103“Gözler O'nu edemez.” Gözler asla O'nu ihata edemez. Ya da daha önce sözü edilenlerin gözleri O'nu idrak edemez. Ayrıca Mu'tezile mezhebi mensuplarının bu ayete dayanarak delil göstermeleri de uygun değildir. Çünkü burada ret edilen rüyet olayı değil, idrak yani kavrama, algılayış olayıdır. İdrak: Görülen bir varlığın çevresine ve tüm sınırlarına vakıf olmak, onu bilmek ve öğrenmektir. Halbuki sınırları ve cihetleri muhal olan, kendisi için böyle bir şey asla söz konusu olmayan bir varlığın idraki, algılarııp kavranılması muhâldir ama rü'yeti değil. Bu âyette rüyetten idrak olayı ilim ile kuşatılabilir, anlaşılabilir bir duruma getirilmiş oldu. Bu itibarla burada red edilen gerçek tüm çevre ve sınırları kuşatılabilme gereği olan şeylerdir. Yoksa ilim ve bilgi manasında kuşatma demek değildir. İşte burada da anlatılmak istenen gerçek budur. Dolayısıyla âyetin anlatmak istediği gerçek bizzat temeddüh yani övünmedir. Ki bu da niyetin sabit ve var olduğunu gerektiriyor. Çünkü görülmesinin muhal olduğunun kabul edilmemesi hâlinde onun methi de söz konusu olmaz. Zira görülemeyen her şey, aynı şekilde idrak da olunamaz, kavranılamaz. Ancak burada temeddüh ru'yetin gerçekliliğiyle birlikte idrakin olmaması, nefyedilmesi, zattan sonluluk ve sınırlarıdırma eksikliğinin kaldırılmasıdır. Bu itibarla bu âyet bizim aleyhimizde değil, bizim lehimizde olan bir delildir. Eğer ayete dikkatle bakabilselerdi dolayısıyla kesin olarak onun sorumluluğundan kurtulmayı fırsat bilirlerdi. Kaldı ki, ru'yeti kabul etmeyenlerin bunun doğal bir sonucu olarak O'nun malum ve var olan olduğunu da kabul etmemeleri gerekir. Yani mademki görülemiyor, o hâlde malum ve var değildir,sonucu doğar. Mademki -her var olanın aksine- keyfiyetsiz ve cihetsiz olarak O'nun varlığı bilinip kabul edilebiliyorsa, neden -görülebilen her varlığın aksine- keyfiyetsiz ve cihetsiz olarak görülebileceği câiz bulunmasın? Bunun böyle değerlendirilmesi, rüyet denilen görme olayının bir şeyin baş gözüyle olduğu gibi görülmesinin gerçekleşmesidir. Eğer görülen bir şey herhangi bir cihet veya yönde ise dolayısıyla orada görülecektir. Eğer o şey herhangi bir yön veya cihette değilse dolayısıyla bu da orada görüle meyecek demektir. “Halbuki O,” idrakinin latifliği sebebiyle “gözleri görüp idrak eder. O gözlerin görmediği her şeyi pek iyi gören ve bilen,” Bütün şeylerin her detayına, inceliklerine varana kadar, tüm zorluklerine kadar gören ve bilen, “her şeyden haberdar olandır.” Yani eşyanın içyüzünü bildiği kadar onların dış yüzlerini de bilir. Bu, bir bakıma Leffü Neşr kabilinde bir şeydir. |
﴾ 103 ﴿