9Onlar akıllarınca güya Allah'ı ve mü'minleri aldatıyor sanırlar. Halbuki onlar kendilerinden başkasını aldatamazlar da yine de farkında olmazlar. “Allah'ı aldatıyorlar.” Burada aslında muzaf (tamlarıan) mahzûftur. Bu da, “elçi” kelimesidir ve (.......) demektir ki mana, “Allah'ın Rasûlünü aldatıyorlar (aldatırlar)” demektir. Bu tıpkı şu âyetteki ifade gibidir: “Kasabaya sor.” Yûsuf, 82. Halbuki burada demek istenen “Kasabaya” değil, “Kasaba halkına sor” demektir. İşte burada, muzaf (yani tamlarıan olan) “halk” kelimesi mahzûftur. Nitekim, Ebû Ali Farisî Hasen b. Ahmed b. Abdulgaffar (rahmetüllahi aleyh) ve başkalan da böyle söylemişlerdir. (.......) kelimesi; asıl içlerinde gizlediklerinin aksini açıklamak, demektir. (.......) kelimesi ise, “Onlar içlerindekinin aksini dışa gösteriyorlar. “manasındadır. Çünkü (.......) kelimesi, kişinin esas itibariyle içinde gizlediğinin aksini dışa vurması, açıklaması demektir. Yüce Allah, Peygamberi Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)’in yerini yüceltmiştir. Çünkü peygamberini aldatıp tuzağa düşürmek isteyenleri tıpkı kendisini aldatmak isteyenler olarak değerlendirmiştir. Zira âyette görüldüğü gibi muzaf zikredilmemiştir. İşte bu, tıpkı şu âyetteki ifadeye benzer bir ifadedir. Yüce Mevlâmız şöyle buyurmuştur: “Muhakkak ki, sana biat edenler, ancak Allah'a biat etmektedirler. Allah'ın eli onların ellerinin üzerindedir.” Fetih, 10. Bu âyete dikkat olunduğunda, Rasûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile biat eden bir kimse tıpkı Allah ile biat etmiş gibidir. Çünkü Allah böyle değerlendirmektedir. Biat olabilmesi için de mutlaka kendisiyle biat yapılabilen gerçek bir araca gerek vardır. İşte bu biat aracı eldir. Dolayısıyla Resûlüllahın eli onların elleri üzerindedir. Rabbimiz, Rasûlünün elini tıpkı kendi eli olarak değerlendiriyor ve bu âyette buna işaret ediyor. Ancak Allah cisimden münezzehtir. Detaylar için ilgili kaynaklara bakılabilir. İşte burada tefsirini yaptığımız bu âyet de aynen örnek olarak verdiğimiz âyetteki gibidir. Bir diğer tefsir olarak da denilmiş ki; “Onlar, kendi iddialarına göre Allah'ı aldattıklarını sanırlar. Çünkü bu münâfıklar, Allah da gerçekten tıpkı diğer aldatıları kimseler gibi aldanır zannediyorlar.” Aslında bu örnek, yani (.......) ya da aldatma olayı çoğunlukla iki kimsenin müşareketi (birlikteliği, işbirliği) dışındakiler için söz konusudur. Meselâ, “Hırsıza cezâ verdim, işkence ettim. “gibi. Kısaca mufaale babmın binası çoğunlukla tek kişinin üstünlüğündeki müşarekete dayanır. Bu âyet, (.......) olarak okunduğu gibi, aynı zamanda, (.......) olarak da okunmuştur. Bu da, (.......) fiilini beyan (açıklamak) içindir. Ya da bu, başlı başına bağımsız yeni bir cümledir. Sanki burada şöyle bir soru yer alır gibidir: “Neden inanmadıkları hâlde yalan yere inandıklarını iddia ediyorlar? Onların bundan çıkarları nedir?” Buna şöyle cevap veriliyor: “Allah'ı aldatıyorlar.” onların bundan çıkarları şudur; Müslümanların münâfıklar dışındaki kâfirlerle savaşmaları hâlinde münâfıklara dokunmamaları, Müslümanların onları affetmesi, kendileri için İslâm hükümlerinin uygulanması, savaş ganimetlerinden pay almaları vb. gibi yararlar ya da çıkarlar... Kur'ân'daki durak (vakf) konulannı ele alan, “el-Vukuf ya da “el-Kitabu'l-Ferid fi İ'rabi'il-Kur'ân'il-Mecid” adlı eserin yazan diyor ki: (.......) kelimesi üzerinde vakfetmek (durmak) lâzımdır. Mutlaka durulmalıdır. Eğer durmayıp sonraki âyete hemen geçilirse, yani vasl yapılırsa bu durumda şöyle bir mana ortaya çıkar: (.......) Yani: “Onlar aldatan, hile yapıp tuzak kuran mü'minler değiller.” olur ki, böylece münâfıkların asıl mü'min olmadıkları niteliği ortadan kalkmış olur ve yanlış bir mana çıkar. Bu, âdeta şu örnekteki gibi bir durum gösterir: (.......) gibi. Bunun manası: “Oyalancı bir adam değildir.” Halbuki biz'adamın yalancıliğim özellikle ortaya koymaya çalışırken böyle bir yanlışa girmek gerçekten büyük bir tehlike gösterir. Kaldı ki, üzerinde durup tefsirini yaptığımız âyette, Onların imansız olduklarını veya îman etmemiş olduklarını vurgulamaktır. Bir de bunların düzenbaz, hileci ve aldatan kimseler olduklarını ortaya koymaktır.” Bir de, (.......) fiilindeki zamîrden ötürü, (.......) kelimesini hâl olarak ve bundaki amili de (.......) fiilini kabul edenlere göre, bu durumda mana şöyle olur: “Allah'a, aldatanlar olarak îman ettik.” Eğer böyle değil de, (.......) kelimesindeki zamîrden hâl olarak alınır ve bunda da amil olarak ism-i fâil kabul edilirse, böyle diyenlere göre mana şöyle olur: “Onlar aldatanlar, hile ve tuzak kuranlar oldukları hâlde inanmış olmazlar.” İşte bu manalarda değerlendirildiğinde artık (.......) üzerinde vakfa (durmaya) gerek kalmaz. Ancak doğru olanı ilk görüştür, bu bakımdan vakfedilmesi daha uygundur. “Ve mü'minleri (îman edenleri)” Yani; “Güya inandıklarını açıklayarak ve inkârcılıklarını gizleyerek Resûlüllahnü ve mü'minleri aldatıyorlar.” “Halbuki onlar kendilerinden başkasını aldatamazlar.” Yani hile ve desiseye saparak bu tür kimselerin yapageldikleri yollara başvurmaları sonucu olabilecek şeyler bizzat kendilerinin tuzağa düşürülmesi ve aldatılmasıdır. Çünkü sonuçta bundan zarar görecek olanlar yine kendileri olacaktır. Aldatmalarının ürünü nihayet kendilerine dönecektir ki bu, onların âhirette azap görmeleridir. İşte onlar âdeta bu halleriyle kendilerini aldatıp tuzağa düşürmüş kimselerdir. Kırâat imâmlarından Ebû Amr, Nafı ve Abdullah b. Kesir, baş tarafıyla mutabakat sağlasın diye, (.......) olarak okumuşlardır. Ancak diğer kırâat imâmlarının bunlara karşı delili (ya da gerekçeleri) şöyledir: Kelime ister üçlü baplardan (yani üç harfli basit fiillerden) olarak (.......) olsun, ister mufaale babından olsun burada her ikisinin de manası birdir. Dolayısıyla öyle veya böyle okumakta bir sakınca yoktur. Nefs: Bir şeyin kendisi, aslı ve hakikati manasındadır. Daha sonra bu kelime, “kalp ve ruh” için de kullanılır oldu. Yani onlara da “nefs” denmeye başlandı. Çünkü zaten nefs, bu ikisi ile (yani kalp ve ruh ile) vardır. Nitekim “kan” için de nefs ifadesi kullanılır olmuştur. Çünkü nefsin ayakta kalabilmesi kan sayesindedir. Hatta insanın aşırı ihtiyaç duyduğu ve onsuz yaşayamayacağı bir şey olan suya da nefs denmiştir. Bu âyette geçen, (.......) ten murat, burada, bizzat insanların kendileridirler. Dolayısıyla, “Bizzat kendilerini aldatırlar. “ın manası: “Aldatma olayı onların içinde ve onlardan ayrılmayan, kendilerine yapışmış bir şeydir. Onlardan başkasına geçmez.” Fakat bunlar, aldatmalarının sonucunda doğacak ve kendilerine dönecek olan şeyin, “.... yine de farkında olmazlar.” Şuur: Bir şeyi his ve duygularla bilip anlamak, sezmek ve farkına varabilmek demektir. Bu da, (.......) dan alınmadır. (.......) ise, bedene-tene değen ya da temas eden giysi demektir. “İnsanın meşairi” denince, insanın duyu organları demektir. Çünkü bu duyular algılamanın ya da sezginin aletleri veya araçlarıdırlar. Bunun manası da şöyledir: “Bunun zararı da tıpkı duyu organlarıyla hissedilip anlaşıldığı gibi bizzat bu kimselere dokunacaktır, onlara ulaşacaktır. Ancak bunlar sürekli gaflet içinde olduklarından ve aymazlıkları sebebiyle âdeta hissiz ve duygusuz kimseler gibi olacaktır.” |
﴾ 9 ﴿