30(Ey Peygamber!) Hatırla, hani o kâfirler Mekke'de senin elini kolunu bağlayıp hapsetmek veya seni öldürmek yahut da seni sürgün etmek için aleyhinde çeşitli tuzaklar kuruyorlardı. Onlar tuzak kurarlarken Allah da onların tüm tuzaklarını geçersiz kılıyordu. Çünkü Allah bütün tuzak kuranların tuzaklarını en iyi şekilde boşa çıkarandır. (.......) (Ey Peygamber!) Hatırla, hani o kâfirler Mekke'de senin elini kolunu bağlayıp hapsetmek veya seni öldürmek yahut da seni sürgün etmek için aleyhinde çeşitli tuzaklar kuruyorlardı. Yüce Allah, Resûlü Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)’e Mekke'nin fethini nasip kılınca. Kendisine Mekke'de bulunduğu sırada Kureyş'in kendisi için başvurdukları tuzak yollarını hatırlatıyor. Bu şekildeki bir hatırlatma ile, yüce Allah'ın kendisini ve inananları müşrik ve kafirlerin tuzaklarından kurtarıp kolladığı ve onlar üzerine egemen duruma getirdiği için şükretsinler istiyor. Dolayısıyla âyetin manası şöyle olmaktadır: “Sana tuzak kurduklarını bir hatırla hele!” Bunun sebebi ise, Medine'nin yerlileri olan ve Ensar diye adlarıdırıları kimseler İslam dinini kabul edince, Kureyş toplumu bundan böyle işlerinin zorlaşacağından korkup endişe duyar oldular. Bu endişe ve korkuları sebebiyle Dâru'n-Nedve denilen küfür ve nifak meclisinde toplarııp bir araya geldiler. Burada Hazret-i Muhammed (sallallahü aleyhi ve sellem)’in durumu hakkında görüşmeye ve bir sonuç elde etmeye başladılar. Derken tam bu sırada İblîs denen şeytan yaşlı bir kişi suretinde kilık değiştirerek aralânna kâtildı ve söze şöyle başladı: “Ben Necid bölgesinde oturan gün görmüş bir kimseyim. Mekke'ye gelmiştim. Sizin buradaki toplarıtınızı haber aldım, istedim ki ben de aranızda bulunayım. Dileğim o ki herhâlde benim görüşüme ve öğütlerime de başvurmanızı benden esirgemezsiniz.” Bu arada Ebul Buhteri söz aldı ve şöyle konuştu: “Bana göre onu tutuklayıp hapse atmalısınız, bir evde gözetim altında tutmalısınız. Haps edildiği bina içerisinde onu sıkı sıkıya bağlayıp kapısını da üzerine örmelisiniz. Sadece yiyecek ve içeceğini vermek için bir aralık bırakmalısınız. Sonra da onu zamanın felaketlerine uğraması için beklemelisiniz” İblîs bunun üzerine: “Bu ne kötü bir görüş! Yani adamı ölüme terk edeceksiniz. Bunu gören yakınları da onu kurtarmak için gelip sizinle savaşacak ve onu kurtaracaklardır. Bu, görüş yerinde değildir” dedi. Bu defa Hişam İbn Amr söz aldı ve oda şöyle konuştu: “Bana göre onu bir devenin üzerine yükleyip böylece onu aramızdan atıp ülke dışına zorla çıkararak sürgün etmeliyiz. Dolayısıyla yaptığı şey sebebiyle size zarar veremez ve bundan böyle huzura kavuşmuş olursunuz.” İblîs tekrar devreye girdi ve: “Ne kötü görüş, adamı ülke dışına ata-, caksmız, bu defa sizden başka bir toplumu yoldan çıkaracak ve onları arkasına alarak size karşı savaşacak değil mi? Bu kabul olunacak bir görüş değildir” diye karşı çıktı. İşte bu noktada Ebû Cehil (Allah'ın lâneti üzerine olsun) söz aldı ve: “Benim görüşüm şudur. Hemen her kabileden ya_ da boydan birer adam alalım ve ellerine birer kılıç verelim, hepsi birlikte onun üzerine saldmp tek bir adamın darbesi veya vuruşu imiş gibi bir darbeyle öldürelim. Böylece kâtilin diyetini de buna kâtiları kabileler arasında bölüştürelim. Çünkü böyle olması hâlinde Haşim oğulları Kureyş'in bütün kabileleriyle savaşmayı göze alanazlar ve diyet isterler. Biz de bu diyeti aramızda akile olarak toplar ve kendilerine öderiz, sonunda kurtulmuş, oluruz” dedi. Lânet olası İblîs hemen: “Bu genç güzel ve doğru söyler, şüphesiz aranızda en isabetli görüşü o ortaya koydu” deyince, cinayet meclisinde toplarıanlar Ebû Cehil'in görüşü üzerinde karar kıldılar ve birlikte Resûlüllahnü öldürmeye karar verdiler. İşte bu durumu Cebrâîl (aleyhisselâm) Allah'ın emriyle Resûlüllah (sâv)’e bildirdi ve kendisine bu gece yatağında uyumamasını emretti. Allah da Resûlünün hicret etmesine artık izin verdi. Bütün bu gelişen durumlar üzerine Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) Hazret-i Ali'ye yatağında yatınası için gereken talimatı verdi. Hazret-i Ali de gidip onun yatağında yattı. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) Hazret-i Ali'ye: “Git benin yatağımda uyu ve benim yorganımı sartl ve böylece yatağıma uzan. Korkma, hoşlanmayacağın hiçbir şey sana onlardan ulaşmayacaktır” dedi. Bütün düşmanlar bir gece boyu onu orada bekleyip durdular. Sabah olunca hemen Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in yatağı üzerine abandılar. Bir de ne baksınlar, karşılarındaki Hazret-i Ali. Buna hep şaşırıp kaldılar. Bunun üzerine izini sürmeye başladılar. Böylece yüce Allah onların tüm çabalarını boşa çıkardı. Kurdukları tuzaklarını geçersiz kıldı. (.......) Seni hapsetmeleri ve bağlamaları, tutuklamaları için. “Onlar tuzak kurarlarken Allah da onların tüm tuzaklarını geçersiz kılıyordu.” Pları ve tuzaklarını gizlerlerken Allah da onlar için hazırladıklarını ve ansızın onlara yapacağını yapması için gizliyordu. “Çünkü Allah, bütün tuzak kuranların tuzaklarını en iyi şekilde boşa çıkarandır.” Yani Allah öylene bir tuzak hazırlar ki tüm tuzaklardan daha etkin ve daha sonuç getiricidir. Etki bakımından Allah'ın ortaya koyduğunun üzerinde etkili olanını bulamazsın, göremezsin. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) onlara Kur'ân okuyor, okuduklarıyla onlara geçmiş toplumlara âit haberleri hatırlatıyordu. İşte yine böyle bir sırada Nadr İbn Haris: “Eğer istersen ben de mutlaka senin bu söylediğinin benzerini kesinlikle söylerdim” dedi. Çünkü bu adam İran/Fars bölgesinden geliyordu ve elinde de Rüstem'in ve Arap olmayanlarla alâkalı haberlerin yer aldığı bir takım hikâyeler vardı. İşte aşağıdaki âyet bu olay üzerime nâzil olmuştur. |
﴾ 30 ﴿