15Onu götürüp de kuyunun dibine atmaya ittifakla karar verdikleri zaman, Biz Yûsuf'a şöyle vahyettik: “Andolsun ki sen onların bu işlerini onlar işin farkına varmadan, kendilerine haber vereceksin.” “Onu götürüp de kuyunun dibine atmaya ittifakla karar verdikleri zaman,” Yani kardeşler, üvey kardeşleri Yûsuf'u kuyuya atmak üzere aralarında anlaştılar. Bu kuyu ile Hazret-i Ya'kûb'un bulunduğu ev arasında üç fersahlık bir mesafe ya da uzaklık bulunuyordu. Yani 5184 m. Veya 5 km. 184 m. İdi. Bu rivâyet tamamen İsrâ'iliyattandır. Bunun sahih isnad bakımından olup olmadığını en iyi ancak Allah bilir. Bu hususta en uygun olanı, tefsîr kitaplarında olsun, başka kaynaklarda olsun bunlara dikkat çekilmesidir Âyetin başında bulunan (.......) edatının cevabı mahzûftur. Bu, “Ona yapacakları kötülüğü ellerinden geldiğince yaptılar” demektir. Rivâyete göre: “Kardeşleri Yûsuf'u alıp kıra götürdüklerinde, artık ona karşı olan düşmanlıklarını açıkça sergilemeye başladılar, onu dövüyor, eziyet ediyorlardı, hatta neredeyse öldüreyazmışlardı. Ancak onla-n bu hareketlerinden Yehuza engellemişti. Fakat kardeşleri onu kuyuya atmak istediklerinde, Yûsuf, onların eteklerine sanhyordu. Bunun üzerine eteklerini onun elinden kurtardılar, fakat bu defa Yûsuf kuyunun duvarlarına tutundu, asılıp kaldı, işte bu durum karşısında kardeşleri ellerini bağladılar. Kana bulamak için üzerinden gömleğini çıkardılar. Bu şekilde gömleği gösterip babalarını aldatmak istediler. Bundan sonra da hemen onu kuyuya saldılar, kuyuda su da bulunuyordu. Hazret-i Yûsuf kuyudaki suyun içine düştü. Sonra orada bulunan bir kayanın üzerine sığındı ve orada ağlayarak beklemeye koyuldu. Kardeşi Yehuza ise ona yiyecek getiriyordu.” Yine rivâyet olunduğuna göre Hazret-i İbrâhîm ateşe atıldığı zaman, üzerinden giysilerini çıkarmışlardı. Ancak Cebrâîl (aleyhisselâm) ona cennet ipeklerinden hazırlanmış bir gömlek getirdi ve o gömleği Hazret-i İbrâhîm'e giydirdi. Hazret-i İbrâhîm de bu gömleği oğlu İshak'a; ve İshak da onu oğlu Ya'kûb'a verdi. Ya'kûb (aleyhisselâm) da bunu bir muska şeklindeki bir muhafaza içerisinde Hazret-i Yûsuf'un boynuna asmıştı. İşte Cebrâîl (aleyhisselâm) bunu oradan çıkarıp Hazret-i Yûsuf'a giydirdi.” “Biz Yûsuf'a şöyle vahyettik:” Söylendiğine göre nasıl ki henüz küçükken Hazret-i Yahya ve Hazret-i Îsa'ya vahyedilmiş ise, küçüklüğünden itibâren Hazret-i Yûsuf'a da vahyedilmişti. Yine söylendiğine göre Yûsuf o sıralarda idrak sâhibi, akıl baliğ biri idi, işi kavrayacak durumda idi. “Andolsun ki sen onların bu işlerini onlar işin farkına varmadan kendilerine haber vereceksin.” Bu olay, kardeşleri Mısır'a gelip ihtiyaçlarını sağlaması için onun huzuruna girdikleri zaman olmuştu. Onlar Hazret-i Yûsuf'un huzuruna girdiklerinde Hazret-i Yûsuf onları tanımıştı ama onlar işin farkında değillerdi ve onu tanimâmışlardı. Hazret-i Yûsuf (aleyhisselâm) bir kap getirtti, onu elinin üzerine koydu, sonra eliyle ona vurunca, ses çıkardı. Bunun üzerine kardeşlerine dönüp dedi ki: “Şu bardak bana diyor ki: “Sizin, babadan kardeşiniz olan Yûsuf adında bir kardeşiniz daha varmış, siz onu kuyuya atmışsınız ve gidip babasına da, onu kurt kapıp yedi, demişsiniz. Sonra da onu oldukça değeri düşük bir fiyatla satmışsınız.” Yahut da, (.......) kavli, (.......) kavline mütealliktir. Yani biz onu vahiy yoluyla sakinleştirdik, kalbindeki korku ve ürküntüyü giderdik, ancak onlar bunun farkında değillerdi, demektir. |
﴾ 15 ﴿