3İçinde dosdoğru hükümlerin yazılı olduğu tertemiz sahifeleri okuyup duran, Allah tarafından gönderilmiş bir Rasûldür. "...Kâfir olanlar... ayrılmayacaklardı" şekli hem genelin kıraatidir, hem de mushafın hatlı böyledir. İbn Mes’ûd ise; " Müşriklerle, kitab ehli... ayrılmayacaklardı" diye okumuştur. Bu tefsiri bir kıraattir. İbnu'l-Arabî dedi ki: Tilavet halinde değil de, açıklama sadedinde böyle bir okuyuş caizdir. Çünkü Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) da Sahih'in rivâyetinde belirtildiği üzere (et-Talâk, 65/1. âyetteki: "...o kadınları... iddetleri vaktinde boşayın" anlamındaki âyeti): "Onları iddetlerine doğru boşayın" diye okumuştur ki bu bir tefsirdir. Çünkü asıl tilavet (okunması gereken şekil), mushafın hatlında bulunan şekle uygun olandır. "Kîtab ehlinden" yahudi ve hristiyanlardan demektir "ve müşriklerden" lâfzı "kitab ehlinden" lâfzına atf ile ter mahallîndedir. İbn Abbâs dedi ki: "Kitab ehli" Yesrib'de bulunan yahudilerdir. Bunlar Kurayza, Nadir ve Kaynuka oğullarıdır. "Müşrikler" ise Mekke ve civarında bulunanlar ile Metline ve civarında bulunanlardır. Maksat Kureyş müşrikleridir. "Ayrılmayacaklardı" küfürlerinden vazgeçmeyecek, başka yola sapmayacaklardı. "Kendilerine apaçık delil gelinceye kadar." Yani apaçık delil onlara gelinceye kadar. Bu da Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'dır. "Nihayete eriş; ayrılış": En son noktaya ulaşmak diye açıklanmıştır ki bu da şu demektir: Onlar kendilerine apaçık delil gelinceye kadar ömürlerinin sonlarına gelip, ölmeyeceklerdi. Bu anlama göre "ayrılmak" -sona ermek demektir. "Ayrılmayacaklardı" âyetinin bırakıp, terk etmeyeceklerdi anlamında olduğu da söylenmiştir. Rasûl kendilerine gelinceye kadar müddetleri sona ermeyecekti, demek olur. Araplar: Ben bu işi işlemeye devam edip durdum, anlamında: "Ben bu işi ayrılmadan işledim" derler. "Filan kişi hala ayakta duruyor, ayakta durmayı bırakmadı" derler. 'in asıl anlamı "açmak"tır. " Mektubu açmak (mührünü çözmek)" ile “ Halhali çözmek, açmak': ve (sözlüklerden böyle bir tabirin anlamım tesbit edemedik) gibi tabirler de bu anlamda kullanılmıştır. Şair Tarafe de şöyle demiştir: "İki tarafı keskin ve iyice bilenmiş (yahut Hind yapımı) bir kılıç için İçindeki sırrın açılmayacağına yemin ettim." Şair Zu'r-Rimme de şöyle demiştir: "(Onlar) uzun boylu ve (eğitilerek) zayıflatılmış develer olup Sürekli yemsiz olarak çökmüş haldedir, yahut da biz onları kurak bir yere süreriz." Yemsiz" diye anlamı verilen "el-hasP" kelimesi, matbu' nüshalarda "hı"' harfinden sonra "sin" harfi olmaksızın yanlış olarak dizilmiştir Beyitin gerek Lisânu'l-Arab, X, 477'deki şekli, gerek tercemeye esas aldığımız baskıda yer alan yayına hazırlayanın notu, kelimenin kayd ettiğimiz gibi olduğunu göstermektedir. Ayrıca aradaki "sin" harfi -ı_..,ı,,n ;t,.An^ir. Hi-,ftrıı bir anlamının olmayacağını da belirtelim Görüldüğü gibi şair burada "Hep çökmüş haldedir" demek istemiştir, fazladan: yı getirmiştir. " Ayrılma...lar" anlamındadır. Yani onlar apaçık delil kendilerine gelinceye kadar dünyada kalacaklar, ayrılmayacaklardı. İbn Keysan dedi ki: Yani kitab ehli olanlar, Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın kitaplarındaki sıfatlarını o peygamber olarak gönderilinceye kadar terketmeyecek (değiştirmeyecek)lerdi. Peygamber olarak gönderilince onu kıskandılar, onu terkedip, inkar ettiler. O halde bu, yüce Allah'ın: "İşte o tanıdıkları (peygamber) kendilerine gelince onu inkar ettiler" (el-Bakara, 2/89) âyetine benzemektedir. Bundan dolayı (daha sonra): "Ama kendilerine kitab verilenler ancak ... sonra ayrılığa düştüler" (4. âyet) diye buyurmuştur. Buna göre yüce Allah'ın: "Müşriklerden" âyeti şu demektir: Onlar, Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) peygamber olarak gönderilinceye kadar, onun hakkında kütü söz söylemediler. Ona el-Emin ismini vermişlerdi. Onun dili üzere kendilerine apaçık deliller gelip, onlara peygamber olarak gönderilince; işçe o vakit, ona düşmanlık ettiler. Bazı dilciler de buradaki "ayrılmayacaklardı" lâfzı "helâk olmayacaklardı" anlamındadır demişlerdir, ki bu da Arapların: "Doğum esnasında kadının leğen kemiği çözüldü" tabirlerinden alınmıştır. Bu da bu kemiğin çatlaması ve bir daha kaynamayıp, sonunda ölmesi anlamını ifade eder. Buna göre mana şöyle olur: Onlar rasûllerin gönderilip, kitapların indirilmesi ile kendilerine karşı delil ortaya konulmadıkça azâb edilmeyecekler, helâk edilmeyeceklerdi. Bazıları da; müşrikler hakkında şöyle demiştir; Onlar da kitab ehlindendir. Çünkü yahudilerden kimisi Uzeyr Allah'ın oğludur, hristiyanlardan kimisi de Îsa Allah'ın kendisidir, kimileri de o Allah'ın oğludur, kimileri üçün üçüncüsüdür demişlerdir (ve böylece bunlar da müşrik olmuşlardır.) Bir başka açıklamaya göre; kitab ehli, önce mü’min idiler, peygamberlerinden sonra kâfir oldular. Müşrikler de fıtrat üzere doğdular, ergenlik yaşına ulaşınca kâfir oldular. İşte bundan dolayı yüce Allah; "Ve müşriklerden" diye buyurmuştur. Bir başka açıklamaya göre "müşrikler" de aynı zamanda "kitab ehli"nin niteliğidir. Çünkü onlar kendilerine gönderilen kitaptan yararlanmadıkları gibi tevhidi de terkettiler. Hristiyanlar teslisçidirler, yahudiler de genel olarak müşebbihecidirler. Hepsi de şirktir. Bu bir kimsenin: "Akıllılar ile zarif kimseler bana geldi" deyip, muayyen birtakım kimseleri kastederek, onları her iki özellik ile nitelendirmesini andırmaktadır. O halde anlam şöyledir: Kitab ehlinden (ve) müşrik olanlar... Bir diğer açıklamaya göre, burada sözü geçen "küfür", Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’in inkar edilmesidir. Yani Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın peygamberliğini inkar eden ve aynı zamanda kitab ehli olan yahudilerle hristıyanlar ile Araplardan olsun, başkalarından olsun -ki bunlar kitabı olmayanlardır- puta tapan müşrikler ayrılmayacaklardı, demektir. el-Kuşeyrî dedi ki: Ancak böyle bir açıklamanın doğru olma ihtimali uzaktır. Çünkü yüce Allah'ın: "Kendilerine apaçık delil gelinceye kadar... Allah tarafından gönderilmiş bir Rasûldür" âyetinin zahirinden anlaşılan bu rasûlün, Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) olduğudur. Dolayısı ile Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'ın peygamberliğini inkar eden kâfirler, Muhammed kendilerine gelinceye kadar... ayrılmayacaklardı, denilmiş olma. ihtimali uzaktır. Ancak: Şu anda Muhammed'i inkâr edenler -her ne kadar önceden unu tazim eden kimseler ise de- Allah, Muhammed'i kendilerine peygamber olarak gönderip, onlara âyetleri apaçık bildirinceye kadar, bu küfürden vazgeçmeyeceklerdir. İşle o vakit onlardım bir kısmı îman edecektir. el-Ameş ve İbrahim, "müşriklerden" anlamındaki lâfzı merfu olarak; diye ve: "...olanlar" lâfzına atf ile okumuştur. Ancak birinci kıraat daha açık anlaşılır. Çünkü ref’ ile okunması halinde her iki sınıf kitab ehlinden başkaları imiş gibi, iki ayrı sınıf olur. Ubeyy'in kıraatinde: " Kitab ehlinden kâfir olanlar ile müşrikler... ayrılmayacaklardı" şeklindedir, İbn Mes’ûd'un mushafında ise: " Müşrikler ve kitab ehli... ayrılmayacaklardı" şeklindedir. Daha önce (sûrenin tefsirinin başında) geçmiş bulunmaktadır. "Kendilerine apaçık delil gelinceye kadar" onlara apaçık delil gelinceye kadar, diye açıklanmıştır. Apaçık delil de Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)'dır. "Allah tarafından gönderilmiş bir rasûldür." Yani o, yüce Allah tarafından peygamber olarak gönderilmiştir. ez-Zeccâc dedi ki: "Bir Rasûldür" anlamındaki lâfız "apaçık delil" lâfzından bedel olarak merfû'dur. el-Ferrâ' dedi ki: Bu " O (apaçık delil) Allah tarafından gönderilmiş bir rasûldür" yahutta: "(peygamber) Allah Larafından gönderilmiş bir rasûldür" demektedir. Çünkü "Beyyine: Apaçık delil" bazan müzekker kabul edilebilir ve: "Benim beyyinem (acık delilim) filandır" denilebilir. Ubeyy ve İbn Mes’ûd'un kıraatinde; diye kat" üzere (bedel yapmayarak) nasb ile okumuşlardır. "Okuyup duran, okuyan" demektir ki (bu fiil): "Okudu, okur, okumak" diye kullanılır. "Sahifeler" lâfzı "sahife"nin çoğulu olup, üzerinde yazı yazılan sev demektir. "Tertemiz" lâfzı hakkında İbn Abbâs şöyle demiştir: Yalandan, şüpheden, iki yüzlülükten ve sapıklıktan arınmış demektir. Katide batıldan yana (temiz) diye açıkladığı gibi, yalandan, şüphelerden, küfürden tertemiz edilmiş diye de açıklanmıştır. Hepsinin anlamı birdir. Yani. sahifelerin vazıh olarak ihtiva ettiği şeyleri okur. Buna (bu açıklamaya) onun yazılı bir kitaptan değil de ezberinden okuduğu delil teşkil etmektedir. Çünkü Peygamber ümmi idi, okuması yazması yoktu. "Tertemiz" lâfzı "sahifelefın sıfatıdır. Bu da yüce Allah'ın: "Çok şerefli, son derece yüksek ve tertemiz sahifelerdedir" (Abese, 80/13-14) âyetini andırmaktadır. Buna göre "tertemiz" lâfzı zahiren sahifelerin şifalıdır. Gerçekte ise sahifderde yazılı bulunan Kur'ân'ın sıfatıdır. "Tertemizin şu anlama geldiği de söylenmiştir: Onlara tertemiz olanlardan başkası dokunmamalıdır. Daha önceden açıklandığı üzere el-Vakıa Süresî'nde (56/75-80. âyetler, 5. başlıkta) buyurduğu gibi. Tertemiz sahifelerin, yüce Allah'ın nezdinde peygamberlere indirilmiş kitabların kendisinden istinsah edildiği Ummu'l-Kitabtaki sahifeler olduğu da söylenmiştir. Yüce Allah'ın: "Daha doğrusu o çok şerefli bir Kur'ândır, Levh-ı mahfuzdadır."(el-Buruc, 85/21-22) âyetinde olduğu gibi. el-Hasen dedi ki: Semadaki tertemiz sahifeler kastedilmektedir. "İçinde dosdoğru hükümlerin yazılı olduğu..." Dosdoğru, eğriliği büğrülüğü olmayan ve muhkem demektir. Arapların bir şey dosdoğru ve sahih olduğu vakit kullandıkları; (.........) fiilinden gelmektedir. Kimi ilim adamı şöyle demiştir: Sahifeler kitaplarla aynı şeydir, o halde nasıl olur da; içinde kitapların bulunduğu sahifderde, demiş olabilir (diye sorulursa) şu cevab verilir: Burada "kitaplar" lâfzı hükümler anlamındadır Nitekim yüce Allah şöyle buyurmuştur: "Allah... galibgeleceğim diye yazmıştır." (el-Mücadele, 58/21) âyetinde "yazdı" hükmetti anlamındadır. Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) da şöyle buyurmuştur: "Allah'a yemin ederim ki ben aranızda Allah'ın Kitabı ile hükmedeceğim" Buhârî, II, 959, 971, VI, 2446, 2502, 250H, 2510, 25H...: Müslim, II, 1325, Tirmisl, IV, 39: Ebû Dâvûd, IV, 153; Nesâî, VIII, 240, 241; ibn Mâce, II, 852, Muvatta’, II, H22; Müsned, IV, 115 dîye buyurmuş, sonra da recm hükmünü vermişti. Oysa recm Allah'ın Kitabında yapılı değildir. O halde burada, ben aranızda yüce Allah'ın hükmü gereğince hüküm vereceğim, demektir. Şair de şöyle demiştir: "Velâ (bağlılık) belâ ile değildir, siz (haktan) meyledip saptınız Yazdığı (hükmettiği) zaman Allah böyle buyurmamıştı." " Dosdoğru kitaplar" (mealde: Dosdoğru hükümlerin yazılı olduğu, diye verilmiştir). Kur'ân'ın kendisidir diye de açıklanmıştır. Böylelikle yüce Allah Kur'ân-ı Kerîm'den "kitablar" diye söz etmiştir. Çünkü o çeşitli, türlü açıklamaları kapsamaktadır. |
﴾ 3 ﴿