18“Eğer siz yalanlarsanız bilin ki, sizden önce geçen birtakım ümmetler de yalanlamışlardı. Peygambere düşen apaçık tebliğden başka bir şey değildir.” Bu âyette deniliyor ki: “Eğer siz beni yalanlayacak olursanız, iyi bilin ki siz beni yalanlamakla bana zarar verecek değilsiniz. Çünkü benden önce geçen peygamberler de ümmetleri tarafından yalanlanmışlardı. Fakat onlar o peygamberleri yalanlamakla onlara zarar veremediler ve veremezlerdi de. Sadece zararları kendilerine dokumuştur. Bu yalanlama sebeplerinden ötürü de azâba çarptırılmayı hak etmiş oldular, artık onlara azap edilmeleri helâl oldu.” Peygambere (sallallahü aleyhi ve sellem) gelince o, görevini tamamlamıştır. Çünkü tebliğ etmesi gereken vazifesini açıkça tebliğ etmiştir. Böylece şüpheye de yer bırakılmamıştır. Yani Allah'ın (celle celâlühü) âyetlerini ve mu'cizelerini göstermesidir ki, böylece şüpheye de yer bırakılmamış oluyor. Ya da eğer siz aranızda olan şeyler hususunda beni yalanlıyorsanız, unutmamalısınız ki, benden önce geçen peygamberler bu konuda benim için örnektirler. Bu itibarla peygamberlere düşen görev, üzerlerine aldıkları işi tebliğ etmekten ibârettir. Tebliğini açıkça yapmasından sonra tasdik etmişler ya da etmemişler, hiçbir anlamı yoktur. Çünkü ben resul olarak üzerine düşen görevi eksiksiz yerine getirdim. İşte bu ayetten itibâren bundan sonra 24. âyet olan (.......) âyetine kadar olan âyetler (18. ayetim itibâren 23. âyet dâhil) ayetlerin, Hazret-i İbrâhîm'in (aleyhisselâm), kavmine söylediği sözler olması ihtimali de vardır. Âyette geçen daha önceki ümmetlerden kasıt, Şit, İdrîs, Nûh ve benzeri diğer peygamberlerin (asm) kavimleri demektir. Bu konuların devreye girmiş olması, ResûlüUah (sallallahü aleyhi ve sellem) ile Kureyş'in ona karşı tavrı konusunda parantez cümlesi tarzında âyetler olmasıdır. Burada Hazret-i İbrâhîm (aleyhisselâm) ile ilgili kıssanın baş tarafı ile son tarafım açıkladı. Cümle-i mu'tarıza hangi konu ile ilgili olarak devreye girilmişse, itiraz cümlesinin de ona mutlaka bağlı olması, aynı konuyu işlemesi gerekir. Meselâ sen çıkıp da “Mekke ve Zeydayaktadır, Allah'ın en hayırlı beldesidir” der ve soruyu bu örnek bağlamında soracak olursan, benim cevap olarak buna diyeceğim şudur: “Evet, mesele dediğin gibidir. Bunun açıklaması ise şöyledir: Burada Hazret-i İbrâhîm'in (aleyhisselâm) kıssasını araya sokması, sadece Resûlüllahne (sallallahü aleyhi ve sellem) rahat bir nefes aldırtmak ve ona bir teselli vermek içindir. Burada demek isteniyor ki, Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem) nasıl müşriklerle bir imtihana tabi tutulmuş ise, Hazret-i Peygamber'in (sallallahü aleyhi ve sellem) büyük atası İbrâhîm (aleyhisselâm) de müşrik olan kendi kavmi ile öylece imtihan edildi. Mekke müşrikleri nasıl ki puta tapıyor idiyseler, Hazret-i İbrâhîm'in (aleyhisselâm) kavmi de putlara tapıyorlardı.” Bu nedenle âyette: “Eğer siz yalanlarsanız” parantez cümlesi getirilmiştir.” Bu, şu anlama gelir: “Ey Kureyş topluluğu! Eğer siz Muhammed'i yalanlarsanız, İbrâhîm (aleyhisselâm) da, kavmi tarafından yalanlandı ve her ümmet kendilerine gönderilen peygamberleri yalanladılar.” Çünkü âyette geçen: “sizden önce geçen birtakım ümmetler de yalanlamışlardı” kavlinin mutlaka Hazret-i İbrâhîm'in (aleyhisselâm) ümmetim de kapsaması gerekir. O hâlde gördüğün gibi âyette bu anlam bağlamında herhangi bir durum sözkonusu değildir ve muterize cümlesi bu bakımdan muttasıl, aynı konuyu işlemektedir. Yani Mekke ve Zeyd misalde aralarında herhangi bir çeliş bulunmamaktadır. Kaldı ki bundan sonra gelen âyetler de aynen bu bağlamdadırlar. Çünkü hepsi de tevhid inancını ve buna ilişkin delilleri dile getiriyor. Nitekim şirki yıkan ve onun temellerini kökünden sarsan, basitliğini ortaya koyan delillere yer veriyor. Allah'ın (celle celâlühü) kudret sıfatlarını, gücünü ve egemenliğini, konuya ilişkin hüccetin ve burhanın açık ve net oluşunu dile getiriyor. |
﴾ 18 ﴿