97

Orada (Beytü’l-Haram'da) apaçık âyetler ve ayrıca İbrâhîm'in makamı vardır. Her kim oraya girerse (her saldırıdan) emin (güvencede) olur. Oraya yol bulabilenlerin o evi (beyti) haccetmeleri Allah'ın insanlar üzerinde bir hakkıdır. Artık her kim inkâr ederse (bilsin ki), şüphesiz Allah âlemlere muhtaç depdir.

“Beylü'l-Haram'da apaçık âyetler ve ayrıca İbrâhîm'in makamı vardır.”

Yani hiçbir kimsenin şaşırmayacağı, birbirine kanştıramayacağı apaçık işaretler vardır.

Âyetteki, (.......) kavli (.......) kavlinin atfı beyanıdır. Cemi' (çoğul) olan bir kelimenin tekil olan bir kelime ile açıklanması sahihtir. Çünkü; o tek olan şey bile yeri ve makamı itibariyle birçok âyetler ve mu'cizeler değerindedir. Zira; şanının yüceliği zaten ortadadır. Çünkü bu, yüce Allah'ın kudretine delâlet bakımından en güçlü delildir.

Hazret-i İbrâhîm (aleyhi’s-selâm)’in peygamberliğinin eseri, kaskatı olan taş üzerinde ayak izini bırakması ve daha başkaca âyetleri kapsamına alması böyledir. Çünkü; ayağının izi o kaskatı taş üzerinde çıkmıştır, bunun çıkması bir mu'cizedir. Ayaklarının ta topuklarına kadar taşta iz bırakması bir başka ayettir. Kaldı ki; bir taşırı diğerine göre yumuşaması da bir mu'cizedir. Hatta bu taşırı diğer peygamberlerin mu'cizeleri yanında daha sonraki nesillere kadar varlığını sürdürmesi de yine Hazret-i .İbrâhîm'e âit bir mu'cizedir.

Her kim oraya girerse (her saldırıdan) emin (güvencede) olur.” Bu cümle her ne kadar mana bakımından bir ibtida veya şart cümlesi ise de (.......) kavimin atfı beyanıdır. Çünkü bu cümle, oraya girecek bir kimsenin güvencede olduğunu gösteriyor. Sanki burada şöyle denir gibidir:

“Orada apaçık âyetler, mu'cizeler vardır; Hazret-i İbrâhîm'in makamı var, oraya girenin can güvenliği var.” Burada zikredilen bu iki örnek, çoğul anlamındadır.

Yani; orada birçok mu'cizeler ve birçok şeyler var demektir. Şunu söylemek de câizdir:

Bu iki âyetin zikredilmesiyle diğer ayetlerin, mu'cizelerin bunların kapsamı içerisinde var olduğu gerçeğidir. Çünkü; bu ikisi zaten birçok âyet ya da mu'cizenin olduğuna delildirler. Bu ikisi dışında da daha birçok âyetler ya da mu'cizeler var demektir. Meselâ; atanlarının çokluğuna rağmen atıları taşların yok olması, Kuşların uçarlarken Beytullah'ın üzerinden yüksekten uçarak gitmekten sakınmaları, Beytullah'ın üzerinden uçmamaları ve daha buna benzer nice örnekler, âyetler... Yine bunun bir örneği de dünya ile alâkalı olan bir şeyin bir zikir ya da dua ile birlikte ele alınmış olmasıdır. Çünkü Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Dünyanızdan bana üç şey sevdirildi: Güzel koku, kadınlar ve gözümün nuru namaz.” Ahmed b. Hanbel, Müsned; 3/108. Nesai, Sünenu'l-Kübra; 8888. Hakîm, Müstedrek; 2/160.

Hadiste yer alan, “gözümün nuru (aydınliği) namaz” maddesi, sayıları dünyalık üç maddeden biri değildir. Aksine bu, yeni bir isim cümlesidir. Çünkü; namaz dünyaya âit olan bir şey değildir. Dolayısıyla üçüncü madde burada zikredilmeden var olduğu kabul edilerek hemen âhiretle ilgili olana geçilmiştir. Sanki Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) üçüncü maddeyi zikretmek istemedi ve onu bu sebepten terk etti ve şu noktaya dikkatimizi çekti gibi; Peygambere düşen görev dünyaya âit bir şey üzerinde durmamaktır. İşte bunun için hemen âhiretle alâkalı olan ibâdete, namaza geçti, din ile alâkalı olanını zikretti.

Bu eser (hadisin) sebebiyle alâkalı olarak şöyle bir tefsir yapılmıştır: Beytullah'ın (Kâ'be'nin) duvarları yükseltilirken Hazret-i İbrâhîm (aleyhi’s-selâm)’in yorgun düşmesi ve güçsüz duruma düşmesi üzerine taşları yerine yerleştirmede zorlanınca, işte üzerinde ayak izlerinin bulunduğu taşırı üzerine çıkarak duvan yükseltmeye çalıştı. Bu sırada üzerine çıktığı taşırı üzerinde ayakları gömülerek taşırı üzerinde iz bıraktı.

Başka bir tefsire göre Hazret-i İbrâhîm (aleyhi’s-selâm) Şam'dan ziyaret için Mekke'ye gelir. Gelini (Hazret-i İsmâîl (aleyhi’s-selâm)’in eşi) de kayınpederi olan Hazret-i İbrâhîm (aleyhi’s-selâm)’e:

— Binitinden in de, başırıı yıka (serinlen), der. Ancak Hazret-i İbrâhîm (aleyhi’s-selâm) bineğinden inmez. Bunun üzerine Hazret-i İsmâîl (aleyhi’s-selâm) -in hanımı olan gelini, söz konusu taşı Hazret-i İbrâhîm (aleyhi’s-selâm)’in üzerinde olduğu binitin yanma getirir. Taşı önce sağ tarafa koyar, Hazret-i İbrâhîm (aleyhi’s-selâm) de sağ ayağını bu taşırı üzerine basar, gelini de Hazret-i İbrâhîm (aleyhi’s-selâm) ın başırıın sağ yanını yıkar. Sonra taşı alır ve sol tarafa koyar. Bu defa Hazret-i İbrâhîm (aleyhi’s-selâm) sol ayağını taşm üzerine basar gelini bu sefer de başırıın sol tarafını yıkar. İşte Hazret-i İbrâhîm (aleyhi’s-selâm)’in ayakları bu esnada taş üzerinde iz bırakır.

Her kim oraya girerse her (saldından emin) (güvencede) olur.” demek Hazret-i İbrâhîm (Aleyhi1s-Selâmy'in duası bereketiyle oraya girenin güvencede olacağı gerçeğidir. Çünkü; Hazret-i İbrâhîm (aleyhi’s-selâm) şöyle dua etmişti:

“Rabbim! Bu şehri emin belde kıl” Bakara, 126.

Eğer bir kimse gerçek anlamda bir cinayet ya da suç işlese, sonra gidip Harem'e sığınırsa, dokunulmazdır, orada bulunduğu sürece yakalanmaz.

Hazret-i Ömer şöyle der:

“Ben Harem sınırları içerisinde babam Hattab'ın kâtilini yakalana imkânını bulabüsem, o kimse oradan çıkmadıkça asla dokunamam.”

Eğer Harem sınırları dışında bir kimse bir suç işler veya irtidat eder (dinden dönerse) ya da zina fiilini işleyen biri gidip Harem'e sığınırsa, o kimseye dokunulmaz. Ancak onun orada bannmasma, orada yiyip içmesine imkân verilmez. Ona orada bulunduğu müddetçe bir şey de satılmaz. Böylece baskı altında tutulur ki; sonuçta oradan çıkmak mecburiyetinde kalabilsin ve yakalansın.

Bir başka tefsire göre de; “Cehennem ateşinden güvencede olur.” Çünkü; Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur:

“Her kim iki haremden birinde ölürse, kıyamet gününde cehennem ateşinden emin olmuş olarak diriltilir.” Beyhaki, Şuab;4180.

Yine Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuşlar:

“Hacun ile Bâkî denilen yerler çevresiyle birlikte alınır ve her ikisi de cennete serpiştirilir. Bu iki yer Mekke ile Medine'nin mezarlıklarıdır.” İbn Hacer, ben bu hadisi bulamadım, diyor. Bak. Haşiyetu’l-Keşşaf; 1/389.

Yine Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) buyuruyor ki:

“Kim gündüzün bir vaktinde (bir saatinde) ya da anında Mekke'nin kavurucu sıcaklığına sabrederse, cehennem o kimseden iki yüz yıllık bir yol mesafesinde uzaklaşır.” Ukayli, el-Duafau'l-Kebir; 1/226. Ukayli bu hadisle alâkalı olarak; “Bu, bâtıl ve aslı olmayan bir sözdür” demiştir.

(.......) harfinin kesriyle (.......) olarak okumuşlardır. Bu kırâat tarikine Kûfe okulu denir. Kesre okuyuşuna göre, (.......) kelimesi isimdir. Fetha ile yani, (.......) olarak okunması hâlinde bu, kelimenin mastar şekli olur.

Bir tefsire göre bu kelime ister kesre ile okunsun ister fetha ile okunsun dil bilgisi bakımmdan'her ikisi de, (.......) fiilinin maştandırlar. (.......) edatına gelince bu kelime, Külden bedeli ba'zdır.. Bu bakımdan da mahallen mecrûrdur.

oraya yol bulabilenler” kavlini Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem); “azık ve yol vasıtası, binit ve bağlı şeyler” olarak tefsîr etmişlerdir. Bak. Tirmizî; 2998.

(.......) kavlindeki zamîr ise, “Beyt” e veya “hac” ca râcidir. Dolayısıyla bir yere veya bir şeye nereden ve nasıl çıkış bulunursa, işte o şeyin veya o yenn yolu odur. Yüce Allah'ın, (.......) kavli nâzil olunca Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) bütün dinlere mensup kimseleri toplayarak onlara şöyle seslendi:

Yüce Allah size haccı farz kılmıştır. Bundan böyle haccedin.” Taberi, Tefsîr; 4/20.

İşte bunun üzerine ona îman eden tek bir din Erbâbı oldu. Bunlar da Müslüman olan toplumdur. Beş din Erbâbı ise onu inkâr ettiler. Biz ona îman etmeyiz ve biz oraya doğru ibâdet edip namaz kılmayız, hac ibâdetini de yapmayız, dediler, işte bunun üzerine, “Artık her kim inkâr ederse, bilsin ki, şüphesiz Allah âlemlere muhtaç değildir.” Kavli nâzil oldu.

Yani bu, her kim hac ibâdetinin farz oluşunu inkâr ederse, demektir. Bu görüş, Abdullah b. Abbâs'ın, Hasen-ı Basrî'nin ve Atâ'nm görüşüdür. Aynı zamanda bu küfür ifadesinin, nankörlük manasında olması da câizdir.

Yani, “Her kim Allah'ın kendilerine bahşeylediği vücut sağliğina, vermiş olduğu bol rızka şükretmez ve aynı zamanda hac ibâdetini de yapmazsa, bilsin ki, Allah âlemlere muhtaç değildir. “Allah'ın onların kendisine itaatlerine de ihtiyacı yoktur.

Bu âyette farklı şekilde tekit ifadeleri, aynı zamanda şiddet içeren manalar vardır. İşte bunlardan bir kısmını şöylece sayabiliriz. Meselâ:

(.......) ve (.......) cer edatı gibi.

Yani, “O hac ibâdeti halkın boynunda farz olan bir haktır.”

Yine bu âyette ibdal var ve amacı (maksadı) defalarca vurgulama var. Burada aynı zamanda konuyu tekrar var. Çünkü kapalı olan bir anlatımdan sonra, açıklama, mücmel (kısa ve toplu) anlatımdan sonra detay var ki bu konu dolayısıyla farklı iki şekilde anlatılıyor. İşte bunlardan biri, (.......) kavlidir. Bu ifade, (.......) yerinedir. Böylece hac ibâdetini imkânı olduğu hâlde yerine getirmeyen, terk eden kimse hakkında daha ağır bir ifade kullanılmış bulunmaktadır. Burada diğer bir husus da istiğna durumudur.

Yani; Allah'ın hiçbir şeye muhtaç olmadığıdır.

Bu da, Allah'ın gazâbına, kin ve öfkesine bir delildir. Bu ifadelerden bir diğeri de, (.......) kavlidir. Çünkü; yüce Allah burada, (.......) dememiştir. Zira (.......) kavlinin içerdiği mana delâlet bakımından çok daha geniş kapsamlıdır. Bu ise delil ve burhana dayalıdır. Çünkü; yüce Allah âlemlere muhtaç olmayınca, dolayısıyla hiçbir şeye ve kimseye asla muhtaç olmaz. İşte bu, kamil manada istiğnaya, yani hiçbir varlığa muhtaç olmadığma delâlet eden bir ifade ve delildir.. Dolayısıyla bu, aynı zamanda bu maksatla gelecek olan en büyük azâba daha fazlasıyla delâlet eder.

97 ﴿