14

Hani onlara peygamberler önlerinden ve arkalanndan gelmiş, “Allah'tan başkasına ibâdet etmeyin” demişlerdi. Onlar da, “Eğer Rabbimiz dileseydi melekleri (Peygamber olarak) indirirdi. Bu sebeple, biz sizinle gönderilenleri inkâr ediyoruz” demişlerdi.

“Hani -her taraftan- onlara peygamberler önlerinden ve arkalanndan gelmiş,... -aralarında, onları doğruya iletmek için her yolu denemişler ve fakat kavimlerinin onlara karşı tavır ve tutumları yüz çevirmek ve onlara karşı koymak olmuştur-

Hasen-ı Basrî'den (radıyallahü anh) rivâyete göre, peygamberleri, kavimlerine, onlardan önce geçen milletlerin ve toplumların peygamberlerine karşı gelmeleri ve hakkı inkârda ısrar etmeleri sebebiyle onların başlarına ne gibi cezâlar ve olaylar gelmişse, onlar da kendi kavimlerini bu gibi durumlardan haberdar etmişler, âhirette karşılaşacakları azâbı haber vermişler ama hiçbir uyarıları, onlara fayda etmemiştir.

Âyette geçen (.......) harfi, “ey” manasınadır veya şeddeli yani (.......) iken, hafifletilerek (.......) haline getirilmiştir. Bu itibarla aslı: (.......) demektir.

Yani: Allah'tan başkasına ibâdet etmeyin, demişlerdi.”

“Onlar da, -yani kavimleri de- Eğer Rabbimiz dikseydi melekleri -peygamber olarak- indirirdi -gönderirdi.-

Âyette geçen (.......) fiilinin mefulü mahzûftur.

İşte “Bu sebeple,'biz sizinle gönderilenleri inkâr ediyoruz'demişlerdi. “Bu durumda âyetin manası şöyle olmaktadır:

“Mademki siz beşersiniz, insansınız, melek değilsiniz. Öyleyse biz, size de, sizin getirdiklerinize de îman etmeyiz.”

Yine âyette yer alan: “sizinle gönderilenleri” kavli, peygamber olarak gönderilmeyi ikrar eden bir ifade değildir. Bu, gönderilen peygamberlerin konuştukları üzerine söylenen bir ifadedir. Bu ifadenin altında aynı zamanda bir alaycılık ifadesi de yatmaktadır. Nitekim Fir'avun da alaycı bir eda ile Hazret-i Mûsa (aleyhisselâm) için kavmine ve adamlarına şöyle sesleniyor ve:

“Size gönderilen elçi gerçekten aklını yitirmiş bir delidir” Şuara, 27. diyordu.

Nitekim: “Bu sebeple, biz sizinle gönderilenleri inkâr ediyoruz” kavli, inanmayan o toplumların peygamberi Hazret-i Hûd'a, Hazret-i Sâlih'e (asm) ve diğer peygamberlere yönelik olarak söyledikleri sözdür. Çünkü sözkonusu bu peygamberler, kavimlerini, kendilerine îman etmeye davet ediyorlardı.

Rivâyete göre, Kureyş, içlerinde en iyi bir hatip ve konuşmacı olan Utbe b. Rebia'yı, kendisiyle görüşmesi için Hazret-i Peygamber (sallallahü aleyhi ve sellem)’e göndermişlerdi. O da gidip onunla konuşacak ve ondan sorduklarına karşılık nasıl bir cevap alacağını öğrenecekti. Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in, Hatim'de bulunduğu bir sırada yanma gider ve Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) tan her ne sormuşsa, sorduklarının cevaplarını alır. Konuşmasının sonunda Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) bu sûreyi ona okumaya başlar ve nihayet Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) da:

“Ben sizi ad ve Semûd kavimlerini çarpan yıldırım gibi bir yıldırıma karşı uyardım” mealindeki bu ayete kadar olan 13 âyeti okurken, buraya geldiğinde korkuya kapılır ve Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem) tan akrabalık adına merhamet dilenir ve elini Resûlüllah (sallallahü aleyhi ve sellem)’in ağzına kapatarak okumamasını ister. Üzerlerine Allah'tan (celle celâlühü) bir azap gelir korku ve heyecanıyla derhal oradan hızlıca uzaklaşır ve olan biteni Kureyş ileri gelenlerine haber verir ve şöyle konuşur:

- “Ben sihrin de, şiirin de ne olduğunu çok iyi bilirim. Allah adına yemin olsun ki Muhammed, ne bir büyücüdür, ne de bir şairdir.”

Bunun üzerine Kureyş ileri gelenleri:

- “Sen de sapıtıp dininden çıkmışsın. Bir kelime olsun, ondan anlayabildiğin bir şey olmadı mı?” diye tepkilerini gösterdiler. Bunun üzerine Utbe de onlara:

- “Hayır, ona verebilecek bir cevap bulamadım.” der. Bunun üzerine Osman b. Maz'un onlara:

- Allah adına yemin ederim ki, onun âlemlerin Rabbi olan Allah'tan olduğunu bilmelisiniz” diye konuşur.

Daha sonra da gelen ayetlerle ad ve Semûd kavimlerini çarpan yıldırımdan söz ederek Rabbimiz şöyle buyurdu:

14 ﴿