz. Bundan dolayı onlardan sadece birisinin anılması ile yetinilmiştir. Yüce Allah'ın:

"Sizi sıcaktan koruyacak elbiseler ve kendi gücünüzden koruyacak zırhlar bağışladı." (en-Nahl, 16/81) âyetinde olduğu gibi.

Özellikle alışverişin (bey’in) sözkonusu edilmesi çarşı pazarda bulunanların çoğunlukla uğraştığı işin o oluşundan dolayıdır. Cuma namazına gelmesi vacib olmayan kimselere alışveriş, yasaklanmaz.

Alışverişin haram olduğu vakit ile ilgili iki görüş vardır: Bir görüşe göre bu zevalden sonra başlayıp namazın bitirilmesine kadar devam eder. ed-Dahhak, el-Hasen ve Atâ bu görüştedir.

İkinci görüşe göre ise; hutbe ezanından başlayıp namaz vaktine kadar devam eder. Bu da Şafii'nin görüşüdür.

Malik'in görüşü ise cuma namazı için ezan okunulduğu vakit, alışverişin terkedilmesi şeklindedir. Bu vakitte yapılan alışverişler ona göre feshedilir. Ancak köle azad etmek, nikâh, talâk ve başka akitler fesholmaz. Zira insanların alışverişle uğraştıkları gibi bu gibi şeylerle uğraşmak adetlerinden değildir. (Maliki mezhebi âlimleri) derler ki: Şirket, hibe ve sadaka da aynı şekilde nadiren görülen işlerdendir. (Bundan dolayı) fesh olmazlar.

İbnu'l-Arabî dedi ki: Sahih olan hepsinin feshulacağıdır. Çünkü alışverişin yasaklanması onunla uğraşılması dolaylıyladır. Buna göre turna namazını kılmaktan alıkoyan bütün akitler şer'an haramdır ve bu konuda gerektiği gibi sakınılması için (red'an) fesholunurlar.

el-Mehdevî dedi ki: Kimi ilim adamlarının görüşüne göre belirtilen vakitte alışveriş caizdir ve buradaki yasağı mendubkığa yorumlamışlardır. Buna da yüce Allah'ın:

"Eğer bilirseniz bu sizin İçin daha hayırlıdır." âyetini delil göstermişlerdir.

Derim ki: Bu Şafii'nin görüşüdür. Ona göre (bu vakitte) yapılan alışveriş akdi sahihtir ve fesholmaz. ez-Zemahşerî de Tefsir'inde şöyle demektedir: Genel olarak ilim adamları bu işin (bu vakitte alışverişin), alışverişin fasid olması sonucunu vermediği görüşündedirler ve şöyle derler: Çünkü alışveriş bizatihi haram değildir. Ancak onunla uğraşmak vacib (farz) olan ile uğraşmaktan alıkoyduğundan dolayı (yasaklanmış)dır. Gasbulunmuş arazide ve elbisede namaz kılmak ile gasbolmuş su ile abdest almak gibi. Bazı kimselerden ise böyle bir alışverişin fâsid olduğu görüşü rivâyet edilmiştir.

Derim ki: Doğrusu bu alışverişin fâsid olduğu ve fesholacağıdır. Çünkü Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Bizim bu işimize uygun düşmeyen herbir iş merdudtur." Buhârî, II, 753, VI, 2675; Müslim, III, 343; Dârakutni, IV, 227; Ebû Dâvûd, IV, 200; İbn Mâce, I, 7; Müsned, VI, 180, 240, 256, 270

Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.

9 ﴿