7

Hem mâûnu da engellerler.

6- Yardımlaşmaya Engel Olanlar:

"Hem mâünu da engellerler." âyeti(nda geçen mâûn hakkı)nda oniki görüş vardır:

1- Maksat, mal Sarının zekâtıdır. ed-Dahhâk, İbn Abbâs'tan böyle rivâyet etmiştir. Ali (radıyallahü anh)'dan da bunun gibi bir görüş rivâyet edilmiştir. Malik de böyle demiştir.

Bundan maksat ise, münafıkın zekâtı engellediğidir. Ebû Bekr b. Abdu'l-Aziz, Malikten şöyle dediğini rivâyet etmiştir, Bana yüce Allahın:

"İşte (böyle) namaz kılanların vay haline ki! Onlar namazlarından gaflet içindedirler. Onlar hem riyakarlık yapanların ta kendileridir. Hem mâûnu da engellerler" âyeti hakkında şu açıklamalar ulaşmıştır: Münafık namaz kıldığı vakit riyakârlık olsun diye namaz kılar. Namazını geçirirse bundan dolayı pişmanlık duymaz.

"Hem mâûnu" Allah'ın kendilerine farz kıldığı zekâtı

"da engellerler" demektir.

Zeyd b. Eslem dedi ki: Eğer zekâtı gizli saklı verebilme imkanı olduğu gibi, namazıda gizli saklı eda etme imkanı bulunsaydı hiçbir şekilde namaz kılmazlardı.

2-

"Mâûn", Kureyş lehçesinde mal demektir. Bu açıklamayı İbn Şihâb ve Said b. el-Müseyyeb yapmıştır.

3- Bu; balta, çömlek, ateş ve buna benzer evde kullanılan, birtakım ihtiyaç duyulan eşyanın hepsi hakkında kullanılan genel bir isimdir. Bu açıklamayı İbn Mes’ûd yapmıştır. İbn Abbâs'tan da bu görüş rivâyet edilmiştir, el-A'şâ dedi ki:

"Onların semaları bulutlanmayacak olursa,

Mâûnu (suyu ve yağmuru) ile (Fırat'ın suları) ondan daha cömert değildir."

4- ez-Zeccâc, Ebû Ubeyd ve el-Müberred'in naklettiklerine göre mâûn, cahiliye döneminde faydalı olan her şeydir. Balta, tencere, kova, çakmaktaşı ve az çok faydalı olan herbir şey demektir. Bunlar ayrıca el-A'şa'nın (yukarıdaki) beyitini zikretmişler ve şöyle demişlerdir: İslâm döneminde ise mâûn itaat ve zekâttır. Buna delil olarak da er-Râî'nin şu beyitlerini zikretmişlerdir:

"Ey Rahmân'ın halifesi! Biz öyle bir topluluğuz ki

Hanifleriz, sabah akşam secde ederiz,

Öyle Araplarız ki, yüce Allah'ın bizim mallarımızda

Zekât hakkının bulunduğunu indirilmiş bir hüküm olarak biliriz

Biz hala İslâm üzereyiz, hiçbir zaman maunumuzu

Engellemediğimiz gibi, tehlili (la ilahe illallah demeyi) de zayi etmedik."

Bununla zekân kastetmektedir.

5- Mâûn, iğreti olarak verilen şeyler demektir. Bu açıklama da İbn Abbâs'tan rivâyet edilmiştir.

6- Maun, insanların kendi aralarında karşılıklı olarak yaptıkları hertürlü maruf (iyilik) demektir. Bu açıklamayı Muhammed b. Ka'b ve el-Kelbi yapmıştır.

7- Su ve ottur,

8 -Sadece sudur.

el-Ferrâ'' dedi ki: Ben Araplardan birisini: Mâûn; su demektir, dediğini duydum ve bana bu hususta şu mısraı okudu:

"Onun bulutu mâûnu (suyu) alabildiğince döker."

9- Maun: Hakkı engellemek demektir. Bu açıklamayı Abdullah b. Ömer yapmıştır.

10- Mallardan sağlanan faydaların kullanılmasıdır. Bu da az demek olan "el-ma'n"den alınmıştır. Bu açıklamayı et-Taberî ve İbn Abbâs yapmıştır. Kutrub dedi ki:

"Mâûn"un asıl anlamı azlıktır. "Ma'n" az şey demektir. Araplar: " Onun az olsun, çok olsun hiçbir şeyi yoktur" derler.

Yüce Allah'ın zekât, sadaka ve bunlara benzer iyilikleri

"mâûn" diye adlandırması bunların çok arasından verilen az şeyler oluşundan dolayıdır.

Kimileri de şöyle demiştir:

"Mâûn"un aslı (yardımlaşmak anlamındaki): "Mâûnef'den gelmektedir. (Mim’den sonraki) "elif" (mâûnetin sonundaki) "he" (yuvarlak te)'den bedeldir. Bu açıklamayı el-Cevherî nakletmiştır.

İbnu'l-Arabi dedi ki:

"Mâûn" kelimesi: " Yardım etti, eder" fiilinden ism-i mef'ûldür. "Avn" ise güç, araçlar ve işi kolaylaştırıcı yollarla yardımcı olmak demektir.

11- Mâûn, itaat ve boyun eğmek demektir. el-Ahfeş fasih bedevi bir Araptan şöyle dediğini nakletmiştir: "Biz eğer konaklayacak olursak senin devene, sana "mâûnu" verecek bir iş yapacağım." Bundan kasıt ise, sana boyun eğip, itaat edecek (bir iş yapacağım)dir. Recez vezninde şair şöyle demiştir:

"Sen onların burunlarına halka takıldığını görecek olursan;

Onlar (sana) boyun eğer yahut sana mâûnu verirler (itaat ederler)."

12- Mâûn'un; su, tuz ve ateş gibi engellenmesi helal olmayan şeyler olduğu da söylenmiştir,. Çünkü Âişe (radıyallahü anha) şöyle demiştir: Ey Allah'ın Rasûlü dedim. Engellenmesi helal olmayan şey nedir? Şöyle buyurdu: "Su, ateş ve tuz." Ben: Ey Allah'ın Rasûlü, suyu anladım, ateş ve tuz da ne oluyor? dedim. Şöyle buyurdu: "Ey Âişe! Ateş veren kimse sanki bu ateş ile pişirilen her şeyi sadaka olarak vermiş gibidir. Tuz veren bir kimse de sanki bu tuz ile lezzeti yerine gelen pişirilmiş bütün yemeği tasadduk etmiş gibidir. Her kim de suyun bulunduğu bir yerde bir yudum su içirecek olursa, altmış canı hürriyetine kavuşturmuş gibidir ve her kim suyun bulunmadığı bir yerde bir yudum su İçirecek olursa, bir kişiye hayat vermiş gibidir. Bir kimseye hayat veren bir kimse ise, bütün insanları hayata kavuşturmuş gibidir, " Son cümle eksiğiyle: İbn Mace, II, «26; Taberanî, Evsat, VI, 349; Deylemî, Firdevs, V, 430.

Bunu es-Sa'lebi Tefsirinde zikrettiği gibi, İbn Mace de Sünen'inde rivâyet etmiştir. Senedinde bir parça gevşeklik vardır. Bu da bu husustaki onikinci görüştür.

el Maverdi dedi ki: Bunun işlemesi kolay fakat Allah'ın ağırlaştırdığı şeylerle mâûnet (yardımcı olmak) anlamına gelme ihtimali de vardır. el-Maverdî, en-Nüket, VI, 353"teki ifade şöyledir: "Yapılması ağır gelmeyen, ağırlığı da az olan hususlarda yardımcı olmak anlamına gelme ihtimali de vardır." Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.

İbn Abbâs'ın azadlısı İkrime'ye: Herhangi bir eşyayı vermeyen kimseye veyl sözkonusu olur mu? diye soruldu. O: Hayır fakat bu üçünü bir arada yapana veyl olsun! Yani namazı terkedip, riyakarlık yapan ve mâûnu vermeyerek cimrilik gösteren.

Derim ki: Sûrenin münafıklar hakkında olması daha uygun ve onlara daha yakışır. Çünkü bu üç niteliği kendilerinde toplamışlardır; Namazı terketmek, riyakârlık yapmak ve malda cimrilik göstermek. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

"Namaza kalktıkları vakit de tembelce kalkarlar, insanlara gösteriş yaparlar ve Allah'ı ancak pek az anarlar." (en-Nisa, 4/142) Yine bir başka yerde şöyle buyurmaktadır:

"Namaza ancak üşene üşene gelirler. İnfaktarım da mutlaka isteksiz yaparlar." (et-Tevbe, 9/54)

İşte bunlar, onların (münafıkların) halleridir. Bunların gerçek bir müslümanda bulunması uzak bir ihtimaldir. Eğer bir müslümanda bazıları bulunacak olursa, ona da azarın bir parçası ulaşmış olur. Bu da muayyen olarak Lesbit edilebilirse mâûnu men etmek halinde sözkonusudur, namazı terketme halinde sözkonusu olduğu gibi. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.

Zaruret hali dışında mâûnu engellemek, mürüvvet açısından çirkin bir iştir. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır,

(Mâun Sûresi burada sona ermektedir. Allah'a hamd olsun).

7 ﴿