102(Mazeretsiz olarak savaşa kâtilmayan diğer) bir grup var ki, onlar sonradan günahlarının farkına varıp itirafta bulundular. Bunlar, iyi işlerle kötü işleri birbirine karıştırdılar. (Sonra bu davranışlarından tevbe ettiler). Umulur ki, Allah bunların tevbelerini kabul eder. Çünkü Allah bağışlayandır, merhamet edendir. “(Mazeretsiz olarak savaşa kâtilmayan diğer) bir grup var ki, onlar sonradan günahlarının farkına varıp itirafta bulundular.” Yani bunlar önceki âyetlerde ismi geçenlerden farklı olan bir gruptur. Bunlar, öncekiler gibi bir takım uydurma bahanelerle, yalan mazeretlerle gelip, savaştan neden geri kaldıklarını söylemediler. Fakat bunlar savaşa kâtilmamaktan dolayı üzüntülerini, yaptıkları işin kötü olduğunu belirterek pişmanlıklarını ortaya koydular, hatalı olduklarını itiraf ettiler. Bu durumda olan kimselerin sayıları on kişi kadardı. Bunlardan yedisi, yüce Allah'ın savaşa kâtilmayıp geride kalanlar hakkında indirilen hükümleri öğrendiklerinde, hemen kendilerine bir cezâ uygulayarak, kendilerini mescidin direklerine bağladılar. Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) seferden dönüp geldi ve adeti gereği önce hemen mescide gidip orada iki rek'at namaz kıldı. Bu arada kendilerini direklere bağlamış olan kimseleri gördü, bunların kendilerini direklere bağlama sebebini sordu. Orada bulunanlar da: “Bunlar, Resûlüllah gelip kendilerini elleriyle çözene kadar, bu direklerden kendilerini çözmemeye yemin ettiler” diye karşılık verdiler. Bunun üzerine Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) de şöyle buyurdu: “Ben de aynı şekilde yemin ediyorum ve onları çözmem için emr olunmadıkça, kendilerini çözmeyeceğim.” İşte bunun üzerine bu âyet nâzil oldu. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) de kendilerini serbest bırakır. Onlar da bu olay üzerine: “Ey Allah'ın Resûlü! İşte bizim sana kâtilmamızı engelleyen varlığımız/malımız, al onları istediğin gibi dağıt ve bizi temizleyip arındır” dediler. Ancak Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem): “Ben, sizin mallarınızdan herhangi bir şeyi almakla emrolunmadım” diye buyurması üzerine, “Ey Peygamber! Onların mallarından zekât al ki,..” mealindeki bundan sonra gelen âyet nâzil olmuştur.” Hafız İbn Hacer diyor ki, Beyhaki bunu el-Delil eserinde ve ayrıca İbn Merduye de tahric etmiştir. Bak.Haşiyetu'l-Keşşaf, 2/307 “Bunlar, iyi işlerle kötü işleri birbirine karıştırdılar. (Sonra bu davranışlarından tevbe ettiler.)” Cihada çıkma işiyle, bundan geri kalma, kâtilmama işini veya tevbe etme ile günah işleme işlerini kanştırdılar. Meselâ; “Bi'tu'l-Şae saten ve dirhemen” yani “Koyunları bir koyun ve bir dirheme sattım” cümlesindeki ifade benzerliği gibi. Esasen bu cümlenin asıl manası, (.......) yani “her bir koyunu bir dirheme sattım” demektir. Çünkü kelime arasında yer alan, “vav” harfi, (.......) harfi manasınadır. Çünkü vav harfi Arapçada çoğul içindir. (.......) harfi de birini ötekine bağlamak, irtibat içindir. Böylece her ikisi de birbirine uymaktadır. Yahut bunun manası, bunlardan her biri ötekine kanştı. Dolayısıyla bunların her biri hem kansan ve hem de kendisi içine kanştınları manalarını taşırlar. Meselâ, “Halettu'l-Mae ve'l-Lebene” yani bu cümle ile sen, “Su ile sütü her birini diğerine, ikisini de birbirine karıştırdım” Yani “suyu süte, sütü suya karıştırdım” manasında kullanmış olursun. Halbuki: “Halettu'l-Mae bi'l-Lebeni” Yani, “Suyu süte karıştırdım” cümlesi bu manaya gelmez. Çünkü bu cümlede kansan su, kendişinin içine kanştınları ise süttür. Halbuki bu cümlede “B” yerine eğer “vav” harfi kullanılırsa, bu takdirde sen, su ile sütü hem kansan ve hem de kendilerinin içine kanştınları kılarsın. Yani sanki burada sen; “Ben suyu süte, sütü de suya kanştırdım” der gibi olursun. “Umulur ki (şüphesiz) Allah bunların tevbelerini kabul eder. Çünkü Allah bağışlayandır, merhamet edendir.” Burada yüce Allah bu kimselerin tevbe ettiklerini belirtmedi. Çünkü bu kimseler günahlarını ve hatalarını itiraf etmişlerdir, işte bu itiraf, bu kimselerin tevbe ettiklerinin delilidir. |
﴾ 102 ﴿