6

O zaman onlar, o ateşin etrafında oturuyorlar;

"O zaman onlar, o ateşin etrafında oturuyorlar(di)." Yani o hendekleri açıp ateşin üzerinde oturanlar, mü’minleri o ateşe atıyorlardı. Bunlar Îsa ile Muhammed (ikisine de selam olsun) arasındaki fetret döneminde Necran denilen yerde idiler. Onlara dair hadisi rivâyet edenler, bazı farklılıklarla birlikte rivâyetlerinin anlamı birbirine yakındır.

Müslim'in Sahih'inde Suhayb'dan rivâyete göre, Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

"Sizden öncekiler arasında bir kral vardı, Onun bir de sihirbazı vardı. Bu sihirbaz yaşlanınca krala dedi ki:

"Ben artık yaşlandım. Sen bana genç birisini gönder de ona büyüyü öğreteyim." Kral ona büyüyü öğretmek üzere bir genci gönderdi. Bu gencin gidip geldiği yolda bir rahib vardı. Onun yanına oturup sözlerini dinledi, hoşuna gitti. Bundan dolayı, büyücüye gidip geldiğinde rahibe de uğrar, onun yanında otururdu Büyücüye varınca, büyücü onu döverdi. Bu halini rahibe anlatıp şikâyette bulundu. Rahib ona:

"Büyücüden korkacak olursan "ailem beni geç gönderdi", dersin. Ailenden korkacak olursan, "büyücü benî alıkoydu", dersin." O bu halde iken, insanları bir yerde alıkoymuş pek büyük bir hayvan ile karşılaştı.

"Bugün büyücünün mü üstün, rahibin mi üstün olduğunu öğreneceğim gündür," dedi. Bir taş aldı ve:

"Allah'ım, eğer rahibin durumu Senin tarafından büyücünün durumundan daha çok sevilen bir hal ise, bu hayvanı öldür ki, insanlar yollarına devam edebilsinler" dedi ve taşı attı, O hayvanı öldürdü. İnsanlar da yollarına devam ettiler.

Rahibe giderek durumu bildirdi. Rahib ona:

"Evladım" dedi. "Bugün sen benden daha üstünsün. Sen gördüğüm şu hale ulaşmış bulunuyorsun. Şüphesiz pek yakında sen birtakım belalarla sınanacaksın. Eğer sınanacak olursan, sakın beni kimseye söyleme."

Delikanlı anadan doğma körü, abraşı iyileştiriyor, insanların diğer hastalıklarını tedavi ediyordu. Kral ile birlikte oturup kalkan kör birisi bu durumu işitti. Ona pek çok hediyeler götürerek dedi ki:

"Eğer bana şifa verecek olursan, buradakilerin hepsi senin olacaktır." Delikanlı:

"Ben kimseye şifa veremem" dedi. "Şifayı ancak Allah verir. Eğer sen Allah'a îman edecek olursan, ben de Allah'a dua eder, sana şifa verir." Bu şahıs Allah'a îman etti, Allah da ona şifa verdi.

Krala giderek önceden yanında oturduğu gibi oturdu. Kral ona:

"Senin yeniden görmeni sağlayan kimdir?" diye sordu, O:

"Rabbimdir", dedi. Kral:

"Senin benden başka bir rabbin de mi varmış?" deyince, arkadaşı:

"Benim de Rabbim, senin de Rabbin Allah'tır," dedi. Kral onu yakalattı ve delikanlıyı gösterinceye kadar ona işkence edip durdu. Delikanlı getirilince kral ona:

"Evladım" dedi senin büyücülüğün anadan doğma körü ve abraşı iyileştirecek noktaya, şunu şunu yapacak hale kadar da mı ulaştı?" dedi. Delikanlı:

"Ben hiç kimseye şifa veremem, şifayı ancak Allah verir", dedi.

Kral onu alıp yakalattı ve rahibin yerini gösterinceye kadar ona işkence edip durdu. Rahib getirildi, ona:

"Dininden dön" denildi. Ancak rahib bunu kabul etmedi. Kral testerenin getirilmesini istedi. Testere başının tepesine, saçlarını ayırdığı yere yerleştirildi ve iki parçası yere düşünceye kadar başını ortadan biçti.

Daha sonra kralın sohbet arkadaşı getirildi ona:

"Dininden dön", denildi, O da kabul etmeyince testere başının ortasına, saçlarını ayırdığı yere yerleştirildi ve iki tarafı da düşünceye kadar testere ile başını biçti. Daha sonra genç delikanlı getirildi, ona da:

"Dininden dön", denildi. Genç de bu teklifi kabul etmeyince kral onu arkadaşlarından birkaç kişiye teslim etti ve:

"Bunu alın, filan filan dağa götürün. Onu dağın tepesine çıkartın, zirvesine ulaştığınız vakit dininden dönerse mesele yok, aksi takdirde onu aşağıya atın," dedi. Delikanlıyı alıp gittiler ve onunla birlikte dağın tepesine çıktılar. Delikanlı:

"Allah'ım, ne ile dilersen onların kötülüklerine karşı beni koru!" dedi. Dağın üzerinde iken dağ sarsılmaya başladı, aşağı düştüler. Delikanlı kralın yanına yürüyerek geldi, kral ona:

"Seninle beraber gönderdiklerim ne yaptı?" diye sordu. Delikanlı:

"Allah, onlara karşı beni korudu", dedi.

Kral delikanlıyı arkadaşlarından bir diğer gruba teslim etti ve:

"Bunu alıp götürün, büyükçe bir gemiye bindirin, Denizin ortasına ulaştırın. Eğer dininden dönerse (mesele yok) aksi takdirde onu denize atın", dedi.

Delikanlıyı alıp gittiler. O da:

"Allah'ım, dilediğin şekilde onlara karşı beni koru!" diye dua etti. Onlar içinde oldukları halde gemi ters dönüp battı ve suda boğuldular. Delikanlı ise krala yürüyerek geri geldi. Kral ona:

"Beraberindekiler ne yaptı?" diye sordu. O da:

"Onlara karşı, Allah beni korudu", dedi. Delikanlı krala dedi ki:

"Benim söyleyeceklerimi yapmadığın sürece beni öldüremeyeceksin. " Kral;

"Peki o nedir?" diye sordu. Delikanlı dedi ki:

"Herkesi bir yerde toplayacaksın. Beni de bir ağacın üzerinde asacaksın. Sonra benim ok torbamdan bir ok al. Bu oku yaya yerleştir, sonra da: "Bu delikanlının Rabbi olan Allah adına", de ve bana oku at. Eğer sen böyle yapacak olursan, beni öldürebileceksin."

Kral halkı bir meydanda topladı. Delikanlıyı bir ağaca astı, sonra onun ok torbasından bir ok alıp oku yaya yerleştirdikten sonra: "Bu delikanlının Rabbi Allah adına!" deyip ona oku attı. Ok alnına isabet etti. Delikanlı elini okun düştüğü yerde alnına koydu ve vefat etti.

Ahali; "Delikanlının Rabbine îman ettik, delikanlının Rabbine îman ettik, delikanlının Rabbine îman ettik," dedi. Bu sefer krala gidilip, ona:

"Şimdi korktuğun şey başına geldi mi? Allah'a yemin olsun ki korktuğun şey başına geldi. İnsanlar îman etti", denildi. Bunun üzerine yolların başlarında hendekler kazılmasını emretti. Hendekler kazıldı, ateşler yakıldı ve şu emri verdi: "Kim dininden dönmeyecek olursa, o kimseyi o hendeklere atınız." Ya da ona: "Haydi buraya atla", denilsin (diye rivâyet edilmiştir.) Denileni yaptılar. Nihayet beraberinde bir yavrusu bulunan bir kadın geldi. Hendeğe atlamakta tereddüt etti. Yavrusu ona: "Anacığım sabret. Çünkü sen hak üzeresin, dedi." Müslim, IV, 2299-2300; İbn Hibban, Sahih, 111, 155-157; Taberani, Kebir, VIII, 43-44; Nesâî, es-Sünenu'l Kübra, VI, 510-511, Müsned, VI, 17.

Bu hadisi (Müslim'den başka) Tirmizi de bu manada rivâyet etmiştir. Tirmizi, V, 437.

Tirmizi'de su ifadeler de yer almaktadır: "Delikanlının yolu üzerinde manastırında ibadet eden bir rahib vardı." Ma'mer dedi ki: "Zannederim o günlerde manastırlarda bulunan kimseler müslüman idiler." Yine orada şöyle denilmektedir: İnsanları alıkoyan o hayvan bir arslan idi. Sözü edilen delikanlı defnedildi. -(Devamla) dedi ki-: "Nakledildiğine göre, Ömer b. el-Hattâb döneminde kabrinden çıkarıldığında, öldürüldüğü vakit koyduğu şekliyle parmağı alnı üzerinde duruyordu." Tirmizi dedi ki: Bu hasen, garib bir hadistir. Tirmizi, V, 437.

Bunu ed-Dahhak da, İbn Abbâs'tan rivâyet etmiştir. İbn Abbâs dedi ki: Necran'da bir kral vardı. Onun ahalisi arasında kölesi bulunan bir adam vardı. O bu kölesine büyüyü öğretmek üzere bir büyücüye gönderdi. Kölenin yolu İncil okuyan bir rahibin yanından geçiyordu. Rahibten duydukları hoşuna gidiyordu. Rahibin dinine girdi. Döndüğü bir günde çok büyük bir yılanın insanların yolunu kestiğini gördü. Bir taş alıp; "Göklerin, yerin ve ikisi arasında bulunanların Rabbi olan Allah adına!" dedi (ve taşı attı) yılanı öldürdü,.. Sonra da az önce anlatılanlara yakın şeyleri zikretti... Kral ona ok atıp o köleyi öldürünce, kralın ülkesinin ahalisi:

"Abdullah b. Sâmir'in ilâhından başka hiçbir ilâh yoktur", dediler. Abdullah b. Sâmir o kölenin ismi idi. Kral bu işe çok kızdı ve emir verdi, hendekler kazıldı. Oraya odunlar toplandı, ateş yakıldı. Ülkesindeki ahaliyi ateşe sundu. Tevhidden vazgeçip dönenlere ilişmedi, dini üzerinde sebat edenleri ise ateşe attı. Süt emziren bir kadın getirildi, ona;

"Dininden dön, aksi takdirde seni çocuğunla birlikte (ateşe) atarız", denildi. Kadın çekindi ve içten içe dininden dönmek istedi. Süt emen bebek ona;

"Anacığım üzerinde bulunduğun inanç üzere sebat göster. Şüphesiz ki bu, bir göz açıp kapatacak kadar bir süredir", dedi. Kadını, çocuğu ile birlikte attılar.

Ebû Salih'in, İbn Abbâs'tan rivâyet ettiğine göre ateş, hendeklerden yukarılara çıktı. Kralın ve arkadaşlarının üzerinden kırk zira kadar yükseldi ve onları yaktı.

ed-Dahhâk dedi ki; Bunlar bir hristiyan topluluğu idiler. Yemen'de Rasûlullah (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın peygamber olarak gönderilmesinden kırk yıl önce yaşamışlardı. Onları yakalayan Yusuf b. Şerâhil b. Tubba el-Himyerî idî. Bunlar otuz küsur adam idiler. Onlara hendek kazmış ve onları bu hendekte yakmıştı. Bunu el-Mâverdî nakletmiştir.

es-Sa'lebî'nın ondan (ed-Dahhak'tan) naklettiğine göre Ashab-ı Uhdud İsrailoğullarından idiler. Bunlar pek çok erkek ve kadın yakalamışlar ve onlara hendekler kazmışlardı. Sonra bu hendeklerde ateşler yaktılar, arkasından mü’minler bu hendeklerin başına getirildiler. Onlara: "Ya küfre döneceksiniz yahut ateşe atılacaksınız", dediler. İddia ettiklerine göre bu kimse Danyal ve arkadaşları idi. Bu açıklamayı Atiyye el-Avfi yapmıştır. Buna yakın bir rivâyet İbn Abbâs'tan da nakledilmiştir.

Ali (radıyallahü anh) dedi ki: Bir kral sarhoş olup, kızkardeşi ile birlikte oldu. Bunu yönetimi altındakiler için bir kanun haline getirmek istedi. Fakat bunu kabul etmediler. Bu kadın ona; yüce Allah, kızkardeşleri nikâhlamayı helal kıldı, diye bir hutbe irad ettirmesi görüşünü işaret etti. Fakat onun bu dedikleri kabul edilmedi. Bu sefer ona onlar için hendekler kazmasını ve kendisine karşı gelen herkesi oraya atmasını telkin etti, o da bunu yaptı. İşte onlardan geri kalanlar kizkardeşleriyle evlenirler. Bunlar da mecusilerdir. Bunlar önceleri kitab ehli idiler.

Yine Ali (radıyallahü anh)'dan rivâyet edildiğine göre Uhdud sahiblerinin (başına gelen olayların) sebebi şu idi. Yüce Allah, bir peygamberi Habeşlilere göndermişti, Ona birtakım insanlar tabi oldu. Ancak kavimleri bu îman edenlere hendekler kazdı. Peygambere uyan kimse bu hendeklere atılırdı. Süt emen bir bebeği bulunan bir kadın getirildi. Kadın bu işten korktu. Bebeği ona: "Anacığım devam et ve korkma", dedi.

Eyyûb'un rivâyetine göre İkrime dedi ki:

"Lanet olsun hendeklerin sahiblerine" âyeti hakkında dedi ki: Bunlar senin kavminden Sicistan'dan idiler.

el-Kelbî dedi ki: Bunlar Necran hristiyanları idi. Bu hendeklerin başına îman etmiş kimseleri yakalayıp getirdiler. Onlara yedi hendek kazdılar. Herbir hendeğin uzunluğu kırk zira, eni ise oniki zira idi. Daha sonra bu hendeğe naft (petrol) ve odun atıldı. Onlar da bu ateşe sunuldular. (Tekliflerini) kabul etmeyen kimseyi bu ateşe attılar.

Bu kimselerin Kostantin zamanında Konstantiniye'de bulunan hristiyan bir topluluk olduğu da söylenmiştir.

Mukâtil dedi ki: Uhdud sahibleri üç grubtur. Birisi Necran'da, diğeri Şam'da, diğeri ise Fars topraklarındadır. Şam'dakinin ismi Romalı Antıniyanus'dur. Fars diyarındakinin ismi Buht Nassar'dır. Arab topraklarındakinin ismi Yusuf b. Zû Nuvâs'dır. Allah Fars diyarı ile Şam diyarındaki hakkında Kur'ân'dan herhangi bir âyet indirmedi, fakat Necran'da bulunan kimse hakkında Kur'ân'dan âyetler indirdi. Şöyle ki; müslüman iki kişi vardı. Bunlardan birisi Tihame'de, diğeri Necran'da idi. Biri ücretle işçi oldu. Bir taraftan çalışıyor, diğer taraftan İncil okuyordu. Onu işçi tutanın kızı İncil'in okunuşundaki nuru gördü, babasına haber verdi, o da müslüman oldu. Îsa'nın yükseltilmesinden sonra erkek, kadın seksenyedi kişiye ulaştılar. Yusuf b. Zû Nuvâs b. Tubba el-Himyeri onlar için bir hendek kazdı ve o hendekte bir ateş yaktı. Onlara küfre dönmelerini teklif etti. Küfre dönmeyi kabul etmeyenleri ateşe attı ve: "Îsa'nın dininden dönen kimse ateşe atılmayacak", dedi. Bir kadının beraberinde henüz konuşmaya başlamamış küçük çocuğu vardı. Dininden geri dönecek oldu. Oğlu kendisine; "Anacağım" dedi. "Ben senin önünde asla sönmeyen bir ateş görüyorum." Her ikisi de kendilerini ateşe attı. Allah o kadını da, oğlunu da cennete koydu. Bir gün içinde o ateşe yetmişyedi kişi atıldı.

İbn İshak, Vehb b. Münebbih'den naklen dedi ki: Meryem oğlu Îsa (aleyhisselâm)'ın dinine mensub kimselerden geriye Kîmyûn adında bir kişi kalmıştı Bu kişi salih, çokça ibadet eden, dünyaya karşı zahid, duası kabul olunan bir zattı. Kasabalarda, kentlerde dolaşırdı. Bir yerde tanındı mı mutlaka oradan çekip giderdi. Yapı ustası idi, çamur yapardı.

Muhammed b. Ka'b el-Kurazî dedi ki: Necranlılar müşrik kimseler olup, putlara taparlardı. Necran’a yakın bir kasabada büyücü bir kişi vardı. Bu da Necranlıların çocuklarına büyü öğretirdi. Kîmyûn buraya gelip yerleşince, Necran ile büyücünün bulunduğu o kasaba arasında bir çadır kurdu. Necranlılar çocuklarını o büyücüye gönderiyor, o da onlara büyü öğretiyordu. Sâmir ona Abdullah b. es-Sâmir'i gönderdi. Bu da Necranlıların çocukları ile birlikle idi. Abdullah bu çadırda duran kimsenin (Kîmyûn) yanından geçti mi onun namaz kılması ve ibadeti hoşuna giderdi. Onun yanında oturmaya ve onun sözlerini dinlemeye başladı. Nihayet İslam’a girdi. Allah'ı tevhid etti ve ona ibadet etti. Allah'ın ism-i a'zam'ı hakkında sormaya koyuldu. Rahib ona bildiklerini öğretiyor fakat bu ismi ondan gizleyip, "kardeşimin oğlu" dedi. "Sen onu taşıyamazsın, onu taşıyamayıp zaafa düşeceğinden korkarım" dedi. Ebû Sâmir ise oğlunun diğer çocuklar gibi büyücüye gidip geldiğini zannediyor, hatırına başka bir şey gelmiyordu. Abdullah, rahibin kendisine Allah'ın ism-i azamini öğretmek istemediğini görünce, ok yapımında kullanılan tahta parçalarını toplayıp, bir araya getirdi. Allah'ın bildiği ne kadar ismi varsa onu bir parça üzerine yazıyordu. Herbir isine bir ok ayırmış oldu. Nihayet bütün isimleri yazınca bir ateş yaktı. Okları tek tek bu ateşe atmaya koyuldu. Nihayet ism-i azama gelince, onu da ateşe attı. Bu ok harekete gelip, ateşten çıktı ve ateşin ona hiçbir zaran olmadı. Bu oku alıp adamının yanına gitti ve kendisine öğretmeyip, gizlediği Allah'ın ism-i a'zaınını öğrenmiş olduğunu ona haber verdi. Abid ona:

"O nedir? " diye sorunca, genç

"şu ve şudur" dedi. Abid:

"Peki nasıl öğrendin?" diye sorunca, ona yaptıklarını bildirdi. Abid ona:

"Kardeşimin oğlu onu isabet ettirdin, fakat kendini iyi kolla! Ancak kendini koruyacağını da zannetmiyorum." Abdullah b. Sâmir Necran'a girdi mi artık her kimde bir rahatsızlık görüyor ise mutlaka: "Ey Allah'ın kulu sen Allah'ı tevhid et, dinime gir, ben de senin için Allah'a dua edeyim, O da senin başına gelen bu beladan seni esenliğe kavuşturup afiyet verecek" diye teklif ediyor, o şahıs da: "Olur" deyip, Allah'ı tevhid edip müslüman oluyordu. Genç de onun için Allah'a dua ediyor, şifa buluyordu. Öyle ki Necran'da bir musibeti bulunan herkes onun yanına geldi ve onun dinine uydu, o da o kimseye dua etti ve iyileşti.

Nihayet onun bu durumu krallarına bildirildi. Kral onu çağırarak şöyle dedi;

"Sen benim ülke ahalimi, benim aleyhime ifsad etmiş oldun. Benim ve atalarımın dinine muhalefet ettin. Yemin olsun seni ibretli bir şekilde cezalandıracağım", dedi. Genç:

"Buna gücün yetmez", dedi. Kral onu birileriyle yüksekçe dağa gönderiyor, tepesi üzerine atılıyor, fakat hiçbir şey olmaksızın ayağa kalkıyordu. Onu Necran sularına atılmak üzeru gönderiyordu. Bu sulara düşen herşey mutlaka yok olur. giderdi. Bu sulara atılıyor, fakat ona hiçbir şey olmaksızın dışarı çıkıyordu. Nihayet onu aciz bırakınca Abdullah b. Sâmir ona dedi ki;

"Allah'ı tevhid etmedikçe benim îman ettiğime sen de inanmadıkça beni öldüremeyeceksin. Eğer sen bunu yaparsan o vakit bana musallat kılınır ve beni öldürebilirsin."

Bu kral Allah'ı tevhid etti ve onun getirdiği şekilde şehadet getirdi. Sonra ona bir sopa ile darbe indirdi. Başında pek büyük olmayan küçük bir yara açtı ve onu öldürdü. Kral da olduğu yerde öldü.

Necranlılar Abdullah b. Sâmir'in dinini hep birlikte kabul ettiler. O da Meryem oğlu Îsa'nın getirdiği İncil'e ve onun hükmüne bağlı idi. Daha sonra onların din mensuplarına isabet eden olaylar ve onların başlarına gelen musibetler, bunların da başına geldi. İşte Necran'da hristiyanlığın esası buraya dayanır.

Yahudi Zu Nuvaş, Himyer'den askerleriyle üzerlerine yürüdü. Onları yahudiliği kabul etmeye davet etti ve yahudi olmak ya da öldürülmekten birisini tercih etmelerini istedi. Onlar öldürülmeyi tercih ettiler. Onlar için hendekler açtı. Kimilerini ateşle yaktı, kimilerini kılıçla öldürdü. Kimilerinin de azalarını kesti. Nihayet onlardan yirmibin kişi öldürdü. Vehb b. Münebbih, oniki bin kişi dedi.

el-Kelbî dedi ki: Ashab-ı Uhdud yetmişbin kişi idiler.

Vehb dedi ki: Daha sonra Aryât, Yemen'i ele geçirince, Zû Nuvâs kaçarak çıkıp gitti. Atıyla denize yürüdü ve suda boğuldu.

İbn İshak dedi ki: Burada sözü edilen Zû Nuvâs'ın asıl ismi Zür'a b. Tubbân Es'ad el-Himyeri'dir. Aynı şekilde ona Yusuf da deniliyor idi. Bunun sallanan saç örükleri vardı. Bundan dolayı ona Zû Nuvâs (örüklü) ismi verildi. O bu işi Necranlılara yaptı, onlardan ismi Devs Zû Salebân olan birisi kurtuldu. Onlardan intikam almak üzere Habeşlileri, Necranlıların üzerine gitmeye teşvik etti. Onlar da Yemen'i ele geçirdiler ve Zû Nuvâs denizde kendisini denize atarak öldü. Amr b. Madîkerib onun hakkında şunları söylemektedir:

"Sanki sen en nimetli yaşayış süren Zû Ruayn

Yahut Zû Nuvâs'mışsın gibi, beni tehdit mi ediyorsun?

Fakat senden önce nice nimet görmüş kimse vardı,

İnsanlar arasında sapasağlam ve sabit mülk sahibi,

Eski dönemden taat döneminden beri süre gelen,

Büyük kahredici zorba ve katı kimseler.

Zaman onların mülklerini ortadan kaldırdı, sonunda

Bu kimilerinden, kimilerine aktarılır oldu."

(Burada sözü geçen) Zû Ruayn, Himyer krallarından bir kraldır. Ruayn onun bir kalesi idi. Bu kişi de el-Haris b. Amr b. Himyer b. Sebe' soyundandır.

İnanç Dolayısıyla Karşı Karşıya Kalınan Mihnetler ve Bunlara Karşı İnananların Takınmaları Gereken Tutum:

İlim adamlarımız dedi ki: Yüce Allah, bu âyet-i kerimede, bu ümmetin îman edenlerine kendilerinden önce Allah'ı tevhid edenlerin karşı karşıya kaldıkları zorlukları bildirmekte ve bu yolla onları teselli etmektedir. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) da onlara karşılaştıkları işkence ve acılara, fiilen yaşadıkları meşakkatlere sabır göstersinler diye onlara bu delikanlının kıssasını anlattı ki; onlar da bu delikanlının sabır, haktaki sebat ve ona sımsıkı sarılması, davasının güçlenerek ortaya çıkması için kendisini feda etmesi, yaşının küçüklüğüne rağmen insanların dinîne girmesi ve sabrının büyüklüğü hususunda, bu delikanlının gösterdiği örneklere uysunlar. Rahib de aynı şekilde sımsıkı hakka sarılarak sabretmiş ve sonunda testere ile ikiye bölünmüştür. Aynı şekilde birçok insan da yüce Allah'a îman edip, îman onların kalplerine yerleşince, kök salınca, ateşe atılmaya dahi sabrettiler ve dinlerinden geri dönmediler.

İbnu'l-Arabî dedi ki: Daha önce en-Nahl Sûresi'nde (6/106. âyet, 2. başlık ve devamında) geçtiği üzere- bu, bize göre mensuhtur.

Derim ki: Bize göre mensuh değildir. Nefsi güçlü olan ve dininde sebat gösteren kimseler için, bu gibi hususlar üzerinde sabretmek daha uygundur. Yüce Allah Lukman'dan haber vererek şöyle buyurmaktadır:

"Oğulcuğum namazı dosdoğru kıl, iyiliği emret, münkerden alıkoy. Sana isabet edene de sabret. Çünkü bunlar kesin olarak emredilen işlerdendir." (Lukman, 31/17)

Ebû Said el-Hudrî'nin rivâyetine göre Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

"Şüphesiz ki zalim bir hükümdar huzurunda söylenecek adaletli (hak) bir söz, en büyük cihad türündendir,"

Bu hadisi Tirmizî rivâyet etmiş olup, "hasen, garib bir hadistir" demiştir. Tirmizi, IV, 471; Ebû Davud, IV, 124; Nesâî, VII, 161; İbn Mace, II. 1329, 1330; Müsned, III, 19, 61, IV, 315

İbn Sencer (Muhammed b. Sencer) Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın azadlılarından Umeyme'den şöyle dediğini rivâyet etmektedir: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın abdest almasına yardım ediyordum. Ona bir adam geldi ve: Bana tavsiyede bulun, dedi. Peygamber: "Parça parça edilsen yahut ateşte yakılsan dahi Allah'a hiçbir şeyi ortak koşma..." diye buyurdu.' Hakim, Müstedrek, IV, 44; Ebû Bekr eş-Şeybânî, el-Âhâd ve'l-Mesâni, VI, 315; ayrıca bk. İbn Mâce, 11, 1339; Taberânî, Kebir, IV, 81

İlim adamlarımız dedi ki: Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) in ashabından pek çok kimse öldürülmek, asılmak ve ağır işkencelere tabi tutulmakla mihnete uğratıldı. Onlarsa sabrettiler ve hiç bu kabilden şeylere (ruhsatlara) iltifat etmediler. Bu hususta Âsım, Hubeyb ve arkadaşlarının kıssası ile onların karşı karşıya kaldıkları savaşlar, mihnetler, ölüm, esirlik, yakılmak ve daha benzer hususlar örnek olarak yeter. Nahl Sûresi'nde (az önce belirtilen yerde) bu hususta gücü yeten ve tahammül gösteren kimseler hakkında bu tutumun icma' ile kabul edilmiş olduğuna dair açıklama geçmiş bulunmaktadır. Bu açıklamayı oradan takib edebilirsiniz.

"Lanet olsun... hendeklerin sahiblerine." Bu, o kâfirlere yüce Allah'ın rahmetinden uzaklaştırılmaları için yapılan bir bedduadır.

O mü’minlerin öldürüldüğüne dair haber vermek anlamında olduğu da söylenmiştir. Yani onlar ateşte yakılarak öldürüldüler, fakat sabrettiler.

Bir başka açıklamaya göre bu, sözü edilen o zâlimler hakkında haber veren bir âyettir. Çünkü rivâyet edildiğine göre yüce Allah, hendeklere atılan kimselerin ruhlarını ateşe ulaşmadan önce kabzetmiştir. Hendeklerden bir ateş çıkıp, ateşin başında oturan o kimseleri yakmıştır.

Bir diğer görüşe göre; mü’minler kurtuldu ve ateş orada oturan kimseleri yaktı. Bunu en-Nehhâs zikretmiştir.

"Aleyhâ"

"Etrafında" lâfzı; "Indehâ"

"Yanında" demektir. Burada: "Alâ" "Üzerinde" lâfzı; "Inde" "Yanında" demektir.

"Etrafında" âyetinin hendeklerin kıyılarında, ona yakın olan yerlerde, anlamında olduğu da söylenmiştir. Şairin şu mısraında olduğu gibi:

"Ve bol bağışlarda, basit şeylerde ateşin üzerinde (yakınında) kaldı."

"İz" "O zaman" lâfzındaki âmil, "Kutile" "lanet olsun" anlamındaki âyettir ki; o vakitte onlara lanet olundu, demektir.

6 ﴿