3

O takva sahipleri görmedikleri gayba inanırlar, namazlarını gerektiği şekilde dosdoğru olarak kılarlar ve kendilerine rızık olarak verdiğimiz imkanlardan da Allah yolunda harcarlar.

Burada bir ilgi zamîri olan, (.......) kelimesi, bir (.......) zamîrinin takdiriyle medih (övgü) manası içermek üzere mahallen merfûdur. Ve cümle: (.......) takdirinde olmuş olur. Ya da bunun başına bir (.......) kelimesi eklenmek suretiyle yine medih manasım içermek üzere mahallen mensûbtur ve bu takdirde de cümle şöyle olmaktadır:

Veya bu, mübteda (öznedir). Bunun haberi de, (.......) dir. Bu durumda yine mahallen merfûdur. Ya da, (.......) kelimesinin sıfatı olarak mecrûrudur.

Yani bu takva sahiplerinin kimler olduğunu açıklamak ve onları göstermek için gelen bir sıfat olmuş olur. Meselâ:

“Zeyd, muhakkik (gerçekçi) ya da muhakkak (gerçek) bir fakih (ilim adamı)dır.” gibi.

Dolayısıyla bu âyet de, îman noktasından takva sahiplerinin durumlarının temel olarak üzerinde bina edilen şeyleri kapsadığından böyle denmiştir. Takva sahiplerinin temelini oluşturan da “îman” gerçeğidir ki, bu, diğer hasenelerin (yani iyilik ve güzelliklerin), namazın ve zekâtın temelidir.-Bütün bunlar îman temeli üzerine bina edilirler. Namaz ve zekât beden ve mal ile yapılan ibâdetlerin anası ve temelidirler. Diğer ibâdetler üzerinde asıl ölçü bu ikisidir.

Görmez misin Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem), namazı, “dinin direği” olarak adlarıdırmıştır.

Yine Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) İslâm ile küfür arasındaki belirleyici unsur olarak namazı zikretmiştir. Müslim, Îman; 134. E. Dâvud, Sünnet; 15. Tirmizî, Îman; 9. İbn Mâce, İkamet; 17. Dârimî, Salat; 29.

Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) malî bir ibâdet olan zekâtı da “İslâm'ın köprüsü” olarak isimlendirmiştir. Taberânî, “el-Kebir” kitabında, Beyhaki de, Ebû Derda'dan zayıf bir senetle merfû' olarak, “Şuabu'l-Îman” kitabında rivâyet etmiştir. El-İklil, 1/39.

İşte başta bu iki ibâdet olmak üzere diğerleri de onları izler. Bu iki ibâdeti zikretmekle, diğer taatleri tek tek saymaya ihtiyaç duyulmamıştır. Çünkü, bu iki ibâdet âdeta diğer taatleri öğrenmenin bir adresi, hedefi olarak gösterilerek hedefe ulaşılınca ya da adrese gidilince orada nelerin olduğunu zaten öğrenmiş olacaktır. Kaldı ki, bu iki ibâdetin belirtilmesiyle çok açık olarak ve net bir şekilde diğerlerini anlatımına artık gerek kalmamış oldu. Bir de bu iki ibâdetin eh faziletli ibâdetler- olduğunu da açık olarak dile getirmiş oldu.

Veya bu, takva sahipleriyle ilgili bir sıfat olarak ortaya konmanın yanında bunun dışında da birtakım faydalar taşımaktadır. Meselâ: “Fakih, mütekellim (kelâmcı) ve tabip (hekim) olan Zeyd gibi” .

Takva sahipleri yani muttakilerden murat, günah ve kötülüklerden sakınan, kaçınıp uzak duranlar demektir.

Îman ederler (inanırlar)Bu kelime ifal babındandır ve “emn” kökünden türemedir. Manası da: doğrularlar, tasdik ederler, onaylarlar, demektir. Nitekim, (.......) denir ki bu, “Onu tasdik etti, doğruluğunu onayladı.” manasındadır. Bunun gerçek ifadesi ise şöyledir:

“Onu yalanlamaktan ve ona karşı çıkmaktan uzak durarak ona güven ve teminat verdi.”

Bir de bu kelimenin ikrar etti, itirafta bulundu manasım içermesi için, cer edatı olan,(.......) harfiyle müteaddi (yani geçişlilik) kazanır.

Gayba, bilinemeyen ve görülemeyene” ifadesine gelince; insanların gözlerinden kaybolan, görülemeyen şey ve şeyler demektir.

Yani, peygamberimiz Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem) tarafından bildirilen öldükten sonra yeniden dirilme, mahşer alanında toplanma, hesap görülme ve benzeri hususlar demektir. Kelime bu manasıyla aynı zamanda kayıp olan şey manasını da içerir. Fakat burada görüldüğü gibi masdar olarak gelmiştir. Şayet bu kelimeyi, “îman” ifadesini sılası (yani ilgi cümleciği) olarak değerlendirirsen bu, kök olarak, (.......) dendir. Eğer kelimeyi hâl olarak değerlendirirsen bu takdirde mana, görünmeme ve gizlilik yani (.......) ve (.......) anlamında olmuş olur.

Yani:

“İnanılması gereken şeylerden uzakta ve onları görmeksizin îman ederler, inanırlar.” demektir. Kısaca, “gayb ile (yani görünemez ve bilinemez ile) karışık” demektir.

Sahih ve gerçekçi manadaki îman; dil ile ikrar ve kalp ile de tasdik olunan bir imandır. Amel ise îmana dahil ve îman çerçevesi içinde değerlendirilmemiştir.

Namazlarını gerektiği şekilde dosdoğru olarak kılarlar.” ibâresine gelince bu, “eda ederler” anlamındadır. Burada, “eda” yerine “İkame ederler” ifadesinin yer alması şundan ötürüdür: Kıyam ile namazın bazı rükünleri demektir. Nitekim, kıyam, “kunut” diye de ifade olunmaktadır ki bu da, “kıyam” manasındadır.

Aynı zamanda, rüku, secdeler ve teşbih (namaz) için bu ifade kullanılmış ve bütün bunlar da aynı manayı kapsamaktadırlar. Çünkü âyetlerde tüm bu ifade ve tabirler geçmektedir. Kısaca namazın içinde tüm bu sayılanlar var olduklarından dolayı bunlara da kıyam denmiştir.

Ya da, “namazın ikamesinden “murat, namaz ile ilgili ta'dil-i erkân olabilir. Bu da, direği dikmek, düzeltip sağlamlaştırmak manasındadır. Dolayısıyla namazları böyle bir dikkat ve titizlik, itina içerisinde kılmak ve yamukluk yapmamak gerekir. Veya bu ifadeden asıl gaye, namaza devamlılık ve onun hakkını koruma manası olabilir.

Meselâ: (.......), “Pazar kuruldu.” denildiği vakit, artık herkes oraya yöneliyor, pazar iyice revaç kazandı, demek gibi. Çünkü namaza devam olunması Ve hukukunun korunması hâlinde bu da tıpkı pazar misalde olduğu gibi revaç kazanır, insanların ona rağbeti de artar. Eğer bunun değeri kaybedilir ya da kaybettirilirse bu, artık kâr sağlamayan, rağbet olunmayan veya rağbet görmeyen bir şey durumunda olur.

“Salât” kelimesi, (.......) fiilinden, (.......) yani (.......) ölçüsünde bir kelimedir ki bu da tıpkı, (.......) kelimesinden alman, “zekât” kelimesi gibi. Bu kelimenin yazılışı ise (.......) harfiyle olup tefhim ile okumaktır.

“Salla” fiili aslında, “Kalçalarını hareket ettirmek” demektir. Çünkü namaz kıları bir kimse de rüku ve secdelere vardığında iki taraftan da kalçasını hareket ettirir. Nitekim dua eden kimseye de, “Musallî” denir ki, bu, rüku ve secde yapan kimseye huşu ve huzur yönlerinden benzediği için böyle denmiştir.

Rızık olarak verdiklerimizden.” (.......) burada, (.......) demek olup “verdik” anlamındadır. (.......) da burada, (.......) manasındadır.

Tasadduk ederler, harcarlar.” demektir.

Burada, “Bazı, bir kısmını...” manasında olan (.......) cer edatının getirilmesinin sebebi, yasaklarıan yerlere harcama yapılmaması ve haram yollarda harvurup harman savrulmaması açısından bir bakıma onları korumak için getirilmiştir. Bir de burada mef'ûl (yani tümleç) fiile takdim edilmiştir. Bunun da sebebi, onun önemini yani rızık ve imkan olarak sunulan şeylerin ehemmiyetini göstermek ve vurgulamak içindir. Bundan da anlatılmak ya da belirtilmek istenen şey, zekâttır. Çünkü namaza hem yakındır ve hem namazın ikiz kardeşidir yani zekâtsız namaz ve namazsız zekât düşünülemez.

Veya bununla hem zekât ve diğer yardım ve infak konulan denmek istenmiş olabilir. Çünkü, ifade mutlak olduğu için bütün hayır yollarını ve çeşitlerini kapsar. Bir de (.......)ile (.......) kelimeleri, (.......) ve (.......) kelimeleri anlam bakımından aynı manaları taşırlar.

Feal fiili (yani baş taraftaki harfleri) (.......) ve aynel fiili (kelimenin ortasındaki harfi) ikinci harfi (.......) harfi ise, bütün bu türden fiillerin manası, “Çıkmak (çıkış) ve gitmek (gidiş)anlamında olur.

Bu âyet, amellerin îmandan olmadığını da gösteriyor. Çünkü görüldüğü gibi namaz ve zekât ibâdetleri “îman” ifadesi üzerine atıf yapılarak anlatılmıştır. Halbuki atıf ise muğayereti (farklıliği) yani bunların îman ile aynı şey olmadıklarını, farklı şeyler olduğunu gösterir.

3 ﴿