3

Gerçekten Biz ona yolu gösterdik. İster şükredici olsun, ister nankör olsun.

"Gerçekten Biz ona yolu gösterdik." Ona hidayet ve sapıklık yollarını, hayrı ve şerri peygamberleri göndermek suretiyle açıkladık ve tanıttık, O bakımdan o îman etti ya da küfre saptı. Yüce Allah'ın:

"Ve biz ona iki de yol gösterdik."(el-Beled, 90/10) âyetine benzemektedir.

Mücahid dedi ki: Yani biz ona bedbahtlığa ve mutluluğa giden yolu açıklayıp, gösterdik. ed-Dahhak, Ebû Salih ve es-Süddi şöyle demiştir: Burada

"yol"dan kasıt, rahimden çıkmasıdır. Tabiatı gereği ve mükemmel aklı sayesinde görebildiği faydaları ve zararlarıdır, diye de açıklanmıştır.

"İster şükredici olsun, ister nankör." Yani o bunlardan hangisini yaparsa yapsın, Biz, ona gerekli açıklamaları yapmış bulunuyoruz.

Kufeli nahivciler dedi ki; (Âyette yer alan): ister" lâfzının bünyesindeki: burada ceza (şartın cevabı) hükmündedir. ise fazladan gelmiştir. Yani: Biz, ona yolu açıklamış bulunuyoruz. Eğer şükrederse (mükâfat görür) yahut nankörlük ederse (ceza görür)" demektir. el-Ferrâ'' da bu açıklamayı tercih etmiş olmakla birlikte Basralılar bunu kabul etmezler. Çünkü onlara göre şart edatı, daha sonrasında fiil takdir edilmedikçe isimlerin başına gelmez Kûfelilerin takdirinde fiilin başında kullanılmakla birlikle, âyetin nazmında böyle değildir.

Anlamın şöyle olduğu da söylenmiştir: Biz, ona doğru yolu gösterdik. Yani bu hususa dair delilleri ortaya koymak suretiyle ona tevhid yolunu açıkladık. Sonra Biz, onun için hidayeti yaratacak olursak, o da hidayet bulur ve îman eder. Eğer onu tevfikimize mazhar kılmazsak kâfir olur. Bu da bir kimseye: Ben sana öğüt verdim, istersen kabul et, istersen terket" demeye benzer ki bu: İstersen" (derken başa fe harfi getirmek) anlamındadır fakat "fe" söylenmeyip hazfedilmektedir.

"İster nankör olsun" âyeti da böyledir. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır. Ona yolu gösterdim" denilebildiği gibi (harf-i cer kullanarak) de de denilebilir. Bu husus daha önceden el-Fâtiha Sûresi'nde (1/6. âyetin tefsirinde) ve başka yerlerde (mesela, el-Bakara, 2/2. âyet, 3. başlıkta) geçmiş bulunmaktadır.

Yüce Allah, burada

"şükredici (şâkir)" ile

"nankör (kefûr)"u birlikte zikrettiği halde, her ikisinin de mübalağa anlamını ihtiva etmeleri açısından ortak vezinleri olan

"şekur" ile

"kefur" şekillerini bir arada zikretmemiştir. Buna sebep, şükürde mübalağanın (aşırılığın) sözkonusu olmayacağım, buna karşılık bunun küfürde sözkonusu olacağını anlatmaktır. Çünkü yüce Allah'a gereği gibi şükür sözkonusu değildir. Bundan dolayı şükürde mübalağa mevzu bahis olmaz; fakat küfürde (ve nankörlükte) mübalağa sözkonusudur. Bundan dolayı, insan üzerindeki nimetlerin çokluğu dolayısıyla onun şükrü azdır, ona yapılmış olan ihsanlarla birlikte az gibi görünse dahi, küfrü (ve nankörlüğü) Lse pek çoktur. Bu açıklamayı el-Maverdi nakletmiştir.

3 ﴿