7Yüksek direkli İrem'e? "Görmedin mi Rabbinin" mutlak mâlikin ve yaratıcının "nasıl ettiğini Âd kavmine?" âyetindeki "BiÂdin" "Âd kavmine" âyeti genel olarak tenvinli okunmuştur. Ancak el-Hasen ve Ebû'l-Âl-iye "İrem"e izafe ederek "BiÂdi İrame" "İrem'in Âd'ine" diye okumuşlardır. Bunu izafe yapmaksızın okuyanlar "İrem"i Âd'in ismi olarak kabul etmiş ve bunu gayr-ı munsarif bir isim olarak değerlendirmiştir. Çünkü böyle okuyanlar "Âd"i babalarının ismi, "İrem"i ise kabilenin ismi olarak kabul etmiş ve onu bedel ya da atf-ı beyan olarak okumuştur. İzafe ile okuyup bunu gayr-ı munsarıf okuyanlar ise, İrem'i annelerinin ya da beldelerinin ismi olarak kabul etmiştir. İfadenin takdiri de: İremli Âd'e... şeklindedir. Yüce Allah'ın: "Ves’elu’l-karyete" "Şehre sor" (Yûnus, 12/82) âyetinde ("şehrin ahalisine sor" anlamında) olduğu gibidir. Bü lâfız ister kabile, ister bir yer ismi olsun marifeliği ve müennesliği dolayısıyla munsarif değildir. "İrem" lâfzı genel ofarak hemze kesreli olarak okunmuştur. Yine el-Hasen'den her iki lâfzın son harfleri üstün olarak "Biâde İrame" "İrem'in Âd'ine" diye okuduğu rivâyet edildiği gibi, tahfif olmak üzere "ra" sakin; "Biâde İrme" diye de okunmuştur. Yüce Allah'ın: "Beverfikum" "Gümüş paranız ile" (el-Kehf, 18/19) âyetinin ("ra" harfi sakin) okunduğu gibi (okunmuştur). "Âd kavmine, yüksek direkli İrem'e" anlamındaki âyet; "Biâd İrame zâti’l-ımâd" şeklinde "İrem" lâfzının "yüksek direkli" anlamındaki âyete izafet edilmesi suretiyle de okunmuştur. İrem: Alâmet, bayrak demektir. Alâmet (bayrak) sahibleri olan Âd'e demek olur. "Âd kavmine, yüksek direkli İrem'e" anlamındaki âyet; "Biâd uramu zâte’l-imâd" "Âd kavmine ki, o direkler sahibi olanları içi boş ve çürümüş hale getirdi" ….diye de okunmuştur ki; Allah, o direkler sahibini çürük ve içi boşalmış hale soktu, demektir, Mücahid, ed-Dahhak ve Katade hemzeyi üstün olarak; "Erame" diye okumuşlardır. Mücahid dedi ki: Bu lâfzın hemzesini üstün olarak okuyanlar onları alametler, direkler demek olan "ârâm"a benzetmiş olur ki, bunun tekili; "Erame" şeklinde gelir. İfadede takdim ve tehir bulunmaktadır. Yani: Fecre, şuna ve şuna yemin olsun ki; şüphesiz ki Rabbin gözetlemektedir... görmedin mi... demektir. Âd ve Semud'un durumu onlar tarafından oldukça biliniyor idi. Çünkü bunlar Arab topraklarında yaşamışlardı. Semud kavminin Hicri bugün dahi mevcuttur. Fir'avun'u da komşuları olan kitab ehlinden işitmişlerdi. Ona dair haberler de yaygındı. Fir'avun'un yaşadığı topraklar da Arap topraklarına bitişiktir. Bu anlamdaki açıklamalar daha önceden el-Buruc Sûresi'nde (85/17-19. âyetlerin tefsirinde) ve başka yerlerde geçmiş bulunmaktadır. "Âd'e" Âd kavmine demektir. Şehr b. Havşeb, Ebû Hüreyre'den şöyle dediğini rivâyet etmektedir: Âd kavminden bir kişi, evin kapısının bir kanadını taştan yapardı. Bu ümmetten beşyüz kişi bir araya gelecek olsalar onu yerinden hareket ettiremezlerdi. Yine Âd kavminden birisi ayağını yere sokuyor, yerin içerisine gömülüyordu. "İrem"in Nûh'un oğlu Sam olduğu söylenmiştir ki, bu İbn İshak'ın görüşüdür. Atâ'nın, İbn Abbâs'tan rivâyetine göre -ki bu aynı zamanda İbn İshak'tan da nakledilmiştir- o şöyle demiştir: Âd, İrem'in oğlu idi. Bu açıklamaya göre İrem, Âd'in babası olmaktadır. Âd, İrem'in oğlu, o Avs'ın oğlu, o Şam'ın oğlu o da Nûh'un oğludur. Birinci görüşe göre ise Âd’in dedesinin adıdır. İbn İshak dedi ki: Nûh'un oğlu Şam'ın çocukları vardı. Bunlardan birisi İrem, diğeri ise Erfahşed'dir. Şam'ın oğlu İrem'den dünyaya gelenler arasında Amalikalılar, Fir'avunlar, zorbalar, azgın ve isyankar hükümdarlar vardır. Mücahid dedi ki: "İrem", ümmetlerden bir ümmettir. Yine ondan nakledildiğine göre "İrem" kadim ve eski anlamındadır. Bunu İbn Ebî Necih de rivâyet etmiştir. Yine Mücahid'den nakledildiğine göre, İrem; güçlü kuvvetli olan demektir. Katade dedi ki: İrem, Âd'den bir kabiledir. İki Âd'in olduğu söylenmiştir. Birinci Âd, İremlilerdir. Nitekim yüce Allah şöyle buyurmaktadır: "Muhakkak ki önceki Âd kavmini onun helâk ettiğini..." (en-Necm, 53/50) Buna göre Nûh'un oğlu Sam, onun oğlu İrem, onun oğlu Avs, onun oğlu Âd'in soyundan gelenlere Âd denilmiştir. Tıpkı Haşim oğullarına Haşim denilmesi gibi. Sonraları bunların ilk dönemde gelenlerine birinci Âd denilmiştir. İrem ise, onların büyük babalarının ismi ile aldıkları adlarıdır. Bunlardan sonra gelenlere de sonraki Âd denilmiştir. İbnu'r-Rukayyat şöyle demiştir: "Bu öyle eski bir şan ve şereftir ki, onların ilki onu inşa etmiştir (Bu ilkleri) Âd'e yetişmiş, ondan önce de İrem'e." Mamer dedi ki: Âd ile Semud'un neseblerinin kavuştuğu yer "İrem"dir. Nitekim, İrem'in Âd'i ve Semud'un Âd'i deniliyor idi. "Yüksek direkli İrem'e ki, onun şehirlerde benzeri yaratılmamıştı", âyeti hakkında Atâ'nın rivâyetine göre İbn Abbâs şöyle demiştir: Onlardan birisinin boyu -kendi ziraı ölçü alınarak- beşyüz zira idi. Kısa boylularının boyu ise üçyüz zira idi. Yine İbn Abbâs'tan rivâyet edildiğine göre, onlardan birisinin boyu yetmiş zira imiş. İbnu’l-Arabi dedi ki: Ancak bu batıldır. Çünkü sahih hadiste şöyle buyurulmuştur: "Allah Âdem'i yukarı doğru boyu altmış zira olarak yarattı. İnsanların yaratılışı şu ana kadar eksilmeye devam edip durmaktadır." Buhârî, V, 2299; Müslim, IV, 2183; Müsned, II, 3H Katade'nin iddia ettiğine göre, onlardan bir kişinin boyu oniki zira imiş. Ebû Ubeyde dedi ki: "Yüksek direkli" yüksek ve uzun boylu demektir. Nitekim bir kimse uzun boylu olduğu takdirde "Raculun muamud" "Uzun boylu adam" denilir. Buna benzer bir açıklama İbn Abbâs ve Mücahid'den nakledilmiştir, Yine Katade'den şöyle dediği nakledilmektedir: Onlar kavimlerinin direkleri (efendileri) idiler. Nitekim: "Fulânun amudu’l-kavme ve amuduhum" "Filan kişi kavmin amîdidir ve onların amududur" denilir ki, onların efendisidir, demektir. Yine ondan nakledildiğine göre, onlara böyle denilmesinin sebebi bolluktan istifade etmek için evleri ile yerden yere göç etmeleri idi. Bunların çadırları ve direkleri vardı. Onlar yağmurun yağdıkları yerlere göç ediyorlar ve meraları arayıp duruyorlar. Sonra da tekrar asıl konakladıkları yerlerine geri dönüyorlardı. "Yüksek direkli" tabirinin direkler üzerinde yükseltilmiş binaları olan, anlamında olduğu da söylenmiştir. Bunlar direkler dikiyor ve onların üzerlerine saraylarını inşa ediyorlardı: İbn Zeyd dedi ki: "Yüksek direkli" direklerle yapıları muhkem ve sağlam kılınmış anlamındadır. es-Sıhah'ta şöyle denilmektedir: "Yüksek direkler" yüksek binalar demektir. Hem müzekker, hem müennes olarak kullanılır. Amr b. Külsum dedi ki: "Bizler öyle kimseleriz ki, kabilenin direkleri eğer yıkılırsa İçerdeki eşyalar üzerine; yakınlarımızda bulunanları koruruz." Burada beyitte geçen lâfızlara dair birtakım açıklamaları ihtiva eden üç satıra yakın bir ibarenin ayrıca tercüme edilmesine gerek görülmemiştir ed-Dahhak dedi ki: "Yüksek direkli" güç ve şiddet sahibi demektir. Bu da direklerin güçlü oluşundan alınmış bir manadır. Buna delil yüce Allah'ın: "Gücü, bizden daha üstün kim vardır, dediler" (Fussilet, 41/15) âyetidir. Avf, Halid er-Rib'î'den: "Yüksek direkli İrem'e" âyeti hakkında: O Dımaşk'dır, dediğini rivâyet etmektedir. Aynı zamanda bu İkrıme ve Said el-Makburi'nin de görüşüdür. Bunu İbn Vehb ve Eşheb, Malik’ten rivâyet etmiştir. Muhammed b. Ka'b el-Kurazi dedi ki: Bu İskenderiye şehridir. |
﴾ 7 ﴿