5Gerçekten bu(nlar) akıl sahibi olanlar için bir yemindir, değil mi? "Yürüyüp gittiği zamanda geceye ki" âyeti beşinci yemindir. Yüce Allah, özellikle on geceye yemin ettikten sonra, genel olarak geceye yemin etmektedir. "Yürüyüp gittiği zaman" âyeti, kendisinde yürünüp gidildiği zaman demektir. Nitekim "uyuyan gece, oruçlu gündüz" denilmesi de bu kabildendir. (Uyku ile geçirilen gece, oruç ile geçirilen gündüz anlamında kullanılır.) Şair de şöyle demiştir: "Ey Um Ğaylan, gece yürüyüşü dolayısıyla kınadın bizi Sense uyudun, halbuki bineklinin gecesi uyumaz." Yüce Allah'ın: "Gece gündüzün hilekarlıkları (gece gündüz yaptığınız hilekarlıklar anlamında)" (Sebe', 34/33) âyeti da bu kabildendir. Meani bilginlerinin çoğunluğunun görüşü budur. el-Kutebî ve el-Ahfeş'in görüşü de budur. Müfessirlerin çoğunluğu da şöyle demiştir: "Yürüyüp gittiği zaman" âyeti yürüyüp gitti, demektir. Katade ve Ebû'l-Aliye: Gelip gitti diye açıklamışlardır. İbrahim'den rivâyet edildiğine göre: "Yürüyüp gittiği zaman geceye" tam kemaline erdiği zaman (geceye) demektir, diye açıklamıştır. İkrime, el-Kelbî, Mücahid ve Muhammed b. Ka'b, yüce Allah'ın: "... geceye" âyetinde kasıt, özel olarak Müzdelife'de kalınan gecedir, Çünkü bu gecenin, insanların Allah'a itaat etmek üzere biraraya gelip, toplanmak gibi bir özelliği vardır. Kadir gecesi olduğu da söylenmiştir. Çünkü rahmet; bu gecede sirayet eder (yürür, gider.) Ve ayrıca bu gecenin çokça sevab kazanmak imkanını vermek gibi bir özelliği vardır. Gecenin tamamının kastedildiği de söylenmiştir. Derim ki: Önceden geçtiği üzere daha kuvvetli olan görüş de budur. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır. İbn Kesîr, İbn Muhaysın ve Yakub "yürüyüp gittiği" anlamındaki âyeti her iki halde (vakıf ve vasl hallerinde) de asla uygun olarak "ye"yi tesbit ile; "Yesri" diye, okumuşlardır. Çünkü bu lâfız cezm halinde değildir, o bakımdan "ye" harfi de sabit bırakılır. Nafi' ve Ebû Amr ise vasıl halinde "ye"yi tesbit ederken, vakf halinde hazf ile okumuşlardır. Bu kıraat el-Kisâî’den de rivâyet edilmiştir. Ebû Ubeyd dedi ki: el-Kisâî bir sefer vasl halinde "ye"nin tesbit edileceği ve vakıf halinde hazfedileceğini -mushafın hattına uyarak- söylüyor idi. Daha sonra her iki halde de "ye"nin hazfedileceği kanaatini benimsemiştir. Çünkü bu bir âyet sonudur. Şamlılar ve Kûfelilerin kıraati de böyledir. Ebû Ubeyd de hatta uyarak bu görüşü tercih etmiştir. Çünkü bu lâfız mushafta "ye"siz yazılmıştır. el-Halil dedi ki: Bu lafızın "ye"si âyet sonları dolayısıyla hazfedilir. el-Ferrâ'' dedi ki: Araplar bazen "ye" harfini hazfedip ondan önceki harfi kesreli okumakla yetindikleri de olur. Kimisi de şu beyiti nakletmiştir: "Senin iki elinin birisi; cömertlik göstererek bir dirhem dahi tutmaz, Öbür elin ise kılıçla kan verir." Filan kişi cömertliğinden dolayı bir dirhem dahi tutmaz"; onu elinde bulundurmaz ve ona yapışmaz, demektir. el-Müerric dedi ki: Ben, el-Ahfeş'e "yürüyüp gittiği" (anlamındaki) âyetinde "ye"nin düşürülmesinin sebebini sordum. Bana şöyle dedi: "Sen evimin kapısında bir sene beklemediğin sürece bu soruna cevab vermeyeceğim." Ben de bir sene boyunca evinin kapısında bekledim. Dedi ki: Gecenin geçip gitmesi hakkında: "Yesri" değil, ancak; "Yesrâ" denilir. O bakımdan bu lâfız asıl kullanım şekli değiştirilmiş bir lafızdır. Asıl şeklinden başka türlü kullandığın her lâfzın irabını bir çeşit eksiltmiş olursun. Yüce Allah'ın: "Vemâ kânet ummuki bağiyyen" "Anan da ahlaksız bir kadın değildi." (Meryem, 19/28) âyetine hiç dikkat etmez misin? Yüce Allah burada; "Bağiyyeten" dememiştir. Çünkü bu kelimeyi, "Bâğiyeten"den değiştirerek kullanmıştır. ez-Zemahşeri dedi ki: "Yürüyüp gittiği" anlamındaki lafızdan "ye" harfi, okuyup geçmek halinde kesre ile yetinilerek hazfedilir. Vakıf halinde ise kesre ile birlikte hazfedilir. Bu âyetteki bütün isimler, kasem dolayısıyla mecrurdur. Cevabı ise hazfedilmiştir, Bu da "mutlaka bunlara azâb edilecektir" anlamındaki âyettir. Buna da yüce Allah'ın: "Görmedin mi Rabbinin nasıl (azâb) ettiğini Âd kavmine... Bundan dolayı Rabbin de onların üzerine bir azâb kamçısı yağdırdı" (6-13. âyetler) buyrukları delil teşkil etmektedir. İbnu'l-Enbari dedi ki: Cevab: "Çünkü Rabbin gözetlemektedir" (14. âyet) âyetidir. Mukâtil dedi ki: Buradaki: "Hel" "mi" lâfzı; "İnne" "Muhakkak" konumundadır. Bunun takdiri: Muhakkak bu, akıl sahibi olanlar için bir yemindir, takdirindedir. Buna göre burada "mi" anlamındaki lâfız, yeminin cevabı konumundadır. Bu lâfzın takrir (doğruyu karşı tarafa söyletmek) anlamında; istifham olarak asli anlamında olduğu da söylenmiştir. Bu da: -Birisine nimet ihsanında bulunulmuş ise-: "Ben sana nimet ihsan etmedim mi?" demeye benzer. Burada kendisine yemin edilen şeylerin tekidinin kastedildiği de söylenmiştir. Bu, akıl sahibi kimseleri rahatlatacak, memnun edecek bir özelliktedir, anlamındadır. Buna göre cevab; "Çünkü Rabbin gözetlemektedir" (14. âyet) âyetidir, yahut ta hazfedilmiştir. Mukâtil dedi ki:buradaki:"mi" lafsı; "Muhakkak" konumundadır. Bunun taktiri: Muhakkak bu, akıl sahibi olanlar için bir yemindir, takdirindedir. Buna göre burada "mi" anlamındaki lâfız, yeminin cevabı konusundadır. Bu lâfzın takrir (doğruyu karşı tafra söyletmek) anlamında; istifham olarak asli anlamında olduğu da söylenmiştir. Bu da: -Birisine nimet ihsanında bulunulmuş ise-: Ben sana nimet ihsan etmedim mi? demeye benzer. Burada kendisine yemin edilen şeylerin tekidildiği de söylenmiştir. Bu, akıl sahibi kimseleri rahatlatacak,memnun edecek bir özelliktedir, anlamındadır. Buna göre cevab; "Çünkü Rabbin gözetlemektedir" (14. ayet) âyetidir, yahutta hazfedilmiştir. "Akıl sahibi" ise özlü aklı olan kimse demektir. Şair şöyle demiştir: "Senin tevbe edeceğin nasıl ümit edilebilir ki? Çünkü Ancak akıl sahibi gençlerden (bu gibi şeyler) ümit edilebilir." Genel olarak müfessirler böyle açıklamışlardır. Ancak Ebû Malik şöyle demiştir: "Akıl sahibi"; insanlar arasında sitre (sırra, kötülükleri açığa çıkarmamaya) sahib kimseler demektir. el-Hasen: İlim sahibi diye açıklamıştır. el-Ferrâ' dedi ki: Bütün açıklamalar aynı anlam etrafında döner, durur. Akıl sahibi, İlim sahibi, sitr sahibi. Hepsi de akıl anlamındadır. Çünkü "hicr (akıl)"in asıl anlamı men etmek, alıkoymaktır. Kendi nefsine malik olup, onu alıkoyan kimse hakkında; "şüphesiz ki o bir hicr sahibidir." denilir. Sağlamlığı ile darbelere karşı koyabildiği için taşa "hacer" denilmesi de burdan gelmektedir. "Hakim filan kişiyi hacr altına aldı", tabiri de burdan gelmektedir ki, onu tasarruftan alıkoydu, engelledi anlamındadır. Kendisi vasıtasıyla içindekiler korunduğu için odaya "hücre" denilmesi de buradan gelmektedir, el-Ferrâ'' dedi ki: Araplar nefsini dizginleyen ve onu istediğine mecbur eden bir kimseyi tanıtmak ve anlatmak maksadıyla "şüphesiz ki o bir hicr sahibidir" derler. Bu da; "adamı hacr altına aldım" tabirinden alınmış gibidir. |
﴾ 5 ﴿