11

Onlar bir ticaret veya bir eğlence gördükleri zaman seni ayakta bırakıp ona doğru yöneldiler. De ki: "Allah'ın yanındaki, eğlenceden de ticaretten de hayırlıdır. Allah rızık verenlerin en hayırlısıdır."

Bu âyete dair açıklamalarımızı onyedi başlık halinde sunacağız:

1- Âyetin Nüzul Sebebi:

"Onlar bir ticaret veya bir eğlence gördükleri zaman... ona doğru yöneldiler" âyeti hakkında Müslim'in Sahih 'inde Cabir b. Abdullah'tan gelen rivâyet şöyledir: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) cuma günü ayakta hutbe irad ederdi. Bir gün Şam'dan bir kervan geldi. İnsanlar ona doğru gittiler. Geriye sadece oniki kişi kaldı. -Bir rivâyette: onlardan birisi de bendim-, İşte Cumua Sûresi'ndeki şu:

"Onlar bir ticaret veya bir eğlence gördükleri zaman seni ayakta bırakıp ona yöneldiler." âyeti bunun üzerine indirildi Müslim, II, 590

Bir rivâyette de "aralarında Ebû Bekir ve Ömer (radıyallahü anhümâ) da vardı" denilmektedir Müslim, II, 590

el-Kelbî ve başkalarının zikrettiklerine göre bu kervanı getiren kişi Dihye b. Halife el-Kelbî'dir. Bu kervanı insanların açlık çektikleri ve fiyatların oldukça pahalandığı bir sırada Şam'dan gelmişti. Onunla birlikte insanların ihtiyaç duydukları buğday, un ve daha başka herşey vardı. Kervanı (Medine çarşılarından) Ahcaru'z-Zeyt denilen yerde konakladı. İnsanların geldiğini haber almaları için davul çalındı. Oniki kişi müstesna, (mescidde) bulunanlar çıkıp gitti. Kalanların onbir kişi olduğu da söylenmiştir.

el-Kelbî dedi ki: O sırada cuma namazı hutbesini dinliyorlardı. Hutbeyi bırakıp kervana koştular. Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile birlikte sekiz kişi kaldı. Bunu es-Sa'lebî, İbn Abbâs'tan nakletmiştir.

Dârakutnî Câbir b. Abdullah'ın şöyle dediğini rivâyet etmektedir: Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) cuma günü bize hutbe irad ederken yiyecek yüklü bir kervan geldi ve el-Baki'de konakladı O kervana yöneldiler ve (hutbeyi) bırakıp oraya gittiler. Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ı bıraktılar. Beraberinde benim de aralarında bulunduğum sadece kırk kişi kalmıştı. Yüce Allah da Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'a:

"Onlar bir ticaret veya bir eğlence gördükleri zaman seni ayakta bırakıp ona doğru yöneldiler" âyetini indirdi. Dârakutnî dedi ki: Bu isnadda "sadece kırk kişi" ifadesini yalnızca Ali b. Âsım, Husayn'dan diye gelen rivâyette söylemiştir Ancak Husayn'dan rivâyet edenler ona muhalefet ederek şöyle demişlerdir: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ile birlikte sadece uniki kişi kalmıştı. Dârakutnî, II, 4; Beyhaki, es-Sünenu'l-Kübrâ, III, 182

Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'dan da şöyle buyurduğu rivâyet edilmiştir: "Nefsim elinde olana yemin ederim ki, eğer hep birlikte çıkmış olsalardı, Allah bütün bu vadiyi onların üzerinde ateşle doldururdu." Bunu ez-Zemahşerî zikretmiştir, İbn Hibbân, Sahih, XV, 299; Taberî, Câmiu'l-Beyân, XXVIII, 104; İbn Kesîr, Tefsir, IV, 363; ayrıca bk. İbn Hacer, Fethu'l-Bârt, II, 424

Mürsel bir hadiste de bu oniki kişinin ismi zikredilmiş bulunmaktadır. Bunu Esed b. Mûsa b. Esed'in babası olan Esed b. Amr rivâyet etmiştir. Bu rivâyette şöyle denilmektedir: Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile birlikte sadece Ebû Bekir, Ömer, Osman, Ali, Talha, ez-Zübeyr, Sa'd b. Ebi Vakkas, Abdurrahman b. Avf, Ebû Ubeyde b. el-Cerrah, Said b. Zeyd, Bilal ve -iki rivâyetten birisine göre Abdullah b. Mesud, diğerine göre ise Ammar b. Yasir- kalmıştır.

Derim ki: Burada Cabir'in ismini vermemektedir. Müslim ise Cabir’in onlar arasında bulunduğunu belirttiği gibi Dârakutnî de böyle demiştir. Buna göre Peygamber ile birlikte kalanların sayısı onüç olmaktadır. Eğer Abdullah b. Mesud da onlarla birlikte ise o vakit sayılan ondört olur.

Ebû Davud "el-Merâsil" adlı eserinde hutbeyi dinlemeyi terketmenin, kendileri açısından bir sakınca olmadığını kabul etmelerinin sebebini de zikretmiş bulunmaktadır. Halbuki onların faziletlerine yakışan böyle bir şeyi yapmamaktır. (Ebû Davud) dedi ki: Bize Mahmud b. Halid anlattı, dedi ki: Bize el-Velid anlattı, dedi ki: Bana Muâz b. Bekr b. Marufun haber verdiğine göre o, Mukâtil b. Hayyân'ı şöyle derken dinlemiş: Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) -Önceleri- tıpkı bayram namazlarında olduğu gibi hutbeden önce cuma namazını kılardı. Nihayet bir cuma günü Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) cuma namazını kıldıktan sonra hutbe irad etmekte iken bir adam (mescide) girip şöyle dedi: Dılıye b. Halife el-Kelbî bir ticaret (kervanı) ile geldi. Dıhye geldi mi akrabaları tefler çalarak onu karşılardı. (Mescidde) bulunanlar da hutbeyi dinlemeyi terketmekte bir sakınca olmadığını zannederek çıkıp gittiler. Yüce Allah da:

"Onlar bir ticaret veya bir eğlence gördükleri zaman... ona doğru yöneldiler" âyetini indirdi. Bunun üzerine Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) cuma günü hutbeyi öne aldı ve namazı sonraya bıraktı. Bu yasaktan sonra herhangi bir kimse burun kanaması ya da herhangi bir sebep dolayısıyla Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'a başparmağı yanındaki (şehadet) parmağı ile işaret ederek Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'dan izin isteyip, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) da kendisine izin vererek etiyle işaret etmedikçe dışarı çıkıp gitmiyordu. Münafıklar arasında hutbe ve mescidde oturmak kendilerine ağır gelen kimseler vardı. Müslümanlardan bir kişi izin istedi mi bu münafık da onun arkasında gizlenerek onun yanında ayakta dikilir ve nihayet çıkar giderdi. Bu sefer yüce Allah:

"Aranızda birbirinizin arkasına gizlenerek, gizlice sıvışıp gidenlerinizi muhakkak Allah bilir" (en-Nûr, 24/63) âyetini indirdi Ebû Dâvûd, el-Merasil. s. 105

es-Süheylî dedi ki; Bu haber her ne kadar sabit bir yolla nakledilmemiş ise de Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'in ashabı hakkında beslememiz gereken hüsn-ü zan bunun sahih olmasını gerektirir.

Katade dedi ki: Bize ulaştığına göre ashab, bu işi üç defa yapmışlardır. Her seferinde de Şam tarafından bir kervan gelmiş idi ve bütün bunlar cuma gününe denk gelmişti.

Bir diğer görüşe; göre onların mescidden çıkışları Dıhye el-Kelbî'nin ticareti ile birlikte gelmesi ve onların geçmekte olan kervana bakışlarının faydasız bir iş oluşundan dolayıdır. Ancak bu eğer başka türlü olmuş olsaydı, günahı bulunmayan İşlerden olurdu. Fakat bu is, Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem)'dan yüz çevirmek ve onun huzurundan ayrılmak ile birlikte olduğundan, ağır ve büyük bir iş olmuş, bunun hakkında Kur'ân'dan âyet inmiş ve inen âyetler bunu "lehv; eğlence, oyalayıcı boş iş" ismi ile kötü ve çirkin bir davranış olarak nitelendirmiştir. Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem)'dan da şöyle dediği rivâyet edilmiştir: "Kişinin kendisiyle oyalandığı herbiriş hânidir. Onun ok atışı yapması... müstesnadır." Tirmizî, IV, 174; İbn Mâce, II, 940; İbn Ebi Şeybe, Mûsannef, IV, 229, V, 303; Bu hadis daha önce el-Enfâl Sûresi'nde (8/60. âyet, 1. başlıkta) geçmiş bulunmaktadır. Yüce Allah'a hamdolsun.

Câbir b. Abdullah dedi ki: Kızlar nikâhlandıklarında zurna ve davullarla geçirilirler. (Bu esnada) onlar da ona doğru gitmişlerdi. Bunun üzerine bu âyet nazil oldu.

Âyette zamirin ticarete raci olması, daha önemli oluşundan dolayıdır. Talha b. Mûsarrif ise;

"onlar bir ticaret veya bir eğlence gördükleri zaman... ona doğru yöneldiler" âyetini; diye (ticaret ve eğlence anlamındaki kelimelerin başına lam-ı tarif getirerek) okumuştur.

Manası: Onlar bir ticaret gördüklerinde ona doğru yöneldiler yahut bir eğlence gördüklerinde yine ona doğru yöneldiler şeklinde olduğu fakat delâleti dolayısıyla (ikinci "ona doğru yöneldiler" anlamındaki lâfzın) hazfedildiği de söylenmiştir. Şairin şu beyitinde olduğu gibi;

"Biz yanımızdakinden sen de yanında bulunandan

Razısın; fakat görüşler farklıdır."

Arapçada daha güzel olanın, zamirin iki isimden en son kullanılana irca edilmesi olduğu da söylenmiştir.

2- Cuma Namazı Kılınması İçin Gerekli Cemaat Sayısı:

İlim adamlarının cuma namazının kılınabilmesi için cemaat sayısının ne kadar olması gerektiği hususunda farklı görüşleri vardır.

el-Hasen, cuma namazı iki kişi ile kılınır derken, el-Leys ve Ebû Yusuf üç kişiyle, Süfyan es-Sevrî ve Ebû Hanife dört kişi ile, Rabia oniki kişi ile kılınır, demişlerdir.

en-Necad Ebû Bekr Ahmed b. Süleyman dedi ki: Bize Ebû Halid Yezid b. el-Heysem b. Tahmân ed-Dakkak anlattı. Bize Subh b. Dinar anlattı dedi ki: Bize el-Muâfâ b. İmrân anlattı. Bize Ma'kil b. Ubeydullah, ez-Zühri'den, Mus'ab b. Umeyr'e kadar ulaşan senedi ile anlattığına göre: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) kentlisini (Mus'ab)'ı Medine'ye gönderdi. Mus'ab, Sa'd b. Muâz'ın evinde misafir oldu, Oniki kişi oldukları halde onlara bir cuma namazı kıldırdı. O günde onlara (Sa'd) bir koyun kesti.

Şafii, kırk kişi ile kılınır demiştir. Ebû İshak eş-Şirazi "et-Tenbih ala Mezhebi'l-İmâmi'ş-Şafii" adlı eserinde şöyle demektedir; Âkil ve baliğ, hür ve ihtiyaç dışında yaz ve kış ayrılmamak üzere mukim bulunan kırk erkeğin bulunduğu herbir kasaba hutbenin başından cuma namazı kılınıncaya kadar hazır bulunmaları halinde; cuma namazını kılmak vacib olur.

Ahmed ve İshak da bu görüşü benimsemekle birlikle onlar bu şartlan koşmamışlardır.

Malik dedi ki: Eğer bir kasabada çarşı ve mescid bulunuyor ise sayı gözönünde bulundurulmaksızın onlara cuma namazı kılmak vacibtir.

Ömer b. Abdu’l-Aziz yazdığı mektubunda şöyle demiştir: Otuz tane evi bulunan herhangi bir kasaba ahalisine cuma namazı kılmak düşer.

Ebû Hanife dedi ki: Köylerde ve o hükümdeki kasabalarda yaşayanlara cuma vacib değildir. Bunların bu yerlerde cuma namazı kılmaları câiz olmaz. Ebû Hanife cuma namazının vacib olması ve kılınmasının sahih olabilmesi için cami bir mısır (şehir), otoritesi olan bir yönetici, çalışan bir çarşs Pazar ve akan bir ırmağının bulunmasını şart koşmuş, bu hususta Ali (radıyallahü anh)'ın şu hadisini (sözünü) delil göstermiştir: "Ancak cami (toplu hayatta gerekli idari ve alt yapısı bulunan kasaba ya da yerleşme merkezi) bir Mısır'da ve kendilerine yardımcı olabileceğin arkadaşlar arasında cuma namazı kılınır ve teşri tekbirleri getirilir."

Şu kadar var ki İbn Abbâs'ın rivâyet ettiği hadis bunu reddetmektedir. O dedi ki: Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın mescidindeki cuma namazından sonra cumanın ilk kılındığı yer bahreyn kasabalarından birisi olan Cuvâsâ diye anılan bir kasabadır.

İmâm Şafii'nin kırk kişi olmasını öngören görüşünün delili Dârakutnî'nin rivâyet ettiği daha önce belirttiğimiz Hadîs-i şerîftir Darakutnî, III, 1H2; Beyhaki, es-Sünenü'l-Kübra. III,

İbn Mace'nin Sünen'inde yine Darakutnî ile el-Beyhakî'nin Delâilu'l-Nubuvve adlı eserinde Abdurrahman b. Ka'b b. Malikten şöyle dediği rivâyet edilmektedir: Gözleri görmez olduğunda babamın elinden mtup ona yardımcı olan kişi ben idim. Onunla cuma namazına çıkıp ezanı işittiğinde Ebû Umaine'ye dua eder, onun için mağfiret dilerdi. (Abdurrahman) dedi ki:- Bu şekilde cuma namazı ezanını duydu mu mutlaka bu uygulamayi bir süre yapmaya devam etti. Ben kendisine: Babacığım dedim. Cuma ezanını işittiğin her seferinde Ebû Umame için mağfiret dilemen ne oluyor? Dedi ki; Yavrucuğum, o Medine'de Beyâdâoğulları Harresi diye bilinen ve Nakîu’l-Hadimât diye anılan bir düzlükte cuma namazı kılmak üzere müslümanları toplayan ve onlarla cuma namazı kılan ilk kişidir. Ben kendisine: O gün kaç kişi idiniz? dîye sordum. O: Kırk kişi, dedi Dârakutnî, II, 5; Ebû Dâvûd, I, 2H0; İbn Mâce, I, 343

Cabir b. Abdullah da şöyle demiştir: Sünnet her üç kişi arasından birisinin İmâm olması, her kırk ve bundan daha fazla sayıdakilerin cuma, kurban bayramı ve ramazan bayramı namazı kılmaları şeklinde gelmiştir. Çünkü bu sayıdaki kimseler bir cemaattir. Bunu Darakutni rivâyet etmiştir. Beyhaki, es-Sünenü'l-Kübra, III, 177

Ebû Bekr Ahmed b. Süleyman en-Necad dedi ki: Abdu'l-Melik b. Muhammed er-Rukagi'ye -benim de duyacağım bir şekilde- okundu: Bana Recâ b. Seleme anlattı, dedi ki: Bize babam anlattı, dedi ki: Bize Ravh b. Ğuteyf es-Sakafî anlattı, dedi ki: Bana ez-Zührî, Ebû Seleme'den anlattı dedi ki: Ben Ebû Hüreyre'ye: Cuma, katılan erkeklerin sayısı kaça ulaştığı takdirde vacib olur, diye sordum şöyle dedi: Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın ashabı elli kişiye ulaşınca, Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) onları cuma için biraraya getirdi. Yine Abdu'l-Melik b. Muhammed'e -benim de duyduğum şekilde- okundu, dedi ki: Bize Rcca b. Seleme anlattı dedi ki: Bize Abbad b. Abbad el-Mühellebî, Cafer b. ez-Zübeyr'den anlattı. Cafer, el-Kasım'dan, o Ebû Umame'den şöyle dediğini nakletti: Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu ki: "Cuma elli erkek kişiye vacibtir. Bundan daha aşağı sayıdakilere vacib değildir."

İbnu'l-Münzir dedi ki: İbn Ömer şu mektubu yazdı: Herhangi bir kasabada elli kişi biraraya geldi mi cuma namazını kılıversinler.

ez-Zührî de Devs'li Um Abdullah'tan şöyle dediğini rivâyet etmektedir: Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu ki; "Dört kişiden daha fazla sayıda kimse bulunmasa bile herbir kasabada cuma kılmak vacibtir." Burada "kasabalar (el-kurâ)" ile şehirleri kastetmektedir. Ancak bu rivâyet ez-Zührî'den sahih olarak nakledilmiş değildir Dârakutnî, 11, 7

Bir rivâyette de şöyle denilmektedir: "Cuma dördüncüleri İmâmları olan sadece üç kişi dahi bulunsa herbir kasaba ahalisine vacibtir." Ancak ez-Zührî'nin Devs'li Um Abdullah'tan hadis dinlediği sahih olarak sabit değildir. Burada (hadisin senedinde) sözü edilen el-Hakem (b. Abdullah) ise metruk (rivâyet ettiği hadis alınmayan) bir kimsedir Dârakutnî, II, 8

3- İmâmın (İslam Devlet Başkanının) İzni ve Onun Namazda Bulunması Cuma Namazının Sıhhati için Gerekli midir?:

İmâmın izni olmaksızın ve kendisi hazır bulunmaksızın cuma namazının kılınması sahihtir. Ebû Hanife ise; İmâmın yahutta onun halifesinin (vekil tayin ettiği kimsenin) bulunması cuma namazının şartlarındandır, demiştir.

Bizim delilimiz şudur; Küfe valisi el-Velid b. Ukbe bir gün gecikince İbn Mes’ûd ondan izin almaksızın cemaate namaz kıldırdı. Yine rivâyet edildiğine göre Alî (radıyallahü anh) Osman (radıyallahü anh)'ın evi muhasara altında tutulduğu gün cuma namazını kıldırmış ve ondan izin aldığına dair bir rivâyet nakkdilmcmiştir.

Medine valisi Said b. el-Âsım Medine'den çıkıp gittiğinde Ebû Mûsa'nın herhangi bir izin almaksızın insanlara cuma namazı kıldırdığı da rivâyet edilmiştir. Malik dedi ki: Allah'ın birtakım farzları vardır. Onun arzında bunları bir vali (İslâmî bir yönetici) ister üstlensin, ister üstlenmesin bunlar kaybedilemezler.

4- Tavanlı Bir Mescidin Bulunması Cuma Namazı Şartlarından mıdır?

Bizim (mezhebimize mensub) ilim adamlarımız cuma namazının eda şartlarından birisi tavanı bulunun bir mesciddir, demişlerdir. İbnu'l-Arabi bunun nasıl açıklanacağını bilemiyorum, demiştir.

Derim ki: Bunun açıklayıcı gerekçeleri yüce Allah'ın:

"Tavaf edenler... için Beyt'imi temizle!" (el-Hac, 22/26) âyeti ile:

"Allah'ın yüceltilmesine... izin verdiği evlerdedir." (en-Nûr, 24/36) âyetleridir.

"Ev(beyt)"in gerçek mahiyeti ise duvar ve tavanlarının bulunmasıdır Örfün anlamına göre bu böyledir. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.

5- Hutbe Verirken Ayakta Durmak:

"Seni ayakta bırakıp..." âyeti (şunu göstermektedir): Hutbe verdiğinde hatibin, minber üzerinde ayakla durması şarttır. Alkame dedi ki: Abdullah'a: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ayakta mı yoksa oturarak mı hutbe okuyordu diye soruldu, o: Sen

"Seni ayakta bırakıp..." âyetini okumadın mı? diye cevab verdi.

Müslim'in Sahih’inde Ka'b b. Ucre'den rivâyete göre o mescide girmiş ve Abdu'r-Rahmân b. Um el-Hakem'i oturarak hutbe verirken görünce şunları söylemiş: Yüce Allah:

"Onlar bir ticaret veya bir eğlence gördükleri zaman seni ayakta bırakıp ona doğru yöneldiler" diye buyurduğu halde bu pis herifin nasıl oturarak hutbe verdiğine bir bakınız. Müslim, II, 591; Beyhaki, es-Sünenü'l-Kübrâ, 111, 196; Nesâî, III, 102

Yine (Müslim) Cabir'den rivâyet ettiğine göre Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) ayakta hutbe verir, sonra oturur, sonra tekrar kalkıp yine hutbe verirdi. Her kim sana onun oturarak hutbe verdiğini haber verecek olursa, bil ki o yalan söylemiştir. Çünkü Allah'a yemin ederim ki, ben onunla birlikte ikibinden fazla namaz kılmışımdır Müslim, II, 5H9; Ebû Dâvûd, 1, 2K6; Müsned, V, 90, V. 99 'ikihin" yerine "yüz1 hıfzt ile

Fukahânın Cumhûru ve ilim adamlarının görüşü de budur. Ebû Hanîfe dedi ki: Ayakta durmak hutbenin şartı değildir. Rivâyet olunduğuna göre oturarak ilk hutbe veren kişi Muaviye'dir. Osman (radıyallahü anh) oldukça ihtiyarkıyıncaya kadar ayakta hutbe verdi, sonra oturarak hutbe verir oldu.

Denildiğine göre Muaviye'nin oturarak hutbe okuması yaşının ilerlemiş olmasından dolayı idi. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) ise ayakta hutbe verir, sonra oturur, sonra da yine ayağa kalkar, fakat otururken de konuşmazdı. Bunu da Cabîr b. Semure rivâyet ettiği gibi Ebû Dâvûd, I, 2tf6; Nesâî, III. 110. 1H6, 191, 191: İbn Mâce, I, 351; Müsned, V, 90, 99, 100; Beyhaki, es-Sünenü'l-Kübra, III, 197; Müsned, V 90, 91, 101, 93, 9S (4) Buhâri, I, 311; Müslim, II, ÎH9; Buhârî’de belirtildiğine göre İbn Ömer de böylece rivâyet etmiştir. İbn Mâce, I, 551; Müsned, I, 256 (İbn Abbâs'tan)

6- Hutbesiz Cuma Namazı Sahih Olmaz:

Cuma namazının gerçekleşmesi için hutbe şarttır. Hutbesiz cuma sahih olmaz. İlim adamlarının Cumhûrunun görüşü budur. el-Hasen ise hutbe müstehabtır demiştir. İbnu'l-Mâcişûn da böyle demiştir; Hutbe bir sünnettir, farz değildir. Said b. Cubeyr dedi ki: Hutbe öğlen farzının iki rekatının yerine geçer, bir kimse bu iki rekatı terkedip, cuma namazı kılacak olursa, öğle namazının iki rekatını terketmiş olur, Hutbenin vücubunun delili yüce Allah'ın:

"Seni ayakta bırakıp..." âyetidir. Bu bir yergidir, vacib de kendisini terkeden şahsın şer'an yerilmesine sebeb teşkil eden fiildir. Ayrıca Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) hutbe vermeden cuma namazı kılmamıştır.

7- Hutbe Verirken, Hatibin Bir Şeylere Yaslanması:

Hatib hutbe esnasında bir yaya ya da bir sopaya dayanır. İbn Mace'nin Sünen'inde dedi ki: Bize Hişam b. Ammar anlattı. Bize Abdu'r-Rahmân b. Sa'd b. Ammar b. Sa'd anlattı dedi ki: Bana babam, babasından, o dedesinden naklen anlattığına göre Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) savaş esnasında hutbe verdiği zaman bir yaya dayanarak hutbe verirdi. Cumada hutbe verdiği zaman ise bir sopaya dayanarak hutbe verirdi, İbn Mâce, I, 351

8- Hatib Minbere Çıkınca Cemaate Selam Verir mi?:

Şafii ve diğerlerine göre hatib minbere çıktı mı cemaate selam verir. Malik ise bu görüşte değildir. İbn Mace'nin, Cabir I). Abdullah'tan rivâyet ettiğine göre Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) minbere çıktı mı selam verirdi. İbn Mâce, I, 352

9- Abdestsiz Hutbe Vermek:

Hatib hutbenin tamamını ya da bir bölümünü abdestsiz verecek olursa, Malik'e göre kötü bir iş yapmış olur. Ancak abdestli olarak namazı kıldırdığı takdirde hutbeyi tekrar iade etmesi gerekmez. Abdestli olmanın vacib olup olmadığı hususunda Şafii'nin iki görüşü vardır, o cedid (yeni) mezhebinde bunu şart görürken, kadim (eski) görüşünde bunu şart koşmamıştır. Ebû Hanifenin görüşü de budur.

10- Hutbenin Asgarî Miktarı:

Hutbede yeterli gelen asgarî miktar Allah'a hamdetmesi, Peygamberine salât ve selâm getirmesi, Allah'ın takvasını tavsiye etmesi ve Kur'ân-ı Kerîm'den bir âyet okumasıdır. İkinci hutbede de birincisinde olduğu gibi (bu) dört hususun yerine getirilmesi icab eder. Şu kadar var ki birincisinde öngörülen bir âyet okumanın yerine (ikincisinde) dua etrnek vacibtir, fukahânın çoğunluğu böyle demiştir.

Ebû Hanife ise şöyle demektedir: Şayet sadece Allah'a hamdeder yahut Allah'ı teşbih eder yahut tekbir getirmekle yetinirse, bu kadarı da yeterlidir.

Osman (radıyallahü anh)'dan rivâyet edildiğine göre o minbere çıkmış ve: Elhamdülillah derken ona karşı sesler yükseltilince şöyle demiş: Ebû Bekir ve Ömer bu makama çıkacakları vakit söyleyecekleri sözleri önceden hazırlarlardı. Sizlerin ise (bugün) çok söz söyleyen bir İmâmdan çok iş yapan bir İmâma ihtiyacınız vardır. Pek yakında size hutbeler gelecektir (verilecektir); deyip sonradan minberden inmiş ve namazı kıldırmıştır. Bu ise ashab-ı kiramın huzurunda olmuştu. Kimse onun bu yapağına tepki göstermemişti.

Ebû Yusuf ve Muhammed de şöyle demişlerdir; Vacib olan kendisine hutbe denilebilecek kadar olan sözler söylemektir. Şafii'nin görüşü de budur. Ebû Ömer b. Abdi’l-Berr dedi ki: Bu hususta söylenmiş en sahih görüş budur.

11- Peygamber Efendimizin Hutbelerinde Okuduğu Âyetler ile Verdiği Hutbelerinden Örnekler:

Müslim'in Sahih'inde Yâlâ b. Umeyye'den rivâyete göre o Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ı minber üzerinde:

"Ey Malik... diye seslenecekler" (ez-Zuhruf, 43/77) âyetini okurken dinlemiştir, Müslim, II, 594; Buhâri, III, 1180, 1191, IV, 1N21: Tirmizi, II, 382; Müsned, IV, 223

Yine Müslim'de Abdurrahman kızı Amre'nin bir kızkardeşinden şöyle dediği rivâyet edilmektedir: Ben

"Kaaf, çok şerefli Kur'ân'a yemin ederim ki..." (Kaaf, 50/1) Sûresi'ni ancak Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın ağzından her cuma günü bu sûreyi minber üzerinde okuyup dinlemem sonucunda ezberlemişimdir." Müslim, II, 595; Müsned, VI, 435 Bu (rivâyet) daha önce Kaf Sûresi'nin baştaraflarında geçmiş bulunmaktadır.

Ebû Davud'un el-Merâsîl adlı eserinde ez-Zührî'den şöyle dediği rivâyet edilmektedir: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın hutbesinin başı şöyle idi:

"Hamd, Allah'a mahsustur. O'na haradeder, O'ndan yardım diler, mağfiretini isteriz. Nefislerimizin şerlerinden O'na sığınırız, Allah'ın hidayet verdiği kimseyi hiç kimse sapüramaz. O'nun saptırdığını da kimse doğruya iletemez. Şehadet ederiz ki Allah'tan başka hiçbir ilâh yoktur. Muhammed de O'nun kulu ve Rasûlüdür. O'nu hak ile kıyâmetin az öncesinden müjdeleyici ve korkutucu olmak üzere göndermiştir. Allah'a ve Rasûlüne itaat eden doğru yolu bulmuş demektir. Onlara İsyan eden kimse ise haddi aşmış, azmış demektir. Rabbimiz Allah'tan bizleri kendisine ve Rasûlüne itaat edenlerden, rızasına uyup, O'nu gazablandıran şeylerden uzak kalanlandan kılmasını dileriz. Şüphesiz ki biz O'nunla (hakkı bulabilir)iz ve yalnız O'na aidiz.!" Ebû Dâvûd, el-Merâsil, s. 102-103

Yine ondan şöyle dediği rivâyet edilmiştir: Bize ulaştığına göre Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) hutbe irad etti mi şöyle derdi:

"Gelecek olan herbir şey yakındır. Gelecek olanın uzak olması sözkonusu değildir. Kimsenin acelesi için Allah hiçbir şeyi çabuklaştırmaz. İnsanlar istedi diye hiçbir şeyi erkene almaz. İnsanların dilediği değil, Allah'ın dilediği (olur). Allah bir işin olmasını diler, insanlar bir başka iş ister. Fakat insanlar hoşlanmasa dahi Allah'ın dilediği olur. Allah'ın yakınlaştırdığını kimse uzaklaştıramaz, Allah'ın uzaklaştırdığını da kimse ytıkınlaştıramaz. Aziz ve celil olan Allah'ın izni ile olmadıkça hiçbir şey olamaz. " Ebû Dâvûd, el-Merâsil, s. 103

Câbir dedi ki: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) cuma günü hutbe verir. Allah'a hamd u senada bulunup peygamberlerine salât ve selâm getirdikten sonra şöyle derdi:

"Ey insanlar! Sizin için birtakım işaretler vardır. Sizin için tesbit edilen o işaretlere kadar gidiniz. Sizin varabileceğiniz bir son nokta vardır, Sizin için tesbit edilmiş o son noktaya kadar gidiniz. Şüphesiz ki mü’min kul, birisi geçip gitmiş ve Allah'ın hakkında ne hüküm vereceğini bilemediği, diğeri ise geri kalmış ve Allah'ın onda ne yapacağını bilemediği iki korku arasındadır. O bakımdan kul, kendi nefsinden yine kendisi için alacaklarını alsın, Dünyasından âhireti için, gençliğinden yaşlılığı için, hayattan ölüm gelmeden önce (bir şeyler) alsın. Nefsim elinde olana yemin ederim ki; ölümden sonra hiç kimsenin (radıyallahü anhbbini) razı etmesine dair isteği kabul edilmeyecektir. Dünyadan sonra ise cennet ya da cehennemden başka bir yurt yoktur. İşte ben bunu sizlere söylüyorum. Kendim için, sizin için Allah'tan mağfiret diliyorum." Deylemi, Firdevs, V, 278 -Hasanı Basri'den- fk-ylı;ıki, Şuabu'l-İmân, Vll, 360 -Hasan-ı Basri ismini zikretmediği bir s;ı lı;ı hin elen-

Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın Medine'ye geldiği sırada ilk cumada verdiği hutbe daha önceden geçmiş bulunmaktadır lik. el-Cumua, 62/H. âyetin tefsiri 2. başlık

12- Hutbeyi Dinleme Âdabı:

Hutbeyi dinleyen kimselerin hutbe dolayısıyla susmaları sünneten vacibtir. Sünnet olan, hutbeyi işitenin de, işitmeyenin de susmasıdır. İnşaallah her ikisi de aynı ecri alırlar. O esnada konuşan kimse lağvetmiş (boş iş yapmış) olur, fakat bundan dolayı namazı da bozulmaz.

Sahihte Ebû Hüreyre'den rivâyete göre Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Cuma günü İmâm hutbe okurken arkadaşına: Sus! diyecek olursan, sen lağvetmiş olursun." ) Buhârî, I, 316; Müslim, II, 5H3; Dârimî, I, 437, 43«: Ebû Dâvûd, I, 290; Nesâî, IV, 104, IH»; İbn Mâce, I, 352; Muvatta’, I, 103; Müsned, II, 272, 2M0, 393. 39fi, 4S=>, 51H, 432

ez-Zemahşerî dedi ki: Hutbeyi dinleyen kişi arkadaşına: Sus! diyecek olursa lağvetmiş olur. Peki ya hatibin kendisi bu hususta (yani hutbeyi uzatmak suretiyle) aşırıya gidecek olursa, lağvetmiş olmaz mi? İslâm'ın garibliğinden, günlerin uğursuzluklarından Allah'a sığınırız.

13- Cemaatin Hatibe Yönelmesi:

İmâm minbere çıktığı takdirde insanlar ona yönelirler. Çünkü Ebû Davud, Mürsel olarak Ebân b. Abdullah'tan şöyle dediğini rivâyet etmektedir: Cuma günü Adiy b. Sabit ile birlikte idim. İmâm (hutbeye) çıkınca -ya da minbere çıkınca dedi- ona doğru döndü ve dedi ki: Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın ashabı da Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem)'a böyle davranırlardı Ebû Dâvud, el-Merâsit, s. 99-100; Beyhaki, es-Sünenu'l Kübrâ, III, 19K

İbn Mace bunu Adiy b. Sabit'ten, o babasından diye rivâyet etmiş olup,isnadda fazladan şunu da belirtir: Babasından (rivâyetle) dedi ki; Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) minber üzerinde ayağa kalktı mı ashabı ona doğru yüzlerini çevirirlerdi, İbn Mace dedi ki: Bu hadisin (senedinin) muttasıl olacağını ümit ederim İbn Mâce, I, 360, ancak İbn Mâceye ait olduğu belirtilen kayıt yok. Derim ki; Hafız Ebû Nuaym dedi ki: Bize Muhammed b. Ma'mer anlattı dedi ki: Bize Abdullah b. Muhammed b. Naciye anlattı dedi ki: Bize Abbâd b. Yakub anlattı dedi ki: Bize Muhammed b. el-Fadl el-Horasanî anlattı, O Mansur'dan, o İbrahim'den, o Alkame'den, o Abdullah'tan dedi ki: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) minbere çıktı mı yüzlerimizi ona doğru çevirirdik. Bunu Mansur dan tek başına (münferiden) Muhammed b. el-Fadl b. Atiyye rivâyet etmiştir Ebû Ya'la’, Müsned, IX, 281-282

14- İmâm Hutbe Verirken Mescide Giren Namaz Kılar mı?:

İmâm hutbe verirken mescide giren kimse Malik -Allah'ın rahmeti üzerine olsun-'e göre (Tahiyyetu'l-Mescid) namazı kılmaz. İbn Şihab'ın -Allah'ın rahmeti üzerine olsun- ve başkalarının görüşü de budur. Muvatta’' da ondan şöyle dediği rivâyet edilmiştir: İmâmın minbere çıkması, namaz kılmayı sona erdirir. Onun konuşması da konuşmayı sonu erdirir Muvatta’, I, 103 Bu rivâyet mürseldir.

Müslim'in Sahih 'inde Cabir'in rivâyet ettiği hadise göre Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Cuma günü sizden herhangi bir kimse İmâm hutbe verirken gelecek olursa, hemen iki rekat kılıversin ve bunları kısa kessin. " Müslim, II, 597; İbn Huzeyme, Sahih, III, 167; İbn Hibbân, Sahih, VI, 247-24S; Beyhaki, es-Sunenü't-Kübrâ, III, 194; Dârakutnî, II. 14. Bu ise namaz kılınacağı hususunda açık bir ifade olup Şafii ve başkaları da bu görüştedir.

15- İmâm Hutbe Verirken. Uyumak:

İbn Avn, İbn Sîrîn'den şöyle dediğini rivâyet etmektedir: Bizden öncekiler İmâm hutbe verirken uyumayı mekruh kabul eder ve bu hususta ağır ifadeler kullanırlardı. İbn Avn dedi ki: (İbn Şîrîn) daha sonra benimle karşılaştı ve: Ne dediklerini biliyor musun? diye sordu (ve devamla) dedi ki: Böyleleri elleri boş dönen bir seriyyeye (sefere çıkan askeri birliğe) benzerler. Sonra dedi ki: Elleri boş dönenler ne demektir biliyor musun? Hiçbir ganimet elde edemeyenler, demektir.

Semura b. Cundüb'ten rivâyete göre Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu ki: "Sizden herhangi bir kimse uyuklayacak olursa arkadaşının oturduğu yere geçsin, arkadaşı da onun oturduğu yere geçsin." İbn Hibbân, Sahih, VII, 32 Hâkîm, Müstedrek, I, 428; Tirmizî, II, 404; Ebû Dâvûd, I, 292; Müsned, II, 22, 32; 135; hepsi de aynı manada az lafzi farkla, İbn Ömer'den.

16- Cuma Namazının Şimdiye Kadar Sözünü Etmediğimiz Diğer Bazı Faziletleri ve Farz Oluşu:

Burada daha önce sözünü etmediğimiz cuma namazının fazileti ve farz oluşu ile ilgili bazı açıklamalarda bulunacağız.

Hadis İmâmlarının Ebû Hüreyre (radıyallahü anh)'dan rivâyetine göre Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) cuma gününü sözkonusu ederek: "Bugünde öyle bir an vardır ki, namaz kılan müslüman bir kul, bu anı denk düşürüp yüce Allah'tan bir şey isteyecek olursa, mutlaka Allah o kimseye o istediğini verir." diye buyurdu ve eliyle bu anın oldukça kısa bir an olduğunu işaret etti. Buhârî, 1, 316, V, 2029, 2350; Müslim, II, 583, >H4; Tirmizî. II, 362; Nesâî, III. 115, İbn Mâce, I, 360, Muvatta’, I, 108; Müsned, II, 235, 255, 272, 2H0, 2«4...

Müslim'in Sahih’inde Ebû Mûsa'dan şöyle dediği rivâyet edilmektedir: Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ı şöyle buyururken dinledim: "O İmâmın (hutbe İçin) oturması ile namazın biteceği vakte kadarki süre arasındadır." Müslim, II, 5S4; Dârimi, I, Mi; Ebû Dâvûd, I, 276; Müsned, II, 272’de Ebû Saki el-Mııtlri ile Ebû Hüreyre'den gelen bir rivâyette bu anın "ikindiden sonra" olduğu açıklanmaktadır.

Enes'ten gelen hadiste belirtildiğine göre Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) bir gün yanımıza çıkmakta gecikti. Yanımıza çıkıp gelince: Bir süre geç kaldın, dedik; şöyle buyurdu: "Çünkü Cebrâîl bana üzerinde siyah bir nokta bulunan beyaz bir aynayı andırır bir şey ile yanıma geldi. Ben: Bu nedir, ey Cebrâîl, dedim o dedi ki: Bu cumadır. Onda hem senin için, hem ümmetin için bir hayır vardır. Yahudilerle, hristiyanlar bugüne denk gelmek istediler de isabet ettiremediler. Allah sizi bugüne iletti. Ben: Ey Cebrâîl ya şu siyah nokta nedir? dedim, şöyle dedi: Bu cuma gününde olup denk düşüren her müslüman kulun, Allah'tan bir hayır isteyip de mutlaka onu o kimseye verdiği yahutta onun bir benzerini onun için kıyâmet gününe sakladığı ya da onun gibi bir kötülüğü ondan geri çevirdiği o malum andır. Şüphesiz ki o gün Allah nezdinde günlerin en hayırlısıdır ve şüphesiz cennetliler o güne "el-mezîcT günü ismini verirler" diye hadisi zikretti. Ebû Yala, Müsned, VII, 22H; Tebarâni, Evsaf, VII, 15.

İbnu'l-Mübarek ve Yahya b. Sel lam dedi ki: Bize el-Mesudi, el-Minhâl b. Amr'dan anlattı. O Ebû Ubeyde b. Abdullah b. Utbe'den, o İbn Mes’ûd'dan naklen dedi ki: Cumaya gitmekte birbirinizle yarışınız. Şüphesiz ki şanı yüce Allah her cuma günü cennetliklere beyaz kâfurdan bir tepe üzerinde görünür. Onlar bu günde ona yakın olurlar, -İbnu'l-Mübarek dedi ki-: Dünyada iken cumaya çabuk gidişlerindeki kadarıyla... İbnül-Mübarek, Zühd, I, 131; Abdullah b. Ahmed, es-Sünne, Demmâm, 1406, I, 259 Yahya b. Sellam da dedi ki: Dünyada iken cumaya gitmek için hızlı davrandıkları gibi... (Yahya) şunu da eklemektedir: Onlara daha önce hiçbir şekilde görmedikleri türden keramet (yüce makam ve lütuflar) ihsan eder. Yahya dedi ki: Ben el-Mesudi'den başkasının bu rivâyette şunu da eklediğini duydum: İşte bu da yüce Allah'ın:

"Yanımızda fazlası da var" (Kaf, 50/35) âyetinin anlattığıdır Yahya b. Sellâmın naklettiği bu bölümü büyük bir kısmıyla Abdullah b. Ahmed, es-Sünne, I, 259'da zikretmektedir.

Derim ki: Hadisteki "bir tepe üzerinde" ifadesinden kasıt cennet ehlidir. Onlar bir tepe üzerinde bulunacaklar demektir. Nitekim el-Hasen yaptığı rivâyette şöyle demektedir: Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu ki: "Şüphesiz cennetlikler her cuma gününde kâfurdan bir tepe üzerinde Rabblerine bakacaklardır. Bu uzayıp giden tepenin iki ucu görünmez. Orda her iki kıyısı misk olan bir nehir akar. Üzerinde Kur'ân'ı öncekilerin de, sonrakilerin de duyduğu en güzel seslerle okuyacak cariyeler bulunacaktır. Evlerine geri döndüklerinde herbir kişi bu cariyelerden dilediğinin elinden alıp gider. Daha sonra inciden köprüler üzerinden geçerek evlerine giderler. Eğer yüce Allah onlara evlerini göstermeyecek olursa, yüce Allah'ın her cumada onlara yeniden yaratacağı şeyler dolayısıyla kendiliklerinden evlerinin yolunu bulamazlar." Bunu Yahya b. Sellam zikretmiştir. ulaşabildiğimiz kaynaklarda bu lafızı tesbit edemedik.

Enes'ten de şöyle dediği rivâyet edilmiştir: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu ki: "İsraya götürüldüğüm gece Arşın altında yetmiş tane şehir gördüm. Herbir şehir sizin bu şehirlerinizin yetmiş kat büyüklüğündedir. Allah'ı teşbih ve takdis eden meleklerle doludur. Teşbihlerinde: Allah'ım, cuma gününe hazır bulunan kimselere mağfiret buyur. Allah'ım, cuma günü gusleden kimselere mağfiret buyur, derler." Bu hadisi es-Sa'lebi zikretmiştir.

Kadı eş-Şerif Ebû'l-Hasen Ali b. Abdullah b. İbrahim el-Haşimi el-İsevî -Îsa b. Ali b. Abdullah b. Abbas (radıyallahü anh)'ın soyundandır- sahih bir sened ile Ebû Mûsa el-Eş'arî'den rivâyet ettiğine göre Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Aziz ve celil olan Allah kıyâmet gününde günleri gerçek şekilleri ile varedeceği; cuma gününü aydınlık bir çiçek gibi var edecektir. Cumaya devam edenler etrafını eşine zifaf için hazırlanan gelin gibi etrafını saracaklardır. Onların önünü aydınlatacak, onlar da ışığında yürüyeceklerdir. Renkleri kar gibi beyaz, kokulan misk gibi etrafa yayılacaktır. Kâfurdan dağlarda dolaşacaklar. Bütün cinler, melekler hayretle onların yol alışlarına bakacaklardır. Onlar cennete girecekler ve Allah'tan ecir bekleyerek ezan okuyan müezzinler dışında kimse de onlarla birlikte olmayacaktır." İbn Huzeyme, Sahih, III, 117; Hâkim. Müstedrek, I, 412; Beyhakî, Şuabu'l-îman, III, 113

İbn Mace'nin Sünen'inde Ebû Hüreyre'den rivâyete göre Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Cuma bir dahaki cumaya kadar -büyük günahlar işlenmediği sürece- ikisi arasındakilere keffaret teşkil eder." Bu hadisi bu manada Müslim de rivâyet etmiştir. İbn Mâce, I, 345; Müslim, I, 209; Tirmizî, I, 4lü; Müsned, II, 494

Evs b. Evs es-Sakafi'den dedi ki: Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ı şöyle buyururken dinledim: "Kim cuma günü başını yıkar ve(ya) gusledip erken vakitte çıkar ve binmeksizin yürüyerek erkence gider, İmâma yakın bir yerde oturup hutbeyi dinleyip boş bir iş yapmazsa, attığı herbir adım karşılığında onun için bir yıllık oruç tutmuş ve namaz kılmış gibi ecir yazılır. " Ebû Dâvûd, I, 95; İbn Hibbân, Sahih, Vlt, 20; Hâkim, Müstedrek, I, 418; Beyhaki, es-Sünenü'l-Kübra, HI, 229; Taberâni, Kebir, I, 215; Beyhakî, Şuabu'l-îman, III, 97; (hadisin bazı lâfızlarının tercemesi, hadisin sonunda İbn Hihbanın ve Beyhâki nin Şuab'da yaptığı açıklamalara göre yapılmıştır).

Cabir b. Abdullah'tan dedi ki: Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) bize hutbe İrad ederek buyurdu ki: "Ey insanlar! Ölmeden önce Allah'a tevbe ediniz. İşlerle meşgul olmadan önce salih ameller işlemekte elinizi çabuk tutunuz. Sizinle Rabbinizin arasındaki bağı O'nu çokça zikretmek, gizli açık hallerde çokça sadaka vermek suretiyle sağlamlaştınnız ki size rızık verilsin, yardım olunsun ve mükâfat verilsin. Bilin ki Allah sizlere bulunduğum bu yerde, içinde bulunduğum bu ayda, bu yılda kıyâmet gününe kadar cumayı farz kılmıştır, ben hayattayken yahutta vefatımdan sonra her kim -âdil ya da zalim bir İmâmı bulunduğu halde- onu hafife alarak ya da inkâr ederek terkedecek olursa, Allah onun iki yakasını bir araya getirmesin. İslerinde ona bereket ihsan etmesin. Hatta şunu bilin ki onun namazı da olmaz, zekâtı da olmaz, haccı da olmaz. Hatta onun orucu da olmaz, iyilikleri de olmaz. Tevbe edinceye kadar... Kim tevbe ederse Allah da onun tevbesini kabul eder. Şunu bilin ki; kesinlikle hiçbir kadın bir erkeğe İmâm olamaz. Bedevi bir Arap, bir muhacire İmâm olamaz. Günahkâr bir kimse, mü’min bir kimseye İmâm olamaz. Ancak kılıcından ya da kamçısından korktuğu bir sultanın bu hususta onu baskı altında mecbur tutması hali müstesnadır." İbn Mâce, I, 343; Beyhaki, es-Sünenü'l-Kübrâ, III, 171; Ebû Yala, Müsned, III, 3S2; Abd b. Humeyd, Müsned, s. 344; hadisin senedine dair değerlendirme için bk. Beyhaki, aynı yer; İbn Adiyy el-Kâmil, IV, 181

Meymun b. Ebi Şeybe dedi ki: Haccac ile birlikte bir cuma kılmak istedim. Gitmek üzere hazırlandım, sonra şöyle dedim: Ben nereye gidiyorum. Şu günahkâr kimsenin arkasında namaz mı kılacağım? Bir sefer: Gideyim dedim, bir sefer gitmeyeyim dedim. Sonra da gitmekte karar kıldım. Evin bir tarafından birisi bana şöyle seslendi:

"Ey îman edenler! Cuma günü namaz için çağrıda bulunulduğu vakit Allah'ın zikrine koşun ve alışverişi bırakın,"

17- Allah'ın Yanında Bulunanlar Dünyalıklardan Hayırlıdır:

"De ki:'Allah'ın yanındaki eğlenceden de, ticaretten de hayırlıdır"

âyeti iki şekilde açıklanmıştır. Birincisine göre Allah'ın yanındaki namazınızın sevabı sizin eğlence zevkinizden ve ticaretinizin sağladığı faydadan daha hayırlıdır. İkincisine göre Allah'ın sizin için ayırmış olduğu rızkınız, elde eniğiniz eğlence ve ticaretinizden daha hayırlıdır.

Ebû Recâ el-Utaridî:

"Allah'ın yanındaki eğlenceden de, ticaretten de hayırlıdır" anlamındaki âyeti; “Îman edenler için..." ziyadesiyle okumuştur.

"Allah rızık verenlerin en hayırlısıdır." Yani O rızık verenlerin, rızıklandıranların en hayırlısıdır. O halde O'ndan isteyiniz. Onun yanındaki dünya ve âhiret hayırların: elde etmek için O'na itaat ile O'ndan yardım isteyiniz.

(Cumua Sûresi burada sona ermektedir. Allah'a hamd olsun).

11 ﴿