8

Ki, şehirlerde onun benzeri yaratılmamıştı.

"Onun benzeri" âyetindeki zamir kabileye racidir. Yani güç, kuvvet, bedenlerinin büyüklüğü ve boylarının uzunluğu itibariyle şehirlerde bu kabilenin benzeri yaratılmamıştır. Bu açıktama el-Hasen ve başkalarından nakledilmiştir. Abdullah (b. Mesud)'ın kıraatinde: "Elleti lem yuhlek misluhum" "Ki onların benzeri şehirlerde yaratılmamıştı" şeklindedir.

Zamirin şehire raci olduğu da söylenmiş ise de, birinci görüş daha kuvvetlidir. Önceden belirttiğimiz üzere çoğunluğun benimsediği görüş de budur,

"İrem”i şehir kabul eden kimseler, hazfedilmiş bir ifade de takdir ederler ki, anlam şöyle olur: Rabbinin Âd'in İrem şehrine ne yaptığını yahutta sahibi İrem'den sonra ... anlamındadır. Buna göre "İrem" hem müennes, hem marifedir.

İbnu'l-Arabi, İrem'in Dımaşk olduğu görüşünü tercih etmiştir. Çünkü ülkeler arasında onun bir benzeri yoktur. Sonra da Dımaşk'ı, pekçok olan sularını ve güzel mahsullerini anlatmaya koyulur. Arkasından şunları söyler; Şüphesiz İskenderiye'de de hayret verici çok şeyler vardır. Oranın sadece minaresi dahi yeterlidir. Minaresinin içi de, dışı da direkler üzerinde bina edilmiştir. Ancak benzerleri vardır. Dımaşk'ın ise hiç benzeri yoktur. Ma'n'in, Malik'ten rivâyet ettiğine göre İskenderiye'de bir yazılı metin bulunmuş fakat onun ne olduğu bilinememiş. Daha sonra içinde şunun yazılı olduğu tesbit edilmiş: "Ben direkleri yükselten Âd'ın oğlu Şeddad'ım. Burayı saçların ağarmasının sözkonusu olmadığı, ölümün olmadığı bir zamanda inşa ettim." Malik dedi ki: "Yüz sene geçer aralarında bir tek cenaze dahi görülmezdi." Sevr b. Zeyd'den nakledildiğine göre o şöyle demiştir: "Ben Âd'ın oğlu Şeddad'ım. Direkleri ben yükselttim. Vadinin iç tarafını ziraımla güçlendiren benim. Yedi zira üzere bir hazine biriktiren benim ve bunu ancak Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın ümmeti çıkartabilecektir."

Rivâyet olunduğuna göre Âd'in Şeddâd ve Şedîd adında iki oğlu varmış. Her ikisi de kral olmuş ve başkalarına boyun eğdirmişlerdir. Sonra Şedîd ölmüş ve neticede iş sadece Şeddâd'a kalmış, o da bütün dünyaya hükümdar olmuş. Dünyanın bütün hükümdarları ona boyun eğmiş. Cennetin niteliklerini duyunca: "Ben de onun bir benzerini yapayım", demiş. Aden sahralarından birisinde İrem'i üçyüz yıllık bir zaman içerisinde bina etmiş. Kendisi de dokuzyüz yıl yaşamıştı. Burası pek büyük bir şehirdir. Buranın köşkleri altın ve gümüşten, direkleri zeberced ve yakuttandı. Çok çeşitli ağaçlar ve kesintisiz akan ırmakları vardı. Burayı inşa işi tamamlanınca ülkesinin ahalisi ile birlikte bu şehire geldi. Varmasına bir gün, bir gecelik mesafe kalınca yüce Allah, üzerlerine semadan bir çığlık saldı ve helâk oldular.

Abdullah b. Kilabe'den rivâyet edildiğine göre; o develerini aramak üzere çıkmıştı. Daha sonra bu şehre rastgeldi. Orada bulunan (zenginlikler)den gücü yettiği kadarıyla taşıdı. Bu durumunun haberi Muaviye'ye ulaşınca Muaviye onu huzuruna getirtti. İbn Kilâbe ona olanları anlattı. Muaviye, Ka'b (el-Ahbar)'a haber göndererek ona sordu. Şöyle dedi: "Orası yüksek direkli İrem'dir, Oraya senin döneminde müslümanlardan bir kişi girecektir. Bu kişi kırmızı tenli, kızıl saçlı, kısa boylu yüzünde de, halinde de hayır alametleri görülen birisidir. Develerini aramak üzere çıkacaktır..." Sonra Muaviye etrafına bakınınca İbn Kilâbe'yi gördü ve: "Allah'a yemin olsun ki, işte o adam budur, " dedi.

Direklerle tanınmış Âd kavminin binaları gibi meydana getirilmemiştir, diye de açıklanmıştır. Bu durumda zamir

"yüksek direkler" (7. âyet)e aittir. Bu açıklamaya göre de; "El-ımâd" lâfzı; "Amede"nin çoğulu olmaktadır.

"El-İrame" "İrem "in helâk olmak demek olduğu da söylenmiştir. Nitekim; "Erime benu fulânun" "Filan oğulları helâk oldu" denilir. İbn Abbâs da böyle açıklamıştır,

ed-Dahhak: "Erame zâte’l-ımâd" Yüksek direk sahiplerini helâk etti de onları çürümüş hale getirdi" diye okumuştur.

8 ﴿