16

Ve eğer onlar, o yol üzere dosdoğru gitseler, elbette biz onlara bol su içirirdik;

"Ve eğer onlar, o yol üzere dosdoğru gitseler..." bu âyet, yüce Allah'ın âyetindendır. Yani eğer bu kâfirler îman ederlerse, elbetteki biz dünya hayatında onlara bolluk veririz, rızıklarını genişletiriz.

Bu ifadeler, vahyolunanlar arasında bunlar da vardır, demektir. Bana şu da vahyolundu ki: Eğer onlar o yol üzere dosdoğru gitseler... demektir.

İbn Bahrin naklettiğine göre, bu sûrede yer alan "nun" harfi şeddeli, hemzesi kes reli her: Şüphesiz gerçekten" Kur'ân'ı dinleyen ve bunun üzerine kavimlerine onları uyarıp, korkutmak üzere geri dönen cinlerin sözlerini aktarır. Buna karşılık şeddesiz (ve hemzesi) üstün olan herbir; ise Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem)'a vahyedilen buyrukları ifade eder.

İbnu'l-Enbârî dedi ki: Diğerlerini kesreli okurken; Ve eğer onlar... dosdoğru gitseler" lâfzında "hemze"yi üstün okuyan tam bir yemin ifadesini takdir ederek okumuş olur ki; bu ifadenin açılmış hali; Allah'a yemin olsun ki eğer onlar o yol üzere dosdoğru gitseler..." takdirindedir. Konuşma esnasında 'Allah'a yemin olsun ki eğer kalkarsan, elbette ben de kalkarım" anlamında; ile denilir. Şair de şöyle demektedir:

"Allah'a yemin ederim, eğer sen hür bir kimse olsa idin,

Ki esasen hür de değilsin, azad edilmiş birisi de değilsin."

(Bu) şeddesiz olanından öncekileri üstün olarak okuyanlar ise bunu -yani şeddesiz olanı "Bana şu vahyolundu ile; Ve eğer onlar... dosdoğru gitseler" âyetine ya da;

"Ona îman ettik" (13. âyet) âyetine nesak ile (atf İle) veya;

"Ve eğer onlar... dosdoğru gitseler" takdirinde okumuşlardır.

(16. âyetin başındaki) şeddesiz olan; kadarki bu edatların hepsini kesreli okuyan kimselerin bunu;

"Bana vahyolundu" âyetine yahutta;

"Ona îman ettik" (13- âyet)'e alf ile okumaları ve "yemin" takdirine ihtiyaç duymamaları da mümkündür.

"Eğer" lâfzının "vav" harfi arka arkaya iki sakinin gelmesi dolayısıyla genel olarak kesreli okunmuştur. İbn Vessâb ve el-A'meş ise "vav" harfini ötreli okumuşlardır.

"Bol su": "Pek geniş ve fazla su" demektir. Yedi yıl süreyle onlara yağmur yağdırılmamıştı. "Pınardan bol su kaynadı, kaynar" denilir. Bu şekilde suyu bol olan pınar da; diye nitelendirilir.

Maksadın bütün insanlar olduğu da söylenmiştir. Yani:

"Ve eğer onlar, o yol üzere, dosdoğru gitseler" hak, îman ve hidâyet yolu üzerinde dosdoğru yürüyüp, itaatkâr mü’minler olsalar

"elbette biz onlara bol" çok miktarda

"su İçirirdik. Onları bu konuda deneyelim diye." Yani bu nimetlere karşı bu yolla onların nasıl şükrettiklerini sınayalım diye.

Ömer (radıyallahü anh) bu ayeti kerîme hakkında şöyle demiştir: Su nerede olursa orada mal da olur, mal nerede bulunursa orada da fitne (denenme) olur. Buna göre:

"Onlara ... içirirdik" âyeti dünyalıklarını onlara bol bol verirdik, demektir. İşte çok miktarda su da buna örnek olarak verilmiştir Çünkü hayır ve rızkın tamamı yağmur ile gelir. Ondan dolayı yağmur onun yerine zikredilmiştir. Yüce Allah'ın şu âyetinde olduğu gibi:

"Eğer o ülke halkı îman edip de sakınmış olsalardı üzerlerine gökten ve yerden nice bereketler açardık." (el-A'raf, 7/96);

"Ve eğer onları Tevrat'ı, İncil'i ve Rabbleri katından kendilerine indirileni gereği gibi uygulasalardı, şüphesiz üstlerinden ve ayakları altından (rızıklarıni) yerlerdi." (el-Mâide, 5/66) Bu da yağmur sebebiyle (böyle olurdu) demektir. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.

Said b. el-Müseyyeb, Atâ b. Ebi Rebâh, ed-Dahhak, Katade, Mukâtil , Atiyye, Ubeyd b. Umeyr ve el-Hasen şöyle demişlerdir: Allah'a yemin ederim ki, Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın ashabı, sözü dinleyen ve itaatkâr kimselerdi. O bakımdan Kisra'nın, Kayser'in, Mukavkıs'ın ve Neeaşi'nin hazineleri fütuhat ile onlara verildi. Bunlarla fitneye maruz kaldılar ve İmâmlan üzerine atılarak onu öldürdüler. Bununla kastettikleri kişi Osman b. Affan (radıyallahü anh)'dır.

el-Kelbî ve başkaları ise şöyle demektedir:

"Ve eğer onlar o yol üzere dosdoğru gitseler" yani gitmekte oldukları küfür yolunu sürdürecek olup da hepsi kâfir kalmaya devam etselerdi, Biz de onlara karşı bir tuzak olmak ve onları derece derece azaba yaklaştırmak üzere bu hususta fitneye düşsünler ve bu sebeble onları dünyada ve âhirette azaplandıralım diye azıklarını onlara genişletirdik. Bu, er-Rabi b. Enes, Zeyd b. Eslem, onun oğlu, el-Kelbî, es-Sümâlî, Yemân b. Rebab, İbn Keysan ve Ebû Miclez'in görüşüdür. Onlar buna delil olarak yüce Allah'ın şu âyetlerini göstermişlerdir:

"Onlar kendilerine hatırlatılan şeyi (öğüdü) unutunca, Biz de üzerlerine herşeyin kapılarını açtık." (el-En'âm, 6/44);

"Eğer insanlar tek bir ümmet olmayacak olsalardı, Rahmâna kâfir olanların evlerinin tavanlarını, üzerlerine çıkacakları merdivenleri, gümüşten yapardık." (ez-Zuhruf, 43-33)

Ancak birinci görüş doğruya daha yakın görülmektedir. Çünkü buradaki "tarikat (o yol)" "elif, lam" ile marife olarak gelmiştir. O halde bu yolun hidâyet yolu olması daha uygundur. Çünkü dosdoğru oluş (istikamet), ancak hidâyet ile birlikte sözkonusudur. Müslim'in Sahih'inde de Ebû Said el-Hudri (radıyallahü anh)'dan şöyle dediği rivâyet edilmektedir: Rasülullah (sallallahü aleyhi ve sellem) buyurdu ki: "Sizin için en korktuğum şey, Allah'ın sizin için çıkartacağı dünya hayatının süsüdür." Ashab; Dünya hayatının süsü ne demektir? diye sordu, Peygamber: "Yeryüzünün bereketleridir..." diye buyurdu, dedi ve hadisin geri kalan bölümünü zikretti. Müstim. II, 728

Yine Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: "Allah'a yemin ederim ki sizin için fakirlikten korkmuyorum. Ben sizin adınıza sizden Öncekilere bollukla verildiği gibi dünyanın da size bollukla verileceğinden ve onlar bu hususta birbirleriyle yarıştıkları gibi, sizin de bu dünyalıkta birbirinizle yarışacağınızdan, onları helâk ettiği gibi (bu dünyalığın) sizi de helâk edeceğinden korkuyorum." Buhâri, V, 2361; Müslim, IV, 2273; Tirmizî, IV, 640; İbn Mâce, II, 1324; Müsned, IV İ 37, 327

16 ﴿